Konumun tekrar açılmasını istedim, nitekim hala daha konuşmaya ihtiyacım var, anlatmaya ve birilerinin okuduğunu/dinlediğini bilmeye... Haddinden fazla içimde tuttuğum için sanırım, bir ay boyunca konuşsam filan, anca rahatlarım gibi.
Konu, en kısa kestiğim hali ile bile bu kadar uzun ve yineliyorum "Benim için kırılgan ve hassas" çünkü annem ile ilişkim üzerine; lütfen yorumlarken, bu hassasiyetimi göz önünde bulundurun. Ve yineliyorum: İstediğim, bizimkine benzer anne-kız ilişkisi içinde kırılmış, belki bu itiş kakışları travmalaşmış kişilerin, yorumları ile "Seni anlıyorum" diyip, omuz çıkmaları. Böylece içine hapsolduğum gergin havam tamamen dağılsın, geçmiş yine geçmişte kalsın ve totalde annemle bir kez daha oturup, en sağlıklı haliyle iletişime geçebilelim.
Dün zaten bir ayrıntıyı fark ettim "Onaylanma isteği" ile ilintili ve daha da hassaslaştım, konu, aptal bir polemik ile heba olmasın, ben de hali hazırda yatışmamışken okuyarak sinirimi daha da arttırıp yanlış adreslerden çıkarmayayım istedim, kapatılmasını uygun buldum. Bugün, düne nazaran bir tutam daha iyiyim. Sağ olsunlar, buradan edindiğim arkadaşlarım beni sakinleştirip daha düzgün düşünerek, çözümü seçebilmem adına ciddi mesai harcadılar. Onlara teşekkür ederim. Bazen kmlerce uzağınızda, tamamen sizin dışınızda birileri, hala daha yarı yarıya size yabancı olan kadınlar, karşı karşıya gelip el sıkışıp gözünün içine bir kere bile bakmadığınız kişiler, sizi en berbat hislerin içinden çekip yukarı çıkarabiliyor; 30 yıllık dostumun veremediği morali ve desteği dün verdiler, tekrar teşekkürler, iyi ki varsınız, iyi ki karşıma çıktınız, hayatıma dokundunuz.
Bazılarınızın "Modern göstermeye çalışıyorsun kendini" tarzı yorumlarına ise bire bir cevap vermek istemiyorum; zira konumun bununla bir alakası yok ve cevaba, açıklamaya değer bulmuyorum bu söylemleri. Durumumun ele alınabilecek en özet yönü, olsa olsa "Kuşak çatışması" olur. Bizim annem ile aramızda olan şey, yetiştiğimiz zaman, çevre itibari ile gelen farklılıklarımızın, iki baskın karakter arasında, ikisinin de hayatını ciddi etkileyip kalitesini düşüren bir savaş, bir alışkanlık halini alması.
Bitmeyen bir savaş ve daha yorgun olan savaşçı da benim, bu savaşın bitmesini isteyen de. Çünkü bir noktadan sonra içimde tuta tuta hastalandım. Doktorum ile konuşan annem, hatalarını kabul etti, ancak ne zaman ki o kara günleri hatırlamamak üzere unuttuk ve eskisinden daha iyi bir şekilde toparlandık, hayatımıza yeni insanlar karıştı, çoğaldık, yeniden "Biz" olduk; yine eski haline döndü. Diyorum "Farkında olmadan yapıyor, iyiliğini düşünüp çenesini tutamıyor" ,ama diğer yanım da itiraz ediyor "30 yaşındasın, sana hala küçük bir çocuk gibi davranarak güç bela toparladığın özgüvenine inatla çivi çakıyor, bunu görmeli! Göremeyecek biri değil, anlamayacak biri değil, neden hala anlamıyor?" diye.
Çünkü kendisine karşı ümidimi bitirmediğim tek kişi annem, daha doğrusu her seferinde kırılan ümidimi yeniden sadece annem için inşaa edip duruyorum bıkmadan. Yoruluyorum, ama bıkmıyorum. Bıkıyorum, ama vazgeçmiyorum. Vazgeçerken bile vazgeçemiyorum.
