• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Popüler Konu Bir Derdim Var - BDV

Konular için bildirim yollanmasından memnun musunuz ?


  • Ankete Katılan
    317
Uyuyamıyorum. Her şey iyiyken en azından rutinken uyumak kolay. Sonra her şey üst üste kötü olunca senin kenarda köşede kalmış kötülerin de çıkıyor ortaya. Böyle bir şey var bak. Toplumsal kötülük, bireysel kötülüğü mıknatısla ortaya çıkarıyor. Mesela deprem oluyor ki bu yeterince kötü bir şey. Ama yetmiyor. O deprem sadece binaları değil senin ruhunu da sarsıyor. Sonra hop köşede bucakta kalmış bir şey çıkıveriyor ortaya. Niye çıkmasın çünkü. Sadece depreme endişelenmek yetmez, iyice paramparça etmek lazım ruhu :)

O yüzden uyuyamıyorum. Her şey üst üste çok kötü oldu ve ben başkalarına çok çok üzülünce sıkı sıkı kapatılan anılar ortaya çıkar. Bir başarsam başkalarına çok çok üzülmemeyi çıkmazlar bence ortaya. Bir miktar Üzülüp hop hayata dönsem çıkmazlar.

Tatlım, dün geceden bu sabaha sanırsam 13 saat uyudum.
Bir s..l yuvarladım hoop bitti.
Nitekim öncesindeki gün uyumadım ve 2. geceyi döndürmek üzereydim ki risk almadım. Benim hayatım uykusuzlukla mücadele halinde geçiyor zaten anlatmayayım; toplumsalı bireyseli tekrar tekrar düşünüp kendini deştikçe eline bir şey geçiyor mu? Geçiyor. Şöyle ki; bu yönden yazılar çıkarabilecek bir kabiliyetin var ve kontrol edemeyeceğin şekilde besleniyor; buna ne ad takarsan tak, ilhama zorluyor ve yazmadan rahat ettiremeyecek kadar sıkıp bir kompozisyon-hikaye olarak kendini döküyor. Bu yaşadığın şeyi değerlendirebilmeni temenni ediyorum.

Uykusuz kaldığım geceden sabaha 8 farklı tablo kompozisyonu not aldım ve unutmamak adına resim defterime taslak olarak işledim; çünkü bana verilen şey de bu ve bunu ölmeden önce kullanmalıyım, sana verilen şey de bu ve kullan.

Ve sana şu endişeli konulardan birine yazdığım şeyi okutayım:
Dikine batarken keman çalan tip olmaya karar verdim.
Hiçbir şey, dünya yansa umurumda değil. Önlemdi, oydu buydu... Bu ülkede, bu seneye bu yaşa bu yollarla gelip sıkışmak "Kader" diyorum. Bir depremde ölsem kader(!) çünkü Japonya'da doğmadım. Çin'de Vuhan'da da doğmuş ve üremiş olabilirdim, şimdi bakınca "Daha vaktim bile var(!)" ... İşte her şeyi kader(!)e bağlayıp kafayı kapattığım andayım.
Elimden şu an hiçbir şey gelmiyorsa, oturur kemanımı çalarım ve suyu sıcak hayal ederim.

Ve böylesi anlarda Nefi'nin dizeleri yardım eder:
"Ey dil, hele dünyada bir adam yokmuş/Varsa da ehli dile mahrem yokmuş/Gam çekme, hakikatte arif isen/ Tut ki, dünya diye bir şey zaten yokmuş"
(İdama giderken yazmış)

Olay bu.
Teğet(!) geçerse(!), sonrasına bakarız.

Kemanını eline alıp bir an önce başla.
Böyleyken kendi kendine kafayı yemek haricinde yapabileceğin bir şey yok, bari bu yönünü geliştir, üzerine çalış ve sanatınla söz sahibi olabilirsen (Ki bu mümkünatsız bir şey değil) işte o zaman endişelerini paylaştığında sözün yankılanır, kalemler, fırçalar çoğalırsa ülke yeniden yazılır-boyanır.

Hırsın olsun.
Uyuman gerektiğinde de uyu lütfen.
 
Tatlım, dün geceden bu sabaha sanırsam 13 saat uyudum.
Bir s..l yuvarladım hoop bitti.
Nitekim öncesindeki gün uyumadım ve 2. geceyi döndürmek üzereydim ki risk almadım. Benim hayatım uykusuzlukla mücadele halinde geçiyor zaten anlatmayayım; toplumsalı bireyseli tekrar tekrar düşünüp kendini deştikçe eline bir şey geçiyor mu? Geçiyor. Şöyle ki; bu yönden yazılar çıkarabilecek bir kabiliyetin var ve kontrol edemeyeceğin şekilde besleniyor; buna ne ad takarsan tak, ilhama zorluyor ve yazmadan rahat ettiremeyecek kadar sıkıp bir kompozisyon-hikaye olarak kendini döküyor. Bu yaşadığın şeyi değerlendirebilmeni temenni ediyorum.

