Kızlar gelin burada dertleşelim bir sürü forum açmayalım

bak bide şöyle düşün ya doğuştan rahmin olmasaydı veya bir hastalık sonucu kaybetseydin yok mu öyle arkadaşlarımız var onları düşünüp halimize şükretmeliyiz
 
normal de hep böyle düşünüyorum zaten ama bu heberleri alınca krizlere giriyorum.beynim uyuşuyor.mantık ortadan yok oluyor.
neyse ki sizler varsınız.şimdi bir nebze daha iyiyim.
Allah hepimize yardımcı olsun.
 
kızlar eşim geldi şimdi
ben bi ara yine girerim.bana iyi geliyosunuz.teşekkürler....
 
evet kimbilir acaba gerçekten yani yaaaaaaa ne oldu ki sonuç yoksa neegatif mi üzüntüden mi girmoyr belkide kocasıyla hamişliğini kutluyorladır inşaallah
 
selam kızlar...bir hikaye anlatıcam. biz üç arkadaş beraber bebek çalışmalarına başladık.ilk arkadaş 3.ayında hamile kaldı.onun aına sevindik.artık 2 kişi uğraşmaya devam ediyorduk.aylar geçip de olmadıkça,arkadaşın karnı da şiştikçe bizi iyice stres sarıyordu.derken 6 ay geçti ve öbür arkadaş da hamile kaldı.Onun haberini aldığımda nasıl yıkıldım anlatamam.tabi belli etmedim.onun adına sevinmiştim ama artık yalnızdım.derken arkadaşın bebeği ölü dediler tam alınacağı sırada yaşadığı prtaya çıktı.bi sevinç bi sevinç.çok şükür o da doğurdu.ama ben hala aynı yerdeyim.hamile bayan ya da bebekli kadın görmeye bile tahammülüm kalmadı.ah bende böyle olabilsem diye geçiriyorum içimden bi yandan da maşallah çekiyorum yani her duygu aynı anda gelip geçiyor içimden.hsg den sonraki ilk ay gecikmişti adetim ve beta hcg 75 çıktı.ama düşükmüş seviye(geciken 3.gündü) sonra bir olay oldu çok korktum,içim kalktı ve ardından başladı adet.ertesi gün doktor baktı.bir şey görünmüyo.ama o günden bu yana hala sabırla beklemedeyim.bir gün olacak.bunu hissediyorum.ama sağlıklı ve hayırlı olsun diye hep dua ediyorum.tabi sizler içnde ediyorum.inşallah kabul eder rabbim.çok şişirdim kafanızı ama öyle güzelki derdini bi solukta anlatıvermek.sağolun hamile kalası arkadaşlarım...
 
eğer üstteki yazılarımı okurrsan bugün nasıl bir ruh hali olduğumu içinde anlarsın belki arzuhalim....
bıkkınım,suskunum ama ümidi azalmış şekilde beklemekteyim...
gene de bir iştir beklemek.beklenecek bir şeyi olmamaktır asıl korkunç olan........
 
yaa bişey söylicem.şu lomen kullandıktan sonra adet olan arkadaşlar.sizinde çok geldimi.ben bugün rezil oldum ya.altıma geçmişti olduğu gibi.pantolonumdan lekeyi çıkarana kadar akla karayı seçtim valla yaa.ne iğrenç kendimden tiksindim yaaa.kadın olmak ne zor iş beeeeeeeeeee
 
Dünyaya gelmek insanın elinde değildir. Dünyaya gelen, buranın şartlarına katlanmak mecburiyetindedir. İnsan, neşeli olduğu gibi, sıkıntılı, üzüntülü de olur. Önemli olan bunların neticesidir. Her iki halde de halini değiştirmeyenlere müjdeler olsun. Dünya imtihan yeri olarak yaratılmıştır. Sevinci de var, hüznü de var. İnsan, her iki halde de imtihan edilmektedir. Hadis-i şerifte; (Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insan da bela ile imtihan olur) buyurulmuştur.

