- 3 Ekim 2007
- 14.294
- 34.842
- 39
-
- Konu Sahibi BuHatunYorgun
- #81
Çektiği sıkıntılar doğrudur belki ama sürekli uyurken ayağına gelen bu inanılması güç iş tekliflerine inanmadığımızı söyleyince bir daha girmedi, kaç günlük konu zaten öyle havada kaldı.Haydaaaaaaaa
Çektiği sıkıntılar doğrudur belki ama sürekli uyurken ayağına gelen bu inanılması güç iş tekliflerine inanmadığımızı söyleyince bir daha girmedi, kaç günlük konu zaten öyle havada kaldı.
Aynen öyle bravoGörüşmemeniz ruh sağlığınız için daha iyi. Hepsini okudum ve çok sinirlendim ailenize. Dogurmakla anne baba olunmuyorun en güzel örneğisiniz.
Hangi sehirdesinizMerhabalar;
Ben 33 yaşında ve psikolojik tedavi gören bir kadınım. Yazacaklarım biraz uzun o yüzden kusuruma bakmayın. Ama yazmak zorundayım çünkü tekrar irademi kaybetmek istemiyorum.
Daha net açıklamak adına önce kendimi tanıtayım. Ve rica ediyorum yalan söylüyorsun, abartıyorsun, kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun gibi tepkiler vermeyin. Bunu yazarken bile uçurum kenarından sesleniyorum. Yalan söyleyerek objektif fikirleri duymayı engellemek en son istediğim şey bile değil şu an. Sadece düşmeden çözüm bulmak istiyorum.
Doğru düzgün arkadaşı olmayan biriyim, çünkü çevremdekilerle birbirimize pek katlanamayız. Mükemmel bir karakterim var diyemem insanım neticesinde. Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini cümlesindeki kendini koruyamayan ve bunu hep sürdüren, çevremden gelen bencil ve suistimal tavırları görünce de eyvallah çekmeyen köprüleri yıkan biriyim. Çözümü bunda buldum çünkü ne o köprüler ne de o köprülerden gelenler bir kere bile bana iyi gelmedi. Elbet ben de birilerinin canını sıkmışımdır ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki canım defalarca yakılmadan hiç can yakmadım.
Gariptir ki annemin altımı bezlediği zamanları uzun sahneler boyunca hatırlayan biriyim. Ve ne yazık ki kendimi bildim bileli bütün her şeyim anne ve babamın ağzına göre şekillendi. Lise dahil kafası çok basmayan biriydim. Varım yoğum arkadaşlarımdı. Çünkü evde bana yer yoktu. Bardağı masaya koyduğum yerden bile azar yediğim, saatlerce bağırmalarına sabretmek zorunda kaldığım için o evi evim gibi hiç göremedim. Annemle babamın oturduğu daire bana hiç yuva olmadı. Küçük çocukluğumdan beri dış dünyadan korumak adına (!) hep erkek gibi yetiştirildim. Daha doğrusu annem kız gibi giydirdi, babam erkek gibi yetiştirdi. İkisinin arasında, kime ne lazımsa onu vermeye çalıştım ta çocuk yaşımdan. İlkokul bitene kadar kız-erkek ayrımını net bir şekilde anlayamayan ben, orta birinci sınıfın ilk günü babam tarafından 15 sn süren bir uyarı yaşadım. Durup dururken ben ateri oynarken birden "Bundan sonra hiçbir erkekle konuşmayacaksın, biri sana biz arkadaşız diye selam verse bile kızıp defol git diyeceksin" dedi. Bunu derken yüzü o kadar korkunçtu ki hala aklıma geldiğinde kafamı kurcalar. Nolduğunu anlamamıştım.
Ancak dedim ya erkek gibi yetiştirilen biri olduğum için kızlarla çok anlaşamıyordum. Barbie bebeklerle oynamak yerine çocuklarla tek kale maç yapmak mutlu ediyordu beni, ama yapmadım. Zorla kızlarla bebek oynamaya çalıştım, onlar da çocuk ya birden çıkan kavgalara anlam veremediğim için hemcinsime iyice uzaklaştım.
Diledikleri ve emrettikleri gibi yaşamaya çalıştım ama ne yaptıysam olmadı. Çünkü biri kız evlatla konuştu, öbürü erkek evlatla. Biri kıza göre beklenti kurdu, sonuç bekledi, öbürü erkeğe göre...
Velhasıl daha 15 yaşıma gelmeden aşağıda sakal yukarıda bıyık olduğunu anlamıştım ama çözüm bulamıyordum. O yüzden ben de nefes alabilmek adına, akıl karışıklığı beni komple yemeden önce kendime "çift hayat" yapısı kurdum.
Okuldayken kendim oluyordum, eve girince kız ve erkek evlatları. Okulda bir sürü arkadaşım oluyordu, konuşuyordum, sohbet ediyordum, eve gelince kimseyle bir şey konuşmuyordum. Bir muhabbet söz konusu olmuyordu çünkü. En uzun sohbetimiz, naptın? derslerin nasıl? paraya ihtiyacın var mı? şunu getir. ile bitiyordu.
Öz annem babamdı ama bir an bile aitlik hissiyatım olmadı.
Buraya kadar nötr dönem dersek 15 yaşımda bir gün ibreyi aşağı çeviren bir olay oldu. Babam okul çıkışıma gelmiş ve durakta benimle birlikte otobüs bekleyen iki arkadaşımla mubabbet ederken yüzümün güldüğünü görmüştü. Babamı gördüğüm o anı hatırladığımda hala yüzümde karıncalar gezinir. Arabaya bindiğimde öyle hızlı sürdü ki nefes alamamıştım. Evin önüne gelince sadece in dedi ve yine aynı hızla gitti. Hayatımda fiziken ölüme daha yakın olduğum -geçen seneye kadar- başka bir an olmamıştı. Eve giderken "bizi öldürecek", kendisi dönerken de "kendini benim yüzümden öldürecek" düşüncesinden başka hiçbir şey düşünememiştim. Akşam eve gelene kadar salonda bir koltukta hiçbir şey yapamadan korkuyla bekledim. Geldiğinde sadece "hazırlan" dedi. Gittim, giyindim, annem noldu diye ağlamaya, bana "naptın yine sen" diye bağırmaya başladı ama cevap vermeyi bırakın, yüzümü yerden kaldıramadım korkudan. Ve arabaya binip hastaneye gittik. Bekaret testine.. Doktor kız oğlan kız deyince yüzünde mimik oynamadan döndü hastaneden çıktı arabaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi. Eve döndüğümüzde annem harap olmuştu, içeri girdiğimizde benim yakama yapışıp "sen ne haltlar yedin" diye bağırmaya devam etti ve yere fırlattı. Düştüğüm şekilde kaldım ve o pozisyonda bana saatlerce haykırdılar. En son okuldan alıp, ülkenin öbür ucundaki bir şehirde kız kuran kursuna verip bir daha yüzüme bakmamaya karar verdiler. Sonra sustuğum için bir daha bağırdılar ve odalarına çekildiler. Ben ertesi gün orada uyandım, aynı pozisyonda. Her bir kasım tutulmuştu ama hareket etmeye korkuyordum hala. Babam "kalk odana git ayak altından çekil" dedi ve kalkıp odama gittim. Yatağıma yattım ve uyumaya devam ettim. Bir kaç saat sonra annem geldi sarsarak ve bağırarak uyandırdı,, hala naptığımı soruyordu, cevap vermediğim için iyice hınçlandı ve dövmeye başladı. Yorulunca gitti ve ben yine gittim yattım uyudum. Ertesi gün yani olayın 3.gün akşamı annem odaya geldi ve yemeğe çağırdı. 3.güne bir şey yemeden girmiştim ama zerre aç değildim. Oturdum yemek yedim, bitince masayı toplamaya yardımcı olayım diye düşündüm, her zaman yaptığım gibi. "Senden yardım istemez, defol" diyerek odama gönderdi. 2 hafta böyle geçti. Sürekli uyku, bağırma ve dayakla uyandırılma, sofraya çağrılma, yüzüne bakılmama, ayak altına denk geldiğinde de kovuşturma ile. 2 hafta sonunda salona çağırdılar ve ne kadar gamsız (!) olduğumdan bahsederek bağırdılar. Okuma isteğimin olmadığından ve erkek düşkünlüğümden bahsettiler. Ama kendileri anne-baba oldukları için bana kıyamadıklarını ve tekrar geri okula yazdıracaklarını söyleyerek tekrar odama gönderdiler. Aylarca yüzüme bakmama ve laf sokma işlemleri devam etti. Okulda notlarım iyice düşünce akşam yemeği gündemi erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğu üzerine dönmeye başladı.
2 sene sonra babam batana kadar bu tavırlar devam etti. Ben de hissizce yaşamaya devam ettim. Ne doktorda bekaret zarıma bakılırken, ne uykudan dayakla uyandırılırken, ne ailemin kıyamadığı anlarda hiçbir şey hissedemedim. Sadece uyuşmuştum. Mimiklerim çalışmıyordu. Gülemiyordum, ağlayamıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece izin verildiği kadar sorumluluklarımı yerine getirip, kalan zamanlarda kendimi, kabuslarla dolu olsa bile, uykuya teslim ediyordum. Bir kere bile bir arkadaşımla buluşmayı bırakın herhangi bir faaliyet gerçekleştirmeden diğer gündeme kadar çilemi tamamlamıştım.
Babam battığı sene liseden mezun olduğumda, babam yazdırsaydı İstanbul üniversitesi işletmeyi ben kapatırdım. Ama seneye dershaneye gönderiyorum daha yüksek puan yaparsın dediği için tercih yapmamıştım. Sonraki sene de dershaneye gönderdi ama puanım erkek düşkünlüğümden dolayı aynıydı. Özel üniversiteleri de yaz diye salık verdiler ben de yazdım. Tam burslu bir özel üniversite kazandığımın açıkladığı zaman yine erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğunu anlattılar. Tercih süreci geldiğinde de babam battığı için çalışmaya başladım.
Asla saygıda kusur etmedikleri, haklarını bile savunmadıkları, çocuklarına gözleri önünde dayak atan anne babaları bir gün bile 5 yaşındaki kardeşime bakmak için gelmedikleri için, çalışıp kardeşimin anaokulu masraflarını çıkarttım. İşim 123 metre kare beyaz eşya dükkanını eşyalarıyla birlikte her sabah temizlemek, çay yapmak, öğle yemeğini pişirmek, müşterilerle ilgilenmek, tuvaletleri silmek, ön muhasebeyi tutmak, satış yapmak, gerekirse depodan mal taşımak, kalırsa öğle yemeği yemek ve akşam da tekrar temizlik yaptıktan sonra eve gitmekti. 15 günde bir izin yaparak 1 senemi 18. yaşımı böyle geçirdim. Bir kere bile ağzımı açıp bir şey demedim.
Bir izin günümde salona çağrıldım ve bana tekrar ders çalışmamı ve sınava girmemi söylediler. Ders çalışmaya başladım. Ancak önceki sene kazanıp gitmediğim için puanım kırıldı ve aöf işletme yazdım. Ek tercih zamanı da tekrar çağrıldım ve istediğim bölümü yazabileceğim söylendi. Ben de evde bilgisayar olmamasına rağmen, bilgisayarın açma/kapama tuşuna basmayı bile bilmiyorken iki yıllık meslek lisesi önceliği istemeyen uzaktan eğitim bilgisayar yazdım. Çünkü insan görmek istemiyordum.
Aynı üniversiteden 750 kişi arasından 7., DGS'ye giren 5 kişi arasından kazanan tek kişi, ve DGS bazında da 180 bin küsür kişi içinden ilk 500lük kısma girerek derece yaptım. Sonra mühendislik. 4 sene boyunca aileme yük olmamak için hem okudum, hem öğretmenlik yaptım. Çok güzel paralar kazandım ama ailem biz seni oraya okumaya gönderdik der diye gizledim.
4 sene boyunca 500den fazla öğrencim oldu. Annesi babası çalışmak zorunda olduğu için 4 yaşında anaokuluna gönderilenlerden tutun da lisans düzeyinde bölümlerimizle ilgili okul arkadaşlarımıza kadar her yaşa hizmet verdik. Sadece eğitim vermedik, ilk başladığımızda bir PDRciden ders aldık. Bize mümkün mertebe, çok derine girmeden çocukları aileleriyle bağlamamızı söyledi. Çünkü düşük ders notları aile problemlerinden de kaynaklanabiliyordu. Bu süreçte aileyle arasını bulabilirsek aileler çocukların eğitim sürecinde çocuklara köstek değil destek olacaktı. Çocuklar da dışarıdan tehlikelere daha kapalı olacak ve uğraşmaları gereken daha az sorun olacağı için daha salim kafayla derslerine odaklanıp notlarını yükseltecekti. İşin aslı eğitimde değildi. Çünkü oturup, çalışıp öğrenilmeyecek herhangi bir şey yoktu.
Okulum bir dönem uzamıştı ama yaz okulu, muafiyet sınavları ve tek ders ile bir dönemi yaz döneminde bitirip 3 ay gecikerek eve dönmüştüm. Çünkü aldığım rehberlik, beden dili ve iletişim teknikleri eğitimleri ve aileden fiziken uzak kalma ile oluşan özlem duygusu ile günde en fazla 4 saat uyuyarak eve dönmüştüm.
Döndükten 4 ay sonra hastalandım. Annemle babamın birbirlerine bağırmalarını engellemeye çalıştığım bir akşamın gecesi uyumuştum, uyandığımda başımda serum asılıydı. 5 gün boyunca gözümü açamamışım, ateşlenmişim, ateşim inmemiş. Kendime geldiğimde bana derdimin ne olduğunu sordular. Üniversite okumaya gittiğim şehirde başıma bir şey mi gelmişti acaba? Birileri bir şeyler mi yapmıştı yoksa ben mi bir günah işlemiştim?
Sonra bana her bağırmaya başladıklarında kasılma krizleri yaşamaya başladım. O an hangi pozisyondaysam o şekilde kasılıp titremeye başlıyordum. Nefes alamadığım için babam kaşıkla ağzımı açmaya çalışırken dişimi kırmıştı. Cenin pozisyonunda krize girdiğim bir akşam öylece kucağına alıp hastaneye götürmüştü ve doktor fiziki bir şey yok psikiyatriste görünmesi gerekiyor dediğinde doktora saydırıp eve geri getirmişti.
Baktım ki çare yok, ben kendim doktora gitmeye başladım. Devlet hastaneleri malum, yıllar öncesi daha da malum. Ya da denk geldiğim doktordan sebep bilemiyorum ama doktor "3 cümleyle anlat" dedikten sonra ilaç verip göndermişti. İlaçlarımı asla aksatmadım ama daha da hissizleşmiştim hatta alıklaşmıştım. Çünkü ocağın üstündeki demir tencereye elimle yapışıp salona kadar götürmüş ellerimin yandığını anlamamıştım. Sonrası hastane, eczane vs... Doktordan dönerken babam bunların ilaçtan dolayı olduğunu ve her Allahın günü birbirlerine giren, tartışan annemle birlikte, doktora ihtiyacım olduğunu düşünmediklerini söyledi ve doktoru ve ilacı bırakmamı emretti bıraktım.
Bu sırada hiçbir yere CV göndermemişken Tübitaktan teklif geldi. Babam tamam her gün gider gelir demiş anneme. Ancak fatura hariç yerleşim masraflarını karşılayan, fazlasıyla yemek ticketı ve doğal olarak dolgun maaş veren tübitak, bizim semte yakın yere kadar servis gönderemiyormuş. Çözüm için anneme, "Babama sorar mısın, ne yapabiliriz" demiştim, babamdan da "Yapacak bir şey yok" cevabı gelmişti ve ilk fırsatım güle güle gitmişti.
Yaklaşık 1 sene sonra benden ses çıkmadığı, hiç arayıp sormadığım için ünide aramın iyi olduğu hocalar toplanıp beni aramıştı ve bana öğretim görevlisi olmam için öneride bulunmuşlardı. O zamanın şartları ya 3 sene tecrübe ya yüksek lisans olduğu için, babam okumaya geri göndermişti.
Üzerinden yıllar geçti, geri dönmedim. Pandemi oldu, ailemi özledim, tek başıma korktum, ağladım ama bir şey yokmuş gibi davrandım. Hem işime hem yüksek lisansıma devam ettim. 1.5 sene sonra, geçen sene, son ilişkim bitmişti. Evlilik düşündüğüm kişiyle yollarımı ayırmak istediğimde, canımla tehdit edildim. 2 hafta yemek yiyemedim, uyuyamadım. Buradaki çevrem ne olduğunu öğrendiğinde, benim için sorunu çözüp, tehditi ekarte ettiler, sağ olsunlar.
Aileme tabi ki söyleyemedim. Halihazırda canımla tehdit edilmişken bir de ailemden erkek düşkünlüğümden dolayı mahvolduklarını, benim bacaklarımı kıracaklarını duymak istemedim. Spor yapmaya başladım. Her gün biraz daha zorluyordum kendimi. Canım yandıkça rahatlıyordum, yoruldukça düşünecek gücüm kalmıyordu. Derken sakatlandım, omuzda 2 kas yırtığı. Ameliyat eşiğinden döndüm ve sadece bir elimle bütün evin işini, yemeğini... neyini yapıyorsam yapmaya devam ettim. Ama artık o kadar zor gelmişti ki. Babam geleyim alayım dese de izin vermiyordum çünkü çalışıyordum onları riske atmak istememiştim. Olacak ya firmamla sağlık koşullarını sağlayamadıkları için yollarımı ayırdım ve kendimi 15 gün karantinaya aldım. 15 gün sonra babam geldi beni aldı ve dönerken bütün yol boyunca erkek kardeşimin yarattığı sorunları, dışarıya ne kadar açık olduğunu konuştuk.