Uykusuz kaldığım geceden sabaha 8 farklı tablo kompozisyonu not aldım ve unutmamak adına resim defterime taslak olarak işledim; çünkü bana verilen şey de bu ve bunu ölmeden önce kullanmalıyım, sana verilen şey de bu ve kullan.

Ve sana şu endişeli konulardan birine yazdığım şeyi okutayım:


Kemanını eline alıp bir an önce başla.
Böyleyken kendi kendine kafayı yemek haricinde yapabileceğin bir şey yok, bari bu yönünü geliştir, üzerine çalış ve sanatınla söz sahibi olabilirsen (Ki bu mümkünatsız bir şey değil) işte o zaman endişelerini paylaştığında sözün yankılanır, kalemler, fırçalar çoğalırsa ülke yeniden yazılır-boyanır.

Hırsın olsun.
Uyuman gerektiğinde de uyu lütfen.

Ben şu an yazdıklarımı silmek istiyorum mesela. Düzenleme butonu da aktif değil artık. Kastettiğin yetenek bende varsa bile, cesaret yok. İlham demem ben buna. Diğer söylediğin daha uygun. Taşıyor ve durduramıyorum bir noktadan sonra. Lüzumsuz bir cesaret peydah oluyor ve hop yazıyorum. Sonra pişmanlık, silip yok etme isteği ve içeriğe göre değişen yazıyı küçümseyip beğenmeme hali.

Ki bu hayatımın her alanında var. Yeterince iyi değil. Ne zaman yetecek bilmiyorum, yetmiyor.

İnan o kadar korkusuzum ve aptallığa varan cesaretim var ki birçok konuda, bazen insanlarla birlikte ben de hayret ediyorum kendime. Kıyamet kopsa o kemanı çalabilecek delilikteydim, zaman zaman hala öyleyim. Ama annelik değiştirdi beni. Ona zarar gelsin istemiyorum. Hem çok korkak, hem korkusuz. Hem deli, hem insanlı çileden çıkaracak kadar mantıklı. Ne oldum neye dönüştüm ben de anlamıyorum ki.

Hem her şeyi her ayrıntısıyla yazmak istiyor, hem de bugüne kadar ne yazdıysam hepsini silmek ve bir daha hiç yazmamak istiyorum. Ama işte bir an geliyor taşıyor. Not defterine mi yazsam, hayır olmaz. Mesaj olarak yazıp kendime göndereyim, o da olmaz. Defter evet iyi fikir, hayır hiç değil. Sansürle yaz, başkası gibi yaz, olduğun gibi yaz. Olmaz hiçbiri olmaz. Tut, sakla hayır mümkün değil sonra bom. Nereye denk gelirse artık.

Sonra da müthiş bir rahatlama ile birlikte gelen keşke yazmasaydım hissi.
 
  • Beğen
Reactions: H M
:dondurma::halay:En Büyük TÜRKİYEDerdim yok ama uykumda yok
 
Ben şu an yazdıklarımı silmek istiyorum mesela. Düzenleme butonu da aktif değil artık. Kastettiğin yetenek bende varsa bile, cesaret yok. İlham demem ben buna. Diğer söylediğin daha uygun. Taşıyor ve durduramıyorum bir noktadan sonra. Lüzumsuz bir cesaret peydah oluyor ve hop yazıyorum. Sonra pişmanlık, silip yok etme isteği ve içeriğe göre değişen yazıyı küçümseyip beğenmeme hali.

Ki bu hayatımın her alanında var. Yeterince iyi değil. Ne zaman yetecek bilmiyorum, yetmiyor.

İnan o kadar korkusuzum ve aptallığa varan cesaretim var ki birçok konuda, bazen insanlarla birlikte ben de hayret ediyorum kendime. Kıyamet kopsa o kemanı çalabilecek delilikteydim, zaman zaman hala öyleyim. Ama annelik değiştirdi beni. Ona zarar gelsin istemiyorum. Hem çok korkak, hem korkusuz. Hem deli, hem insanlı çileden çıkaracak kadar mantıklı. Ne oldum neye dönüştüm ben de anlamıyorum ki.

Hem her şeyi her ayrıntısıyla yazmak istiyor, hem de bugüne kadar ne yazdıysam hepsini silmek ve bir daha hiç yazmamak istiyorum. Ama işte bir an geliyor taşıyor. Not defterine mi yazsam, hayır olmaz. Mesaj olarak yazıp kendime göndereyim, o da olmaz. Defter evet iyi fikir, hayır hiç değil. Sansürle yaz, başkası gibi yaz, olduğun gibi yaz. Olmaz hiçbiri olmaz. Tut, sakla hayır mümkün değil sonra bom. Nereye denk gelirse artık.

Sonra da müthiş bir rahatlama ile birlikte gelen keşke yazmasaydım hissi.

