Merhaba hatunlar.
Epey direndim konu açmamak için ama en nihayetinde parmaklarıma mani olamadım. Ne zaman konu açsam yazılan birçok yorumla yaşam enerjimi kısa vadede de olsa geri kazandım. Şu anda da buna çok ihtiyacım var.
Esasında bence normalim şu anda. En azından sorun çıkarmıyorum. Lakin eşimin son bir haftadır "iyi görünmüyorsun ne derdin var" baskısından ötürü yeterince normal değil miyim acaba diye düşünmeye başladım. Bu düşüncenin açığa çıkmasına, bir çocuk kitabı okurken ağlamam da etki etmiş olabilir tabi. Bilemiyorum kafam çok karışık zaten.
Konu içeriğini yazarken "zaten biliyorsunuz" diyerek tüm kk ahalisinin onu yakından takip ettiğini sananlara gıcık olmamdan mütevellit kısaca özet geçeyim. Kanser belası sebebiyle üst üste sevdiğim insanları kaybettim. Bir yıl içinde. Hiperaktivite şüphesi olan, genel anlamda dürtü kontrolünde zorluk yaşayan bir oğlum var. Maddi anlamda inanılmaz zor günler geçiriyorum. Oğlumun gelişimi için çalışamıyorum. En azından bu yıl. Özeti bu. Onca acıyı, sıkıntıyı bir paragrafa sığdırmak bir garip oldu ama uzatmak istemiyorum.
Esasında asıl problem, aidiyet güçlüğü yaşamam. Çocukluk ve ergenlikte hayal dünyamın genişliği bu sıkıntıyı görmezden gelmeme yardımcı oluyordu. Ancak evlilik ve annelik sorumluluğu maalesef hayal dünyasını da bertaraf etti. Daimi bir mutsuzluk ve tatminsizlik hissine eyvallah. Onu kabullendim, sıkıntı yok. Ancak kaçıp gitme arzusu gün geçtikçe çoğalıyor. Bekarken, evlenip kendime ait bir yaşamım olduğunda bu hissin biteceğini sanıyordum. Bitmediği gibi, daha da arttı. 32 yaşında bir kadının kıyamete benzer bir felaketin ardından oğluyla bir başka ülkeye yahut evrene gitmeyi hayal etmesi, buna inanmak istemesi... Katılıyorum, kafa falan hep yanmış. Zannediyorum çaresizlikten kaynaklanan ütopik arzuların açığa çıkması bu yaşadığım. Ölüm var bir de. Bazen, mutlak sonun bir an önce gerçekleşmesi için heyecanlanırken buluyorum kendimi. Heyecan evet. Bezginlik ve tükenmişlik hissi ile kursaydım bu düşü, bir nebze ikna olabilirdim normalliğine. Sonra titreyip kendime geliyorum "anasın sen ana" diyerek. Ardından bir dua patlatıyorum "oğlum kendini kurtarana kadar yaşayayım da, sonra yürüyeyim beyaz ışığa doğru lütfen".
Bir ara verip "bir dert göremedim ben boş boş edebiyat parçalıyorsun" diyecek ablaya bir selam çakmak istiyorum bu noktada. Naber kız? İyisin iyi.
Gerçekten kafam çok karışık. Yazmak istediklerimi toparlamaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Başımın sol tarafı uyuşuyor yine. Ne zaman darlansam bu fiziksel reaksiyon oluyor. Toparlamaya çalışayım. Inanılmaz yorgun ve mutsuz hissediyorum uzunca zamandır. Öfkeli ya da tahammülsüz değil. Eşim bu hafta sonu bi yere gidelim kötü görünüyorsun dedi. Olur dedim. Lakin bir istek yok içimde. Depresif de değilim. Ev temizliği, çocuk bakımı ve dahi tüm sorumluklarımı eksiksiz biçimde yerine getiriyorum. Adeta bir robot gibi üşenmeden, üzerinde düşünmeden yapıyorum. Ancak kaçıp gitme isteği var ya, o terk etmiyor zihnimi. Ne birinin eşi, ne evladı, ne komşusu, ne de kardeşiyim sanki. Koltuğun hangi duvara yaslandığının bir önemi yok. Minimal yaşam arzusu yahut eşyaya değer vermiyor olmaktan değil. Bana ait değilmiş gibi. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum, emaneten duruyorum sanki bu evde. Ev benim değil, eşya benim değil. Ve hatta bu hayat da benim değil. Evliliğimle bir ilgisi yok bunun. Annem sıklıkla söylerdi bunu bana. "emaneten duruyorsun sanki, bu ev senin evin az sahiplen."
Ben bu histen nefret ediyorum. Bu lanet his yüzünden evliliğim de insan ilişkilerim de berbat durumda. Görünen büyük bir sıkıntı olmasa da, ben hep emanet duruyorum herkesin hayatında. Bir tek annelik konusunda bu hissi yaşamıyorum ki bunun olmaması için öylesine büyük bir çaba sarf ediyorum ki, ütopik hayallerimde varlığı daim olan tek kişi oğlum. Mekanlar ve kişiler değişse de onun varlığı değişmiyor.
Her gece uyumadan önce aynı iç sıkıntısı hasıl oluyor. Yine sabah olacak. Yine aynı kısır döngü ve tatminsizlik. Önceki gün bir yıl önce kaybettiğim dostumla yaşadığım bir diyalog geldi aklıma. Öyle bir üzüntü hissettim ki, tüm vücudum sızladı sanki. "ben ölmek istemiyorum idrak" bu cümle defalarca yankılandı zihnimde. Yaşadığım şey özlemdi, acıydı belki biraz da vicdan azabıydı. Lakin gerçekti. Çok değil yarım saat sonra tamamen yabancılaştım o hislere. Gerçekliğini ve samimiyetimi sorgular oldum ki yalnızdım. Kimseye bir şey ispat etme derdim yoktu. Önceleri somut olan durumlara karşı aidiyet sorunu yaşarken, artık hislerimi de sorgular hale geldim.
Çok uzattım evet. Muhtemelen de asıl derdimi anlatamadım yine. Belki önceki konularda olduğu gibi bana rağmen beni anlayanlar olur da kendime getirirler beni. Lütfen eleştirmeden, höykürmeden önce kafamın gerçekten çok karışık olduğunu bilin. Elimden geldiğince açık anlatmaya çalıştım. Son dört gündür beslenme ihtiyacı bile hissetmiyorum. Bayılmamak için birkaç parça gıda tüketip ayakta kalıyorum. Öyle işte. Cevap yazan parmaklarınıza sağlık şimdiden.