Allahü teâlânın yarattıklarında, verdiklerinde ve gönderdiği her şeyde, bir hayır vardır. Allahü teâlânın vermesi gibi, alması da hayırlıdır. Verdiği zaman hayırlı olduğu gibi, aldığı zaman da, hayırlıdır. Hayırlı olan şeylere ise, sevinmek lazımdır. İnsanlar, kendilerine hangi şeyin hayırlı, faydalı olacağını iyi bilemez. Allahü teâlâ, daha iyi bilir. Mesela, bir hastanın babası, mütehassıs doktor ise, babası buna etli, tatlı yiyecekler verince, hasta sevinip; “iyi olmasaydım, bana bunları vermezdi” der. Babası, etli, tatlı gibi yemekleri vermezse, hasta yine sevinir ve; “hastalığımı tedavi etmek için bunları vermiyor” der. Allahü teâlânın vermesine ve vermemesine de, böyle iman, itikat olmadıkça, tevekkül sağlam olamaz. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlânın yarattıklarında, gönderdiklerinde hayır, iyilik vardır) buyuruluyor.

Mukadder yani takdir edilmiş olan şey, başa gelir, eğer sabredilirse ecri görülür. Sabredilmez, bağırılırsa, günaha girilir ve huzursuz olunur. Sıkıntı her ne kadar çok acı ise de, sabredilirse, nimet olacağı bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde Bekara suresinin 216. âyet-i kerimesinde mealen; (Hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır) buyurulmaktadır.

Muhammed Bekri hazretleri buyuruyor ki:
“Darıldığın bir şeyden dolayı canın sıkıldığı zaman feryat etme. İşini Allahü teâlâya teslim et. Bu niçin böyle oldu diye Hakk’a itiraz etme. Çünkü Hakk’a itiraz eden pişman olur. Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olan kimse, pek yüksek ve şerefli derecelere kavuşur. Matlubu ve maksudu peşinen verilir. Sıkıntıları ondan gider. Evliyanın sözlerini yerine getirip, onlara sadık kaldıklarından ve kendilerini Allahü teâlâya teslim, işlerini de havale etmelerinden dolayı başkalarından üstün olur. Bir sıkıntın olduğu zaman ümidini kesme. Dualara icabet eden Allahü teâlânın fazlından ve lütfundan ümitli ol. Nice sıkıntı ve darlığın peşinden Allahü teâlânın yardımı yetişmiştir.”

Fudayl bin İyad hazretleri, bir gün yolda giderken insanların neşe ve sevinç içinde olduklarını görünce; “Nice neşeli ve sevinçli kimseler vardır ki, onlara nasip olacak kefenlikler dokunup satışa çıkarılmıştır bile” buyurmuştur.

Müminin başına gelen her şey, onun iyiliğinedir. Bir nimete kavuştuğu zaman şükreder, böylece şükredenlerden olur. Bir sıkıntı, bela geldiği zaman da sabreder ve böylece sabredenlerden olur. İsmail Fakirullah hazretleri; “Sabrın başlangıcı çok acı, sonu bal gibi tatlıdır” buyurmuştur.

Dertlerin, belaların gelmesi zahiren sıkıntı gibi olsa da, neticesi hayırdır, iyiliktir. Çünkü günahların affolmasına veya ahiretteki derecesinin yükselmesine sebep olur. Nitekim hadis-i şerifte; (Kul, ameliyle kendisine takdir edilen mertebeye ulaşamıyorsa, Allahü teâlâ ona, ailesine veya malına bela verir ve o belalara sabretmeyi de verir ki ezelde onun için takdir ettiği dereceye nail olsun) buyurulmaktadır.

Bela günahsız olanlara da gelir. Allahü teâlâ indinde derecesi daha yüksek olana daha çok, daha şiddetli bela gelir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(En şiddetli belaya düçar olanlar, Peygamberler, sonra fazilet derecesine göre onları takip edenlerdir. Kişi dindarlığı derecesinde belaya düçar olur. Eğer kişi dininde kuvvetli ise onun belası da şiddetli olur. Eğer dini gevşek ise belası da ona göre olur. Bela, kula öyle yapışır ki, günahı kaldığı müddetçe onu bırakmaz.)

Müslümanın başına gelen sıkıntılar onun hayrınadır. Çünkü hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Mümin başına gelen işten, hoşlansa da, hoşlanmasa da, o iş, onun için hayırlıdır) buyurulmaktadır.