Yettiği takdirde sanat olmaz zaten yaptığın şey.
Ben şahsen gittim profesyonel resim kursu araştırdım, tek tek hocalarını irdeledim birinde karar kıldım.
Karar verdiğim kişide nasıl karar verdim? Çalışmalarımı gördü ve diğerlerinin aksine "Biraz eğitimle çok daha iyi olur, zaten şu hali dahi iyi" vb. demedi; "Renklerin çiğ, akrilik mi? Evet ama renklerin çiğ, figürler, bilhassa anatomin bozuk-berbat, kompozisyonların dikkat çekici fakat yerleştirmelerin hatalı" vs vs.. Sıraladı ve üzerine "Tembellikle başaran kimseyi görmedim, senden ne çıkar benden ne alırsın bilmem, sana bağlı, çalışan herkes yapar" dedi çıktı o kadar sıradanlaştırıp yerdi ki. :)) Kendime bir gıdım özgüvenim vardıysa bu konuda onu da parçaladı ve fakat doğru yerden yakaladı. Övseydi olmazdı, çünkü ben böyle teşvik olmam üstelik boş da yermedi, dolu dolu yerdi, inkar edilemez bir şekilde.

Şimdi düşüyoruz yola.
Çocuğum olduktan sonra belki bu senenin başlarına kadar garip bir endişe ile sarsılıyordum ve fakat geçti. Napalım? Hm? Oturup dövünelim, yarıyorsa işe korku, endişe, panik hadi panikleyelim? Hayır, aklın başa devşirileceği zamanlar bunlar, varsa elinde bir şey yapılacak zamanlar, tam fidanların dikileceği zamanlar özetle. Yerinde olsaydım yaratıcı drama, senaryo yazarlığı vb kurslar araştırmaya başlar, yazarlık üzerine kitaplar toplardım. Şu kursa başladıktan sonra anatomi kitapları edineceğim mesela; öyle bir yerdi ki adam "O anatomiyi Da Vinci gibi çizmeyeni!!!!1111! oldum. O da insandı, ne yani?

Kendin gibi yazamıyorsan, dizi gibi yaz, film gibi yaz, masal gibi, hikaye gibi yaz da yaz; yazanlar da insandı ve miras bıraktılar çocuklara... Sen ne bırakacaksın çocuğuna? Bol panik, paranoya ve kendini bastırıp vazgeçmiş biri mi?
Güzel yazıyorsun bence ama yenik savaşçısın İdrak. :) Al bu da gaz olsun.
 
Yettiği takdirde sanat olmaz zaten yaptığın şey.
Ben şahsen gittim profesyonel resim kursu araştırdım, tek tek hocalarını irdeledim birinde karar kıldım.
Karar verdiğim kişide nasıl karar verdim? Çalışmalarımı gördü ve diğerlerinin aksine "Biraz eğitimle çok daha iyi olur, zaten şu hali dahi iyi" vb. demedi; "Renklerin çiğ, akrilik mi? Evet ama renklerin çiğ, figürler, bilhassa anatomin bozuk-berbat, kompozisyonların dikkat çekici fakat yerleştirmelerin hatalı" vs vs.. Sıraladı ve üzerine "Tembellikle başaran kimseyi görmedim, senden ne çıkar benden ne alırsın bilmem, sana bağlı, çalışan herkes yapar" dedi çıktı o kadar sıradanlaştırıp yerdi ki. :)) Kendime bir gıdım özgüvenim vardıysa bu konuda onu da parçaladı ve fakat doğru yerden yakaladı. Övseydi olmazdı, çünkü ben böyle teşvik olmam üstelik boş da yermedi, dolu dolu yerdi, inkar edilemez bir şekilde.

Şimdi düşüyoruz yola.
Çocuğum olduktan sonra belki bu senenin başlarına kadar garip bir endişe ile sarsılıyordum ve fakat geçti. Napalım? Hm? Oturup dövünelim, yarıyorsa işe korku, endişe, panik hadi panikleyelim? Hayır, aklın başa devşirileceği zamanlar bunlar, varsa elinde bir şey yapılacak zamanlar, tam fidanların dikileceği zamanlar özetle. Yerinde olsaydım yaratıcı drama, senaryo yazarlığı vb kurslar araştırmaya başlar, yazarlık üzerine kitaplar toplardım. Şu kursa başladıktan sonra anatomi kitapları edineceğim mesela; öyle bir yerdi ki adam "O anatomiyi Da Vinci gibi çizmeyeni!!!!1111! oldum. O da insandı, ne yani?

Kendin gibi yazamıyorsan, dizi gibi yaz, film gibi yaz, masal gibi, hikaye gibi yaz da yaz; yazanlar da insandı ve miras bıraktılar çocuklara... Sen ne bırakacaksın çocuğuna? Bol panik, paranoya ve kendini bastırıp vazgeçmiş biri mi?
Güzel yazıyorsun bence ama yenik savaşçısın İdrak. :) Al bu da gaz olsun.

