O gemi gelecek mi İsmail Abi?

Yokuspokus

Nope thanks
Üyelik İptali
Kayıtlı Üye
3 Mart 2016
18.150
76.557
Selam kızlar;

İçim ağzına kadar dolu gibi, bazı bazı bomboş gibi, öyle ortaya karışık bir buhran yazısı yazmak istedim.
( QUEENofTURKEY hep senden ötürü, ne diye öyle duygu şeylerini ikaz etmeden yazıyorsun kardeş, sonra biz de okuyup kendi enkazlarımızı hatırlayıp efkara bağlıyoruz burada )

Dün, çok sevdiğim, fikirleri benim için önemli olan edebiyat mezunu, öğretmen bir ablam ile ressam teyzem bizdelerdi. Bilirim ki onlarla ne zaman bir araya gelsek, her şey deşilir dökülür, ruhsal durumlar, karakterler irdelenir, günlük spesifik bir konu masaya yatırılır (Dünkü konumuz estetik operasyonlardı mesela), sonra dünyayı kurtaracak fikirler ortaya atılır, bir iki birileri şikayet edilir, sokağa çöp atanlara kadar verip veriştirilir, sonra bir köşeye attığım eski resim defterim ortaya çıkarılır, çizimlerime bakılır ve "Sen ne biçim bir çocuksun?!" tarzı sitemler edilir. Sonra annem girer araya, "Kendi kendini mahvetti, eve kapattı iyice" diye başlar ve asosyalliğimden dem vurur. Daha öteden babam gelir, bahçeden kestiği çiçekleri getirir, bizlere verir, sonra gülerek bahçesini anlatır (Hiç kaçmaz, hep bahçeyi anlatır), biraz takılır gider, sonra konu babama döner, babama benzeyen, içe dönük yönlerime, babam ve onun kendini kendine saklamasına...

Konuştuk da konuştuk, onlar konuştukça ben deşildim, ben deşildikçe bir noktadan sonra kendime acırken buldum kendimi ki bu berbat bir şey. "Napıyorum ben?" sorusunu, yine kendime sorduğum bir zaman aralığı yaşadım anlayacağınız. "Kimi bekliyorum ki? Geç kalan benim." farkındalığı...

Mesleki durumumu bir önceki konuda anlatmıştım sanırım; annemlerin istediği bölümü okudum ve mesleğimi yapmıyorum. Özetle, kendimi hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim, benle alakası olmayan bir mesleğim var ve 10 senedir, kesinlikle en ufak bir istek uyanmadı içimde kendi mesleğimi yapmak adına, mezun olduktan sonra sadece 3 ay dayanabildim kendi mesleğimi yapmaya acıdır ki. Alakam olmayan yerlerde, alakam olmayan işlerde çalıştım, kendimi geliştirip salt diploma ile girip çalıştım uzun süre ama onu da istemediğimi anladım. Daha doğrusu çalışmak, iş hayatında olmak istiyorum ama hep kendime sakladığım bir yönüm ile, daha idealist, daha öğreten, daha çizen boyayan bla bla... Resim öğretmenliği mesela... O tren de kaçtı. (Aslında bu her gencin yaşadığı bir şey, kim hayalindeki mesleği ya da bir heves okuduğu bölümün mesleğini tatmin ola ola yapabiliyor ki? Bir avuç şanslı azınlık haricinde, hayat nereye sürüklerse, oralarda çalışıp, yaşayıp gidiyoruz.) Elime kalan, kendi halinde, kendini geliştirmiş bir ressam olmak... Bu da gün gün yitiyor.

Yaş 20leri bitirdi, çocuk oldu, sorumluluklar arttı, kendim için bir şeyler yapabildiğim vakitler azaldı.
Şu dönem, (Şükür ki) maddi durum da elverdiği için çalışmayı bıraktım ve çocuğuma kanalize oldum. Ancak boşta kalınca tüm eski hayal kırıklıklarım beni yoklamaya başladı yeniden.