Eve gittiğimde 1.5 ay içinde annemden çok benim baktığım kardeşim, istediği saatlerde çalışmanın yeteceğini, oyuna daha fazla zaman ayırabileceğini söyletemediği için konuşmayı kesti. Annem önümdeki bardağımı almasını istemediğim için bağırdı ve konuşmayı kesti. Salonda yatıp kalktığım için evin diğer odalarında takılmaya başladılar. En son da babama bankayla ilgili bildiğim -direkt ilgili bankanın müşteri hizmetlerinden- öğrendiğim bir bilgiyi aktardığım için "Salak mısın öyle şey mi olur saçmalama" diye 15 dakika bağırmasına sustum. O da konuşmayı kesti. 1 hafta boyunca ramazanda iftarı salonda tek başıma sakat halimle yaptım. 1 hafta sonra babama evime dönmek istediğimi söyledim ve kendisi bağırarak benim ev dediğim yerin defterini düreceğini, beni göndermediğini söyledi. O an beynimden vurulmak nasıl bir şey, bir fikir edinmiştim. Akıl sağlığımı, huzurumu, neşemi koruyabildiğim tek yeri 2 göz odayı benden alacaklardı.
Yine uyumaya başladım, kalan zamanlarda yarı bilinçli yarı bilinçsiz tv izliyordum. 1.5 hafta sonunda reklam arasında canıma kıymak için planlar yaptığımı fark ettim. Kurtarılma ihtimalinin olmadığı planlar hazırlarken buluyordum kendimi. Part time abim sayılabilen amcama durumu anlattım, o da beni aldı evime getirdi.
Sonra derslerime çalışmaya devam ettim ama bir şeyler bozulmuştu içimde. "Evinin defterini düreceğim" dediği an böyle göğsümün ortasından aşağı bir şey ılık ılık indi. Ve o gün bugündür eskisi gibi olamıyorum. Hiçbir şeyi çok sevemiyorum, hiçbir zaman çok mutlu ya da neşeli olamıyorum. Önceden sokak kedileri için bir şeyler yapmaya çalışırken o günler bir kaldırım taşından farksız hale gelmeye başladılar.
Ve buradaki dostlarım beni maddi olarak destekleyeceklerini, kafama bir şey takmadan psikolojik tedavi almamı söylediler.
Allah gani gani razı olsun başladım, biraz ileri biraz geri giderek de devam ediyoruz. İlaçlardan da kafam güzeldi zaten pek yaşadım da denemez. Ama tutundum. Aynı hissizliğe tutundum ve kendime zarar vermeden dayandım.
Yine de durumum elverdikçe ders çalıştım, dil öğrendim, farklı yemekler yapmayı öğrendim, kendim tarif geliştirdim. Bir kaç tane büyük yurtdışı firmalarından iş teklifleri aldım, görüştüm ama reddettim. O halimde babamla ters düşecek gücü bulamadım.
Dün bir mail gördüm. Haftalar önce öylesine sertifikalı-sertifikasız astrofizik eğitimlerine bakıyordum, sınavları nasıl oluyormuş diye 2 tane de sınavına girmiştim. Hoşuma gidiyor evren işleri... Gelen mailde amerikada ilk 20deki bir üniversiteye %75 burslu kazandığım yazılmış. Gittim geçmişten girdiğim sınavlara baktım bir tanesi min astrofizik bilgisi ölçen, genel bir bölüm sınavıymış. Verilen iletişim numarası dışında üniversitenin numarasını buldum aradım ve doğru olduğunu teyit ettim. Çok sevinmiştim.
Ne kadar ilaçlardan çalışamadığım için yüksek lisansımı dondursam da, gelen iş görüşmelerine giremesem de güzel bir şey başarmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu olmuştum. Bu akşam babamın müsait olmasını heyecanla bekledim ve söylediğimde kızmaya başladı? Saçmalama dedi, seni kandırıyorlar dedi, öyle şey mi olur dedi, falcılık mı okuyacaksın dedi, hayal satıyorlar dedi... Dedi de dedi...
Şimdi bana demeyin nolur "Konuşsaydın" diye. Konuşmayı yüzlerce kez denedim. "Şükret, hayattalar" da demeyin, evet şükrediyorum. Farkındayım da. Annesi, babası vefat etmiş kişilere göre şanslıyım, evet biliyorum. Ama yaşıyor olup da var olamamak diye de bir şey var. Bunu da fiziken aynı, duygusal olarak ayrı dünyalarda yaşamayan anlamaz. Evet anneniz, babanız sağ, çok şükür. Ama yanlarına gidemiyorsunuz, konuşamıyor, muhabbet edemiyorsunuz. Saçınızı okşatamıyor, ağzınızla kuş tutsanız bir aferin alamıyorsunuz... Hayatında bir kere aferin alabilmek için kimlik karmaşası içinde, bir ona bir öbürüne yaranamamak, birini tatmin etseniz öbüründen azar yemek ne demek, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Amacım nankörlük değil, Allah şahit kendimi bildim bileli her gece Allah'a benim ömrümden alıp onların ömürlerine katmasını diliyorum. Hem ne olursa olsun sevdiğim için, hem de gördüğüm kadarıyla yaşamayı benden çok sevdikleri için..
33 senelik ömrümü bir gün bile şunu yapmak istiyorum hadi yapayım fikriyle geçirmedim. Annemle babamı ne mutlu ederse onu yapmaya odaklandım. Karşılığında saçımı okşamalarını bile istemedim. Bir kere aferin deselerdi yeterdi. Demediler. Dedirtemedim.
Evlenmek istemedim, istemiyorum. İyi olduğum zamanlar ya kariyer yapmak istiyorum şöyle ses getireninden, çok para kazanıp, para derdi olanlara yardımcı olmak istiyorum. Bunu niyet ettiği iyiliği göze sokmaya çalışıyor olarak düşünmeyin, bu maksatla söylemedim. Sadece istiyorum ki çözülebilecek sorunları çözmeye yardımcı olayım. Çünkü hayatımda hiçbir sorunu çözemedim. Ve böylece eriyerek gideyim, miadımı doldurayım. Bir eş istemiyorum, çünkü gerçekten sevgiye ya da aşka inanmıyorum. Bugüne kadar bütün ilişkilerim; bir ilişkiye başlayana kadar beni şımartan, ilgi alaka gösteren, ilişkiye başladıktan sonra da emirler yağdıran, "dışarı çıkamazsın, bunu giyemezsin" diyen, ihtiyaçları (!) olduğunu bildiren, bu sebeple okulu, kariyeri bırakıp ya bir an evvel evlenmek isteyen ya da evliliğin aslında kağıt üzerinde bir anlaşma olduğunu öğretmeye çalışan tipler oldu. Her ne kadar hususi olarak aynı karakterlerle tekrar denememeye dikkat etsem de, kader motifi ya, sonuç hep aynıydı ve hep ben suçluydum.
Zaten sanayi bölgelerinden geçen büyükşehir otobüslerinde her etüt öncesi ve sonrası cinsel tacize uğrayan ben, ilk tacizimle mezun grubu dershanemde tanıştım. Geometri öğretmenim bire bir etüt sırasında birden dudağımdan öpmüştü. Sonrası da malum, ihtiyaçlar hiyerarşisi. Kendimi bulamadım hiçbir yerde, kendimi kimsenin kanadı altına sokamadım. Kaldı ki cinsellik isteyeceğim... İstemiyorum. Bugüne kadar yaşamadım, ama babamdan korkuma değil. Allahtan korkuma... Yıllar önce gerçekten "Evde kaldım, ölüm bir anlık bir ölsem kalsam kimsem yok kimsenin haberi olmaz" diye evlenmek istemiştim ama artık gerçekten istemiyorum.
Ben sadece aileme yaranmaya çalışırken büyüttüğüm kanatlarla 1-2 yıl bile olsa uçabilmek istiyorum. Annem babam sağken, "Allahım ya sen kurtar, ya birini gönder o kurtarsın" diye binlerce kez dua ettiğim için, birilerinin hayatına dokunabilmek istiyorum. İyi biri değilim, zorlu bir karakterim var yanımda kimse durmaz genelde. Zaten kimseyi de istemiyorum. Sadece kaç gün ömrüm kaldıysa, bu yaştan sonra biraz istediğim gibi yaşamak istiyorum. Denemek istiyorum. Babamın yanında araba sürerken korkumdan elim titrer, doğru düzgün süremem ama yalnızken orta halli bir araba alıp ona atlayıp yolda olmak istiyorum. Nereye gittiğim önemsiz. 2 göz oda evimde kendi kendime neşelenebiliyorum, kendimi geliştirebiliyorum. Kimseden de destek istemiyorum, sadece anne-babam gölge etmesin istiyorum.
Ben de biliyorum başımı alıp gitsem ne yapabilirler ki... Ama halihazırda çok kıymetli oğulları onları üzerken bir de ben mi dert olacağım? Ya da biraz ısrar etsem "Evlatlıktan reddederim", "Bacaklarını kırarım" cümlelerini duymaya vallahi billahi gücüm kalmadı.
Doktorumla seanslara devam ediyoruz ama 2 gündür Allah nazardan saklasın iyiyim galiba derken, bugün güzel bir ünide güzel bir bölüm kazandığım için azar yediğimde yine dayanma gücüm bitti. "Yoo, bir şey yok ki, bir şey olmadı ki" maskem yüzümde durmuyor artık. Nasıl denersem deneyeyim, ne çözebildim ne durumun beni bu kadar etkilemesini engelleyebildim.
Kimseden hiçbir şey istemiyorken, hiçbir şey elde edememek farklı bir boyut ve ben bu boyutta yönümü şaşırdım.
Buraya kadar okuyan olduysa, öncelikle teşekkür ederim. Fikirlere açığım. Sadece yapıcı olursa sevinirim, çünkü şu an "Sen de öyle yapmasaydın, şükret şükret neleri var neleri, onlar seni dışarıya karşı korumak istedikleri için böyle yapıyor" gibi şeyler yazmayın nolur.
Beni bugüne kadar "dışarısı" hiç üzemedi, kıramadı, ağlatamadı ya da zarar vermesine izin vermedim. Beni "içerisi" yedi bitirdi.
Ben de dönmek istiyorum bu uçurumun kenarından... Ama ne adım atacak gücüm kaldı ne de nereye gidebileceğimi biliyorum.
Lütfen görebilen varsa söylesin... Bir insandan bir insana bir öğüte, bir dala, bir ele çok ihtiyacım var...
Umarım yaşarken kıymet bilirsiniz ve kıymetiniz bilinir...
Allaha emanet...
Allah askına onlara en büyük nankörlüğü yap ya nasıl bi sabır sende ki kardeşim? Anan baban da olsa bir yere kadar abi sen doğmadan önce de deliydi bunlar kesin kendi akıl sağlıklarını test ettirip anne baba olsalardı keske bıraksana allah askına yerin de olsam hepsini siler uzaklaşırımMerhabalar;
Ben 33 yaşında ve psikolojik tedavi gören bir kadınım. Yazacaklarım biraz uzun o yüzden kusuruma bakmayın. Ama yazmak zorundayım çünkü tekrar irademi kaybetmek istemiyorum.
Daha net açıklamak adına önce kendimi tanıtayım. Ve rica ediyorum yalan söylüyorsun, abartıyorsun, kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun gibi tepkiler vermeyin. Bunu yazarken bile uçurum kenarından sesleniyorum. Yalan söyleyerek objektif fikirleri duymayı engellemek en son istediğim şey bile değil şu an. Sadece düşmeden çözüm bulmak istiyorum.
Doğru düzgün arkadaşı olmayan biriyim, çünkü çevremdekilerle birbirimize pek katlanamayız. Mükemmel bir karakterim var diyemem insanım neticesinde. Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini cümlesindeki kendini koruyamayan ve bunu hep sürdüren, çevremden gelen bencil ve suistimal tavırları görünce de eyvallah çekmeyen köprüleri yıkan biriyim. Çözümü bunda buldum çünkü ne o köprüler ne de o köprülerden gelenler bir kere bile bana iyi gelmedi. Elbet ben de birilerinin canını sıkmışımdır ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki canım defalarca yakılmadan hiç can yakmadım.
Gariptir ki annemin altımı bezlediği zamanları uzun sahneler boyunca hatırlayan biriyim. Ve ne yazık ki kendimi bildim bileli bütün her şeyim anne ve babamın ağzına göre şekillendi. Lise dahil kafası çok basmayan biriydim. Varım yoğum arkadaşlarımdı. Çünkü evde bana yer yoktu. Bardağı masaya koyduğum yerden bile azar yediğim, saatlerce bağırmalarına sabretmek zorunda kaldığım için o evi evim gibi hiç göremedim. Annemle babamın oturduğu daire bana hiç yuva olmadı. Küçük çocukluğumdan beri dış dünyadan korumak adına (!) hep erkek gibi yetiştirildim. Daha doğrusu annem kız gibi giydirdi, babam erkek gibi yetiştirdi. İkisinin arasında, kime ne lazımsa onu vermeye çalıştım ta çocuk yaşımdan. İlkokul bitene kadar kız-erkek ayrımını net bir şekilde anlayamayan ben, orta birinci sınıfın ilk günü babam tarafından 15 sn süren bir uyarı yaşadım. Durup dururken ben ateri oynarken birden "Bundan sonra hiçbir erkekle konuşmayacaksın, biri sana biz arkadaşız diye selam verse bile kızıp defol git diyeceksin" dedi. Bunu derken yüzü o kadar korkunçtu ki hala aklıma geldiğinde kafamı kurcalar. Nolduğunu anlamamıştım.
Ancak dedim ya erkek gibi yetiştirilen biri olduğum için kızlarla çok anlaşamıyordum. Barbie bebeklerle oynamak yerine çocuklarla tek kale maç yapmak mutlu ediyordu beni, ama yapmadım. Zorla kızlarla bebek oynamaya çalıştım, onlar da çocuk ya birden çıkan kavgalara anlam veremediğim için hemcinsime iyice uzaklaştım.
Diledikleri ve emrettikleri gibi yaşamaya çalıştım ama ne yaptıysam olmadı. Çünkü biri kız evlatla konuştu, öbürü erkek evlatla. Biri kıza göre beklenti kurdu, sonuç bekledi, öbürü erkeğe göre...
Velhasıl daha 15 yaşıma gelmeden aşağıda sakal yukarıda bıyık olduğunu anlamıştım ama çözüm bulamıyordum. O yüzden ben de nefes alabilmek adına, akıl karışıklığı beni komple yemeden önce kendime "çift hayat" yapısı kurdum.
Okuldayken kendim oluyordum, eve girince kız ve erkek evlatları. Okulda bir sürü arkadaşım oluyordu, konuşuyordum, sohbet ediyordum, eve gelince kimseyle bir şey konuşmuyordum. Bir muhabbet söz konusu olmuyordu çünkü. En uzun sohbetimiz, naptın? derslerin nasıl? paraya ihtiyacın var mı? şunu getir. ile bitiyordu.
Öz annem babamdı ama bir an bile aitlik hissiyatım olmadı.
Buraya kadar nötr dönem dersek 15 yaşımda bir gün ibreyi aşağı çeviren bir olay oldu. Babam okul çıkışıma gelmiş ve durakta benimle birlikte otobüs bekleyen iki arkadaşımla mubabbet ederken yüzümün güldüğünü görmüştü. Babamı gördüğüm o anı hatırladığımda hala yüzümde karıncalar gezinir. Arabaya bindiğimde öyle hızlı sürdü ki nefes alamamıştım. Evin önüne gelince sadece in dedi ve yine aynı hızla gitti. Hayatımda fiziken ölüme daha yakın olduğum -geçen seneye kadar- başka bir an olmamıştı. Eve giderken "bizi öldürecek", kendisi dönerken de "kendini benim yüzümden öldürecek" düşüncesinden başka hiçbir şey düşünememiştim. Akşam eve gelene kadar salonda bir koltukta hiçbir şey yapamadan korkuyla bekledim. Geldiğinde sadece "hazırlan" dedi. Gittim, giyindim, annem noldu diye ağlamaya, bana "naptın yine sen" diye bağırmaya başladı ama cevap vermeyi bırakın, yüzümü yerden kaldıramadım korkudan. Ve arabaya binip hastaneye gittik. Bekaret testine.. Doktor kız oğlan kız deyince yüzünde mimik oynamadan döndü hastaneden çıktı arabaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi. Eve döndüğümüzde annem harap olmuştu, içeri girdiğimizde benim yakama yapışıp "sen ne haltlar yedin" diye bağırmaya devam etti ve yere fırlattı. Düştüğüm şekilde kaldım ve o pozisyonda bana saatlerce haykırdılar. En son okuldan alıp, ülkenin öbür ucundaki bir şehirde kız kuran kursuna verip bir daha yüzüme bakmamaya karar verdiler. Sonra sustuğum için bir daha bağırdılar ve odalarına çekildiler. Ben ertesi gün orada uyandım, aynı pozisyonda. Her bir kasım tutulmuştu ama hareket etmeye korkuyordum hala. Babam "kalk odana git ayak altından çekil" dedi ve kalkıp odama gittim. Yatağıma yattım ve uyumaya devam ettim. Bir kaç saat sonra annem geldi sarsarak ve bağırarak uyandırdı,, hala naptığımı soruyordu, cevap vermediğim için iyice hınçlandı ve dövmeye başladı. Yorulunca gitti ve ben yine gittim yattım uyudum. Ertesi gün yani olayın 3.gün akşamı annem odaya geldi ve yemeğe çağırdı. 3.güne bir şey yemeden girmiştim ama zerre aç değildim. Oturdum yemek yedim, bitince masayı toplamaya yardımcı olayım diye düşündüm, her zaman yaptığım gibi. "Senden yardım istemez, defol" diyerek odama gönderdi. 2 hafta böyle geçti. Sürekli uyku, bağırma ve dayakla uyandırılma, sofraya çağrılma, yüzüne bakılmama, ayak altına denk geldiğinde de kovuşturma ile. 2 hafta sonunda salona çağırdılar ve ne kadar gamsız (!) olduğumdan bahsederek bağırdılar. Okuma isteğimin olmadığından ve erkek düşkünlüğümden bahsettiler. Ama kendileri anne-baba oldukları için bana kıyamadıklarını ve tekrar geri okula yazdıracaklarını söyleyerek tekrar odama gönderdiler. Aylarca yüzüme bakmama ve laf sokma işlemleri devam etti. Okulda notlarım iyice düşünce akşam yemeği gündemi erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğu üzerine dönmeye başladı.