Yıllar evvel ben de yaşadım bunu. Saçma sapan bir yazarlık atolyesine gittim. Böyle öyküler yazılıyor, topluluk önünde okunuyor. Seminerler, ünlü yazarlarla söyleşiler vs. Ben de yazdım birkaç öykü. Koca kalabalığın gülmekten karnı ağırdı. Okuyan, sıklıkla ara vermek zorunda kaldı. O zamanlar daha komiktim, şimdilerde duruldum :)

Sonra dersi veren dedi ki, "mizahın müthiş, hatta pek sık rastlanmayan türden. Ama eksik. Bilmem ne akışına uymuyor, bilmem ne kuralına riayet edilmiyor" bla Bla Bla. Bunu diyenin de kitapları bok gibi. Kuralla, engelle yazılmaz ki dedim. Elbette her alanda olduğu gibi edebiyatta da bir öğreti bir kural olmalı ama sizin dediğiniz bu değil. Siz değiş, başka türlü yaz diyorsunuz dedim. Arka sıralarda biri ki unutmam o çocuğu. "asla değişme, ileride yazar olursan ben okurum seni. Aziz nesin okur gibi dinledim öykünü. Ve hep böyle komik kal" dedi. Kalamadım :)

Sonra bıraktım o atolyeyi. Hoca beni ve yazılarımı eleştirdi diye değil, hocaya hayran olamadığım için. Hayranlık yoksa, yazıları beni büyülemiyor ise anlattığı teknikleri dinlemek gelemedi içimden işte.

Sonra zaten öyle şeyler yaşadım ki, hiç o kadar komik olamadım.

Yenik savaşçı evet. Benim için oldukça uygun bir tanımlama. Dramdan nefret eden ama arınamayan bir mahluk. Romantizmden tiksinen ama tüm kararlarını romantizme bağlayan bir mağlup. Yaş geçiyor night. Artık eskisi gibi eğlenmiyorum yazarken. Eskiden en kötü olayı bile güldürerek yazardım. Şimdi en komik mevzuyu bile acı katarak yazıyorum. Aynı kalmıyor insan ama cesaret dediğin bende yok.
 
Yıllar evvel ben de yaşadım bunu. Saçma sapan bir yazarlık atolyesine gittim. Böyle öyküler yazılıyor, topluluk önünde okunuyor. Seminerler, ünlü yazarlarla söyleşiler vs. Ben de yazdım birkaç öykü. Koca kalabalığın gülmekten karnı ağırdı. Okuyan, sıklıkla ara vermek zorunda kaldı. O zamanlar daha komiktim, şimdilerde duruldum :)

Sonra dersi veren dedi ki, "mizahın müthiş, hatta pek sık rastlanmayan türden. Ama eksik. Bilmem ne akışına uymuyor, bilmem ne kuralına riayet edilmiyor" bla Bla Bla. Bunu diyenin de kitapları bok gibi. Kuralla, engelle yazılmaz ki dedim. Elbette her alanda olduğu gibi edebiyatta da bir öğreti bir kural olmalı ama sizin dediğiniz bu değil. Siz değiş, başka türlü yaz diyorsunuz dedim. Arka sıralarda biri ki unutmam o çocuğu. "asla değişme, ileride yazar olursan ben okurum seni. Aziz nesin okur gibi dinledim öykünü. Ve hep böyle komik kal" dedi. Kalamadım :)

Sonra bıraktım o atolyeyi. Hoca beni ve yazılarımı eleştirdi diye değil, hocaya hayran olamadığım için. Hayranlık yoksa, yazıları beni büyülemiyor ise anlattığı teknikleri dinlemek gelemedi içimden işte.

Sonra zaten öyle şeyler yaşadım ki, hiç o kadar komik olamadım.

Yenik savaşçı evet. Benim için oldukça uygun bir tanımlama. Dramdan nefret eden ama arınamayan bir mahluk. Romantizmden tiksinen ama tüm kararlarını romantizme bağlayan bir mağlup. Yaş geçiyor night. Artık eskisi gibi eğlenmiyorum yazarken. Eskiden en kötü olayı bile güldürerek yazardım. Şimdi en komik mevzuyu bile acı katarak yazıyorum. Aynı kalmıyor insan ama cesaret dediğin bende yok.

Günaydın.

Şu bahsettiğin psikolojiyi sanırım 2-3 gün önce geçtim.
Salı günü berbattım. Hatta buraya da bir yazı hazırladım, üyelik iptal de yaptırıp gitmeye çünkü kursa girdiğimde yaşım ve geç kalmış halimi tekrar gördüm. Adam kuralları sıraladıkça çöktüm "Geçmiş olsun Night" dedim, "Naif ressam(!)lar arasında takılıp sonunculara oynamaya devam" dedim ama benim için yeterli gelmiyor. Sonra oturdum Hocalı Katliamı'nın belgeselini izledim bir de ona içim gitti, ardından diğer haberler...

Cuma günü ikinci görüşmeye gittim ve hoca 2 saatini bizle konuşmaya ayırdı. Ağzından güç bela çıkardığımız-çaldığımız laf "Bir ayda fotoğrafını çekerim" oldu, bir ay sonra bana (Olmayan, kaçan, full özgür takılan) çalışma azmime ve artık ne ise onlara bakıp bir şeyler söyleyecek, bunun için zorladım ki bunu yapmayan bir hocaymış. Bilmem kaç hoca arasından tek tek eledim buldum.