Resim kursuna gideceğim sıra araya giren evlilik...
Profesyonel fotoğrafçılık kursuna gideceğimde, hamile kaldığımı öğrenmem...
"İşime mi geldi, tembelliğime mi yaradı?" dediğim bir an ve hayali bırakıp hayata döndüğüm yol ayırımları...
"Aynı anda ikisini götürürdün" demeyin, o zamanlar götüremezdim, enerjim sıfıra yakın yaşıyordum zaten.

Neyse, ben de bu evde olma durumumu avantaja çevirdim elbette bir açıdan; 7-8 sene ara verdiğim, kalem oynatmadığım resme, başta kısaca bahsettiğim ressam teyzemin ısrarı ve gazı ile tekrar başladım, sayfalarca yeni çalışmalarım oldu. "Tablo çalışmalısın!!" diye bastırdı teyzem ve çalıştığım tablolar evin bir köşesinde birikmeye başladı.
Aynı zamanda babamın kolundan çekiştirmeye başladım "Baba!! Birlikte baba-kız karma sergi açalım, dünya gözüyle bir gör çizimlerinin nasıl takdir edildiğini, güvelere yedirmeyelim artık onları, evde tozlandırmayalım" dedim, ikna ettim. Onu ikna ederken ben kendi hayatımdan bezdim ama öyle bir ikna süreciydi, Nuh dedi peygamber demedi; "Ben kendim için, kendimi rahatlatmak için karalıyorum; boşver" dedi durdu... "Benim için en azından? Benim için o sergiyi açalım, buna ihtiyacım var!" dedim de tamam diyebildi sonunda...

Zorladım, tabloya başlattım onu da, 60 küsur yaşında adam; elleri sanki fotokopi makinası... O elleri senelerce hesap işlerinde, sayılar arasında hesap makinası olmuş... Üzülüyorum, anlatamıyorum bunu size. Bir yetenek, bu derece hapsedilir kendine... Bu derece gizlenir, bu derece yok sayılır, bu derece küçümsenir.
Es kaza evimize gelen misafirler duvarda bir çizimini görür "Bunu nereden aldınız? Nerede yaptırdınız?" diye sorar da, babam "Ben çizdim." der gülerek ve "Devamı var mı?" sorusu illa ki gelir, o zaman işte 1000i geçkin çizim masaya serilir... O an "Nedennnn, neden x abi neden sergi açmıyorsun, neden değerlendirmiyorsun?!" sitemleri tekrar ve tekrar yankılanır durur. Marka vermeyeyim, arkadaşları, bir iki çizimini hediye olarak alınca, porselen firmasına da göndermiş, oradan istediler "Birkaç örnek daha alabilir miyiz?" diye, vermedi adam, ilgilenmedi bile...

Saygı duyarım; kendi tercihi. Ancak beni de tek ayağımdan aşağı çeken biri babam bu konuda; o "Kendine sakla" hissini gün ve gün bana geçiren ve beni hayalimdeki muazzam gösteriden uzaklaştıran biri.

En son "Çizeriz yine, hele şu Ramazan geçsin" diyordu, hala tık yok.
"E baba, hadi?" dediğimde, "Tamam sen başla ben de çizerim" diyor...
Ben başlayamayacak kadar bıkmışım, heveslerim paramparça, ellerim yine körelmiş... Başlar bırakırım, başlar bırakırım... Yarım işten de nefret ederim ve onları gördükçe içime içime çöker dururum.

Neyse işte, dün konuştuk tekrardan; annem döküldü bu kez.
Birkaç gün önce benim yine hallerim gelince, "Az elleşmeyin bana" demiş 2 günlüğüne kendimi eve kapatmıştım. Kah ağladım, kah kendi kendime söylendim, kah yattım uyuyamadım, kah kalktım gezeleyemedim, öyle mis gibi çiçek gibi delirdim anlayacağınız. İki tablomu da parçaladım. Sonra oturdum bir de onlara ağladım. Yap yap... Sonra yaptıklarını parçala...
Bu hissi hepinizin anlamasını beklemiyorum, benim sadece anlatmaya ihtiyacım var.