2 sene sonra babam batana kadar bu tavırlar devam etti. Ben de hissizce yaşamaya devam ettim. Ne doktorda bekaret zarıma bakılırken, ne uykudan dayakla uyandırılırken, ne ailemin kıyamadığı anlarda hiçbir şey hissedemedim. Sadece uyuşmuştum. Mimiklerim çalışmıyordu. Gülemiyordum, ağlayamıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece izin verildiği kadar sorumluluklarımı yerine getirip, kalan zamanlarda kendimi, kabuslarla dolu olsa bile, uykuya teslim ediyordum. Bir kere bile bir arkadaşımla buluşmayı bırakın herhangi bir faaliyet gerçekleştirmeden diğer gündeme kadar çilemi tamamlamıştım.
Babam battığı sene liseden mezun olduğumda, babam yazdırsaydı İstanbul üniversitesi işletmeyi ben kapatırdım. Ama seneye dershaneye gönderiyorum daha yüksek puan yaparsın dediği için tercih yapmamıştım. Sonraki sene de dershaneye gönderdi ama puanım erkek düşkünlüğümden dolayı aynıydı. Özel üniversiteleri de yaz diye salık verdiler ben de yazdım. Tam burslu bir özel üniversite kazandığımın açıkladığı zaman yine erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğunu anlattılar. Tercih süreci geldiğinde de babam battığı için çalışmaya başladım.
Asla saygıda kusur etmedikleri, haklarını bile savunmadıkları, çocuklarına gözleri önünde dayak atan anne babaları bir gün bile 5 yaşındaki kardeşime bakmak için gelmedikleri için, çalışıp kardeşimin anaokulu masraflarını çıkarttım. İşim 123 metre kare beyaz eşya dükkanını eşyalarıyla birlikte her sabah temizlemek, çay yapmak, öğle yemeğini pişirmek, müşterilerle ilgilenmek, tuvaletleri silmek, ön muhasebeyi tutmak, satış yapmak, gerekirse depodan mal taşımak, kalırsa öğle yemeği yemek ve akşam da tekrar temizlik yaptıktan sonra eve gitmekti. 15 günde bir izin yaparak 1 senemi 18. yaşımı böyle geçirdim. Bir kere bile ağzımı açıp bir şey demedim.
Bir izin günümde salona çağrıldım ve bana tekrar ders çalışmamı ve sınava girmemi söylediler. Ders çalışmaya başladım. Ancak önceki sene kazanıp gitmediğim için puanım kırıldı ve aöf işletme yazdım. Ek tercih zamanı da tekrar çağrıldım ve istediğim bölümü yazabileceğim söylendi. Ben de evde bilgisayar olmamasına rağmen, bilgisayarın açma/kapama tuşuna basmayı bile bilmiyorken iki yıllık meslek lisesi önceliği istemeyen uzaktan eğitim bilgisayar yazdım. Çünkü insan görmek istemiyordum.
Aynı üniversiteden 750 kişi arasından 7., DGS'ye giren 5 kişi arasından kazanan tek kişi, ve DGS bazında da 180 bin küsür kişi içinden ilk 500lük kısma girerek derece yaptım. Sonra mühendislik. 4 sene boyunca aileme yük olmamak için hem okudum, hem öğretmenlik yaptım. Çok güzel paralar kazandım ama ailem biz seni oraya okumaya gönderdik der diye gizledim.
4 sene boyunca 500den fazla öğrencim oldu. Annesi babası çalışmak zorunda olduğu için 4 yaşında anaokuluna gönderilenlerden tutun da lisans düzeyinde bölümlerimizle ilgili okul arkadaşlarımıza kadar her yaşa hizmet verdik. Sadece eğitim vermedik, ilk başladığımızda bir PDRciden ders aldık. Bize mümkün mertebe, çok derine girmeden çocukları aileleriyle bağlamamızı söyledi. Çünkü düşük ders notları aile problemlerinden de kaynaklanabiliyordu. Bu süreçte aileyle arasını bulabilirsek aileler çocukların eğitim sürecinde çocuklara köstek değil destek olacaktı. Çocuklar da dışarıdan tehlikelere daha kapalı olacak ve uğraşmaları gereken daha az sorun olacağı için daha salim kafayla derslerine odaklanıp notlarını yükseltecekti. İşin aslı eğitimde değildi. Çünkü oturup, çalışıp öğrenilmeyecek herhangi bir şey yoktu.
Okulum bir dönem uzamıştı ama yaz okulu, muafiyet sınavları ve tek ders ile bir dönemi yaz döneminde bitirip 3 ay gecikerek eve dönmüştüm. Çünkü aldığım rehberlik, beden dili ve iletişim teknikleri eğitimleri ve aileden fiziken uzak kalma ile oluşan özlem duygusu ile günde en fazla 4 saat uyuyarak eve dönmüştüm.
Döndükten 4 ay sonra hastalandım. Annemle babamın birbirlerine bağırmalarını engellemeye çalıştığım bir akşamın gecesi uyumuştum, uyandığımda başımda serum asılıydı. 5 gün boyunca gözümü açamamışım, ateşlenmişim, ateşim inmemiş. Kendime geldiğimde bana derdimin ne olduğunu sordular. Üniversite okumaya gittiğim şehirde başıma bir şey mi gelmişti acaba? Birileri bir şeyler mi yapmıştı yoksa ben mi bir günah işlemiştim?
Sonra bana her bağırmaya başladıklarında kasılma krizleri yaşamaya başladım. O an hangi pozisyondaysam o şekilde kasılıp titremeye başlıyordum. Nefes alamadığım için babam kaşıkla ağzımı açmaya çalışırken dişimi kırmıştı. Cenin pozisyonunda krize girdiğim bir akşam öylece kucağına alıp hastaneye götürmüştü ve doktor fiziki bir şey yok psikiyatriste görünmesi gerekiyor dediğinde doktora saydırıp eve geri getirmişti.
Baktım ki çare yok, ben kendim doktora gitmeye başladım. Devlet hastaneleri malum, yıllar öncesi daha da malum. Ya da denk geldiğim doktordan sebep bilemiyorum ama doktor "3 cümleyle anlat" dedikten sonra ilaç verip göndermişti. İlaçlarımı asla aksatmadım ama daha da hissizleşmiştim hatta alıklaşmıştım. Çünkü ocağın üstündeki demir tencereye elimle yapışıp salona kadar götürmüş ellerimin yandığını anlamamıştım. Sonrası hastane, eczane vs... Doktordan dönerken babam bunların ilaçtan dolayı olduğunu ve her Allahın günü birbirlerine giren, tartışan annemle birlikte, doktora ihtiyacım olduğunu düşünmediklerini söyledi ve doktoru ve ilacı bırakmamı emretti bıraktım.
Bu sırada hiçbir yere CV göndermemişken Tübitaktan teklif geldi. Babam tamam her gün gider gelir demiş anneme. Ancak fatura hariç yerleşim masraflarını karşılayan, fazlasıyla yemek ticketı ve doğal olarak dolgun maaş veren tübitak, bizim semte yakın yere kadar servis gönderemiyormuş. Çözüm için anneme, "Babama sorar mısın, ne yapabiliriz" demiştim, babamdan da "Yapacak bir şey yok" cevabı gelmişti ve ilk fırsatım güle güle gitmişti.
Yaklaşık 1 sene sonra benden ses çıkmadığı, hiç arayıp sormadığım için ünide aramın iyi olduğu hocalar toplanıp beni aramıştı ve bana öğretim görevlisi olmam için öneride bulunmuşlardı. O zamanın şartları ya 3 sene tecrübe ya yüksek lisans olduğu için, babam okumaya geri göndermişti.
Üzerinden yıllar geçti, geri dönmedim. Pandemi oldu, ailemi özledim, tek başıma korktum, ağladım ama bir şey yokmuş gibi davrandım. Hem işime hem yüksek lisansıma devam ettim. 1.5 sene sonra, geçen sene, son ilişkim bitmişti. Evlilik düşündüğüm kişiyle yollarımı ayırmak istediğimde, canımla tehdit edildim. 2 hafta yemek yiyemedim, uyuyamadım. Buradaki çevrem ne olduğunu öğrendiğinde, benim için sorunu çözüp, tehditi ekarte ettiler, sağ olsunlar.
Aileme tabi ki söyleyemedim. Halihazırda canımla tehdit edilmişken bir de ailemden erkek düşkünlüğümden dolayı mahvolduklarını, benim bacaklarımı kıracaklarını duymak istemedim. Spor yapmaya başladım. Her gün biraz daha zorluyordum kendimi. Canım yandıkça rahatlıyordum, yoruldukça düşünecek gücüm kalmıyordu. Derken sakatlandım, omuzda 2 kas yırtığı. Ameliyat eşiğinden döndüm ve sadece bir elimle bütün evin işini, yemeğini... neyini yapıyorsam yapmaya devam ettim. Ama artık o kadar zor gelmişti ki. Babam geleyim alayım dese de izin vermiyordum çünkü çalışıyordum onları riske atmak istememiştim. Olacak ya firmamla sağlık koşullarını sağlayamadıkları için yollarımı ayırdım ve kendimi 15 gün karantinaya aldım. 15 gün sonra babam geldi beni aldı ve dönerken bütün yol boyunca erkek kardeşimin yarattığı sorunları, dışarıya ne kadar açık olduğunu konuştuk.
Eve gittiğimde 1.5 ay içinde annemden çok benim baktığım kardeşim, istediği saatlerde çalışmanın yeteceğini, oyuna daha fazla zaman ayırabileceğini söyletemediği için konuşmayı kesti. Annem önümdeki bardağımı almasını istemediğim için bağırdı ve konuşmayı kesti. Salonda yatıp kalktığım için evin diğer odalarında takılmaya başladılar. En son da babama bankayla ilgili bildiğim -direkt ilgili bankanın müşteri hizmetlerinden- öğrendiğim bir bilgiyi aktardığım için "Salak mısın öyle şey mi olur saçmalama" diye 15 dakika bağırmasına sustum. O da konuşmayı kesti. 1 hafta boyunca ramazanda iftarı salonda tek başıma sakat halimle yaptım. 1 hafta sonra babama evime dönmek istediğimi söyledim ve kendisi bağırarak benim ev dediğim yerin defterini düreceğini, beni göndermediğini söyledi. O an beynimden vurulmak nasıl bir şey, bir fikir edinmiştim. Akıl sağlığımı, huzurumu, neşemi koruyabildiğim tek yeri 2 göz odayı benden alacaklardı.
Yine uyumaya başladım, kalan zamanlarda yarı bilinçli yarı bilinçsiz tv izliyordum. 1.5 hafta sonunda reklam arasında canıma kıymak için planlar yaptığımı fark ettim. Kurtarılma ihtimalinin olmadığı planlar hazırlarken buluyordum kendimi. Part time abim sayılabilen amcama durumu anlattım, o da beni aldı evime getirdi.
Sonra derslerime çalışmaya devam ettim ama bir şeyler bozulmuştu içimde. "Evinin defterini düreceğim" dediği an böyle göğsümün ortasından aşağı bir şey ılık ılık indi. Ve o gün bugündür eskisi gibi olamıyorum. Hiçbir şeyi çok sevemiyorum, hiçbir zaman çok mutlu ya da neşeli olamıyorum. Önceden sokak kedileri için bir şeyler yapmaya çalışırken o günler bir kaldırım taşından farksız hale gelmeye başladılar.
Ve buradaki dostlarım beni maddi olarak destekleyeceklerini, kafama bir şey takmadan psikolojik tedavi almamı söylediler.
Allah gani gani razı olsun başladım, biraz ileri biraz geri giderek de devam ediyoruz. İlaçlardan da kafam güzeldi zaten pek yaşadım da denemez. Ama tutundum. Aynı hissizliğe tutundum ve kendime zarar vermeden dayandım.
Yine de durumum elverdikçe ders çalıştım, dil öğrendim, farklı yemekler yapmayı öğrendim, kendim tarif geliştirdim. Bir kaç tane büyük yurtdışı firmalarından iş teklifleri aldım, görüştüm ama reddettim. O halimde babamla ters düşecek gücü bulamadım.
Dün bir mail gördüm. Haftalar önce öylesine sertifikalı-sertifikasız astrofizik eğitimlerine bakıyordum, sınavları nasıl oluyormuş diye 2 tane de sınavına girmiştim. Hoşuma gidiyor evren işleri... Gelen mailde amerikada ilk 20deki bir üniversiteye %75 burslu kazandığım yazılmış. Gittim geçmişten girdiğim sınavlara baktım bir tanesi min astrofizik bilgisi ölçen, genel bir bölüm sınavıymış. Verilen iletişim numarası dışında üniversitenin numarasını buldum aradım ve doğru olduğunu teyit ettim. Çok sevinmiştim.
Ne kadar ilaçlardan çalışamadığım için yüksek lisansımı dondursam da, gelen iş görüşmelerine giremesem de güzel bir şey başarmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu olmuştum. Bu akşam babamın müsait olmasını heyecanla bekledim ve söylediğimde kızmaya başladı? Saçmalama dedi, seni kandırıyorlar dedi, öyle şey mi olur dedi, falcılık mı okuyacaksın dedi, hayal satıyorlar dedi... Dedi de dedi...
Şimdi bana demeyin nolur "Konuşsaydın" diye. Konuşmayı yüzlerce kez denedim. "Şükret, hayattalar" da demeyin, evet şükrediyorum. Farkındayım da. Annesi, babası vefat etmiş kişilere göre şanslıyım, evet biliyorum. Ama yaşıyor olup da var olamamak diye de bir şey var. Bunu da fiziken aynı, duygusal olarak ayrı dünyalarda yaşamayan anlamaz. Evet anneniz, babanız sağ, çok şükür. Ama yanlarına gidemiyorsunuz, konuşamıyor, muhabbet edemiyorsunuz. Saçınızı okşatamıyor, ağzınızla kuş tutsanız bir aferin alamıyorsunuz... Hayatında bir kere aferin alabilmek için kimlik karmaşası içinde, bir ona bir öbürüne yaranamamak, birini tatmin etseniz öbüründen azar yemek ne demek, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Amacım nankörlük değil, Allah şahit kendimi bildim bileli her gece Allah'a benim ömrümden alıp onların ömürlerine katmasını diliyorum. Hem ne olursa olsun sevdiğim için, hem de gördüğüm kadarıyla yaşamayı benden çok sevdikleri için..
33 senelik ömrümü bir gün bile şunu yapmak istiyorum hadi yapayım fikriyle geçirmedim. Annemle babamı ne mutlu ederse onu yapmaya odaklandım. Karşılığında saçımı okşamalarını bile istemedim. Bir kere aferin deselerdi yeterdi. Demediler. Dedirtemedim.
Evlenmek istemedim, istemiyorum. İyi olduğum zamanlar ya kariyer yapmak istiyorum şöyle ses getireninden, çok para kazanıp, para derdi olanlara yardımcı olmak istiyorum. Bunu niyet ettiği iyiliği göze sokmaya çalışıyor olarak düşünmeyin, bu maksatla söylemedim. Sadece istiyorum ki çözülebilecek sorunları çözmeye yardımcı olayım. Çünkü hayatımda hiçbir sorunu çözemedim. Ve böylece eriyerek gideyim, miadımı doldurayım. Bir eş istemiyorum, çünkü gerçekten sevgiye ya da aşka inanmıyorum. Bugüne kadar bütün ilişkilerim; bir ilişkiye başlayana kadar beni şımartan, ilgi alaka gösteren, ilişkiye başladıktan sonra da emirler yağdıran, "dışarı çıkamazsın, bunu giyemezsin" diyen, ihtiyaçları (!) olduğunu bildiren, bu sebeple okulu, kariyeri bırakıp ya bir an evvel evlenmek isteyen ya da evliliğin aslında kağıt üzerinde bir anlaşma olduğunu öğretmeye çalışan tipler oldu. Her ne kadar hususi olarak aynı karakterlerle tekrar denememeye dikkat etsem de, kader motifi ya, sonuç hep aynıydı ve hep ben suçluydum.
Zaten sanayi bölgelerinden geçen büyükşehir otobüslerinde her etüt öncesi ve sonrası cinsel tacize uğrayan ben, ilk tacizimle mezun grubu dershanemde tanıştım. Geometri öğretmenim bire bir etüt sırasında birden dudağımdan öpmüştü. Sonrası da malum, ihtiyaçlar hiyerarşisi. Kendimi bulamadım hiçbir yerde, kendimi kimsenin kanadı altına sokamadım. Kaldı ki cinsellik isteyeceğim... İstemiyorum. Bugüne kadar yaşamadım, ama babamdan korkuma değil. Allahtan korkuma... Yıllar önce gerçekten "Evde kaldım, ölüm bir anlık bir ölsem kalsam kimsem yok kimsenin haberi olmaz" diye evlenmek istemiştim ama artık gerçekten istemiyorum.
Ben sadece aileme yaranmaya çalışırken büyüttüğüm kanatlarla 1-2 yıl bile olsa uçabilmek istiyorum. Annem babam sağken, "Allahım ya sen kurtar, ya birini gönder o kurtarsın" diye binlerce kez dua ettiğim için, birilerinin hayatına dokunabilmek istiyorum. İyi biri değilim, zorlu bir karakterim var yanımda kimse durmaz genelde. Zaten kimseyi de istemiyorum. Sadece kaç gün ömrüm kaldıysa, bu yaştan sonra biraz istediğim gibi yaşamak istiyorum. Denemek istiyorum. Babamın yanında araba sürerken korkumdan elim titrer, doğru düzgün süremem ama yalnızken orta halli bir araba alıp ona atlayıp yolda olmak istiyorum. Nereye gittiğim önemsiz. 2 göz oda evimde kendi kendime neşelenebiliyorum, kendimi geliştirebiliyorum. Kimseden de destek istemiyorum, sadece anne-babam gölge etmesin istiyorum.
Ben de biliyorum başımı alıp gitsem ne yapabilirler ki... Ama halihazırda çok kıymetli oğulları onları üzerken bir de ben mi dert olacağım? Ya da biraz ısrar etsem "Evlatlıktan reddederim", "Bacaklarını kırarım" cümlelerini duymaya vallahi billahi gücüm kalmadı.