Netice olarak mü’minin başına gelen her şey, hatta şer gibi görünenler de, onun lehinedir, hepsinde hayır aramalıdır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur.”
 
Tevekkül sahibi, şikayetçi olmaz
15.07.2007

Tevekkül; meşru sebeplere yapışarak, bütün işleri Allahü teâlâya ısmarlamak, Ona güvenmek, teslim olmak anlamındadır. Kalbin, her işte Allahü teâlâya itimat etmesi, güvenmesi demektir. Muhammed Baki-billah hazretleri buyuruyor ki:
“Tevekkül, sebebe yapışmayıp, tembel oturmak değildir. Çünkü böyle olmak, Allahü teâlâya karşı edepsizlik olur. Müslümanın meşru olan bir sebebe yapışması lazımdır. Sebebe yapıştıktan ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir. Allahü teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşmak için, bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, edepsizlik olur. Allahü teâlâ ihtiyaçlarımıza kavuşmak için kapıyı yaratmış ve açık bırakmıştır. Bizim vazifemiz, kapıya gidip beklemektir. Sonrasını O bilir.”

Ebu Said-i Harraz hazretleri, sebeplere yapıştıktan sonra her şeyi Allahü teâlâdan bekler ve; “Tevekkül, kalbin Allah’a güvenmesidir” buyururdu.

İmam-ı Gazali hazretleri, Mesruk bin el-Ecda hazretlerinden alarak şöyle bir hadise nakletmektedir:
“Çölde yaşayan bir bedevinin bir merkebi, bir köpeği, bir de horozu vardı. Horoz kendilerini sabah namazı için uyandırır, köpek bekçilik yapar, merkep de yüklerini taşırdı. Bu bedevi, tevekkül sahibi, her şeyi hayra yoran bir kimseydi. Bir gün tilki, horozu alıp götürür. Aile fertleri üzülse de; ‘Belki hakkımızda hayırlısı budur’ der. Bir müddet sonra kurt merkebi parçalar ve yine ‘Belki hayırlısı budur’ der. Bir müddet sonra köpek de ölür ve adam yine; ‘Belki hakkımızda hayırlısı budur’ der. Bir sabah kalktıklarında görürler ki, etraflarındaki komşular, eşkıyalar tarafından esir alınıp götürülmüşler. Gece komşuların hayvanları gürültü yaparak yerlerini belli edince, eşkıyalar da onların yerlerini kolayca tespit ederler. Bunların hayvanı olmadığı için, eşkıyalar karanlıkta bunları fark edemezler ve böylece de kurtulurlar. Adamın dediği gibi, bunların hakkında hayırlısı, hayvanların ölmesi imiş. Allahü teâlânın gizli lütuflarını ve ihsanlarını bilen ve Ona tevekkül eden; Onun işinden razı olur, şikayetçi olmaz.”

Hamdun-ı Kasar hazretlerine;
-Tevekkül nedir? diye sorulunca;
-On bin dinar paran olsa, bir dinar da borcun olsa, bu borcun üzerinde kalmasından ölmeden önce emin olmamandır. Aynı şekilde on bin dinar borcun olsa, bunu ödeyecek hiçbir şey de bırakmasan, Allahü teâlânın o borcunu ödeyecek bir vesile vermesinden ümit kesmemendir buyurmuştur.

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerini ziyarete gelenlerden bazısı;
-Biz rızkımızı arıyoruz derler. O da;
-Nerede olduğunu biliyorsanız, orada arayınız? buyurur. Onlar;
-Allahü teâlâdan istiyoruz deyince;
-Eğer sizi unutmuş sanıyorsanız, hatırlatınız! cevabını verir. O kimseler;
-Tevekkül ediyoruz, bakalım ne gönderecek? derler. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri;
-İmtihan ederek, deneyerek tevekkül etmek, imanda şüphe bulunmasını gösterir buyurur. O kimseler;
-O halde ne yapalım? diye sual edince;
-Emrettiği için çalışmalı, rızk için üzülmemeli, tedbirlerin arkasında koşmamalıdır. Rızk için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir. Emrine uyarak çalışanı, rızkına ulaştırır buyurur.