Ne diyordum, hah annem döküldü dün;
"Senin gittiğin gün, babana yüklendim bilmiyorsun.Geç şu kızın önüne, bir kere baba olarak bir konuda sahip çık; o eridi bitti içinde tuta tuta, artık konuşmuyor bile, ama biliyorum derdi bu, anlatmaya bile değer görmüyor artık bizi, onu uzaklaştırdın iyice kendinden. Bahçenden, ağacından daha mı önemsiz kızın?! dedim." gözleri doldu anlatırken. Ressam teyzem de atladı "Ben 20 sene bir hiçi bekledim, x amcan çalışma dediğinde keşke dinlemeseydim onu. Yirmi sene... Sonra ne oldu Gangsta? Hasta oldum. O zaman pişman oldu, 20 sene sonra şekli bozulmuş ellerimle fırça tuttum yeniden. (Eklem romatizmasına yakalandı kendisi, üzüntü ile artmış) 20 sene sonra girdim sınava, ikincilik ile yerleştim, öğretmenliğe başladım. Hayatımın en mutlu, en huzurlu günleriydi... O lezzeti tarif edemem... Kimseyi bekleme kuzum, babanı da bekleme... Bak ben varım, grup çalışmasına bayılırım ben, kaç bize, bizde birlikte boyayalım. Belki sen -Tamam, sergiye hazırım- deyip açtığında, babanın da gözü o zaman görecek, sen yapmalısın bunu." dedi.

"Belki de" dedim, daha da konuşasım gelmedi.

Akşam oldu kaldık biz bize. Annem sokuldu yanıma,
"Şu tatile bir gidin gelin. İyi gelecek, gelince toparlanmış göreceğim seni! Yok öyle pes etmek, biz bir hata yaptık, ama telafi edeceğiz. Kursa gideceksin, gitmem itirazı kabul etmiyorum, geç değil. Gideceksin ve seneye o sergiyi açtığını göreceğim. Gerekirse 5 sene alsın, 10 sene alsın, güzel sanatlar okuyacaksın! Sadece kendin için okuyacaksın, benim için okudun, kendinde şimdi sıra" dedi. Gözleri doldu, ya nasıl anlatsam öyle acayip bir duygusal anı paylaştık ki... "Neredeydin annem bunca sene?" der gibi... Neyse, gözüm doldu. Göz dolunca burada bi sutyen sallamak iyi geliyor

Öyle işte...
İsmail abinin gemi beklediği gibi beklediğim bir şey...
Geç kalınmış bir hayal, hayat olacak mı dersiniz?
Ben bu kadar alışmışken yok saymalara, var olacak mı ki?
Oyyh... İçim şişmiş valla, dün kuş gibi oldum bir an, sonra yine nefesim ağırlaştı.
Her şeye sıfırdan başlamanın eşiğindeyim, oradan atlıyorum ve bu kez yanımda annem var.
Hayırlısı...
 
Gangsta sana bayiliyorum
Her zaman soylicem bunu ..
O kadar kivrak ,esprituel bir zekan,o kadar naif ve kaliteli bi ruhun var ki
Burdan hissediliyor bu ..
Hayatim gemi tabii ki gelir .
1 maddi durumun musait
2 cocuk kismini gecmissin
3 evlilikte sorun yok
4 zaten bir meslegin var yapmasan da ..
5 daha cok gencsin tabii ki yapabilirsin
6 Annene de bayildim
En azindan farkindalik sahibi !
Bu o kadar onemli ki .
Kalk silkelen
Kalk oturup delirip durma
Etrafta iki kelimeyi bi araya getiremeyen insanlar sevdikleri seylerle mesgul
Sen saf misin kuzum ?
 