Doktorumla seanslara devam ediyoruz ama 2 gündür Allah nazardan saklasın iyiyim galiba derken, bugün güzel bir ünide güzel bir bölüm kazandığım için azar yediğimde yine dayanma gücüm bitti. "Yoo, bir şey yok ki, bir şey olmadı ki" maskem yüzümde durmuyor artık. Nasıl denersem deneyeyim, ne çözebildim ne durumun beni bu kadar etkilemesini engelleyebildim.
Kimseden hiçbir şey istemiyorken, hiçbir şey elde edememek farklı bir boyut ve ben bu boyutta yönümü şaşırdım.
Buraya kadar okuyan olduysa, öncelikle teşekkür ederim. Fikirlere açığım. Sadece yapıcı olursa sevinirim, çünkü şu an "Sen de öyle yapmasaydın, şükret şükret neleri var neleri, onlar seni dışarıya karşı korumak istedikleri için böyle yapıyor" gibi şeyler yazmayın nolur.
Beni bugüne kadar "dışarısı" hiç üzemedi, kıramadı, ağlatamadı ya da zarar vermesine izin vermedim. Beni "içerisi" yedi bitirdi.
Ben de dönmek istiyorum bu uçurumun kenarından... Ama ne adım atacak gücüm kaldı ne de nereye gidebileceğimi biliyorum.
Lütfen görebilen varsa söylesin... Bir insandan bir insana bir öğüte, bir dala, bir ele çok ihtiyacım var...
Umarım yaşarken kıymet bilirsiniz ve kıymetiniz bilinir...
Allaha emanet...
12 Mayıs'ta yazmışsınız sizi merak ettim oncelikle iyimisiniz?yurt dışında 18 yaşından itibaren bireyler özgürdür biliyorsunuz hatta 15 yaşında acemi ehliyet vs alırlar 15 yaşında başlar yani hayattaki duruşları,bizim toplumumuzda aileler kendini kahraman zannediyor ve doğru yaptıklarını düşündükleri şeyin ne derece gereksiz aptalca olduğunu goremiyolar,bunların kuşaklar arası eğitim kültür farklılığından kaynaklandığını dusunmusumdur hep ki öyle,bizleri yükledikleri sorumluluklar çok ağır ,size tavsiyem erkek kardesinizi annenizi ve babanizi bir tarafa bırakıp kendi hayatınıza bakmanız,okadar bastırılmış siniz ki gerçekten evlatlıktan reddetme ihtimaline inanıyorsunuz bu çok enteresan ,33 yaşındasınız kendinizin farkına varın ve hesap vermekten vazgeçin..siz bireysiniz benliginizi daha fazla curutmeyin ,korkmayın anne baba hakkı ödenmez degil asıl evlat hakkı ödenmez ,ilk olarak evlatlar hesap soracaktır ,bize bilmemiz gerekenleri nasıl ogrettilerse önce onlar hesabıni verecek ..sağlıcakla kalın..Merhabalar;
Ben 33 yaşında ve psikolojik tedavi gören bir kadınım. Yazacaklarım biraz uzun o yüzden kusuruma bakmayın. Ama yazmak zorundayım çünkü tekrar irademi kaybetmek istemiyorum.
Daha net açıklamak adına önce kendimi tanıtayım. Ve rica ediyorum yalan söylüyorsun, abartıyorsun, kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun gibi tepkiler vermeyin. Bunu yazarken bile uçurum kenarından sesleniyorum. Yalan söyleyerek objektif fikirleri duymayı engellemek en son istediğim şey bile değil şu an. Sadece düşmeden çözüm bulmak istiyorum.
Doğru düzgün arkadaşı olmayan biriyim, çünkü çevremdekilerle birbirimize pek katlanamayız. Mükemmel bir karakterim var diyemem insanım neticesinde. Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini cümlesindeki kendini koruyamayan ve bunu hep sürdüren, çevremden gelen bencil ve suistimal tavırları görünce de eyvallah çekmeyen köprüleri yıkan biriyim. Çözümü bunda buldum çünkü ne o köprüler ne de o köprülerden gelenler bir kere bile bana iyi gelmedi. Elbet ben de birilerinin canını sıkmışımdır ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki canım defalarca yakılmadan hiç can yakmadım.
Gariptir ki annemin altımı bezlediği zamanları uzun sahneler boyunca hatırlayan biriyim. Ve ne yazık ki kendimi bildim bileli bütün her şeyim anne ve babamın ağzına göre şekillendi. Lise dahil kafası çok basmayan biriydim. Varım yoğum arkadaşlarımdı. Çünkü evde bana yer yoktu. Bardağı masaya koyduğum yerden bile azar yediğim, saatlerce bağırmalarına sabretmek zorunda kaldığım için o evi evim gibi hiç göremedim. Annemle babamın oturduğu daire bana hiç yuva olmadı. Küçük çocukluğumdan beri dış dünyadan korumak adına (!) hep erkek gibi yetiştirildim. Daha doğrusu annem kız gibi giydirdi, babam erkek gibi yetiştirdi. İkisinin arasında, kime ne lazımsa onu vermeye çalıştım ta çocuk yaşımdan. İlkokul bitene kadar kız-erkek ayrımını net bir şekilde anlayamayan ben, orta birinci sınıfın ilk günü babam tarafından 15 sn süren bir uyarı yaşadım. Durup dururken ben ateri oynarken birden "Bundan sonra hiçbir erkekle konuşmayacaksın, biri sana biz arkadaşız diye selam verse bile kızıp defol git diyeceksin" dedi. Bunu derken yüzü o kadar korkunçtu ki hala aklıma geldiğinde kafamı kurcalar. Nolduğunu anlamamıştım.
Ancak dedim ya erkek gibi yetiştirilen biri olduğum için kızlarla çok anlaşamıyordum. Barbie bebeklerle oynamak yerine çocuklarla tek kale maç yapmak mutlu ediyordu beni, ama yapmadım. Zorla kızlarla bebek oynamaya çalıştım, onlar da çocuk ya birden çıkan kavgalara anlam veremediğim için hemcinsime iyice uzaklaştım.
Diledikleri ve emrettikleri gibi yaşamaya çalıştım ama ne yaptıysam olmadı. Çünkü biri kız evlatla konuştu, öbürü erkek evlatla. Biri kıza göre beklenti kurdu, sonuç bekledi, öbürü erkeğe göre...
Velhasıl daha 15 yaşıma gelmeden aşağıda sakal yukarıda bıyık olduğunu anlamıştım ama çözüm bulamıyordum. O yüzden ben de nefes alabilmek adına, akıl karışıklığı beni komple yemeden önce kendime "çift hayat" yapısı kurdum.
Okuldayken kendim oluyordum, eve girince kız ve erkek evlatları. Okulda bir sürü arkadaşım oluyordu, konuşuyordum, sohbet ediyordum, eve gelince kimseyle bir şey konuşmuyordum. Bir muhabbet söz konusu olmuyordu çünkü. En uzun sohbetimiz, naptın? derslerin nasıl? paraya ihtiyacın var mı? şunu getir. ile bitiyordu.
Öz annem babamdı ama bir an bile aitlik hissiyatım olmadı.
Buraya kadar nötr dönem dersek 15 yaşımda bir gün ibreyi aşağı çeviren bir olay oldu. Babam okul çıkışıma gelmiş ve durakta benimle birlikte otobüs bekleyen iki arkadaşımla mubabbet ederken yüzümün güldüğünü görmüştü. Babamı gördüğüm o anı hatırladığımda hala yüzümde karıncalar gezinir. Arabaya bindiğimde öyle hızlı sürdü ki nefes alamamıştım. Evin önüne gelince sadece in dedi ve yine aynı hızla gitti. Hayatımda fiziken ölüme daha yakın olduğum -geçen seneye kadar- başka bir an olmamıştı. Eve giderken "bizi öldürecek", kendisi dönerken de "kendini benim yüzümden öldürecek" düşüncesinden başka hiçbir şey düşünememiştim. Akşam eve gelene kadar salonda bir koltukta hiçbir şey yapamadan korkuyla bekledim. Geldiğinde sadece "hazırlan" dedi. Gittim, giyindim, annem noldu diye ağlamaya, bana "naptın yine sen" diye bağırmaya başladı ama cevap vermeyi bırakın, yüzümü yerden kaldıramadım korkudan. Ve arabaya binip hastaneye gittik. Bekaret testine.. Doktor kız oğlan kız deyince yüzünde mimik oynamadan döndü hastaneden çıktı arabaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi. Eve döndüğümüzde annem harap olmuştu, içeri girdiğimizde benim yakama yapışıp "sen ne haltlar yedin" diye bağırmaya devam etti ve yere fırlattı. Düştüğüm şekilde kaldım ve o pozisyonda bana saatlerce haykırdılar. En son okuldan alıp, ülkenin öbür ucundaki bir şehirde kız kuran kursuna verip bir daha yüzüme bakmamaya karar verdiler. Sonra sustuğum için bir daha bağırdılar ve odalarına çekildiler. Ben ertesi gün orada uyandım, aynı pozisyonda. Her bir kasım tutulmuştu ama hareket etmeye korkuyordum hala. Babam "kalk odana git ayak altından çekil" dedi ve kalkıp odama gittim. Yatağıma yattım ve uyumaya devam ettim. Bir kaç saat sonra annem geldi sarsarak ve bağırarak uyandırdı,, hala naptığımı soruyordu, cevap vermediğim için iyice hınçlandı ve dövmeye başladı. Yorulunca gitti ve ben yine gittim yattım uyudum. Ertesi gün yani olayın 3.gün akşamı annem odaya geldi ve yemeğe çağırdı. 3.güne bir şey yemeden girmiştim ama zerre aç değildim. Oturdum yemek yedim, bitince masayı toplamaya yardımcı olayım diye düşündüm, her zaman yaptığım gibi. "Senden yardım istemez, defol" diyerek odama gönderdi. 2 hafta böyle geçti. Sürekli uyku, bağırma ve dayakla uyandırılma, sofraya çağrılma, yüzüne bakılmama, ayak altına denk geldiğinde de kovuşturma ile. 2 hafta sonunda salona çağırdılar ve ne kadar gamsız (!) olduğumdan bahsederek bağırdılar. Okuma isteğimin olmadığından ve erkek düşkünlüğümden bahsettiler. Ama kendileri anne-baba oldukları için bana kıyamadıklarını ve tekrar geri okula yazdıracaklarını söyleyerek tekrar odama gönderdiler. Aylarca yüzüme bakmama ve laf sokma işlemleri devam etti. Okulda notlarım iyice düşünce akşam yemeği gündemi erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğu üzerine dönmeye başladı.
2 sene sonra babam batana kadar bu tavırlar devam etti. Ben de hissizce yaşamaya devam ettim. Ne doktorda bekaret zarıma bakılırken, ne uykudan dayakla uyandırılırken, ne ailemin kıyamadığı anlarda hiçbir şey hissedemedim. Sadece uyuşmuştum. Mimiklerim çalışmıyordu. Gülemiyordum, ağlayamıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece izin verildiği kadar sorumluluklarımı yerine getirip, kalan zamanlarda kendimi, kabuslarla dolu olsa bile, uykuya teslim ediyordum. Bir kere bile bir arkadaşımla buluşmayı bırakın herhangi bir faaliyet gerçekleştirmeden diğer gündeme kadar çilemi tamamlamıştım.
Babam battığı sene liseden mezun olduğumda, babam yazdırsaydı İstanbul üniversitesi işletmeyi ben kapatırdım. Ama seneye dershaneye gönderiyorum daha yüksek puan yaparsın dediği için tercih yapmamıştım. Sonraki sene de dershaneye gönderdi ama puanım erkek düşkünlüğümden dolayı aynıydı. Özel üniversiteleri de yaz diye salık verdiler ben de yazdım. Tam burslu bir özel üniversite kazandığımın açıkladığı zaman yine erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğunu anlattılar. Tercih süreci geldiğinde de babam battığı için çalışmaya başladım.
Asla saygıda kusur etmedikleri, haklarını bile savunmadıkları, çocuklarına gözleri önünde dayak atan anne babaları bir gün bile 5 yaşındaki kardeşime bakmak için gelmedikleri için, çalışıp kardeşimin anaokulu masraflarını çıkarttım. İşim 123 metre kare beyaz eşya dükkanını eşyalarıyla birlikte her sabah temizlemek, çay yapmak, öğle yemeğini pişirmek, müşterilerle ilgilenmek, tuvaletleri silmek, ön muhasebeyi tutmak, satış yapmak, gerekirse depodan mal taşımak, kalırsa öğle yemeği yemek ve akşam da tekrar temizlik yaptıktan sonra eve gitmekti. 15 günde bir izin yaparak 1 senemi 18. yaşımı böyle geçirdim. Bir kere bile ağzımı açıp bir şey demedim.
Bir izin günümde salona çağrıldım ve bana tekrar ders çalışmamı ve sınava girmemi söylediler. Ders çalışmaya başladım. Ancak önceki sene kazanıp gitmediğim için puanım kırıldı ve aöf işletme yazdım. Ek tercih zamanı da tekrar çağrıldım ve istediğim bölümü yazabileceğim söylendi. Ben de evde bilgisayar olmamasına rağmen, bilgisayarın açma/kapama tuşuna basmayı bile bilmiyorken iki yıllık meslek lisesi önceliği istemeyen uzaktan eğitim bilgisayar yazdım. Çünkü insan görmek istemiyordum.
Aynı üniversiteden 750 kişi arasından 7., DGS'ye giren 5 kişi arasından kazanan tek kişi, ve DGS bazında da 180 bin küsür kişi içinden ilk 500lük kısma girerek derece yaptım. Sonra mühendislik. 4 sene boyunca aileme yük olmamak için hem okudum, hem öğretmenlik yaptım. Çok güzel paralar kazandım ama ailem biz seni oraya okumaya gönderdik der diye gizledim.
4 sene boyunca 500den fazla öğrencim oldu. Annesi babası çalışmak zorunda olduğu için 4 yaşında anaokuluna gönderilenlerden tutun da lisans düzeyinde bölümlerimizle ilgili okul arkadaşlarımıza kadar her yaşa hizmet verdik. Sadece eğitim vermedik, ilk başladığımızda bir PDRciden ders aldık. Bize mümkün mertebe, çok derine girmeden çocukları aileleriyle bağlamamızı söyledi. Çünkü düşük ders notları aile problemlerinden de kaynaklanabiliyordu. Bu süreçte aileyle arasını bulabilirsek aileler çocukların eğitim sürecinde çocuklara köstek değil destek olacaktı. Çocuklar da dışarıdan tehlikelere daha kapalı olacak ve uğraşmaları gereken daha az sorun olacağı için daha salim kafayla derslerine odaklanıp notlarını yükseltecekti. İşin aslı eğitimde değildi. Çünkü oturup, çalışıp öğrenilmeyecek herhangi bir şey yoktu.
Okulum bir dönem uzamıştı ama yaz okulu, muafiyet sınavları ve tek ders ile bir dönemi yaz döneminde bitirip 3 ay gecikerek eve dönmüştüm. Çünkü aldığım rehberlik, beden dili ve iletişim teknikleri eğitimleri ve aileden fiziken uzak kalma ile oluşan özlem duygusu ile günde en fazla 4 saat uyuyarak eve dönmüştüm.
Döndükten 4 ay sonra hastalandım. Annemle babamın birbirlerine bağırmalarını engellemeye çalıştığım bir akşamın gecesi uyumuştum, uyandığımda başımda serum asılıydı. 5 gün boyunca gözümü açamamışım, ateşlenmişim, ateşim inmemiş. Kendime geldiğimde bana derdimin ne olduğunu sordular. Üniversite okumaya gittiğim şehirde başıma bir şey mi gelmişti acaba? Birileri bir şeyler mi yapmıştı yoksa ben mi bir günah işlemiştim?
Sonra bana her bağırmaya başladıklarında kasılma krizleri yaşamaya başladım. O an hangi pozisyondaysam o şekilde kasılıp titremeye başlıyordum. Nefes alamadığım için babam kaşıkla ağzımı açmaya çalışırken dişimi kırmıştı. Cenin pozisyonunda krize girdiğim bir akşam öylece kucağına alıp hastaneye götürmüştü ve doktor fiziki bir şey yok psikiyatriste görünmesi gerekiyor dediğinde doktora saydırıp eve geri getirmişti.
Baktım ki çare yok, ben kendim doktora gitmeye başladım. Devlet hastaneleri malum, yıllar öncesi daha da malum. Ya da denk geldiğim doktordan sebep bilemiyorum ama doktor "3 cümleyle anlat" dedikten sonra ilaç verip göndermişti. İlaçlarımı asla aksatmadım ama daha da hissizleşmiştim hatta alıklaşmıştım. Çünkü ocağın üstündeki demir tencereye elimle yapışıp salona kadar götürmüş ellerimin yandığını anlamamıştım. Sonrası hastane, eczane vs... Doktordan dönerken babam bunların ilaçtan dolayı olduğunu ve her Allahın günü birbirlerine giren, tartışan annemle birlikte, doktora ihtiyacım olduğunu düşünmediklerini söyledi ve doktoru ve ilacı bırakmamı emretti bıraktım.
Bu sırada hiçbir yere CV göndermemişken Tübitaktan teklif geldi. Babam tamam her gün gider gelir demiş anneme. Ancak fatura hariç yerleşim masraflarını karşılayan, fazlasıyla yemek ticketı ve doğal olarak dolgun maaş veren tübitak, bizim semte yakın yere kadar servis gönderemiyormuş. Çözüm için anneme, "Babama sorar mısın, ne yapabiliriz" demiştim, babamdan da "Yapacak bir şey yok" cevabı gelmişti ve ilk fırsatım güle güle gitmişti.
Yaklaşık 1 sene sonra benden ses çıkmadığı, hiç arayıp sormadığım için ünide aramın iyi olduğu hocalar toplanıp beni aramıştı ve bana öğretim görevlisi olmam için öneride bulunmuşlardı. O zamanın şartları ya 3 sene tecrübe ya yüksek lisans olduğu için, babam okumaya geri göndermişti.