Hazırlanıp bugün 11 buçuk gibi çıkacağım evden, eskisi gibi heyecanlı değilim ama bitik de değilim.
Salı gün baya bitiktim, çarşamba da öyle... Ama toparladım.
O yazdığım uzun yazı duruyor; açıp açıp bakacağım lazım olduğunda.
"Kuralları bilerek bozmak" daha saygıdeğer duracak. Kuralla-engelle yazılır, kuralı bilerek bozarsan ise kendi kuralını koymuş olursun. Benim bakışım budur, bu yüzden kuralları öğrenmem gerek. Sayacağım bir hoca buldum, sen de bul derim, hayatı yaşayışı, sanata bakışı beni etkiledi. Renk kullanımından çizimine her şeyiyle imzasız imzalı tabloları. Benim aradığım buydu, geç kaldım çok. Ama zaten benim hayatım böyle biraz; arkadan koşup yetişmek... 13 sene arkadan nasıl koşulur öğrendim ki sanırım bu imtihan dedikleri şey oluyor, sorgulamaz oldum.
Eskiden ile şimdiki ben arasında fark değil uçurum var ve şimdi baktığımda "İyi ki var" diyorum; yoksa dümdüz olurdum. Vaktin olursa, şiir diye dizdiğim karalamalara bak, anlarsın.
 
Günaydın.

Şu bahsettiğin psikolojiyi sanırım 2-3 gün önce geçtim.
Salı günü berbattım. Hatta buraya da bir yazı hazırladım, üyelik iptal de yaptırıp gitmeye çünkü kursa girdiğimde yaşım ve geç kalmış halimi tekrar gördüm. Adam kuralları sıraladıkça çöktüm "Geçmiş olsun Night" dedim, "Naif ressam(!)lar arasında takılıp sonunculara oynamaya devam" dedim ama benim için yeterli gelmiyor. Sonra oturdum Hocalı Katliamı'nın belgeselini izledim bir de ona içim gitti, ardından diğer haberler...

Cuma günü ikinci görüşmeye gittim ve hoca 2 saatini bizle konuşmaya ayırdı. Ağzından güç bela çıkardığımız-çaldığımız laf "Bir ayda fotoğrafını çekerim" oldu, bir ay sonra bana (Olmayan, kaçan, full özgür takılan) çalışma azmime ve artık ne ise onlara bakıp bir şeyler söyleyecek, bunun için zorladım ki bunu yapmayan bir hocaymış. Bilmem kaç hoca arasından tek tek eledim buldum.

Hazırlanıp bugün 11 buçuk gibi çıkacağım evden, eskisi gibi heyecanlı değilim ama bitik de değilim.
Salı gün baya bitiktim, çarşamba da öyle... Ama toparladım.
O yazdığım uzun yazı duruyor; açıp açıp bakacağım lazım olduğunda.
"Kuralları bilerek bozmak" daha saygıdeğer duracak. Kuralla-engelle yazılır, kuralı bilerek bozarsan ise kendi kuralını koymuş olursun. Benim bakışım budur, bu yüzden kuralları öğrenmem gerek. Sayacağım bir hoca buldum, sen de bul derim, hayatı yaşayışı, sanata bakışı beni etkiledi. Renk kullanımından çizimine her şeyiyle imzasız imzalı tabloları. Benim aradığım buydu, geç kaldım çok. Ama zaten benim hayatım böyle biraz; arkadan koşup yetişmek... 13 sene arkadan nasıl koşulur öğrendim ki sanırım bu imtihan dedikleri şey oluyor, sorgulamaz oldum.
Eskiden ile şimdiki ben arasında fark değil uçurum var ve şimdi baktığımda "İyi ki var" diyorum; yoksa dümdüz olurdum. Vaktin olursa, şiir diye dizdiğim karalamalara bak, anlarsın.

Ben de senin gibi geriden yakalamaya çalıştım hep. Bu yüzden de vaktin değerini bilmem gerek ama ısrarla bilmiyorum.

Aklımda şiirlerini tek tek okumak var ama zihnim bu ara o kadar dolu ki layığıyla okuyup yorumlamak istedim. O yüzden erteledim.

Şimdi okuyorum :)
 
Eşimden önceki erkek arkadaşım, müthiş bir romantizmle fakire eppek verir gibi bir sürü, gerçekten bir sürü çorabın üstüne "idrak seni seviyorum" yazdırıp bana hediye etmişti. Elimde onlarca çorap ve üzerinde ismim ve seni seviyorum yazısı.

Her normal Türk kızı gibi o çorapların vücudumun çeşitli deliklerine babam tarafından tıkılmasını istemediğim için o çorapları rahmetli yengeme vermiştim. Al sakla ben evlenince alırım demiştim.

Babayı evlendim. Ayrıldık tabi. Bizimkisi boktan bir aşk hikayesiydi. Neyse ayrılınca rahmetli yengem "idrak ne yapayım onları" demiş, ben de hepsini çöpe at sana zahmet demiştim.

Atmamış. Ben attığını sanmıştım. Neden atmamış bilmiyorum. Artık bu dünyada olmadığı için soramıyorum da...