Teşekkür ederim.
Aynen, kalkıp silkelenmem gereken bir noktadayım; oturmaya, görmezden gelmeye, bu iğrenç tembelliğe, bekleyişe o kadar alışmışım ki... Ruhumu kemirip duran şey... Sürekli bir huzursuzluk, kendi kendini tetikleyen. Sürekli bir arayış, bir boğulma hissi...

Annemle anlaşamazdık, hala daha anlaşamadığımız noktalar illa ki var, barışıp dövüştüğümüz, dövüşüp barıştığımız hep olur. Ancak dün içimde uzanan elleri tuttu ya, daha da ne yapsa görmem gari. O da farkında...
Eşim de farkına varıyor; sorunun onun da üstünde bir şey olduğunun ve o da arkamda "Sen söyle, ben omuz vereceğim, buradayım" diyor.

Bildiğin bir kafesin içinden çıkma anını yaşar gibiyim, kendi oluşturduğum, kendi kendimi kapattığım kafesin kapısı açılıyor.
Safın önde gideniyim sanırım bu konuda, uyar akıllıyım, boğazıma kadar duygusalım bu yüzden beyin error veriyor. Konu bu olunca, kafa uçuyor, kalp ele alıyor... Ne desem tarif edemiyorum öyle...
 

Bunlarin hepsini dibine kadar biliyorum..
Ama simdi kalkmazsan
5 sene sonra daha da pisman olacaksin ..
Kullan o tum zekani,yetenegini,firsatlarini..
Cocuguna gulen gozlerle bakabilmek icin
Aksam geldiginde kocani sapppppp diye deli deli opebilmek icin .
60 yasindaki babana isik olabilmek icin
Tam da zamani iste kalk hadi ..
 
Yalan ne diyorsan, ne duyduysan yalan...

Büyük bir ihtimalle ölmüştük
Şehir kan kıyametti ayaklarımızda
Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk
Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün
Hamza bütün parmaklarını ortaya dökmüştü
Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmaklarını
Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü
Doğrusu iyi idare etmiştik
Doğrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık.

Hayat bazen ertelenemeyecek kadar kısa geliyor. Sürekli erteleniyor; hayaller, istekler, hazlar...

Gerçekleştiğinde bile kekremsi bir tat bırakıyor ağzında belki ulaşamamak o amacın orada durmasıdır aslolan. Ya da ulaştığın zaman doğru zaman olmuyor belki yıllar önce ulaştığında alacağın hazla aynı olmuyor.

Simyacı kitabında anlatılan bir hikaye gibi, ben o amacıma ulaşırsam yaşayabileceğim bir amacım kalmaz, kendimi kaybetmekten korkuyorum.

Hepimiz hırsızız, -ki hırsızlık bir nesneyi çalmaktan ibaret değildir- birilerinin hayallerini çalarsın, evlenirsin yıllarını çalarsın, öldürürsün nefeslerini çalarsın.

Belki başka zamanlarda başka hayatlarda olsaydık gerçekleştirebileceğimiz çoğu eylem, kendimize kurduğumuz dış etkenlerle ya da onların zoruyla imkânsızlaştırılıyor. Biz balıkken ağaca tırmanmaya çalışıyoruz, oradan bir karga bülbüllüğe özeniyor. Biz açık denizlerden habersiz birer martı oluyoruz sadece.

Yine de bir umut el sallayalım her sabah ve her akşam o gemiye. Belki bir gün o gemi gelir, kaybettiklerimizi getirerek. Gelmese de bizi ayakta tutan o geminin geleceğidir.

Değil mi İsmail Abi?
 
Son düzenleme:

Hem de ne ağır...
"Ben bunu kullanmayacaksam, niçin bana verildi?" sorgusu ile başlayan, "Sen gibi toprağa götürecek birinde değil, keşke çalışkan, azimli birinde olsaydı. Sen bunu hak etmiyorsun!" suçlamaları ile es veren bir kırgınlık yükü.
İnşallah olur, çok çalıyor benden. Benden çalınan beni yarım bırakınca, ben de oğlumdan, eşimden, sevdiklerimden çalıyorum. Böyle ağırlaşıp duruyor. Gemi gelmezse, kendim açılmak zorundayım kıyıdan bir gemi ile.