Üzerinden yıllar geçti, geri dönmedim. Pandemi oldu, ailemi özledim, tek başıma korktum, ağladım ama bir şey yokmuş gibi davrandım. Hem işime hem yüksek lisansıma devam ettim. 1.5 sene sonra, geçen sene, son ilişkim bitmişti. Evlilik düşündüğüm kişiyle yollarımı ayırmak istediğimde, canımla tehdit edildim. 2 hafta yemek yiyemedim, uyuyamadım. Buradaki çevrem ne olduğunu öğrendiğinde, benim için sorunu çözüp, tehditi ekarte ettiler, sağ olsunlar.
Aileme tabi ki söyleyemedim. Halihazırda canımla tehdit edilmişken bir de ailemden erkek düşkünlüğümden dolayı mahvolduklarını, benim bacaklarımı kıracaklarını duymak istemedim. Spor yapmaya başladım. Her gün biraz daha zorluyordum kendimi. Canım yandıkça rahatlıyordum, yoruldukça düşünecek gücüm kalmıyordu. Derken sakatlandım, omuzda 2 kas yırtığı. Ameliyat eşiğinden döndüm ve sadece bir elimle bütün evin işini, yemeğini... neyini yapıyorsam yapmaya devam ettim. Ama artık o kadar zor gelmişti ki. Babam geleyim alayım dese de izin vermiyordum çünkü çalışıyordum onları riske atmak istememiştim. Olacak ya firmamla sağlık koşullarını sağlayamadıkları için yollarımı ayırdım ve kendimi 15 gün karantinaya aldım. 15 gün sonra babam geldi beni aldı ve dönerken bütün yol boyunca erkek kardeşimin yarattığı sorunları, dışarıya ne kadar açık olduğunu konuştuk.
Eve gittiğimde 1.5 ay içinde annemden çok benim baktığım kardeşim, istediği saatlerde çalışmanın yeteceğini, oyuna daha fazla zaman ayırabileceğini söyletemediği için konuşmayı kesti. Annem önümdeki bardağımı almasını istemediğim için bağırdı ve konuşmayı kesti. Salonda yatıp kalktığım için evin diğer odalarında takılmaya başladılar. En son da babama bankayla ilgili bildiğim -direkt ilgili bankanın müşteri hizmetlerinden- öğrendiğim bir bilgiyi aktardığım için "Salak mısın öyle şey mi olur saçmalama" diye 15 dakika bağırmasına sustum. O da konuşmayı kesti. 1 hafta boyunca ramazanda iftarı salonda tek başıma sakat halimle yaptım. 1 hafta sonra babama evime dönmek istediğimi söyledim ve kendisi bağırarak benim ev dediğim yerin defterini düreceğini, beni göndermediğini söyledi. O an beynimden vurulmak nasıl bir şey, bir fikir edinmiştim. Akıl sağlığımı, huzurumu, neşemi koruyabildiğim tek yeri 2 göz odayı benden alacaklardı.
Yine uyumaya başladım, kalan zamanlarda yarı bilinçli yarı bilinçsiz tv izliyordum. 1.5 hafta sonunda reklam arasında canıma kıymak için planlar yaptığımı fark ettim. Kurtarılma ihtimalinin olmadığı planlar hazırlarken buluyordum kendimi. Part time abim sayılabilen amcama durumu anlattım, o da beni aldı evime getirdi.
Sonra derslerime çalışmaya devam ettim ama bir şeyler bozulmuştu içimde. "Evinin defterini düreceğim" dediği an böyle göğsümün ortasından aşağı bir şey ılık ılık indi. Ve o gün bugündür eskisi gibi olamıyorum. Hiçbir şeyi çok sevemiyorum, hiçbir zaman çok mutlu ya da neşeli olamıyorum. Önceden sokak kedileri için bir şeyler yapmaya çalışırken o günler bir kaldırım taşından farksız hale gelmeye başladılar.
Ve buradaki dostlarım beni maddi olarak destekleyeceklerini, kafama bir şey takmadan psikolojik tedavi almamı söylediler.
Allah gani gani razı olsun başladım, biraz ileri biraz geri giderek de devam ediyoruz. İlaçlardan da kafam güzeldi zaten pek yaşadım da denemez. Ama tutundum. Aynı hissizliğe tutundum ve kendime zarar vermeden dayandım.
Yine de durumum elverdikçe ders çalıştım, dil öğrendim, farklı yemekler yapmayı öğrendim, kendim tarif geliştirdim. Bir kaç tane büyük yurtdışı firmalarından iş teklifleri aldım, görüştüm ama reddettim. O halimde babamla ters düşecek gücü bulamadım.
Dün bir mail gördüm. Haftalar önce öylesine sertifikalı-sertifikasız astrofizik eğitimlerine bakıyordum, sınavları nasıl oluyormuş diye 2 tane de sınavına girmiştim. Hoşuma gidiyor evren işleri... Gelen mailde amerikada ilk 20deki bir üniversiteye %75 burslu kazandığım yazılmış. Gittim geçmişten girdiğim sınavlara baktım bir tanesi min astrofizik bilgisi ölçen, genel bir bölüm sınavıymış. Verilen iletişim numarası dışında üniversitenin numarasını buldum aradım ve doğru olduğunu teyit ettim. Çok sevinmiştim.
Ne kadar ilaçlardan çalışamadığım için yüksek lisansımı dondursam da, gelen iş görüşmelerine giremesem de güzel bir şey başarmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu olmuştum. Bu akşam babamın müsait olmasını heyecanla bekledim ve söylediğimde kızmaya başladı? Saçmalama dedi, seni kandırıyorlar dedi, öyle şey mi olur dedi, falcılık mı okuyacaksın dedi, hayal satıyorlar dedi... Dedi de dedi...
Şimdi bana demeyin nolur "Konuşsaydın" diye. Konuşmayı yüzlerce kez denedim. "Şükret, hayattalar" da demeyin, evet şükrediyorum. Farkındayım da. Annesi, babası vefat etmiş kişilere göre şanslıyım, evet biliyorum. Ama yaşıyor olup da var olamamak diye de bir şey var. Bunu da fiziken aynı, duygusal olarak ayrı dünyalarda yaşamayan anlamaz. Evet anneniz, babanız sağ, çok şükür. Ama yanlarına gidemiyorsunuz, konuşamıyor, muhabbet edemiyorsunuz. Saçınızı okşatamıyor, ağzınızla kuş tutsanız bir aferin alamıyorsunuz... Hayatında bir kere aferin alabilmek için kimlik karmaşası içinde, bir ona bir öbürüne yaranamamak, birini tatmin etseniz öbüründen azar yemek ne demek, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Amacım nankörlük değil, Allah şahit kendimi bildim bileli her gece Allah'a benim ömrümden alıp onların ömürlerine katmasını diliyorum. Hem ne olursa olsun sevdiğim için, hem de gördüğüm kadarıyla yaşamayı benden çok sevdikleri için..
33 senelik ömrümü bir gün bile şunu yapmak istiyorum hadi yapayım fikriyle geçirmedim. Annemle babamı ne mutlu ederse onu yapmaya odaklandım. Karşılığında saçımı okşamalarını bile istemedim. Bir kere aferin deselerdi yeterdi. Demediler. Dedirtemedim.
Evlenmek istemedim, istemiyorum. İyi olduğum zamanlar ya kariyer yapmak istiyorum şöyle ses getireninden, çok para kazanıp, para derdi olanlara yardımcı olmak istiyorum. Bunu niyet ettiği iyiliği göze sokmaya çalışıyor olarak düşünmeyin, bu maksatla söylemedim. Sadece istiyorum ki çözülebilecek sorunları çözmeye yardımcı olayım. Çünkü hayatımda hiçbir sorunu çözemedim. Ve böylece eriyerek gideyim, miadımı doldurayım. Bir eş istemiyorum, çünkü gerçekten sevgiye ya da aşka inanmıyorum. Bugüne kadar bütün ilişkilerim; bir ilişkiye başlayana kadar beni şımartan, ilgi alaka gösteren, ilişkiye başladıktan sonra da emirler yağdıran, "dışarı çıkamazsın, bunu giyemezsin" diyen, ihtiyaçları (!) olduğunu bildiren, bu sebeple okulu, kariyeri bırakıp ya bir an evvel evlenmek isteyen ya da evliliğin aslında kağıt üzerinde bir anlaşma olduğunu öğretmeye çalışan tipler oldu. Her ne kadar hususi olarak aynı karakterlerle tekrar denememeye dikkat etsem de, kader motifi ya, sonuç hep aynıydı ve hep ben suçluydum.
Zaten sanayi bölgelerinden geçen büyükşehir otobüslerinde her etüt öncesi ve sonrası cinsel tacize uğrayan ben, ilk tacizimle mezun grubu dershanemde tanıştım. Geometri öğretmenim bire bir etüt sırasında birden dudağımdan öpmüştü. Sonrası da malum, ihtiyaçlar hiyerarşisi. Kendimi bulamadım hiçbir yerde, kendimi kimsenin kanadı altına sokamadım. Kaldı ki cinsellik isteyeceğim... İstemiyorum. Bugüne kadar yaşamadım, ama babamdan korkuma değil. Allahtan korkuma... Yıllar önce gerçekten "Evde kaldım, ölüm bir anlık bir ölsem kalsam kimsem yok kimsenin haberi olmaz" diye evlenmek istemiştim ama artık gerçekten istemiyorum.
Ben sadece aileme yaranmaya çalışırken büyüttüğüm kanatlarla 1-2 yıl bile olsa uçabilmek istiyorum. Annem babam sağken, "Allahım ya sen kurtar, ya birini gönder o kurtarsın" diye binlerce kez dua ettiğim için, birilerinin hayatına dokunabilmek istiyorum. İyi biri değilim, zorlu bir karakterim var yanımda kimse durmaz genelde. Zaten kimseyi de istemiyorum. Sadece kaç gün ömrüm kaldıysa, bu yaştan sonra biraz istediğim gibi yaşamak istiyorum. Denemek istiyorum. Babamın yanında araba sürerken korkumdan elim titrer, doğru düzgün süremem ama yalnızken orta halli bir araba alıp ona atlayıp yolda olmak istiyorum. Nereye gittiğim önemsiz. 2 göz oda evimde kendi kendime neşelenebiliyorum, kendimi geliştirebiliyorum. Kimseden de destek istemiyorum, sadece anne-babam gölge etmesin istiyorum.
Ben de biliyorum başımı alıp gitsem ne yapabilirler ki... Ama halihazırda çok kıymetli oğulları onları üzerken bir de ben mi dert olacağım? Ya da biraz ısrar etsem "Evlatlıktan reddederim", "Bacaklarını kırarım" cümlelerini duymaya vallahi billahi gücüm kalmadı.
Doktorumla seanslara devam ediyoruz ama 2 gündür Allah nazardan saklasın iyiyim galiba derken, bugün güzel bir ünide güzel bir bölüm kazandığım için azar yediğimde yine dayanma gücüm bitti. "Yoo, bir şey yok ki, bir şey olmadı ki" maskem yüzümde durmuyor artık. Nasıl denersem deneyeyim, ne çözebildim ne durumun beni bu kadar etkilemesini engelleyebildim.
Kimseden hiçbir şey istemiyorken, hiçbir şey elde edememek farklı bir boyut ve ben bu boyutta yönümü şaşırdım.
Buraya kadar okuyan olduysa, öncelikle teşekkür ederim. Fikirlere açığım. Sadece yapıcı olursa sevinirim, çünkü şu an "Sen de öyle yapmasaydın, şükret şükret neleri var neleri, onlar seni dışarıya karşı korumak istedikleri için böyle yapıyor" gibi şeyler yazmayın nolur.
Beni bugüne kadar "dışarısı" hiç üzemedi, kıramadı, ağlatamadı ya da zarar vermesine izin vermedim. Beni "içerisi" yedi bitirdi.
Ben de dönmek istiyorum bu uçurumun kenarından... Ama ne adım atacak gücüm kaldı ne de nereye gidebileceğimi biliyorum.
Lütfen görebilen varsa söylesin... Bir insandan bir insana bir öğüte, bir dala, bir ele çok ihtiyacım var...
Umarım yaşarken kıymet bilirsiniz ve kıymetiniz bilinir...
Allaha emanet...
Hiç sıkılmadan okudum. Size diyebileceğim tek şey. 33 yaşınıza gelmişsiniz artık kendiniz için iyi olan neyse onu yapın. Çünkü bunca zaman ailenize birşeyleri anlatmak için çok uğraşmış siniz. Biryerden sonrada kendinizi korumalısınız. Allah önünüze çokça fırsatlar çıkarıyor lütfen bunları değerlendirin. Bazen karşımızdaki insanlara değerimizi göstermenin yolu kendi hayat cizgikize sahip çıktığımız göstermektir. Bunu yapinki size saygı duysunlar. Bizler anne babamızın malı değiliz.Yazılanların hepsini okudum. Destek olan, yardımcı olan, gönlünde iyilik taşıyan, gerçekten (!) objektif olabilen herkese yürekten teşekkür ederim. Dediklerinizle beraber hayatıma daha düzgün bir yol vermeye çalışacağım.
Buraya fazla girmek istemedim, çünkü kötülük her yerde olduğu gibi burada da kol geziyor. İhtiyacım olduğu anda, sırf kendi küçük dünyalarındaki standartlaşmış kriterlere uymadığım için beni yalancı çobanlıkla suçlayanlar, siteye erişimimi engelleyenler, yardımcı olmak isteyenlerle arama girenler, yazdığımı doğru okuyamayanlar olduğu için zaten dipte olduğum bir dönemde daha da sinirlerimi bozmak istemedim.
Bu mesajımın buraya kadar olan kısmı yardımcı olanlar içindi, tekrar minnetle teşekkür ederim. O günden beri bir şeyleri kafamda çözmeye çalışıyorum, umarım zamanla doğru tavrı bulabilirim.
Kalanı da az önce bahsettiğim güzel yürekli (!) arkadaşlara gelsin. "3 gün aynı şekilde uyumuş" diyen kişi lütfen bir daha okusun, nerede var böyle bir cümle? İkide bir "Ben de bu işlerin içindeyim" diye kendini ortaya çıkarmaya çalışan arkadaşlar da oldu :) Madem bu kadar içindesiniz, Tübitak ve XBox kelimelerinden ne mühendisi olduğumu anlayamamış ve hala ne meslek yaptığımı sormuşsunuz :) Siz boş verin benim derdimi, takılmayın :)
Ömrümün yarısını uyumuşum gibi gösterince, yazdıklarımı çarpıtınca, yarayla alan edince hayatınızda nasıl bir tatmin yaşadığınızı merak ediyorum. Evet, bu olayın olduğu sene 1 + sonraki sene, lise son 1 + geçen sene 1 = 3 sene boyunca elimden geldiğince uyudum ki hayatımdan uzaklaşayım. Ve evet buna rağmen bunca şey başardım :) Soruna değil de başardıklarıma takılmanızın asıl sebebi ne olabilir? Hiç düşündünüz mü? Ben size direkt cevabı söyleyeyim. Burada sizin algılayamadığınız, sizin kafa yapınıza, küçük dünyanıza uymadığı için kendinizi koskoca forumun yargı profili gibi gösterip insanlarla dalga geçmek yerine bir şeyler yaparsanız, siz de başarabilirsiniz, neden olmasın.. Sizin aksinize ben size sonuna kadar bunun için içimden destek olacağım :)
Camdaki kız diyenlere bir haberim olacak... Camdaki kızın temeli de yaşanmış bir olay... Tabi meslekte senelerini geçirmiş Gülseren Budayıcıoğlu da sizin için yalan değilse...
"Kazandığın paranın özgüveni yok sende" demek ne demek gerçekten anlamadım. Çok para kazanınca gelişen özgüvenle, ailenize ya da sevdiklerinize asilik mi yapıyorsunuz ya da olması gerekenin bu olduğuna mı inanıyorsunuz? Gerçekten çözemedim ne demek istenildiğini... Ama eğer böyle bir şey ise minnet duygunuz yok demektir, kusura bakılmasın. Bugüne kadar yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, hastayken uykusuz beklemiş insanlar bu kişiler. Anlaşamamak, zıtlaşmak, çarpışmak başka bir durum. Karıştırılmasını doğru bulmuyorum, zaten o yüzden bu haldeyim. Tabi ki herkes önce kendini koruyacak ama kendinizi korurken başkalarının canını yakıp yakmadığınızı kontrol etmiyor musunuz siz? Ben kimsenin canı yanmadan bu sorunu çözmek istiyorum. Sorunlara ya çözüm düşüncesiyle yaklaşırsınız ya da son noktaya kadar görmezden gelir veya idare edersiniz. Ben birincisini yapamadığım için bu yaşıma kadar ikinci yolla devam ettim. Siz olsanız başka bir şey yapabilirdiniz, ama bu saygısızlık yapmanızın hoş karşılandığı anlamına gelmiyor. Toplum içinde yaşıyorsunuz, hatırlatmaya ihtiyaç duydum.
Sosyal deney diyenler, sosyal deney böyle bir şey değil. Fiziken topluma açık bir yerde (*), gelişen farklı durumlara karşı insanların verdiği anlık hareket ve tepkileri (*) toplayan ve bunların sonuçlarını analiz eden, bu çıktıyla da genel bir yargıya varılan deneyler sosyal deneylerdir. Burası buna uygun bir yer değil, klavye başında herkes ülkeyi kurtarır, ama önemli olan icraat değil mi :)
Sadece lütfen artık şunu bir alışkınlık edinin. Bir şey okudunuz ve bu size uymadı mı? İnanmadınız mı? Tamam, tarayıcının en üstünde solda, sol ok var, ona tıklayıp başka bir sohbete bakabilirsiniz. Ama size uymadığı için terbiyesizlik yapamazsınız, saygısızlık yapamazsınız, attığınız mesaj sayısı sizin bu sitedeki gücünüz değil, lütfen farkına varın. Hepimiz kendi hayatlarını yaşayan, kendi dertlerine çözüm arayan insanlarız. Sırf size farklı veya inandırıcı gelmediği için ahkam kestiğiniz, dalga geçtiğiniz hayatlar da birer hayat ve unutmayın her inançta, her kültürde olan bir şey var ki yaptığın bir gün başına gelir düşüncesi. Buraya bir cümleye tutunmak için gelenler, sırf sizin kötücül düşünceleriniz veya tavırlarınız yüzünden daha kötü olabilir ve gözden akan bir damla yaşta eğer sizin sebebiniz olursa, bunu elbet ödersiniz. Ama bu dünyada sınanırsınız, ama öbür dünyada... Bunu yazma amacım da bu. Buraya gerçekten ihtiyacı olan insanlara kötü davranıp kendiniz rahatlatıyor olabilirsiniz, ama onların canını daha fazla yakıyorsunuz ve bu sizi hiçbir durumda iyi insan yapmaz. Benim zor zamanımda yaptığınız bu abesle iştigal tavırları umarım burada başka bir kişiye daha yapmazsınız.
