Selam kızlar;
İçim ağzına kadar dolu gibi, bazı bazı bomboş gibi, öyle ortaya karışık bir buhran yazısı yazmak istedim.
(
@QUEENofTURKEY hep senden ötürü, ne diye öyle duygu şeylerini ikaz etmeden yazıyorsun kardeş, sonra biz de okuyup kendi enkazlarımızı hatırlayıp efkara bağlıyoruz burada
)
Dün, çok sevdiğim, fikirleri benim için önemli olan edebiyat mezunu, öğretmen bir ablam ile ressam teyzem bizdelerdi. Bilirim ki onlarla ne zaman bir araya gelsek, her şey deşilir dökülür, ruhsal durumlar, karakterler irdelenir, günlük spesifik bir konu masaya yatırılır (Dünkü konumuz
estetik operasyonlardı mesela), sonra dünyayı kurtaracak fikirler ortaya atılır, bir iki birileri şikayet edilir, sokağa çöp atanlara kadar verip veriştirilir, sonra bir köşeye attığım eski resim defterim ortaya çıkarılır, çizimlerime bakılır ve "Sen ne biçim bir çocuksun?!" tarzı sitemler edilir. Sonra annem girer araya, "Kendi kendini mahvetti, eve kapattı iyice" diye başlar ve asosyalliğimden dem vurur. Daha öteden babam gelir, bahçeden kestiği çiçekleri getirir, bizlere verir, sonra gülerek bahçesini anlatır (Hiç kaçmaz, hep bahçeyi anlatır), biraz takılır gider, sonra konu babama döner, babama benzeyen, içe dönük yönlerime, babam ve onun kendini kendine saklamasına...
Konuştuk da konuştuk, onlar konuştukça ben deşildim, ben deşildikçe bir noktadan sonra kendime acırken buldum kendimi ki bu berbat bir şey. "Napıyorum ben?" sorusunu, yine kendime sorduğum bir zaman aralığı yaşadım anlayacağınız. "Kimi bekliyorum ki? Geç kalan benim." farkındalığı...
Mesleki durumumu bir önceki konuda anlatmıştım sanırım; annemlerin istediği bölümü okudum ve mesleğimi yapmıyorum. Özetle, kendimi hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim, benle alakası olmayan bir mesleğim var ve 10 senedir, kesinlikle en ufak bir istek uyanmadı içimde kendi mesleğimi yapmak adına, mezun olduktan sonra sadece 3 ay dayanabildim kendi mesleğimi yapmaya acıdır ki. Alakam olmayan yerlerde, alakam olmayan işlerde çalıştım, kendimi geliştirip salt diploma ile girip çalıştım uzun süre ama onu da istemediğimi anladım. Daha doğrusu çalışmak, iş hayatında olmak istiyorum ama hep kendime sakladığım bir yönüm ile, daha idealist, daha öğreten, daha çizen boyayan bla bla... Resim öğretmenliği mesela... O tren de kaçtı. (Aslında bu her gencin yaşadığı bir şey, kim hayalindeki mesleği ya da bir heves okuduğu bölümün mesleğini tatmin ola ola yapabiliyor ki? Bir avuç şanslı azınlık haricinde, hayat nereye sürüklerse, oralarda çalışıp, yaşayıp gidiyoruz.) Elime kalan, kendi halinde, kendini geliştirmiş bir ressam olmak... Bu da gün gün yitiyor.
Yaş 20leri bitirdi, çocuk oldu, sorumluluklar arttı, kendim için bir şeyler yapabildiğim vakitler azaldı.
Şu dönem, (Şükür ki) maddi durum da elverdiği için çalışmayı bıraktım ve çocuğuma kanalize oldum. Ancak boşta kalınca tüm eski hayal kırıklıklarım beni yoklamaya başladı yeniden.
Resim kursuna gideceğim sıra araya giren evlilik...
Profesyonel fotoğrafçılık kursuna gideceğimde, hamile kaldığımı öğrenmem...
"İşime mi geldi, tembelliğime mi yaradı?" dediğim bir an ve hayali bırakıp hayata döndüğüm yol ayırımları...
"Aynı anda ikisini götürürdün" demeyin, o zamanlar götüremezdim, enerjim sıfıra yakın yaşıyordum zaten.
Neyse, ben de bu evde olma durumumu avantaja çevirdim elbette bir açıdan; 7-8 sene ara verdiğim, kalem oynatmadığım resme, başta kısaca bahsettiğim ressam teyzemin ısrarı ve gazı ile tekrar başladım, sayfalarca yeni çalışmalarım oldu. "Tablo çalışmalısın!!" diye bastırdı teyzem ve çalıştığım tablolar evin bir köşesinde birikmeye başladı.
Aynı zamanda babamın kolundan çekiştirmeye başladım "Baba!! Birlikte baba-kız karma sergi açalım, dünya gözüyle bir gör çizimlerinin nasıl takdir edildiğini, güvelere yedirmeyelim artık onları, evde tozlandırmayalım" dedim, ikna ettim. Onu ikna ederken ben kendi hayatımdan bezdim ama öyle bir ikna süreciydi, Nuh dedi peygamber demedi; "Ben kendim için, kendimi rahatlatmak için karalıyorum; boşver" dedi durdu... "Benim için en azından? Benim için o sergiyi açalım, buna ihtiyacım var!" dedim de tamam diyebildi sonunda...