Evet, vakit kaybettikçe daha pişman, daha geç kalmış hissi artıyor ve yük nefes aldırmıyor.
Her şey yeniden gelirken, vaktin gelmiyor oluşu, boşa geçiyor hissi... Ot misali.
Aynen, aynen öyle; babama ışık olmak için, oğlumun gururlanabilmesi için, eşim yeniden gülümseyen, sevgi dolu eşini hak ettiği için.
 
Doğrusu iyi idare etmiştik
Doğrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık.
İşte bize olan bu.
Kendimizi bu kadar güçlü,akıllı bilirken ve başkaları da böyle düşünürken ne kadar tersi olduğumuzu kanıtlıyoruz sanırım.
Öf Allah belamı vermiş de ben yeni anlıyorum gibi hissediyorum şu an
 

Şu kırmızıladığım yer var ya; nasıl nokta atışı.
Ama hayata geçmeyen her hayal, erirken gün gün, ortalığı sel alıyor içeride.
Durgun sulara o kadar hasretim ki, bir kere bir dalga ile alabora olmadan, gerisin geri tekrar kıyıya itilip tükürülmeden, içimdeki dünyanın yuvarlak olduğunu görmek istiyorum. Gider gider, aynı noktaya varırım, ama gördüklerim benle gelir ve o kıyıda, ötesini yaşadığım bir şeyi, çocuklarıma, torunlarıma anlatırım...

Bir ah ile vah ile ömür tükenirken, sadece aklımdakilerden dem vururken; hiç yaşanmamışların yangını ile küllenirken... Olur mu? Ben ben olur muyum? ... İnsan yaşadıkları ile var, insanı kendi yapan şey anılardan ibaret... Bir hafızalık hayatımız var ve bir fotoğraf albümü içine, "Gangsta'nın sergisi" anısını da katmak... Bu bana lazım olan.
 
Aynen. Kendi kendimizi taşıyoruz, aslında taşıdığımız kendimiz değil, bazı şeylerin yansıması sadece...

Herkesi aynı moda soktum
 
Yazdıklarını okurken kendi hayatım film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yazını okurken arkada bu şarkı çalıyordu, iyice hüzünlendim..

 
İmkanı olan her şeyin gerçekleştirilmesi ve içinde bırakılmaması taraftarıyım.
O kırmızı alıntılı yer benim de hayatımda en çok takıldığım noktadır.
Zamanında, o anda olsa belki daha farklı olacak gibi geç kalınmışlık hissi.

Gerçekleştiremediğim her hayalin enkazında kalan bir Queen bırakıyorum. Sonrasında yeniden oluşan Queen' den bir şeyler eksilmiş, gitmiş oluyor. Yola enkazın altında kalan yanlarım kalmadan devam ediyorum...

Açılmaya çalıştıkça bahsettiğin kıyıya tekrar tekrar vuruyorum.

Ama inanıyorum ki, bugün değil ama belki bir gün, bizim ve bizim gibilerin de düşündüğü gibi dünyaları olacak. Yoksa bizim gibiler o dünyada asimile olacak.
 
İnsanın illa bir hedefi olmak zorunda değilki.
O kekremsi tada mahal vermeyin sizde.
Başlayın biryerden. Ne kadar geç olabilirki.
Ölmedikten sonra.
Ama ne olursa başlayın.
Herşeyi göze alarak.
Bahane üretmeden.
 
ne guzel bi kalemin var!

ama bukadar guzel bir hayal icin boyle derin bir efkara ne gerek var. duyan sanir ki bi hastaligin var, onunde asamayacagin bir engel var, hayatin binbir turlu zorlugu var ve sana engel.

cok iclisin, cok hosuma gitti, umarim hayata genel bakisin boyle efkarli degildir, arasira iyidir boyle elbette, ama sadece arada sirada oldugu surece :))

cok merak ettim cizimlerini, hem senin hem babanin! kim bilir guzel bi hikayesi olanlardan biride bir gun evime kismet olur!
 