Şimdi doğru söylediğim için yine şikayet edebilirsiniz. Bunu alıntılayıp benimle polemiğe girmeye çalışabilirsiniz. Ama bundan sonra buraya bir daha girmeyi düşünmüyorum, çünkü burada tutup ayağa kaldıranlar var ama bir tarafta da bir kaç kişi derdin içine iyice parazit yapıyor ve benim bunlara ayıracak son vaktimdi bu. Bir kişi daha etkilenmesin diye uyarmak istedim. Çok şükür ben anlamam gerekeni yardımcı olanlardan anladım, benim için kafiydi. Umarım siz de ne demek istediğimi anlar, bu saçma tavırlara devam etmek yerine bu dünyaya iyi bir şeyler katabilirsiniz.
İstisnasız hepiniz için iyi günler diliyorum...
Guzel kardesim cok ama cok guclu, ozverili harika bir insansin.. Bunca cilenin icinde hala aileni dusunebilmen inanilmaz. Kismen babadan korkuyu anlattigin sekilde bende yasadim. Lutfen ogretilmis caresizligi kabullenme ve yoluna bak bir sure kusselerde zamanla hersey duzelir. Ve sana tavsiyem Allahin ipine slmslkl saril bol la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil. Azim oku.uyumadan dalana kdar aziz allah seklinde soyle. Ve her icin daraldiginda durmadan estafirullah de. Bir de instagram ve twitterdan matrix_9x (simyaci) hesabini takip edip dediklerini uygula. Dunyan degisecek kizkardesim. Allahin inşirahi ve sonsuz rahmeti seninle olsun. Senin icin dua ettim.Merhabalar;
Ben 33 yaşında ve psikolojik tedavi gören bir kadınım. Yazacaklarım biraz uzun o yüzden kusuruma bakmayın. Ama yazmak zorundayım çünkü tekrar irademi kaybetmek istemiyorum.
Daha net açıklamak adına önce kendimi tanıtayım. Ve rica ediyorum yalan söylüyorsun, abartıyorsun, kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun gibi tepkiler vermeyin. Bunu yazarken bile uçurum kenarından sesleniyorum. Yalan söyleyerek objektif fikirleri duymayı engellemek en son istediğim şey bile değil şu an. Sadece düşmeden çözüm bulmak istiyorum.
Doğru düzgün arkadaşı olmayan biriyim, çünkü çevremdekilerle birbirimize pek katlanamayız. Mükemmel bir karakterim var diyemem insanım neticesinde. Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini cümlesindeki kendini koruyamayan ve bunu hep sürdüren, çevremden gelen bencil ve suistimal tavırları görünce de eyvallah çekmeyen köprüleri yıkan biriyim. Çözümü bunda buldum çünkü ne o köprüler ne de o köprülerden gelenler bir kere bile bana iyi gelmedi. Elbet ben de birilerinin canını sıkmışımdır ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki canım defalarca yakılmadan hiç can yakmadım.
Gariptir ki annemin altımı bezlediği zamanları uzun sahneler boyunca hatırlayan biriyim. Ve ne yazık ki kendimi bildim bileli bütün her şeyim anne ve babamın ağzına göre şekillendi. Lise dahil kafası çok basmayan biriydim. Varım yoğum arkadaşlarımdı. Çünkü evde bana yer yoktu. Bardağı masaya koyduğum yerden bile azar yediğim, saatlerce bağırmalarına sabretmek zorunda kaldığım için o evi evim gibi hiç göremedim. Annemle babamın oturduğu daire bana hiç yuva olmadı. Küçük çocukluğumdan beri dış dünyadan korumak adına (!) hep erkek gibi yetiştirildim. Daha doğrusu annem kız gibi giydirdi, babam erkek gibi yetiştirdi. İkisinin arasında, kime ne lazımsa onu vermeye çalıştım ta çocuk yaşımdan. İlkokul bitene kadar kız-erkek ayrımını net bir şekilde anlayamayan ben, orta birinci sınıfın ilk günü babam tarafından 15 sn süren bir uyarı yaşadım. Durup dururken ben ateri oynarken birden "Bundan sonra hiçbir erkekle konuşmayacaksın, biri sana biz arkadaşız diye selam verse bile kızıp defol git diyeceksin" dedi. Bunu derken yüzü o kadar korkunçtu ki hala aklıma geldiğinde kafamı kurcalar. Nolduğunu anlamamıştım.
Ancak dedim ya erkek gibi yetiştirilen biri olduğum için kızlarla çok anlaşamıyordum. Barbie bebeklerle oynamak yerine çocuklarla tek kale maç yapmak mutlu ediyordu beni, ama yapmadım. Zorla kızlarla bebek oynamaya çalıştım, onlar da çocuk ya birden çıkan kavgalara anlam veremediğim için hemcinsime iyice uzaklaştım.
Diledikleri ve emrettikleri gibi yaşamaya çalıştım ama ne yaptıysam olmadı. Çünkü biri kız evlatla konuştu, öbürü erkek evlatla. Biri kıza göre beklenti kurdu, sonuç bekledi, öbürü erkeğe göre...
Velhasıl daha 15 yaşıma gelmeden aşağıda sakal yukarıda bıyık olduğunu anlamıştım ama çözüm bulamıyordum. O yüzden ben de nefes alabilmek adına, akıl karışıklığı beni komple yemeden önce kendime "çift hayat" yapısı kurdum.
Okuldayken kendim oluyordum, eve girince kız ve erkek evlatları. Okulda bir sürü arkadaşım oluyordu, konuşuyordum, sohbet ediyordum, eve gelince kimseyle bir şey konuşmuyordum. Bir muhabbet söz konusu olmuyordu çünkü. En uzun sohbetimiz, naptın? derslerin nasıl? paraya ihtiyacın var mı? şunu getir. ile bitiyordu.
Öz annem babamdı ama bir an bile aitlik hissiyatım olmadı.
Buraya kadar nötr dönem dersek 15 yaşımda bir gün ibreyi aşağı çeviren bir olay oldu. Babam okul çıkışıma gelmiş ve durakta benimle birlikte otobüs bekleyen iki arkadaşımla mubabbet ederken yüzümün güldüğünü görmüştü. Babamı gördüğüm o anı hatırladığımda hala yüzümde karıncalar gezinir. Arabaya bindiğimde öyle hızlı sürdü ki nefes alamamıştım. Evin önüne gelince sadece in dedi ve yine aynı hızla gitti. Hayatımda fiziken ölüme daha yakın olduğum -geçen seneye kadar- başka bir an olmamıştı. Eve giderken "bizi öldürecek", kendisi dönerken de "kendini benim yüzümden öldürecek" düşüncesinden başka hiçbir şey düşünememiştim. Akşam eve gelene kadar salonda bir koltukta hiçbir şey yapamadan korkuyla bekledim. Geldiğinde sadece "hazırlan" dedi. Gittim, giyindim, annem noldu diye ağlamaya, bana "naptın yine sen" diye bağırmaya başladı ama cevap vermeyi bırakın, yüzümü yerden kaldıramadım korkudan. Ve arabaya binip hastaneye gittik. Bekaret testine.. Doktor kız oğlan kız deyince yüzünde mimik oynamadan döndü hastaneden çıktı arabaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi. Eve döndüğümüzde annem harap olmuştu, içeri girdiğimizde benim yakama yapışıp "sen ne haltlar yedin" diye bağırmaya devam etti ve yere fırlattı. Düştüğüm şekilde kaldım ve o pozisyonda bana saatlerce haykırdılar. En son okuldan alıp, ülkenin öbür ucundaki bir şehirde kız kuran kursuna verip bir daha yüzüme bakmamaya karar verdiler. Sonra sustuğum için bir daha bağırdılar ve odalarına çekildiler. Ben ertesi gün orada uyandım, aynı pozisyonda. Her bir kasım tutulmuştu ama hareket etmeye korkuyordum hala. Babam "kalk odana git ayak altından çekil" dedi ve kalkıp odama gittim. Yatağıma yattım ve uyumaya devam ettim. Bir kaç saat sonra annem geldi sarsarak ve bağırarak uyandırdı,, hala naptığımı soruyordu, cevap vermediğim için iyice hınçlandı ve dövmeye başladı. Yorulunca gitti ve ben yine gittim yattım uyudum. Ertesi gün yani olayın 3.gün akşamı annem odaya geldi ve yemeğe çağırdı. 3.güne bir şey yemeden girmiştim ama zerre aç değildim. Oturdum yemek yedim, bitince masayı toplamaya yardımcı olayım diye düşündüm, her zaman yaptığım gibi. "Senden yardım istemez, defol" diyerek odama gönderdi. 2 hafta böyle geçti. Sürekli uyku, bağırma ve dayakla uyandırılma, sofraya çağrılma, yüzüne bakılmama, ayak altına denk geldiğinde de kovuşturma ile. 2 hafta sonunda salona çağırdılar ve ne kadar gamsız (!) olduğumdan bahsederek bağırdılar. Okuma isteğimin olmadığından ve erkek düşkünlüğümden bahsettiler. Ama kendileri anne-baba oldukları için bana kıyamadıklarını ve tekrar geri okula yazdıracaklarını söyleyerek tekrar odama gönderdiler. Aylarca yüzüme bakmama ve laf sokma işlemleri devam etti. Okulda notlarım iyice düşünce akşam yemeği gündemi erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğu üzerine dönmeye başladı.
2 sene sonra babam batana kadar bu tavırlar devam etti. Ben de hissizce yaşamaya devam ettim. Ne doktorda bekaret zarıma bakılırken, ne uykudan dayakla uyandırılırken, ne ailemin kıyamadığı anlarda hiçbir şey hissedemedim. Sadece uyuşmuştum. Mimiklerim çalışmıyordu. Gülemiyordum, ağlayamıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece izin verildiği kadar sorumluluklarımı yerine getirip, kalan zamanlarda kendimi, kabuslarla dolu olsa bile, uykuya teslim ediyordum. Bir kere bile bir arkadaşımla buluşmayı bırakın herhangi bir faaliyet gerçekleştirmeden diğer gündeme kadar çilemi tamamlamıştım.
Babam battığı sene liseden mezun olduğumda, babam yazdırsaydı İstanbul üniversitesi işletmeyi ben kapatırdım. Ama seneye dershaneye gönderiyorum daha yüksek puan yaparsın dediği için tercih yapmamıştım. Sonraki sene de dershaneye gönderdi ama puanım erkek düşkünlüğümden dolayı aynıydı. Özel üniversiteleri de yaz diye salık verdiler ben de yazdım. Tam burslu bir özel üniversite kazandığımın açıkladığı zaman yine erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğunu anlattılar. Tercih süreci geldiğinde de babam battığı için çalışmaya başladım.
Asla saygıda kusur etmedikleri, haklarını bile savunmadıkları, çocuklarına gözleri önünde dayak atan anne babaları bir gün bile 5 yaşındaki kardeşime bakmak için gelmedikleri için, çalışıp kardeşimin anaokulu masraflarını çıkarttım. İşim 123 metre kare beyaz eşya dükkanını eşyalarıyla birlikte her sabah temizlemek, çay yapmak, öğle yemeğini pişirmek, müşterilerle ilgilenmek, tuvaletleri silmek, ön muhasebeyi tutmak, satış yapmak, gerekirse depodan mal taşımak, kalırsa öğle yemeği yemek ve akşam da tekrar temizlik yaptıktan sonra eve gitmekti. 15 günde bir izin yaparak 1 senemi 18. yaşımı böyle geçirdim. Bir kere bile ağzımı açıp bir şey demedim.
Bir izin günümde salona çağrıldım ve bana tekrar ders çalışmamı ve sınava girmemi söylediler. Ders çalışmaya başladım. Ancak önceki sene kazanıp gitmediğim için puanım kırıldı ve aöf işletme yazdım. Ek tercih zamanı da tekrar çağrıldım ve istediğim bölümü yazabileceğim söylendi. Ben de evde bilgisayar olmamasına rağmen, bilgisayarın açma/kapama tuşuna basmayı bile bilmiyorken iki yıllık meslek lisesi önceliği istemeyen uzaktan eğitim bilgisayar yazdım. Çünkü insan görmek istemiyordum.
Aynı üniversiteden 750 kişi arasından 7., DGS'ye giren 5 kişi arasından kazanan tek kişi, ve DGS bazında da 180 bin küsür kişi içinden ilk 500lük kısma girerek derece yaptım. Sonra mühendislik. 4 sene boyunca aileme yük olmamak için hem okudum, hem öğretmenlik yaptım. Çok güzel paralar kazandım ama ailem biz seni oraya okumaya gönderdik der diye gizledim.
4 sene boyunca 500den fazla öğrencim oldu. Annesi babası çalışmak zorunda olduğu için 4 yaşında anaokuluna gönderilenlerden tutun da lisans düzeyinde bölümlerimizle ilgili okul arkadaşlarımıza kadar her yaşa hizmet verdik. Sadece eğitim vermedik, ilk başladığımızda bir PDRciden ders aldık. Bize mümkün mertebe, çok derine girmeden çocukları aileleriyle bağlamamızı söyledi. Çünkü düşük ders notları aile problemlerinden de kaynaklanabiliyordu. Bu süreçte aileyle arasını bulabilirsek aileler çocukların eğitim sürecinde çocuklara köstek değil destek olacaktı. Çocuklar da dışarıdan tehlikelere daha kapalı olacak ve uğraşmaları gereken daha az sorun olacağı için daha salim kafayla derslerine odaklanıp notlarını yükseltecekti. İşin aslı eğitimde değildi. Çünkü oturup, çalışıp öğrenilmeyecek herhangi bir şey yoktu.
Okulum bir dönem uzamıştı ama yaz okulu, muafiyet sınavları ve tek ders ile bir dönemi yaz döneminde bitirip 3 ay gecikerek eve dönmüştüm. Çünkü aldığım rehberlik, beden dili ve iletişim teknikleri eğitimleri ve aileden fiziken uzak kalma ile oluşan özlem duygusu ile günde en fazla 4 saat uyuyarak eve dönmüştüm.
Döndükten 4 ay sonra hastalandım. Annemle babamın birbirlerine bağırmalarını engellemeye çalıştığım bir akşamın gecesi uyumuştum, uyandığımda başımda serum asılıydı. 5 gün boyunca gözümü açamamışım, ateşlenmişim, ateşim inmemiş. Kendime geldiğimde bana derdimin ne olduğunu sordular. Üniversite okumaya gittiğim şehirde başıma bir şey mi gelmişti acaba? Birileri bir şeyler mi yapmıştı yoksa ben mi bir günah işlemiştim?
Sonra bana her bağırmaya başladıklarında kasılma krizleri yaşamaya başladım. O an hangi pozisyondaysam o şekilde kasılıp titremeye başlıyordum. Nefes alamadığım için babam kaşıkla ağzımı açmaya çalışırken dişimi kırmıştı. Cenin pozisyonunda krize girdiğim bir akşam öylece kucağına alıp hastaneye götürmüştü ve doktor fiziki bir şey yok psikiyatriste görünmesi gerekiyor dediğinde doktora saydırıp eve geri getirmişti.
Baktım ki çare yok, ben kendim doktora gitmeye başladım. Devlet hastaneleri malum, yıllar öncesi daha da malum. Ya da denk geldiğim doktordan sebep bilemiyorum ama doktor "3 cümleyle anlat" dedikten sonra ilaç verip göndermişti. İlaçlarımı asla aksatmadım ama daha da hissizleşmiştim hatta alıklaşmıştım. Çünkü ocağın üstündeki demir tencereye elimle yapışıp salona kadar götürmüş ellerimin yandığını anlamamıştım. Sonrası hastane, eczane vs... Doktordan dönerken babam bunların ilaçtan dolayı olduğunu ve her Allahın günü birbirlerine giren, tartışan annemle birlikte, doktora ihtiyacım olduğunu düşünmediklerini söyledi ve doktoru ve ilacı bırakmamı emretti bıraktım.
Bu sırada hiçbir yere CV göndermemişken Tübitaktan teklif geldi. Babam tamam her gün gider gelir demiş anneme. Ancak fatura hariç yerleşim masraflarını karşılayan, fazlasıyla yemek ticketı ve doğal olarak dolgun maaş veren tübitak, bizim semte yakın yere kadar servis gönderemiyormuş. Çözüm için anneme, "Babama sorar mısın, ne yapabiliriz" demiştim, babamdan da "Yapacak bir şey yok" cevabı gelmişti ve ilk fırsatım güle güle gitmişti.
Yaklaşık 1 sene sonra benden ses çıkmadığı, hiç arayıp sormadığım için ünide aramın iyi olduğu hocalar toplanıp beni aramıştı ve bana öğretim görevlisi olmam için öneride bulunmuşlardı. O zamanın şartları ya 3 sene tecrübe ya yüksek lisans olduğu için, babam okumaya geri göndermişti.
Üzerinden yıllar geçti, geri dönmedim. Pandemi oldu, ailemi özledim, tek başıma korktum, ağladım ama bir şey yokmuş gibi davrandım. Hem işime hem yüksek lisansıma devam ettim. 1.5 sene sonra, geçen sene, son ilişkim bitmişti. Evlilik düşündüğüm kişiyle yollarımı ayırmak istediğimde, canımla tehdit edildim. 2 hafta yemek yiyemedim, uyuyamadım. Buradaki çevrem ne olduğunu öğrendiğinde, benim için sorunu çözüp, tehditi ekarte ettiler, sağ olsunlar.