Ahmed bin Hanbel hazretlerinin yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine;
-Bu işçiye ücretinden fazla ver diye tenbih eder. Talebe, o işçiye, ücretinden fazla para verir fakat işçi almaz ve gider. Ahmed bin Hanbel hazretleri talebesine;
-Arkasından yetiş ve ver, şimdi alır buyurur. Gerçekten de o işçi verilen fazla parayı alır. Talebesi, bunun sebebine Ahmed bin Hanbel hazretlerine sual edince;
-Ücretini almadan önce, böyle bir fazlalık hatırından geçiyordu. Şimdi ise bu düşüncesi kalmadı. Alması tevekkülünü bozmayacağı için aldı cevabını vermiş ve;
“Tevekkül, bütün işlerinde Allahü teâlâya teslim olmak, başa gelen her şeyi Ondan bilip katlanabilmektir” buyurmuştur.

Bişr-i Hafi hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâya tevekkül ettim diyen kimsenin; cenâb-ı Hakkın, kendisi hakkındaki muamelesine, yani takdir ettiği şeylere, başına gelen sıkıntı ve musibetlere de razı olması lazımdır. Aksi takdirde, yalan söylemiş olur.”

Netice olarak tevekkül; sebeplere yapıştıktan sonra, Allahü teâlâdan başkasına güvenmemek ve Ondan başkasından korkmamaktır. Ebu Yakub Nehrecuri hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Gerçek tevekkül sahibi, her şeyi Allahü teâlâdan bekler, başkasına eziyet ve sıkıntı vermez. Başına gelen bela ve musibetlerden dolayı kimseden şikayetçi olmaz. Mahrum kaldığı şeyler sebebiyle de kimseyi kötülemez. Çünkü o, hayrın da, şerrin de, Allahü teâlâdan olduğuna iman etmiştir.”



saol mucuks
 
kızlar aşılamadan sonra vajinal jel kullandınız mı ayy ben kullanıyom ve iğrenç bişi içimde birikiyo iğreniyom
 
merhabalar.bende aşılamaya doğru gidiyorum.klomen kullanmaya başladım.aşılamam için çok tereddütlerim vardı.ya bilen arkadaş larım vardır.ama bi süre sonra vazgeçtim kendimi sıkmaktan.çok şükür dua larım kabul oldu.zamanında adet oldum ve tadaviye başladık.inşallah rabbim bu dua larımıda kabul eder.hepimizin.sağlıkla hayırla bebişlerimizi kucağımıza almayı nasip eder...
 
sara nur arkadaşım ellerine sağlık canm rahatlatıyosun bizleri o güzel yüreine salık ALLAH muradını en yakın zamanda verir inş. bütün arkadaşların dileklerinide umutla beklemeye devam ALLAH büyük bizimde yüzümüzü güldürecek bigün hayırlısıyla:1hug:
 
Başa gelene razı olabilmek
19.12.2004

Rızâ, Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak ve belalara sabretmek demektir. Böyle olan bir kul, Allahü teâlâdan bir felaket gelse, buna rıza gösterir ve hiç kimseye şikayet etmez. Bu, her insanın yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Böyle insanlarda, Peygamberlere mahsus sabır ve tahammül var demektir. Allahü teâlânın büyüklüğüne inandığı derecede insan, bu tahammülü ve bu rızayı gösterebilir.

Hanım evliyadan Râbia-i Adviyye hazretleri hastalanmıştı. Ziyaretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Dua et de Allahü teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin" dediklerinde, "Bu ızdırâbı çekmemi Rabbim irade etmiştir" buyurdu. Onlar; "Peki senin bir arzun, isteğin yok mudur?" diye sorduklarında; "Allahü teâlâ benim hakkımda ne irade ve ne takdir etmişse ona razı olmaktır" cevabı vermiştir.

Kul için, sahibinin işinden razı olmaktan başka çare yoktur. Zira insan, bu dünyada kalmak için değil, iş yapmak, çalışmak için yaratılmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile varolmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, hadis-i kudside;
(Kazâ ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!) buyurmaktadır.”