Pek çoğunuz benzerlerini yaşadınız, kiminiz umursamadınız, büyük bir mesele olarak görmediniz, kiminiz bildiğinizi okumaya devam ederken içinizde bir yerlerde boşluğa benzeyen bir hisle baş etmek zorunda kaldınız, kiminiz ise uyum sağlayarak ipleri saldınız. Bazen derdim "Belki dövseler, sövseler daha iyi olurdu; bir fiske vurmadan, tek çirkin laf söylemeden, hep alttan alarak, hep iyilik telaffuzu ve imkanlar sunarak ruhumu dövdüler"
Anneme şu örneği verdiğim çok oldu "Bir çiçeği sulamamak da öldürür, fazla sulamak da! Fazla sulama!" Oy oyyy... Ne günlerdi yav.
Kendimi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorum, kendi kendime itiraf edebileyim diye; senelerce kendi üzerime vardım, sorguladım ve şunu gördüm: Şu anki duruşumun yarısı "Anneme inat olsun!" fikri ile beslenen, tepkili ve haddinden fazla asi bir duruş. Tam manasıyla ben olmadığım bir şey yani. Örneğin: Onun istediği bölümü okudum ancak salt o "Bak, senin istediğin yer olsaydı bu mevkide olamaz, bu maaşı alamazdın" diyemesin diye mesleğimi yapmadım. Ha, bu inadın kazananı var mı? Yok. Gerçek kaybedeni kim? Ben. Saçma bir inat içinde zamanımı, emeğimi çöpe attım.
Bunu da benzer durumu şu an yaşayan genç arkadaşlara bir ışık olması için yazıyorum, kendinizden çalmayın, hayatınıza bakın kızlar. Böyle bir inadın, kazananı olmuyor, harcananları oluyor.
Kendi kendimi tahlil ettiğim kafa içi sohbetlerimde kendime şunu söyledim durdum: Kurban olmaktan vazgeç! Kendine "Böhü, hep annem yüzünden oldu" demekten vazgeç, çünkü 15 yaşında ergen bir kız değilsin ve şimdi, şu an hayatını yeniden şekillendirmek için harekete geçmemene sebep yok. Kendi tembelliğini, yorgunum-yılgınım-onların suçu diyerek perdeliyorsun. Elini, kolunu bağlayıp oturtan mı var seni buraya? Var aslında, o kişi de sensin! Sen, kendine acımasız olduğun kadar kimseye olmadın, suç varsa, bu sana ait.
Bunları çok tekrarladım.
"Parmak sallamak en kolayı, kendine bir bak" diye çok dedim. Ama her şeyi yarım bırakmaya devam ettim; çünkü "Ne için uğraşacaksın ki? Yine onu memnun edemeyeceksin. Sen ne kadar kendim için yapacağım dersen de, annenin takdiri için yine kırk takla atacaksın" diyen küskün yönümü bir türlü teselli edemedim.
Bir dönem, anneme hak verdiğim zamanları yaşadım; "Annen haklı çıktı bak, sana böyle böyle yapma demişti, sen gittin yaptın, üzülen sen oldun. Biraz ona uysaydın, o da sana uyardı. (Ki ben uydukça daha fazlasını talep etti durdu) Annelik içgüdüleri ile seni korumaya çalışıyor; onun açısından düşün, kalabalık bir ailede kendisini hiçbir zaman özel hissedememiş bir çocuk olarak büyümüş ve senin böyle olmaman için elinden geleni yapmış; evlenip gitmiş de 8 yıl evlat hasreti ile yanmış. Neyini eksik ettiler? Her istediğine sahip bir çocuk olarak büyüdün, ama onlara onların istediği gibi karşılığını vermeyi beceremedin! Şimdi doyumsuz, huzursuz birisin. Bazı şeyler de eksik kalıversin, şükürsüzlük yapma" vb.
Anlayacağınız, objektif de oldum, subjektif de oldum, annemin tarafına geçip kendime de yüklendim. Ben bu ilişkinin, en tatmin edici, en sağlıklı, en sorunsuz hale gelmesi için, bir minik çözüm için kafa patlattım. "Hee" deyip geçemedim, ya da "Mesafe koyarım!" diyerek silemedim onu. İstediğim mesafe değil, çünkü yanyana en dipdibe olduğumuz zamanlarda bile aramızda adı olmayan bir çeşit mesafe var ve bu hisle içim kanıyor.
