İnsan yaşamadan anlamıyor. Bende yeğen de var mesela ben onlara baktım buna da bakarım derdim. Halbuki arada bir gelip özlemiş olarak iki saat parka götürmek çocuk bakmak değilmiş. Bir bütün günü bir çocuğa baktırsalar gerçekten anne olan kadın sayısı azalır. Bazen çocuksuz teyzem geliyor mesela bana sevmeye, üç saat bırakıp gitsem suratı asık oluyor. Zamane çocukları şımarık her geldiğimde daha da şımarık oluyor ne yapıyorsan yanlış yoldasın diyor bana. Teyze diyorum büyüyor. Kendi karakteri oluşuyor, kendi istekleri oluyor. Bir konuda tuttururken AA kuş geçiyor yöntemi iki yaşında güzeldi mesela şimdi yer mi? Yemez. İkna etmek, uzlaşmak daha da zorlaşıyor her geçen gün.
Sabah kahvaltısı desen onu yemem bunu az yerim pazarlığı, bu tabağı istemedim ben krizleriyle başlıyor. Yaz ortasında yağmur çizmesi giyeceğim diye kapıda böğür böğür ağlama, kış ortası terlikle okula gideceğim inadıyla devam ediyor. Okuldan alıyorum okulun gerginliğini daha kapıda çok saçma şeylere ağlayarak veriyor. Akşam yemeği krizleri, uyku saati krizleri derken koltuğa kendimi nasıl atıyorum ben biliyorum. Ve bınu tek başına bir koca gün bir çocuğun sorumluluğunu almadan anlamıyorsun. Anlayamazsın da. Sabahtan akşama yedirmesi, giydirmesi, oynaması, krizlerini yaşayıp ancak öyle anlayabilirsin.
Hepimiz anne olurken el ele yürümek, sahilde kumdan kale yapmak, geceleri kitap okuyarak uyutmayı hayal ederek yaptık. Ama gerçekte el tutmam diye sokaktan caddeye fırlayıp kalp çarpıntısı yapan, sahilde kumdan kale yapmak yerine gözüne kum atan, ayağına kum değmesin diye ağlayan, kendi kepçesini tanımayıp kepçemi çaldılar diye ağlayıp buna tatil diyeceğin bir çocuğun oluyor.