Zorladım, tabloya başlattım onu da, 60 küsur yaşında adam; elleri sanki fotokopi makinası... O elleri senelerce hesap işlerinde, sayılar arasında hesap makinası olmuş... Üzülüyorum, anlatamıyorum bunu size. Bir yetenek, bu derece hapsedilir kendine... Bu derece gizlenir, bu derece yok sayılır, bu derece küçümsenir.
Es kaza evimize gelen misafirler duvarda bir çizimini görür "Bunu nereden aldınız? Nerede yaptırdınız?" diye sorar da, babam "Ben çizdim." der gülerek ve "Devamı var mı?" sorusu illa ki gelir, o zaman işte 1000i geçkin çizim masaya serilir... O an "Nedennnn, neden x abi neden sergi açmıyorsun, neden değerlendirmiyorsun?!" sitemleri tekrar ve tekrar yankılanır durur. Marka vermeyeyim, arkadaşları, bir iki çizimini hediye olarak alınca, porselen firmasına da göndermiş, oradan istediler "Birkaç örnek daha alabilir miyiz?" diye, vermedi adam, ilgilenmedi bile...
Saygı duyarım; kendi tercihi. Ancak beni de tek ayağımdan aşağı çeken biri babam bu konuda; o "Kendine sakla" hissini gün ve gün bana geçiren ve beni hayalimdeki muazzam gösteriden uzaklaştıran biri.
En son "Çizeriz yine, hele şu Ramazan geçsin" diyordu, hala tık yok.
"E baba, hadi?" dediğimde, "Tamam sen başla ben de çizerim" diyor...
Ben başlayamayacak kadar bıkmışım, heveslerim paramparça, ellerim yine körelmiş... Başlar bırakırım, başlar bırakırım... Yarım işten de nefret ederim ve onları gördükçe içime içime çöker dururum.
Neyse işte, dün konuştuk tekrardan; annem döküldü bu kez.
Birkaç gün önce benim yine hallerim gelince, "Az elleşmeyin bana" demiş 2 günlüğüne kendimi eve kapatmıştım. Kah ağladım, kah kendi kendime söylendim, kah yattım uyuyamadım, kah kalktım gezeleyemedim, öyle mis gibi çiçek gibi delirdim anlayacağınız. İki tablomu da parçaladım. Sonra oturdum bir de onlara ağladım. Yap yap... Sonra yaptıklarını parçala...
Bu hissi hepinizin anlamasını beklemiyorum, benim sadece anlatmaya ihtiyacım var.
Ne diyordum, hah annem döküldü dün;
"Senin gittiğin gün, babana yüklendim bilmiyorsun.Geç şu kızın önüne, bir kere baba olarak bir konuda sahip çık; o eridi bitti içinde tuta tuta, artık konuşmuyor bile, ama biliyorum derdi bu, anlatmaya bile değer görmüyor artık bizi, onu uzaklaştırdın iyice kendinden. Bahçenden, ağacından daha mı önemsiz kızın?! dedim." gözleri doldu anlatırken. Ressam teyzem de atladı "Ben 20 sene bir hiçi bekledim, x amcan çalışma dediğinde keşke dinlemeseydim onu. Yirmi sene... Sonra ne oldu Gangsta? Hasta oldum. O zaman pişman oldu, 20 sene sonra şekli bozulmuş ellerimle fırça tuttum yeniden. (Eklem romatizmasına yakalandı kendisi, üzüntü ile artmış) 20 sene sonra girdim sınava, ikincilik ile yerleştim, öğretmenliğe başladım. Hayatımın en mutlu, en huzurlu günleriydi... O lezzeti tarif edemem... Kimseyi bekleme kuzum, babanı da bekleme... Bak ben varım, grup çalışmasına bayılırım ben, kaç bize, bizde birlikte boyayalım. Belki sen -Tamam, sergiye hazırım- deyip açtığında, babanın da gözü o zaman görecek, sen yapmalısın bunu." dedi.
"Belki de" dedim, daha da konuşasım gelmedi.
Akşam oldu kaldık biz bize. Annem sokuldu yanıma,
"Şu tatile bir gidin gelin. İyi gelecek, gelince toparlanmış göreceğim seni! Yok öyle pes etmek, biz bir hata yaptık, ama telafi edeceğiz. Kursa gideceksin, gitmem itirazı kabul etmiyorum, geç değil. Gideceksin ve seneye o sergiyi açtığını göreceğim. Gerekirse 5 sene alsın, 10 sene alsın, güzel sanatlar okuyacaksın! Sadece kendin için okuyacaksın, benim için okudun, kendinde şimdi sıra" dedi. Gözleri doldu, ya nasıl anlatsam öyle acayip bir duygusal anı paylaştık ki... "Neredeydin annem bunca sene?" der gibi... Neyse, gözüm doldu. Göz dolunca burada bi sutyen sallamak iyi geliyor
Öyle işte...
İsmail abinin gemi beklediği gibi beklediğim bir şey...
Geç kalınmış bir hayal, hayat olacak mı dersiniz?
Ben bu kadar alışmışken yok saymalara, var olacak mı ki?
Oyyh... İçim şişmiş valla, dün kuş gibi oldum bir an, sonra yine nefesim ağırlaştı.
Her şeye sıfırdan başlamanın eşiğindeyim, oradan atlıyorum ve bu kez yanımda annem var.
Hayırlısı...