Üzerinden geçmiş tam on yıl. Bugün annemle otururken ayağına takıldı gözüm. Ayağında "idrak seni seviyorum" yazıyordu. Bir süre dondum tabi. Dünyanın en saçma sorusunu sorup "anne ayağın neden bana aşkını ilan ediyor" dedim. "hee cenazeden sonra eşyaları toplarken buldum bunları. X yaptırdı heralde dedim. (eşimi kast ediyor) hatta birkaç akrabaya da hediye ettim. Çok fazlaydı."

"anne neden akrabaların ayaklarının da bana ilanı aşk etmesine izin verdin? Sence bunları kocam yaptırmış olsa orada gizleniyor olur muydu bunlar? Ben neden kendisinden bir adet çocuk yaptığım, devlet tarafından izinli olarak seviştiğim adamın hediyesini bir başkasının evinde gizleyeyim? Neden o çorapları ayaklarımı gere gere aşk yuvamda giymeyeyim? Gerçekten saf mısın yoksa kötü müsün ben anlamıyorum bazen. Hadi diyelim kocam yaptırdı sandın gerçekten. Beni arayıp nasılsa artık evlisin bak bulduk bunları. Al giy rahat rahat neden demedin? İnanmıyorum bu söylediğine anne."

Dedim. Beni kötü kalpli olmakla suçladı. Yani sevgili annem artık evli ve çocuklu olan benim, eşimden önceki sevgilimin ilanı aşk ettiği çorapları gayet rahat şekilde giyiniyor evde. Bayağı giyiniyor yani. Çorap kıtlığı var çünkü. Alamıyor başka çorap.

Allahım sen aklıma mukayyet ol yarabbim. Ben bu kadından nasıl çıktım acaba diye düşünmeme engel ol yüce rabbim. Akrabaya dağıtmış bir de. Aklımla oynuyor.
 
Eşimden önceki erkek arkadaşım, müthiş bir romantizmle fakire eppek verir gibi bir sürü, gerçekten bir sürü çorabın üstüne "idrak seni seviyorum" yazdırıp bana hediye etmişti. Elimde onlarca çorap ve üzerinde ismim ve seni seviyorum yazısı.

Her normal Türk kızı gibi o çorapların vücudumun çeşitli deliklerine babam tarafından tıkılmasını istemediğim için o çorapları rahmetli yengeme vermiştim. Al sakla ben evlenince alırım demiştim.

Babayı evlendim. Ayrıldık tabi. Bizimkisi boktan bir aşk hikayesiydi. Neyse ayrılınca rahmetli yengem "idrak ne yapayım onları" demiş, ben de hepsini çöpe at sana zahmet demiştim.

Atmamış. Ben attığını sanmıştım. Neden atmamış bilmiyorum. Artık bu dünyada olmadığı için soramıyorum da...

Üzerinden geçmiş tam on yıl. Bugün annemle otururken ayağına takıldı gözüm. Ayağında "idrak seni seviyorum" yazıyordu. Bir süre dondum tabi. Dünyanın en saçma sorusunu sorup "anne ayağın neden bana aşkını ilan ediyor" dedim. "hee cenazeden sonra eşyaları toplarken buldum bunları. X yaptırdı heralde dedim. (eşimi kast ediyor) hatta birkaç akrabaya da hediye ettim. Çok fazlaydı."

"anne neden akrabaların ayaklarının da bana ilanı aşk etmesine izin verdin? Sence bunları kocam yaptırmış olsa orada gizleniyor olur muydu bunlar? Ben neden kendisinden bir adet çocuk yaptığım, devlet tarafından izinli olarak seviştiğim adamın hediyesini bir başkasının evinde gizleyeyim? Neden o çorapları ayaklarımı gere gere aşk yuvamda giymeyeyim? Gerçekten saf mısın yoksa kötü müsün ben anlamıyorum bazen. Hadi diyelim kocam yaptırdı sandın gerçekten. Beni arayıp nasılsa artık evlisin bak bulduk bunları. Al giy rahat rahat neden demedin? İnanmıyorum bu söylediğine anne."

Dedim. Beni kötü kalpli olmakla suçladı. Yani sevgili annem artık evli ve çocuklu olan benim, eşimden önceki sevgilimin ilanı aşk ettiği çorapları gayet rahat şekilde giyiniyor evde. Bayağı giyiniyor yani. Çorap kıtlığı var çünkü. Alamıyor başka çorap.

Allahım sen aklıma mukayyet ol yarabbim. Ben bu kadından nasıl çıktım acaba diye düşünmeme engel ol yüce rabbim. Akrabaya dağıtmış bir de. Aklımla oynuyor.
Ay kusura bakmayın ama gülerek okudum.

Eskilerde, blog zamanlarında bir siminya vardı. Bilir misiniz bilmem. Nedense tarzınızı benzettim, onu da çok gülerek ve severek takip ederdim.
 
Ay kusura bakmayın ama gülerek okudum.

Eskilerde, blog zamanlarında bir siminya vardı. Bilir misiniz bilmem. Nedense tarzınızı benzettim, onu da çok gülerek ve severek takip ederdim.

