(Sahne değişisin, seyirci merakta kalsın biraz, kimdi telefondaki??  ) Poğaçalarla portakal sularını bir çırpıda mideye indiren kızlar, Yağmur’un odasında oyun oynamaya gider gitmez Gülsen birer Türk kahvesi yapıp getirdi ve Aylin’i sıkıştırmaya başladı, “Mithat aradı akşam, ne saçmalıyorsun Allah aşkına sen, yine mi sevilmiyorum tripleri, mektup falan bırakmışsın adama, saçmalama kızım, bu devirde hangi adam böyle sahip çıkar size, bir lokmacık çocukla bu şehirde zor yaşarsın, ben evlenmek için baskı yap dedikçe sen inadına bir de terk etmeye kalkıyorsun adamı…”
“Abla yapma, lütfen karışma, bilmiyorsun neler olduğunu, sana dışarıdan hoş gözüküyor, dayanamıyorum abla onun emir eri olmaya artık… Sen devamlı seni eleştiren, hiçbir şeyini beğenmeyen, köpeği kadar bile değer vermeyen bir adamla evlenir miydin… Eniştemden başka erkek bilmiyorsun da herkesi onun gibi sanıyorsun. Gerçi o da uzak yol kaptanı olmayıp hep senin yanında kalsa nasıl olurdu Allah bilir ya, 6 ayda bir görüşünce hep canım cicim tabii…”
“Onu bunu anlamam Aylin, ben Mithat’a söyledim, şimdi Tuğba bende kalıyor sen gidip bir güzel hazırlanıyorsun, akşam gelecek seni almaya, gidin bir yemek yiyin, özür dile adamdan; bana da şükret; ‘Aylin seni seviyor aslında, saçmalamış işte’ falan deyip yumuşatmaya çalıştım”
“Nee, abla n’aptın sen yaa… Hayır yemeğe falan çıkmam, abla onun benden özür dilemesi gerek, beni ne duruma düşürdün, yeter ama artık, karışmasana işime, hala bana küçük çocuk muamelesi yapıyorsun, benden 4 yaş büyük olman her şeyi senin bildiğin anlamına gelmiyor! Tuğbaaa, Tuğba hadi kızım gidiyoruz…”