Tunceli///62

bende tunceliliyim biraz agrasıf ve ınatcıyızdır biz en azından eşim öle diyo oda vartolu
ama umarım mutlusundur canımm
 
Munzur (Ovacık) Gözeleri

munzurovacikgozelelerixu9.jpg


Ovacık Gözeleri, Tunceli kent merkezine 80 Km., Ovacık ilçe merkezine 17 Km. uzaklıkta yer almaktadır. Munzur Dağlarının eteklerinden yaklaşık 200-300 metrelik alanda, karstik kaynaktan irili ufaklı 40 göz halinde fışkıran beyaz köpüklü buz gibi sular, yamaçlardan aşağılara doğru küçük şelaleler oluşturarak akmakta ve Munzur Suyunun oluşturmaktadır. Karstik kayaların, gözelerin ve Munzur Suyunun bir arada oluşturduğu doğal çevre eşine ender rastlanan özellikleri ve görsel değerleriyle il ve bölge ölçeğinde önemli bir rekreasyon ve turizm odağı olma potansiyeli taşımaktadır.

Munzur Gözelerinin 20 hektarlık kısmı, 1963 yılında Orman İçi Dinlenme Yeri olarak ayrılmıştır. Yöre halkının en yoğun kullandığı mesire yerlerinden biridir. Munzur Gözeleri, sularından çıkarılan lezzetli alabalıklarıyla ünlüdür. Ancak yerel olanaklarla yapılmış birkaç beton masa, oturaklar, çocuk oyun alanı ile bir lokantadan başka herhangi bir tesis yoktur. Munzur Gözelerinin kuzey kesiminde bulunan ağaçlandırma alanına 2000 yılında çam, ladin, huş ve akasya fidanları dikilmiştir.

Gözeler ile Munzur Suyu arasında kalan kısımlarda yürütülen çevre düzenleme çalışmaları kapsamında beton setler, küçük havuzlar, yürüme yolları, oturma mekanları ve köprüler yapılmıştır.
 
Munzur Baba Efsanesi

Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der.

Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar.

Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.

Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
-Al evladım götür, der.

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a;
-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da;
Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.

Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.

Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider.

Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar.

Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.

Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.

Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.

Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler.
 
Gelin Pınarı Efsanesi

Gelin Pınarı ya da diğer adıyla Gençlik Şelalesi Nazımiye İlçesinin kuzeyinde, İlçeye 13 Km. uzaklıkta Dereova Bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 metre yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsane havası vermektedir. Yazın bunaltıcı sıcaklarında şelalenin 50 metre kadar yakınına varıldığında bir an da sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir doğa harikasıdır.

Tunceli’de her güzelliğe bir efsane yakıştırılmıştır. Buranın da kendisine özgü efsanesi şöyledir.
Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine;
-Haydi gelinim, şu bakracı al sağım yerine getirilen hayvanlarımızı sağ ve sütü al getir, der.
Gelin bakracı alır, köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi o da sağım yerine gelir ve kendilerine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını bakraca vurur. Süt dolu bakracı devirir, bütün süt akar gider.

Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. “Daha yeni gelinim. Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler, diye sızlanır. Bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır.

O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense yaratana sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatarak, o şekilde eve getirerek sepetin altına koyar.

Bir müddet sonra sütü kaynatıp mayalamak için, bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrıya şükreder.

O gün, bugündür bu pınarlardan akan sular koyunlar sağılmaya başladığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar doğal rengine döner.
 
Düzgün Baba Efsanesi

Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur.

Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar.

Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.

Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır.

Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der.

Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.

Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir.
 
Yapmadan Dönme

Munzur Vadisi Milli Parkını Gezmeden,

Dertlere deva doğal ortamında kendiliğinden yetişen yaban “Dağ Sarımsağı”nı alıp-yemeden,

Kutudere Mesire yerinde kavurma yemeden,

Yaz aylarında Pülümür Suyunda yüzüp serinlemeden,

Munzur Suyunun çıkış yeri olan Ovacık İlçesinde bulunan 40 Gözeleri görmeden ve orada piknik yapmadan,

Ülkemizde tanınan meşhur “Şavak Tulum Peyniri”ni almadan,

Munzur Vadisi Milli Parkındaki ve Pülümür Vadisindeki yabanıl yaşamı fotoğraflarla belgelemeden,

Arıların Pülümür Vadisinde bulunan yüzlerce çeşit çiçeklerden ürettiği doğal ve eşsiz lezzetteki her derde deva “Pülümür Balı”nı almadan

Nazımiye Dereova Şelalesinin eşsiz güzelliği altında dinlenmeden,

Ve güler yüzlü, hoşgörülü, konuksever Tunceli insanıyla tanışmadan,

.....dönmeyin.
 