Bilmez miyim çok severdim. Millet puccaya ben siminyaya hastaydım :) hala yazıyor mu merak ettim şu an.

Kusura bakmam neden bakayım, sinirlenince sayfalarca yazasım geliyor. Hiç durmadan :)
 
Bilmez miyim çok severdim. Millet puccaya ben siminyaya hastaydım :) hala yazıyor mu merak ettim şu an.

Kusura bakmam neden bakayım, sinirlenince sayfalarca yazasım geliyor. Hiç durmadan :)
Siminya çok daha tatlıydı bence pucca'dan. Blog zamanları bitti, sonra kitap çıkardı ama tabii o blog günlerinin tadını vermiyor hiçbir şey.
Misafirliğe gittiğinde yemek masasının altındaki tüylü peluş halıya iki litre kolayı fışkırttığı bir yazısı vardı. Senelerdir durup durup aklıma geliyor niyeyse :D

Siz blog yazsanız sizi de okurmuşum ben.
 
Siminya çok daha tatlıydı bence pucca'dan. Blog zamanları bitti, sonra kitap çıkardı ama tabii o blog günlerinin tadını vermiyor hiçbir şey.
Misafirliğe gittiğinde yemek masasının altındaki tüylü peluş halıya iki litre kolayı fışkırttığı bir yazısı vardı. Senelerdir durup durup aklıma geliyor niyeyse :KK70:

Siz blog yazsanız sizi de okurmuşum ben.

Çünkü siminya sadece hayallerinde özgürdü. Pucca gibi hayata erkenden başlayıp, tüm hisleri ve eylemleri hızlıca tüketip bunları kaleme dökmüyordu. Ki bence siminya o komik kız değildi. Bastırılmış, zorbalıkla mücadele eden, tahmin edilenden çok daha farklı bir yaşamı olan biriydi. En azından ben öyle tahmin ediyorum.

Onu çok sevmemin sebebi de yazdığı her kelamı ben yazmışım gibi hissettirmesiydi.

Ben blog yazıyordum aslında. Sonra bıraktım yazmayı. O dönem blog popülerdi, bitti gitti.
 
Çünkü siminya sadece hayallerinde özgürdü. Pucca gibi hayata erkenden başlayıp, tüm hisleri ve eylemleri hızlıca tüketip bunları kaleme dökmüyordu. Ki bence siminya o komik kız değildi. Bastırılmış, zorbalıkla mücadele eden, tahmin edilenden çok daha farklı bir yaşamı olan biriydi. En azından ben öyle tahmin ediyorum.

Onu çok sevmemin sebebi de yazdığı her kelamı ben yazmışım gibi hissettirmesiydi.

Ben blog yazıyordum aslında. Sonra bıraktım yazmayı. O dönem blog popülerdi, bitti gitti.
Evet tanımlamanız çok doğru. Siminya günlük hayatındaki zorlukları blogunda gülmeceyle yazan bir kızdı. Gülmeden katlanamıyordu yaşadıklarına bence. Belki de sadece blogundayken gülebiliyordu.

O yazım tarzı, o kalem, kendini ifade etme gücüyle bambaşka yerlerde olabilirdi. Gece gece nereden aklıma düştü bilmiyorum, her nerede ne yapıyorsa umarım mutlu olmuştur sonunda.
 
Evet tanımlamanız çok doğru. Siminya günlük hayatındaki zorlukları blogunda gülmeceyle yazan bir kızdı. Gülmeden katlanamıyordu yaşadıklarına bence. Belki de sadece blogundayken gülebiliyordu.

O yazım tarzı, o kalem, kendini ifade etme gücüyle bambaşka yerlerde olabilirdi. Gece gece nereden aklıma düştü bilmiyorum, her nerede ne yapıyorsa umarım mutlu olmuştur sonunda.

Sadece yazarken gülebilen insanların sonu pek iyi olmuyor. Gerçek hayatta gülmeyi unutuyorlar. Sonra da ne olduklarını... Başka türlü yaşamanın imkanı yok zaten. En azından benim için yoktu. Herkes gülerse, o kadar da kötü olmadığına inanırım sandım :)

Yine de inşallah çok mutludur diyorum ben de.
 
Eşimden önceki erkek arkadaşım, müthiş bir romantizmle fakire eppek verir gibi bir sürü, gerçekten bir sürü çorabın üstüne "idrak seni seviyorum" yazdırıp bana hediye etmişti. Elimde onlarca çorap ve üzerinde ismim ve seni seviyorum yazısı.

Her normal Türk kızı gibi o çorapların vücudumun çeşitli deliklerine babam tarafından tıkılmasını istemediğim için o çorapları rahmetli yengeme vermiştim. Al sakla ben evlenince alırım demiştim.

Babayı evlendim. Ayrıldık tabi. Bizimkisi boktan bir aşk hikayesiydi. Neyse ayrılınca rahmetli yengem "idrak ne yapayım onları" demiş, ben de hepsini çöpe at sana zahmet demiştim.

Atmamış. Ben attığını sanmıştım. Neden atmamış bilmiyorum. Artık bu dünyada olmadığı için soramıyorum da...