Aileme tabi ki söyleyemedim. Halihazırda canımla tehdit edilmişken bir de ailemden erkek düşkünlüğümden dolayı mahvolduklarını, benim bacaklarımı kıracaklarını duymak istemedim. Spor yapmaya başladım. Her gün biraz daha zorluyordum kendimi. Canım yandıkça rahatlıyordum, yoruldukça düşünecek gücüm kalmıyordu. Derken sakatlandım, omuzda 2 kas yırtığı. Ameliyat eşiğinden döndüm ve sadece bir elimle bütün evin işini, yemeğini... neyini yapıyorsam yapmaya devam ettim. Ama artık o kadar zor gelmişti ki. Babam geleyim alayım dese de izin vermiyordum çünkü çalışıyordum onları riske atmak istememiştim. Olacak ya firmamla sağlık koşullarını sağlayamadıkları için yollarımı ayırdım ve kendimi 15 gün karantinaya aldım. 15 gün sonra babam geldi beni aldı ve dönerken bütün yol boyunca erkek kardeşimin yarattığı sorunları, dışarıya ne kadar açık olduğunu konuştuk.
Eve gittiğimde 1.5 ay içinde annemden çok benim baktığım kardeşim, istediği saatlerde çalışmanın yeteceğini, oyuna daha fazla zaman ayırabileceğini söyletemediği için konuşmayı kesti. Annem önümdeki bardağımı almasını istemediğim için bağırdı ve konuşmayı kesti. Salonda yatıp kalktığım için evin diğer odalarında takılmaya başladılar. En son da babama bankayla ilgili bildiğim -direkt ilgili bankanın müşteri hizmetlerinden- öğrendiğim bir bilgiyi aktardığım için "Salak mısın öyle şey mi olur saçmalama" diye 15 dakika bağırmasına sustum. O da konuşmayı kesti. 1 hafta boyunca ramazanda iftarı salonda tek başıma sakat halimle yaptım. 1 hafta sonra babama evime dönmek istediğimi söyledim ve kendisi bağırarak benim ev dediğim yerin defterini düreceğini, beni göndermediğini söyledi. O an beynimden vurulmak nasıl bir şey, bir fikir edinmiştim. Akıl sağlığımı, huzurumu, neşemi koruyabildiğim tek yeri 2 göz odayı benden alacaklardı.
Yine uyumaya başladım, kalan zamanlarda yarı bilinçli yarı bilinçsiz tv izliyordum. 1.5 hafta sonunda reklam arasında canıma kıymak için planlar yaptığımı fark ettim. Kurtarılma ihtimalinin olmadığı planlar hazırlarken buluyordum kendimi. Part time abim sayılabilen amcama durumu anlattım, o da beni aldı evime getirdi.
Sonra derslerime çalışmaya devam ettim ama bir şeyler bozulmuştu içimde. "Evinin defterini düreceğim" dediği an böyle göğsümün ortasından aşağı bir şey ılık ılık indi. Ve o gün bugündür eskisi gibi olamıyorum. Hiçbir şeyi çok sevemiyorum, hiçbir zaman çok mutlu ya da neşeli olamıyorum. Önceden sokak kedileri için bir şeyler yapmaya çalışırken o günler bir kaldırım taşından farksız hale gelmeye başladılar.
Ve buradaki dostlarım beni maddi olarak destekleyeceklerini, kafama bir şey takmadan psikolojik tedavi almamı söylediler.
Allah gani gani razı olsun başladım, biraz ileri biraz geri giderek de devam ediyoruz. İlaçlardan da kafam güzeldi zaten pek yaşadım da denemez. Ama tutundum. Aynı hissizliğe tutundum ve kendime zarar vermeden dayandım.
Yine de durumum elverdikçe ders çalıştım, dil öğrendim, farklı yemekler yapmayı öğrendim, kendim tarif geliştirdim. Bir kaç tane büyük yurtdışı firmalarından iş teklifleri aldım, görüştüm ama reddettim. O halimde babamla ters düşecek gücü bulamadım.
Dün bir mail gördüm. Haftalar önce öylesine sertifikalı-sertifikasız astrofizik eğitimlerine bakıyordum, sınavları nasıl oluyormuş diye 2 tane de sınavına girmiştim. Hoşuma gidiyor evren işleri... Gelen mailde amerikada ilk 20deki bir üniversiteye %75 burslu kazandığım yazılmış. Gittim geçmişten girdiğim sınavlara baktım bir tanesi min astrofizik bilgisi ölçen, genel bir bölüm sınavıymış. Verilen iletişim numarası dışında üniversitenin numarasını buldum aradım ve doğru olduğunu teyit ettim. Çok sevinmiştim.
Ne kadar ilaçlardan çalışamadığım için yüksek lisansımı dondursam da, gelen iş görüşmelerine giremesem de güzel bir şey başarmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu olmuştum. Bu akşam babamın müsait olmasını heyecanla bekledim ve söylediğimde kızmaya başladı? Saçmalama dedi, seni kandırıyorlar dedi, öyle şey mi olur dedi, falcılık mı okuyacaksın dedi, hayal satıyorlar dedi... Dedi de dedi...
Şimdi bana demeyin nolur "Konuşsaydın" diye. Konuşmayı yüzlerce kez denedim. "Şükret, hayattalar" da demeyin, evet şükrediyorum. Farkındayım da. Annesi, babası vefat etmiş kişilere göre şanslıyım, evet biliyorum. Ama yaşıyor olup da var olamamak diye de bir şey var. Bunu da fiziken aynı, duygusal olarak ayrı dünyalarda yaşamayan anlamaz. Evet anneniz, babanız sağ, çok şükür. Ama yanlarına gidemiyorsunuz, konuşamıyor, muhabbet edemiyorsunuz. Saçınızı okşatamıyor, ağzınızla kuş tutsanız bir aferin alamıyorsunuz... Hayatında bir kere aferin alabilmek için kimlik karmaşası içinde, bir ona bir öbürüne yaranamamak, birini tatmin etseniz öbüründen azar yemek ne demek, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Amacım nankörlük değil, Allah şahit kendimi bildim bileli her gece Allah'a benim ömrümden alıp onların ömürlerine katmasını diliyorum. Hem ne olursa olsun sevdiğim için, hem de gördüğüm kadarıyla yaşamayı benden çok sevdikleri için..
33 senelik ömrümü bir gün bile şunu yapmak istiyorum hadi yapayım fikriyle geçirmedim. Annemle babamı ne mutlu ederse onu yapmaya odaklandım. Karşılığında saçımı okşamalarını bile istemedim. Bir kere aferin deselerdi yeterdi. Demediler. Dedirtemedim.
Evlenmek istemedim, istemiyorum. İyi olduğum zamanlar ya kariyer yapmak istiyorum şöyle ses getireninden, çok para kazanıp, para derdi olanlara yardımcı olmak istiyorum. Bunu niyet ettiği iyiliği göze sokmaya çalışıyor olarak düşünmeyin, bu maksatla söylemedim. Sadece istiyorum ki çözülebilecek sorunları çözmeye yardımcı olayım. Çünkü hayatımda hiçbir sorunu çözemedim. Ve böylece eriyerek gideyim, miadımı doldurayım. Bir eş istemiyorum, çünkü gerçekten sevgiye ya da aşka inanmıyorum. Bugüne kadar bütün ilişkilerim; bir ilişkiye başlayana kadar beni şımartan, ilgi alaka gösteren, ilişkiye başladıktan sonra da emirler yağdıran, "dışarı çıkamazsın, bunu giyemezsin" diyen, ihtiyaçları (!) olduğunu bildiren, bu sebeple okulu, kariyeri bırakıp ya bir an evvel evlenmek isteyen ya da evliliğin aslında kağıt üzerinde bir anlaşma olduğunu öğretmeye çalışan tipler oldu. Her ne kadar hususi olarak aynı karakterlerle tekrar denememeye dikkat etsem de, kader motifi ya, sonuç hep aynıydı ve hep ben suçluydum.
Zaten sanayi bölgelerinden geçen büyükşehir otobüslerinde her etüt öncesi ve sonrası cinsel tacize uğrayan ben, ilk tacizimle mezun grubu dershanemde tanıştım. Geometri öğretmenim bire bir etüt sırasında birden dudağımdan öpmüştü. Sonrası da malum, ihtiyaçlar hiyerarşisi. Kendimi bulamadım hiçbir yerde, kendimi kimsenin kanadı altına sokamadım. Kaldı ki cinsellik isteyeceğim... İstemiyorum. Bugüne kadar yaşamadım, ama babamdan korkuma değil. Allahtan korkuma... Yıllar önce gerçekten "Evde kaldım, ölüm bir anlık bir ölsem kalsam kimsem yok kimsenin haberi olmaz" diye evlenmek istemiştim ama artık gerçekten istemiyorum.
Ben sadece aileme yaranmaya çalışırken büyüttüğüm kanatlarla 1-2 yıl bile olsa uçabilmek istiyorum. Annem babam sağken, "Allahım ya sen kurtar, ya birini gönder o kurtarsın" diye binlerce kez dua ettiğim için, birilerinin hayatına dokunabilmek istiyorum. İyi biri değilim, zorlu bir karakterim var yanımda kimse durmaz genelde. Zaten kimseyi de istemiyorum. Sadece kaç gün ömrüm kaldıysa, bu yaştan sonra biraz istediğim gibi yaşamak istiyorum. Denemek istiyorum. Babamın yanında araba sürerken korkumdan elim titrer, doğru düzgün süremem ama yalnızken orta halli bir araba alıp ona atlayıp yolda olmak istiyorum. Nereye gittiğim önemsiz. 2 göz oda evimde kendi kendime neşelenebiliyorum, kendimi geliştirebiliyorum. Kimseden de destek istemiyorum, sadece anne-babam gölge etmesin istiyorum.
Ben de biliyorum başımı alıp gitsem ne yapabilirler ki... Ama halihazırda çok kıymetli oğulları onları üzerken bir de ben mi dert olacağım? Ya da biraz ısrar etsem "Evlatlıktan reddederim", "Bacaklarını kırarım" cümlelerini duymaya vallahi billahi gücüm kalmadı.
Doktorumla seanslara devam ediyoruz ama 2 gündür Allah nazardan saklasın iyiyim galiba derken, bugün güzel bir ünide güzel bir bölüm kazandığım için azar yediğimde yine dayanma gücüm bitti. "Yoo, bir şey yok ki, bir şey olmadı ki" maskem yüzümde durmuyor artık. Nasıl denersem deneyeyim, ne çözebildim ne durumun beni bu kadar etkilemesini engelleyebildim.
Kimseden hiçbir şey istemiyorken, hiçbir şey elde edememek farklı bir boyut ve ben bu boyutta yönümü şaşırdım.
Buraya kadar okuyan olduysa, öncelikle teşekkür ederim. Fikirlere açığım. Sadece yapıcı olursa sevinirim, çünkü şu an "Sen de öyle yapmasaydın, şükret şükret neleri var neleri, onlar seni dışarıya karşı korumak istedikleri için böyle yapıyor" gibi şeyler yazmayın nolur.
Beni bugüne kadar "dışarısı" hiç üzemedi, kıramadı, ağlatamadı ya da zarar vermesine izin vermedim. Beni "içerisi" yedi bitirdi.
Ben de dönmek istiyorum bu uçurumun kenarından... Ama ne adım atacak gücüm kaldı ne de nereye gidebileceğimi biliyorum.
Lütfen görebilen varsa söylesin... Bir insandan bir insana bir öğüte, bir dala, bir ele çok ihtiyacım var...
Umarım yaşarken kıymet bilirsiniz ve kıymetiniz bilinir...
Allaha emanet...
Okursam catlarim okuyani Hamdi beye birakiyorumMerhabalar;
Ben 33 yaşında ve psikolojik tedavi gören bir kadınım. Yazacaklarım biraz uzun o yüzden kusuruma bakmayın. Ama yazmak zorundayım çünkü tekrar irademi kaybetmek istemiyorum.
Daha net açıklamak adına önce kendimi tanıtayım. Ve rica ediyorum yalan söylüyorsun, abartıyorsun, kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun gibi tepkiler vermeyin. Bunu yazarken bile uçurum kenarından sesleniyorum. Yalan söyleyerek objektif fikirleri duymayı engellemek en son istediğim şey bile değil şu an. Sadece düşmeden çözüm bulmak istiyorum.
Doğru düzgün arkadaşı olmayan biriyim, çünkü çevremdekilerle birbirimize pek katlanamayız. Mükemmel bir karakterim var diyemem insanım neticesinde. Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini cümlesindeki kendini koruyamayan ve bunu hep sürdüren, çevremden gelen bencil ve suistimal tavırları görünce de eyvallah çekmeyen köprüleri yıkan biriyim. Çözümü bunda buldum çünkü ne o köprüler ne de o köprülerden gelenler bir kere bile bana iyi gelmedi. Elbet ben de birilerinin canını sıkmışımdır ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki canım defalarca yakılmadan hiç can yakmadım.
Gariptir ki annemin altımı bezlediği zamanları uzun sahneler boyunca hatırlayan biriyim. Ve ne yazık ki kendimi bildim bileli bütün her şeyim anne ve babamın ağzına göre şekillendi. Lise dahil kafası çok basmayan biriydim. Varım yoğum arkadaşlarımdı. Çünkü evde bana yer yoktu. Bardağı masaya koyduğum yerden bile azar yediğim, saatlerce bağırmalarına sabretmek zorunda kaldığım için o evi evim gibi hiç göremedim. Annemle babamın oturduğu daire bana hiç yuva olmadı. Küçük çocukluğumdan beri dış dünyadan korumak adına (!) hep erkek gibi yetiştirildim. Daha doğrusu annem kız gibi giydirdi, babam erkek gibi yetiştirdi. İkisinin arasında, kime ne lazımsa onu vermeye çalıştım ta çocuk yaşımdan. İlkokul bitene kadar kız-erkek ayrımını net bir şekilde anlayamayan ben, orta birinci sınıfın ilk günü babam tarafından 15 sn süren bir uyarı yaşadım. Durup dururken ben ateri oynarken birden "Bundan sonra hiçbir erkekle konuşmayacaksın, biri sana biz arkadaşız diye selam verse bile kızıp defol git diyeceksin" dedi. Bunu derken yüzü o kadar korkunçtu ki hala aklıma geldiğinde kafamı kurcalar. Nolduğunu anlamamıştım.
Ancak dedim ya erkek gibi yetiştirilen biri olduğum için kızlarla çok anlaşamıyordum. Barbie bebeklerle oynamak yerine çocuklarla tek kale maç yapmak mutlu ediyordu beni, ama yapmadım. Zorla kızlarla bebek oynamaya çalıştım, onlar da çocuk ya birden çıkan kavgalara anlam veremediğim için hemcinsime iyice uzaklaştım.
Diledikleri ve emrettikleri gibi yaşamaya çalıştım ama ne yaptıysam olmadı. Çünkü biri kız evlatla konuştu, öbürü erkek evlatla. Biri kıza göre beklenti kurdu, sonuç bekledi, öbürü erkeğe göre...
Velhasıl daha 15 yaşıma gelmeden aşağıda sakal yukarıda bıyık olduğunu anlamıştım ama çözüm bulamıyordum. O yüzden ben de nefes alabilmek adına, akıl karışıklığı beni komple yemeden önce kendime "çift hayat" yapısı kurdum.
Okuldayken kendim oluyordum, eve girince kız ve erkek evlatları. Okulda bir sürü arkadaşım oluyordu, konuşuyordum, sohbet ediyordum, eve gelince kimseyle bir şey konuşmuyordum. Bir muhabbet söz konusu olmuyordu çünkü. En uzun sohbetimiz, naptın? derslerin nasıl? paraya ihtiyacın var mı? şunu getir. ile bitiyordu.
Öz annem babamdı ama bir an bile aitlik hissiyatım olmadı.
Buraya kadar nötr dönem dersek 15 yaşımda bir gün ibreyi aşağı çeviren bir olay oldu. Babam okul çıkışıma gelmiş ve durakta benimle birlikte otobüs bekleyen iki arkadaşımla mubabbet ederken yüzümün güldüğünü görmüştü. Babamı gördüğüm o anı hatırladığımda hala yüzümde karıncalar gezinir. Arabaya bindiğimde öyle hızlı sürdü ki nefes alamamıştım. Evin önüne gelince sadece in dedi ve yine aynı hızla gitti. Hayatımda fiziken ölüme daha yakın olduğum -geçen seneye kadar- başka bir an olmamıştı. Eve giderken "bizi öldürecek", kendisi dönerken de "kendini benim yüzümden öldürecek" düşüncesinden başka hiçbir şey düşünememiştim. Akşam eve gelene kadar salonda bir koltukta hiçbir şey yapamadan korkuyla bekledim. Geldiğinde sadece "hazırlan" dedi. Gittim, giyindim, annem noldu diye ağlamaya, bana "naptın yine sen" diye bağırmaya başladı ama cevap vermeyi bırakın, yüzümü yerden kaldıramadım korkudan. Ve arabaya binip hastaneye gittik. Bekaret testine.. Doktor kız oğlan kız deyince yüzünde mimik oynamadan döndü hastaneden çıktı arabaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi. Eve döndüğümüzde annem harap olmuştu, içeri girdiğimizde benim yakama yapışıp "sen ne haltlar yedin" diye bağırmaya devam etti ve yere fırlattı. Düştüğüm şekilde kaldım ve o pozisyonda bana saatlerce haykırdılar. En son okuldan alıp, ülkenin öbür ucundaki bir şehirde kız kuran kursuna verip bir daha yüzüme bakmamaya karar verdiler. Sonra sustuğum için bir daha bağırdılar ve odalarına çekildiler. Ben ertesi gün orada uyandım, aynı pozisyonda. Her bir kasım tutulmuştu ama hareket etmeye korkuyordum hala. Babam "kalk odana git ayak altından çekil" dedi ve kalkıp odama gittim. Yatağıma yattım ve uyumaya devam ettim. Bir kaç saat sonra annem geldi sarsarak ve bağırarak uyandırdı,, hala naptığımı soruyordu, cevap vermediğim için iyice hınçlandı ve dövmeye başladı. Yorulunca gitti ve ben yine gittim yattım uyudum. Ertesi gün yani olayın 3.gün akşamı annem odaya geldi ve yemeğe çağırdı. 3.güne bir şey yemeden girmiştim ama zerre aç değildim. Oturdum yemek yedim, bitince masayı toplamaya yardımcı olayım diye düşündüm, her zaman yaptığım gibi. "Senden yardım istemez, defol" diyerek odama gönderdi. 2 hafta böyle geçti. Sürekli uyku, bağırma ve dayakla uyandırılma, sofraya çağrılma, yüzüne bakılmama, ayak altına denk geldiğinde de kovuşturma ile. 2 hafta sonunda salona çağırdılar ve ne kadar gamsız (!) olduğumdan bahsederek bağırdılar. Okuma isteğimin olmadığından ve erkek düşkünlüğümden bahsettiler. Ama kendileri anne-baba oldukları için bana kıyamadıklarını ve tekrar geri okula yazdıracaklarını söyleyerek tekrar odama gönderdiler. Aylarca yüzüme bakmama ve laf sokma işlemleri devam etti. Okulda notlarım iyice düşünce akşam yemeği gündemi erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğu üzerine dönmeye başladı.