Dediğim gibi, basit bir şort mevzusu bile değil, kendimi üç (ve şimdi dört) gündür daha derinden ameliyat ettiğim, "Nerede hata yapıyorum, niçin bu kadar doluyuz, hani anlaşmış, aşmıştık? Niçin hala daha geçmişin izlerini taşıyoruz ve niçin affedemiyoruz?" dediğim, her adımı, her sözü müdahalelerle dolu bir anne-kız ilişkisi. Kardeşim gibi ona "Hee" deyip geçebilecek psikolojide değilim, çünkü onun önüne durup "Rahat bırak şu çocuğu biraz!" diyen bir ablam yoktu, aksine ona destek çıkan ve en gereksiz anlarda bile kendimi suçlu hissetmeme sebep olan (Çook sonraları aşırılığı fark ederek bana hak verecek olan) insanlar vardı yanında, 30 sene boyunca "Hee" deyip geçemeyeceğim bir kalıp içine kırılıp kırılıp yerleştirildim ve öylece dondum.
Karakterime, giyimime, konuşmalarıma, yaşam stilime ve fikirlerime herkes her şeyi söyleyebilir, bir yere kadar umurumda olur en fazla; ancak annem benim zaafım, ölüm kadar ciddi umursarım. "Umursamıyorum" derken bile umursarım, nitekim ben bu 30 senelik savaşın mümkün olabilecek en samimi barış ile geçmişe gömülmesini dileyip, şekilden şekle girmiş, kılıktan kılığa bürünmüş evlat tarafıyım. Annem ise salt tek tip, tek karakter, tek doğru ile set gibi duran "Anne-anaç" olan taraf.
Karşı taraf olmak istemiyorum, aynı saf olmak istiyorum.
Bunları niçin anlatıyorum; için için kalıcı bir çözüm istiyorum belki de, birileri "Ben de tıpkı böyleydim annemle, ama bir gün böyle böyle oldu ve biz sil baştan başladık" desin, çıksın ve ümidimin boşa olmadığını söylesin istiyorum.
Ya da en acı yönüyle sayfalarca, "Ümidini bitir, değişmez" diyenlerin yorumunu okuya okuya, şu köprüden son kez geçip, ardıma bir daha bakmayayım istiyorum.
Böyle işte, umarım daha açıklayıcı olabilmişimdir, olaylardan bağımsız duygusal dökümüm budur. Yani "İki ay kalman mantıksız" vb. bir yorum istemiyorum, mantıksızlığın sebebi, mantık ile alınmış bir karar değil, duygu ve ümit ile alınan bir "Birlikte kalırız iki ay" kararı olması. (Diğer sebeplerini diğer yorumlarımda açtım: Yardımlaşma, onların sağlığından emin olma istemi [Yayla evi ile en yakın hastane arasında uzaklık farkından bilhassa], tecrübelerinden faydalanarak oğlumu besleme vb. konularda rahat hissetmek, geniş aile olarak hatıra biriktirmek vs)
Ya bu ümitten geçeceğim, ya da düzeltmenin bir yolunu keşfedeceğim. Budur yani.
(Ha şimdiki tartışmamın ardından evimi hazırlamaya başladım, bir süre görüşmeyip zihnimi, gayretimi farklı yerlere vereceğim elbette, böyle bir uzaklaşma şu an şart.)
Ve şunu da fark ettim paylaşmak isterim; "Bu öfke, bu sakinleşememe hali bu kadar zaman aldıysa, annene, eşine çıkıştığın, öfkeni çıkardığın halde, hala daha dalga dalga içeriden yayılıyorsa kızım Gangsta, senin bu derece öfkelendiğin kişi, kendinsin." diye düşündüm. Kuvvetle muhtemel, kendime duyduğum öfke bu.
Tüm bunları buraya yazdığım için pişman olacağım muhtemelen, ama, çözüm bulabileceksem, buna değer.