Sultan Hıdır Efsanesi

Rivayet edilir ki , bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin, buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur , yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen gözcülerden biri "Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve içinde bir isik hüzmesi var " der . Sultan Alâeddin de; gidin bkin bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok. Askerler sorarlar:

-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar:

-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir toprak güvecim , bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir miktar arpam var Askerler:

-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz , seni sultanimiza götürmek istiyoruz , deyince bu defa ihtiyar , buralara kadar zahmet edip gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize seref versin. -Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir , vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok. Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister , as ister . Bunlari nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir. Askerler geri döner , durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalir ve hayretini gizlemez , durumunu ögrenmek için seccadeye oturan vezir , kumandan ve askerlerine bir komutla "Ayaga kalk" der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. "Otur" diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok . Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da sesini çikarmaz.

Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan:

-Baba erenler , bunu hangimiz yiyecegiz?

Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize kadar yetecek vardir. Diye cevap verir.

Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye , küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir. Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis, kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar. Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala bitmedigi görülür.

Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst , itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar , der , 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar.

Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri Resul , Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz tutulmaz. Gübre dökülür , hayvanlarin yatak yeri yapilir. Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan bugünkü türbesi yapilmistir.
 
Elti Hatun Efsanesi

Tunceli ili Mazgirt ilçesi merkezinde bulunan Elti Hatun Türbesi 14. yüzyıl eseri bir kümbettir. İçinde ikisi büyük , bir tanesi de küçük olmak üzere birbirine yapışık üç tane mezar bulunur. Mazgirt ilçesi ve yöresi uzun süre Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanında bulunan kız kardeşi Elti Hatun hastalanır. Artık öleceğini tahmin eden kadın , kardeşi Uzun Hasan'a: Ben yılandan çok korkarım. Şayet ölürsem benim tabutumu yere gömme. Bana bir kümbet yapıp tabutumu burada astır, diye vasiyette bulunur. Kardeşinin vefatından sonra isteğini yerinne getiren Uzun Hasan bugünkü Elti Hatun türbesini yaptırır ve içerisine uzunca bir zincir asarak kardeşinin tabutunu havada kalacak şekilde bu zincire asar.

Rivayete göre ertesi gün kız kardeşinin mezarını ziyarete gelen Uzun Hasan türbenin kapısını açar açmaz kız kardeşinin tabutuna sarılı büyük bir yılan görür ve irkilerek geri kaçar. Tanrı Buyruğuna karşı gelinmez. Mukadderata boyun eğmek lazımdır, diyerek havada asılı duran tabutu zincirden indirir ve toprağa defnettirir. Zincir hala kümbetin tavanından aşağı ucunda dört halkası ile sarkık durmakta, mezar da zincirin tam altında kümbetin ortasında yer almaktadır. Sekizgen şeklinde yapılan Elti Hatun Türbesi'nin yanında bir de çeşme olduğu söylenmekte ise de izine raslanmamıştır.

Türbeye ait bilgileri içeren kitabenin restoresi sırasında muhafaza altına alınacağı kaydıyla ilgililer tarafından götürüldüğü söylenmektedir.

Türbenin içerisinde bulunan iki büyük bir de küçük mezarın bir tanesinin Elti Hatun'a bir tanesinin Uzun Hasan'ın annesine , bir tanesinin de Uzun Hasan'ın yeğenine it olduğu rivayet edilmektedir.
 
Munzur Baba Efsanesi

Bugünkü Tunceli ili Ovacık ilçesine bağlı Koyungölü Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunları gütmek için yanına aldığı Munzur isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası Hac zamanı hacca gitmiş. Ağa hacda iken Munzur bir gün ağanın hanımının yanına gelir ve, - Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm der.

Ağanın hanımı önce şaşırır,sonra herhalde zavallı çobanın canı sıcak helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor.Kendisine bir helva yapayım da yesin der. Helvayı pişirir bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a:

-Al evladım götür der.

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur'a:

-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun nedir o elindeki? der. Munzur da: -Ağam canın sıcak helva istemişti onu sana getirdim der. Elindeki bohçayı ağasına uzatır.Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Hayretler içinde Munzur'a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok. Hac vazifesini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere:

-Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur'a koşar.

Munzur bu konuşmaları duyduğunda:

-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar. Şimdiki Munzur ırmağının ilk yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz su fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar.Attığı her adımda bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir.Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçmezler. Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider. Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini,çoban olsa bile Tanrının sevgisine mazhar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur'u bu inançla efsaneleştirmektedirler.
 
içimdeki sen paylaşımların çok güzel olmuş dersim efsaneleri kareleri çok güzel...kendi adıma tşk derim.
 