Üzerinden geçmiş tam on yıl. Bugün annemle otururken ayağına takıldı gözüm. Ayağında "idrak seni seviyorum" yazıyordu. Bir süre dondum tabi. Dünyanın en saçma sorusunu sorup "anne ayağın neden bana aşkını ilan ediyor" dedim. "hee cenazeden sonra eşyaları toplarken buldum bunları. X yaptırdı heralde dedim. (eşimi kast ediyor) hatta birkaç akrabaya da hediye ettim. Çok fazlaydı."

"anne neden akrabaların ayaklarının da bana ilanı aşk etmesine izin verdin? Sence bunları kocam yaptırmış olsa orada gizleniyor olur muydu bunlar? Ben neden kendisinden bir adet çocuk yaptığım, devlet tarafından izinli olarak seviştiğim adamın hediyesini bir başkasının evinde gizleyeyim? Neden o çorapları ayaklarımı gere gere aşk yuvamda giymeyeyim? Gerçekten saf mısın yoksa kötü müsün ben anlamıyorum bazen. Hadi diyelim kocam yaptırdı sandın gerçekten. Beni arayıp nasılsa artık evlisin bak bulduk bunları. Al giy rahat rahat neden demedin? İnanmıyorum bu söylediğine anne."

Dedim. Beni kötü kalpli olmakla suçladı. Yani sevgili annem artık evli ve çocuklu olan benim, eşimden önceki sevgilimin ilanı aşk ettiği çorapları gayet rahat şekilde giyiniyor evde. Bayağı giyiniyor yani. Çorap kıtlığı var çünkü. Alamıyor başka çorap.

Allahım sen aklıma mukayyet ol yarabbim. Ben bu kadından nasıl çıktım acaba diye düşünmeme engel ol yüce rabbim. Akrabaya dağıtmış bir de. Aklımla oynuyor.

İşte çorabın görecesi. :)))
Bir sanatçı demiş ki "Doğudan baktığınızda müziğim batı, batıdan baktığınızda müziğim doğudur".
Senin çorabın da öyle; senden taraftan bakınca farklı, anneden taraftan bakınca farklı. Ülen bir çorabın felsefesi bilem var ya la. 30 dk içinde saçlarımı yıkayıp kurutup suratıma bir iki bir şey sürüp hazır olmalıyım ve ben oturmuş yazını okuyom İdrak; bunu neden yapıyon balım?!! Değerlendir bunları gadın yoksa hesap sorarım.
İstanbul'a geleceğimde, telini vereceksin bana, senin anonimliğini yırtarım; davetlim olacaksın. :D
Tabi totomu kaldırıp çizime gidebilirsem klashdakjsd.
 
İşte çorabın görecesi. :)))
Bir sanatçı demiş ki "Doğudan baktığınızda müziğim batı, batıdan baktığınızda müziğim doğudur".
Senin çorabın da öyle; senden taraftan bakınca farklı, anneden taraftan bakınca farklı. Ülen bir çorabın felsefesi bilem var ya la. 30 dk içinde saçlarımı yıkayıp kurutup suratıma bir iki bir şey sürüp hazır olmalıyım ve ben oturmuş yazını okuyom İdrak; bunu neden yapıyon balım?!! Değerlendir bunları gadın yoksa hesap sorarım.
İstanbul'a geleceğimde, telini vereceksin bana, senin anonimliğini yırtarım; davetlim olacaksın. :KK70:
Tabi totomu kaldırıp çizime gidebilirsem klashdakjsd.

Sadece senin için bozabilirim anonimliği ama baştan uyarayım asla hayal ettiğin ya da tahminde bulunduğun idrak olmayacak karşında:) ufak bir şok geçirmen bile mümkündür :)
 
Sadece senin için bozabilirim anonimliği ama baştan uyarayım asla hayal ettiğin ya da tahminde bulunduğun idrak olmayacak karşında:) ufak bir şok geçirmen bile mümkündür :)
Simdi bunu dedin bende merak ettim 😂
Anlatsana neye benziyor bu idrak kadin 😂😂
 
Simdi bunu dedin bende merak ettim 😂
Anlatsana neye benziyor bu idrak kadin 😂😂

Sen de kleopatra, ben diyeyim Adriana Lima. Gören dönüp bir daha bakıyor bacım. Uzun yıllar tecritte kaldım insanlar aşık olmasın diye. Ne acılar çektim bir bilsen ajsjsjsj.

Yok yav kastım tiple alakalı değil. Standart Türk kadınıyım. Ancak fikrim ve kelamlarım, yaşam tarzımla pek örtüşmüyor. Ondan sebep şok geçirme dedim :)
 
Sadece senin için bozabilirim anonimliği ama baştan uyarayım asla hayal ettiğin ya da tahminde bulunduğun idrak olmayacak karşında:) ufak bir şok geçirmen bile mümkündür :)

Seni hiç hayal etmedim, esasen prencip olaraktan gadınları hayel etmiyorum bebeim, tercihlerim farklığ. :KK53:
 
Back