Ahmed Rıfâi hazretlerine, iyi bir kul nasıl olmalıdır diye sorulunca, cevaben buyurmuştur ki:
"İyi, salih bir kul, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğer, gelen şiddet ve belalara sabreder, aza kanaat eder. Allahü teâlâdan başkasından korkmaz ve kimseden bir şey beklemez. Ancak Allahü teâlâdan ister. İnsana, yüksek makamları veren, aşağı düşüren aziz ve zelil edenin Allahü teâlâ olduğunu bilir. Salih Müslüman, Peygamber efendimizin sünnetine tam uyar. Böyle olanların korkusu, son nefes içindir. Onlar, az konuşur, öfkelerini tutar ve şehvetlerini yenerler. Nefslerinin arzularını yapmazlar.

Nefse, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine rıza göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur. Çünkü, kadere razı olmak, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğmek, nefsin isteklerine zıddır. Nefs bunları istemez. Saadete kavuşmak, nefsin rızasını terk edip, Allahü teâlânın rızasına koşmakla mümkündür."

Ebu Süleyman Dârani hazretleri, sevenlerine hitaben buyurdu ki:
"Allahü teâlâdan razı olmak ve Onun kullarına acımak, Peygamberlerin ahlakındandır. Başa gelen her şeye razı olmak hâline kavuşanlar, irfan sahipleri, âriflerdir. Allahü teâlâ önce gelen Peygamberlerden birine vahyederek bildirdi ki: Cebrâil aleyhisselam yeryüzüne indiğinde ibadetle meşgul olan bir kimseyi gördü. Hoşuna gittiği için; "Yâ Rabbi! Bu kimse ne iyi bir kuldur" dedi. Allahü teâlâ da; "Ey Cibril! Levh-i mahfuza bak" buyurdu. Cebrâil aleyhisselam Levh-i mahfuzda o kimsenin Cehennemlikler arasında yazılı olduğunu gördü. Allahü teâlâya; "Yâ Rabbi! Bu işin hikmeti nedir?" diye sordu. Allahü teâlâ; "Ben yaptığım işlerden kimseye karşı sorumlu değilim. Hiç kimse kullarım hakkındaki ilmime akıl erdiremez" buyurdu. Cebrâil aleyhisselam; "Yâ Rabbi! İzin verirsen o kimseye gidip durumu bildireyim" dedi. İzin verilince, o kimsenin yanına gitti ve; "Senin yaptığın ibadetleri Allahü teâlâ kabul etmedi. Levh-i mahfuzda senin Cehennem ehli arasında olduğunu gördüm" deyince, o kimse düşüp bayıldı. Cebrâil aleyhisselam onun ayılmasını bekledi. Ayılınca şöyle mırıldanıyordu: "Ey benim Allah'ım! Sana hamd ederim. Bütün hamd eden kulların sana nasıl hamd ediyorsa ben de öyle hamd ederim." Sonra Cebrâil aleyhisselama dönerek; "O bizim Rabbimizdir. Bütün ilmi kudretinin kemâli, rahmeti ve şefkati ile benim hakkımda öyle uygun görmüş. Ona yine hamd ederim. O beni benden daha iyi bilir" dedi ve secdeye kapandı. Secdede cenâb-ı Hakk'ı tesbih etmeye başladı. Bu durumu Cebrâil aleyhisselam Allahü teâlâya arzedip o şahıs hakkında üzüldüğünü bildirdi. Cebrâil aleyhisselama, Allahü teâlâ tarafından tekrar Levh-i mahfuza bakması bildirildi. Bu defâ Levh-i mahfuzda o kimsenin Cennetlik olduğu yazılıydı. Cebrâil aleyhisselam, cenâb-ı Hakk'tan hikmetini sual ettiğinde; "Kullarım işlerime akıl erdiremezler" buyurdu. Cebrâil aleyhisselam bu durumu yine bildirmek istedi ve izin verildi. O zâtın yanına gidip; "Müjdeler olsun sana! Yerin Cennet oldu" dedi. O kimse bu sözlere hiç şaşmadı ve eski hâlini hiç bozmadı. Eskisi gibi yine hamd ve cenâb-ı Hakk'ı tesbih etmeye devam etti."

Ebu Amr Osman bin Merzuk hazretleri, sevenlerine zaman zaman; "Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak lazımdır. Bir kimse Allahü teâlâdan razı ise, Allahü teâlâ da ondan razıdır" buyururdu.
 
X