Buraya bi süre ara verin ve bence resimlerinizi çizin. Her gün buraya yazıyorsunuz ilerde şu ekran başında geçirdiğiniz gençliğinize de pişman olacaksınız. Bir de uzun uzun yazmış ne kadar dramatize etmişsiniz ya hu! İçim şişti. Anlamadım sizi tutan ne? Baban bağla bahçeyle mutlu oluyorsa sırf senin için kendi kısacık ömrünü ertelemeli mi? Bunu ondan istemen çok bencilce. Ve onda hata bulman daha da bencilce. Bu hayatta herkes kendisi için bir şeyler yapmalı, ben gönüllü işlerde çalışıyorum ve herkes bana aptal derken dünyanın en mutlu insanı olduğumu bilmiyorlar. Yaşlandığımda kapımı çalacak onca insan biriktiriyorum ki, ruhumu mutluluğa teslim ettim ve gözüm arkada gitmeyeceğim hiçbir zaman.
Yani demek istediğim bırak baban kendi istediğini ertelemeden yapsın ve sen de kendi isteğini ertelemeden yap. Buraya uzun uzun yazmak sadece ömrünün geri kalan 1 gününü çalar ve kaç gün ömrün kaldığını da bilmiyorsun .
 
Her konuda kabak birinin başına patlıyor. Öncekinde suçsuz günahsız eş evden kovulmustu bunda da kendi halindeki baba suçlu olmuş bu kadar drama ne gerek var? Yapamadıklarınız içinizde kalmış şu anki hayatınız da sizi tatmin etmiyor. Hepsi de kolayca yapılacak şeyler. Maddi imkansızlık yok eş engeli yok. Bu kadar abartmayın.
 
yazını okurken tüm pişmanlıklarım teker teker delip geçti içimi...
yapabiliyorsan durma bence hem kime ışık olacağını bilemezsin değil mi ?

Yapmam lazım zaten artık illa ki...
Durma kısmı, beni aşan bir alışkanlık, yorgunluk halini aldı.
Öyle ki çalıştığım bir tablonun ortasında ağır bir sıkıntı bastığı oluyor, "Ulen en sevdiğin şeyi yapıyorsun işte, neden sıkıldın?" diyorum. O sıkıntının kaynağı aslında kendimi çok bastırmamdan kaynaklı, yardım beklemem ve kafamda biçtiğim süre dolup yardım alamayınca, küsmem gibi. Küstüm yani yeteneğime. Amaan, öyle işte.


Yazdıklarını okurken kendi hayatım film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yazını okurken arkada bu şarkı çalıyordu, iyice hüzünlendim..


Ben de birazdan kendimi dışarılara atacağım, kalbime öküz oturdu.
 

Kendimi çok kapattım zaten Queen, enkaz yol tıkar hale geldi.
Salt gerçekleştirmek değil, bir de aşmam gereken alışkanlık var. Hani şu zıplayan pireler olayı gibi;
bardağın üstündeki cam kalktı, ama cam varmış gibi zıplamaya devam ediyorum.

İnsanın illa bir hedefi olmak zorunda değilki.
O kekremsi tada mahal vermeyin sizde.
Başlayın biryerden. Ne kadar geç olabilirki.
Ölmedikten sonra.
Ama ne olursa başlayın.
Herşeyi göze alarak.
Bahane üretmeden.

Benim için bir amaç olmak zorunda, yoksa ölürüm.
Nefes almak, kalbimin hala kan pompalaması, kendime "Yaşıyorum" demem için yeterli değil.
Bahane üretmiyorum, alıştığım bir kaptan çıkmanın zorluğunu yaşıyorum.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…