Dersim bir dağ içinde
Gülü bardağı içinde
Hak Dersim'i saklasın
Bir gülüm var içinde
N'oldu ağama noldu
Sararıp rengi soldu
Ağam burdan gideli
Bu yerler viran oldu
Dersim'in yazıları
Meliyor kuzuları
Ben buraya gelmezdim
Alnımın yazıları
N'oldu ağama noldu
Sararıp rengi soldu
Ağam burdan gideli
Bu yerler viran oldu
Muzaffer Sarısözen
Tunceli
 
Düzgün Baba (Yıllardır Gelipte

Yıllardır gelipte görmek istedim
Aklımdasın her an can düzgün baba
Bir yol verki gelsin bu garip cana
Çok özledim halkım can düzgün baba

Dersim ata yurdum çok çekti halkım
Zalım zulmettikçe bitmez avazım
Susmayacak dilim bakidir sazım
Yemin ettim sana can düzgün baba

Elimizde sancak önderdir şahım
Binbir donla gelen şahımdır şahım
Hünkarı evliya tek padişahım
Şahımın yolunda can düzgün baba

Yusuf der ki canım birlik olalım
Ayrılıkla değil sevip sayalım
Halka zulmedene karşı olalım
Mazlumun yanında can düzgün baba
 
Munzurdan bir kuş indi
Karalı karalı
Gittim baktım kanatları
Yaralı yaralı
Kirvem belli Dersim dağları
Maralı maralı maralı
Kirvem kirvem kirvem kirvem
Hey avcı vurmuş gor kaç gündür yaralı

Munzurdan bir tas su verim de ölem diyor
Hem ağlıyor hem bir türkü söylüyor
Biz de söyleyelim birlikte ölelim
Munzur benim kirvem olur kime vereyim
Kirvem yine bela kirvem yine bela
Duman olmuş dağlar yolum karanlık
Kirvem yine bela kirvem yine bela
Kor olmuş dağlar yolum karanlık

Aaahh diz çöküp illede
Anam anam anam diyor
Burna haber salında daye daye daye
Ahhhh dönüp gitsem şu dağlara diyor
Kirvem dağlarda nerde olduğunu bilem
Ahhhhh dağlara git ateş yak orda olduğunu bilem
Ahhhh kirvem uzat uzat ayağının altını öpem

Munzurdan bir taş su verim de ölem diyor
Hem ağlıyor hem bir türkü söylüyor
Biz de söyleyelim birlikte ölelim
Munzur benim kirvem olur kime vereyim
Kirvem yine bela kirvem yine bela
Duman olmuş dağlar yolum karanlık
Kirvem yine bela kirvem yine bela
Kor olmuş dağlar yolum karanlık
 
bn tuncelili deilm ama erkek arkadaşım oralı..bnde merak ediorm oranın örf adetlerini..gelenek göreneklerini..insanlarını..duyduğuma göre çok güzel 1yermş..
 
siyah saçlarında hatem yüzleri
garip bülbül gibi zaralar* beni
siyah ebrulerin, ahu gözlerin
tığ-ı sevdan ile canım yaralar beni

kaşların bismillah vechin beytullah
seni öz nurundan yaratmış allah
kovsalar dövseler terketmem billah
meğer ferman gele canım süreler beni

mah`cemalin gördüm ahuzar oldum
aşkına düşeli sevdakar oldum
kalmadı tahmül*üm bikarar oldum
aşkın ateşiyle canım karalar* beni

sıtkıyam billahi terkin etmezem
gayrı güzellere gönül katmazam
kovsalar dövseler burdan gitmezem
meğer tabutlara canım saralar beni

dersim
 
Elma attım yuvarlandı
Gitti beşiğe dayandı
Bebek uykudan uyandı

(Bağlantı)
Nenni oğul oğul
Nenni yavrum yavrum
Nenni gülüm gülüm
Nenni bebek bebek
Sana bebek diyemedim
Kalkıp meme veremedim
Nenni oğul oğul
Nenni yavrum yavrum
Nenni gülüm gülüm
Nenni balam balam

Kızlar gelin çaydan geçek
Çay bulanık nerden içek
Bebek ölmüş kefen biçek

dersim
 
Ala Gözlü Nazlı Pirim

Ala Gözlü Nazlı Pirim
Gönül Senin Pervendedir
Ben Severim Sen Kaçarsın
İman Senin Nerendedir

Sultanım Ali Lokmanım Ali
Rehberim Ali Yetiş Ya Ali


Derviş Alim Der Övdüğüm
Aşkın Hayalin Kurduğum
Suç Benim Değil Sevdiğim
Sana Meyil Verendedir

dersim/hozat
 
X