2 sene sonra babam batana kadar bu tavırlar devam etti. Ben de hissizce yaşamaya devam ettim. Ne doktorda bekaret zarıma bakılırken, ne uykudan dayakla uyandırılırken, ne ailemin kıyamadığı anlarda hiçbir şey hissedemedim. Sadece uyuşmuştum. Mimiklerim çalışmıyordu. Gülemiyordum, ağlayamıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece izin verildiği kadar sorumluluklarımı yerine getirip, kalan zamanlarda kendimi, kabuslarla dolu olsa bile, uykuya teslim ediyordum. Bir kere bile bir arkadaşımla buluşmayı bırakın herhangi bir faaliyet gerçekleştirmeden diğer gündeme kadar çilemi tamamlamıştım.
Babam battığı sene liseden mezun olduğumda, babam yazdırsaydı İstanbul üniversitesi işletmeyi ben kapatırdım. Ama seneye dershaneye gönderiyorum daha yüksek puan yaparsın dediği için tercih yapmamıştım. Sonraki sene de dershaneye gönderdi ama puanım erkek düşkünlüğümden dolayı aynıydı. Özel üniversiteleri de yaz diye salık verdiler ben de yazdım. Tam burslu bir özel üniversite kazandığımın açıkladığı zaman yine erkek düşkünlüğümün nelere mal olduğunu anlattılar. Tercih süreci geldiğinde de babam battığı için çalışmaya başladım.
Asla saygıda kusur etmedikleri, haklarını bile savunmadıkları, çocuklarına gözleri önünde dayak atan anne babaları bir gün bile 5 yaşındaki kardeşime bakmak için gelmedikleri için, çalışıp kardeşimin anaokulu masraflarını çıkarttım. İşim 123 metre kare beyaz eşya dükkanını eşyalarıyla birlikte her sabah temizlemek, çay yapmak, öğle yemeğini pişirmek, müşterilerle ilgilenmek, tuvaletleri silmek, ön muhasebeyi tutmak, satış yapmak, gerekirse depodan mal taşımak, kalırsa öğle yemeği yemek ve akşam da tekrar temizlik yaptıktan sonra eve gitmekti. 15 günde bir izin yaparak 1 senemi 18. yaşımı böyle geçirdim. Bir kere bile ağzımı açıp bir şey demedim.
Bir izin günümde salona çağrıldım ve bana tekrar ders çalışmamı ve sınava girmemi söylediler. Ders çalışmaya başladım. Ancak önceki sene kazanıp gitmediğim için puanım kırıldı ve aöf işletme yazdım. Ek tercih zamanı da tekrar çağrıldım ve istediğim bölümü yazabileceğim söylendi. Ben de evde bilgisayar olmamasına rağmen, bilgisayarın açma/kapama tuşuna basmayı bile bilmiyorken iki yıllık meslek lisesi önceliği istemeyen uzaktan eğitim bilgisayar yazdım. Çünkü insan görmek istemiyordum.
Aynı üniversiteden 750 kişi arasından 7., DGS'ye giren 5 kişi arasından kazanan tek kişi, ve DGS bazında da 180 bin küsür kişi içinden ilk 500lük kısma girerek derece yaptım. Sonra mühendislik. 4 sene boyunca aileme yük olmamak için hem okudum, hem öğretmenlik yaptım. Çok güzel paralar kazandım ama ailem biz seni oraya okumaya gönderdik der diye gizledim.
4 sene boyunca 500den fazla öğrencim oldu. Annesi babası çalışmak zorunda olduğu için 4 yaşında anaokuluna gönderilenlerden tutun da lisans düzeyinde bölümlerimizle ilgili okul arkadaşlarımıza kadar her yaşa hizmet verdik. Sadece eğitim vermedik, ilk başladığımızda bir PDRciden ders aldık. Bize mümkün mertebe, çok derine girmeden çocukları aileleriyle bağlamamızı söyledi. Çünkü düşük ders notları aile problemlerinden de kaynaklanabiliyordu. Bu süreçte aileyle arasını bulabilirsek aileler çocukların eğitim sürecinde çocuklara köstek değil destek olacaktı. Çocuklar da dışarıdan tehlikelere daha kapalı olacak ve uğraşmaları gereken daha az sorun olacağı için daha salim kafayla derslerine odaklanıp notlarını yükseltecekti. İşin aslı eğitimde değildi. Çünkü oturup, çalışıp öğrenilmeyecek herhangi bir şey yoktu.
Okulum bir dönem uzamıştı ama yaz okulu, muafiyet sınavları ve tek ders ile bir dönemi yaz döneminde bitirip 3 ay gecikerek eve dönmüştüm. Çünkü aldığım rehberlik, beden dili ve iletişim teknikleri eğitimleri ve aileden fiziken uzak kalma ile oluşan özlem duygusu ile günde en fazla 4 saat uyuyarak eve dönmüştüm.
Döndükten 4 ay sonra hastalandım. Annemle babamın birbirlerine bağırmalarını engellemeye çalıştığım bir akşamın gecesi uyumuştum, uyandığımda başımda serum asılıydı. 5 gün boyunca gözümü açamamışım, ateşlenmişim, ateşim inmemiş. Kendime geldiğimde bana derdimin ne olduğunu sordular. Üniversite okumaya gittiğim şehirde başıma bir şey mi gelmişti acaba? Birileri bir şeyler mi yapmıştı yoksa ben mi bir günah işlemiştim?
Sonra bana her bağırmaya başladıklarında kasılma krizleri yaşamaya başladım. O an hangi pozisyondaysam o şekilde kasılıp titremeye başlıyordum. Nefes alamadığım için babam kaşıkla ağzımı açmaya çalışırken dişimi kırmıştı. Cenin pozisyonunda krize girdiğim bir akşam öylece kucağına alıp hastaneye götürmüştü ve doktor fiziki bir şey yok psikiyatriste görünmesi gerekiyor dediğinde doktora saydırıp eve geri getirmişti.
Baktım ki çare yok, ben kendim doktora gitmeye başladım. Devlet hastaneleri malum, yıllar öncesi daha da malum. Ya da denk geldiğim doktordan sebep bilemiyorum ama doktor "3 cümleyle anlat" dedikten sonra ilaç verip göndermişti. İlaçlarımı asla aksatmadım ama daha da hissizleşmiştim hatta alıklaşmıştım. Çünkü ocağın üstündeki demir tencereye elimle yapışıp salona kadar götürmüş ellerimin yandığını anlamamıştım. Sonrası hastane, eczane vs... Doktordan dönerken babam bunların ilaçtan dolayı olduğunu ve her Allahın günü birbirlerine giren, tartışan annemle birlikte, doktora ihtiyacım olduğunu düşünmediklerini söyledi ve doktoru ve ilacı bırakmamı emretti bıraktım.
Bu sırada hiçbir yere CV göndermemişken Tübitaktan teklif geldi. Babam tamam her gün gider gelir demiş anneme. Ancak fatura hariç yerleşim masraflarını karşılayan, fazlasıyla yemek ticketı ve doğal olarak dolgun maaş veren tübitak, bizim semte yakın yere kadar servis gönderemiyormuş. Çözüm için anneme, "Babama sorar mısın, ne yapabiliriz" demiştim, babamdan da "Yapacak bir şey yok" cevabı gelmişti ve ilk fırsatım güle güle gitmişti.
Yaklaşık 1 sene sonra benden ses çıkmadığı, hiç arayıp sormadığım için ünide aramın iyi olduğu hocalar toplanıp beni aramıştı ve bana öğretim görevlisi olmam için öneride bulunmuşlardı. O zamanın şartları ya 3 sene tecrübe ya yüksek lisans olduğu için, babam okumaya geri göndermişti.
Üzerinden yıllar geçti, geri dönmedim. Pandemi oldu, ailemi özledim, tek başıma korktum, ağladım ama bir şey yokmuş gibi davrandım. Hem işime hem yüksek lisansıma devam ettim. 1.5 sene sonra, geçen sene, son ilişkim bitmişti. Evlilik düşündüğüm kişiyle yollarımı ayırmak istediğimde, canımla tehdit edildim. 2 hafta yemek yiyemedim, uyuyamadım. Buradaki çevrem ne olduğunu öğrendiğinde, benim için sorunu çözüp, tehditi ekarte ettiler, sağ olsunlar.
Aileme tabi ki söyleyemedim. Halihazırda canımla tehdit edilmişken bir de ailemden erkek düşkünlüğümden dolayı mahvolduklarını, benim bacaklarımı kıracaklarını duymak istemedim. Spor yapmaya başladım. Her gün biraz daha zorluyordum kendimi. Canım yandıkça rahatlıyordum, yoruldukça düşünecek gücüm kalmıyordu. Derken sakatlandım, omuzda 2 kas yırtığı. Ameliyat eşiğinden döndüm ve sadece bir elimle bütün evin işini, yemeğini... neyini yapıyorsam yapmaya devam ettim. Ama artık o kadar zor gelmişti ki. Babam geleyim alayım dese de izin vermiyordum çünkü çalışıyordum onları riske atmak istememiştim. Olacak ya firmamla sağlık koşullarını sağlayamadıkları için yollarımı ayırdım ve kendimi 15 gün karantinaya aldım. 15 gün sonra babam geldi beni aldı ve dönerken bütün yol boyunca erkek kardeşimin yarattığı sorunları, dışarıya ne kadar açık olduğunu konuştuk.
Eve gittiğimde 1.5 ay içinde annemden çok benim baktığım kardeşim, istediği saatlerde çalışmanın yeteceğini, oyuna daha fazla zaman ayırabileceğini söyletemediği için konuşmayı kesti. Annem önümdeki bardağımı almasını istemediğim için bağırdı ve konuşmayı kesti. Salonda yatıp kalktığım için evin diğer odalarında takılmaya başladılar. En son da babama bankayla ilgili bildiğim -direkt ilgili bankanın müşteri hizmetlerinden- öğrendiğim bir bilgiyi aktardığım için "Salak mısın öyle şey mi olur saçmalama" diye 15 dakika bağırmasına sustum. O da konuşmayı kesti. 1 hafta boyunca ramazanda iftarı salonda tek başıma sakat halimle yaptım. 1 hafta sonra babama evime dönmek istediğimi söyledim ve kendisi bağırarak benim ev dediğim yerin defterini düreceğini, beni göndermediğini söyledi. O an beynimden vurulmak nasıl bir şey, bir fikir edinmiştim. Akıl sağlığımı, huzurumu, neşemi koruyabildiğim tek yeri 2 göz odayı benden alacaklardı.
Yine uyumaya başladım, kalan zamanlarda yarı bilinçli yarı bilinçsiz tv izliyordum. 1.5 hafta sonunda reklam arasında canıma kıymak için planlar yaptığımı fark ettim. Kurtarılma ihtimalinin olmadığı planlar hazırlarken buluyordum kendimi. Part time abim sayılabilen amcama durumu anlattım, o da beni aldı evime getirdi.
Sonra derslerime çalışmaya devam ettim ama bir şeyler bozulmuştu içimde. "Evinin defterini düreceğim" dediği an böyle göğsümün ortasından aşağı bir şey ılık ılık indi. Ve o gün bugündür eskisi gibi olamıyorum. Hiçbir şeyi çok sevemiyorum, hiçbir zaman çok mutlu ya da neşeli olamıyorum. Önceden sokak kedileri için bir şeyler yapmaya çalışırken o günler bir kaldırım taşından farksız hale gelmeye başladılar.
Ve buradaki dostlarım beni maddi olarak destekleyeceklerini, kafama bir şey takmadan psikolojik tedavi almamı söylediler.
Allah gani gani razı olsun başladım, biraz ileri biraz geri giderek de devam ediyoruz. İlaçlardan da kafam güzeldi zaten pek yaşadım da denemez. Ama tutundum. Aynı hissizliğe tutundum ve kendime zarar vermeden dayandım.
Yine de durumum elverdikçe ders çalıştım, dil öğrendim, farklı yemekler yapmayı öğrendim, kendim tarif geliştirdim. Bir kaç tane büyük yurtdışı firmalarından iş teklifleri aldım, görüştüm ama reddettim. O halimde babamla ters düşecek gücü bulamadım.
Dün bir mail gördüm. Haftalar önce öylesine sertifikalı-sertifikasız astrofizik eğitimlerine bakıyordum, sınavları nasıl oluyormuş diye 2 tane de sınavına girmiştim. Hoşuma gidiyor evren işleri... Gelen mailde amerikada ilk 20deki bir üniversiteye %75 burslu kazandığım yazılmış. Gittim geçmişten girdiğim sınavlara baktım bir tanesi min astrofizik bilgisi ölçen, genel bir bölüm sınavıymış. Verilen iletişim numarası dışında üniversitenin numarasını buldum aradım ve doğru olduğunu teyit ettim. Çok sevinmiştim.
Ne kadar ilaçlardan çalışamadığım için yüksek lisansımı dondursam da, gelen iş görüşmelerine giremesem de güzel bir şey başarmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa mutlu olmuştum. Bu akşam babamın müsait olmasını heyecanla bekledim ve söylediğimde kızmaya başladı? Saçmalama dedi, seni kandırıyorlar dedi, öyle şey mi olur dedi, falcılık mı okuyacaksın dedi, hayal satıyorlar dedi... Dedi de dedi...
Şimdi bana demeyin nolur "Konuşsaydın" diye. Konuşmayı yüzlerce kez denedim. "Şükret, hayattalar" da demeyin, evet şükrediyorum. Farkındayım da. Annesi, babası vefat etmiş kişilere göre şanslıyım, evet biliyorum. Ama yaşıyor olup da var olamamak diye de bir şey var. Bunu da fiziken aynı, duygusal olarak ayrı dünyalarda yaşamayan anlamaz. Evet anneniz, babanız sağ, çok şükür. Ama yanlarına gidemiyorsunuz, konuşamıyor, muhabbet edemiyorsunuz. Saçınızı okşatamıyor, ağzınızla kuş tutsanız bir aferin alamıyorsunuz... Hayatında bir kere aferin alabilmek için kimlik karmaşası içinde, bir ona bir öbürüne yaranamamak, birini tatmin etseniz öbüründen azar yemek ne demek, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Amacım nankörlük değil, Allah şahit kendimi bildim bileli her gece Allah'a benim ömrümden alıp onların ömürlerine katmasını diliyorum. Hem ne olursa olsun sevdiğim için, hem de gördüğüm kadarıyla yaşamayı benden çok sevdikleri için..
33 senelik ömrümü bir gün bile şunu yapmak istiyorum hadi yapayım fikriyle geçirmedim. Annemle babamı ne mutlu ederse onu yapmaya odaklandım. Karşılığında saçımı okşamalarını bile istemedim. Bir kere aferin deselerdi yeterdi. Demediler. Dedirtemedim.
Evlenmek istemedim, istemiyorum. İyi olduğum zamanlar ya kariyer yapmak istiyorum şöyle ses getireninden, çok para kazanıp, para derdi olanlara yardımcı olmak istiyorum. Bunu niyet ettiği iyiliği göze sokmaya çalışıyor olarak düşünmeyin, bu maksatla söylemedim. Sadece istiyorum ki çözülebilecek sorunları çözmeye yardımcı olayım. Çünkü hayatımda hiçbir sorunu çözemedim. Ve böylece eriyerek gideyim, miadımı doldurayım. Bir eş istemiyorum, çünkü gerçekten sevgiye ya da aşka inanmıyorum. Bugüne kadar bütün ilişkilerim; bir ilişkiye başlayana kadar beni şımartan, ilgi alaka gösteren, ilişkiye başladıktan sonra da emirler yağdıran, "dışarı çıkamazsın, bunu giyemezsin" diyen, ihtiyaçları (!) olduğunu bildiren, bu sebeple okulu, kariyeri bırakıp ya bir an evvel evlenmek isteyen ya da evliliğin aslında kağıt üzerinde bir anlaşma olduğunu öğretmeye çalışan tipler oldu. Her ne kadar hususi olarak aynı karakterlerle tekrar denememeye dikkat etsem de, kader motifi ya, sonuç hep aynıydı ve hep ben suçluydum.
Zaten sanayi bölgelerinden geçen büyükşehir otobüslerinde her etüt öncesi ve sonrası cinsel tacize uğrayan ben, ilk tacizimle mezun grubu dershanemde tanıştım. Geometri öğretmenim bire bir etüt sırasında birden dudağımdan öpmüştü. Sonrası da malum, ihtiyaçlar hiyerarşisi. Kendimi bulamadım hiçbir yerde, kendimi kimsenin kanadı altına sokamadım. Kaldı ki cinsellik isteyeceğim... İstemiyorum. Bugüne kadar yaşamadım, ama babamdan korkuma değil. Allahtan korkuma... Yıllar önce gerçekten "Evde kaldım, ölüm bir anlık bir ölsem kalsam kimsem yok kimsenin haberi olmaz" diye evlenmek istemiştim ama artık gerçekten istemiyorum.
Ben sadece aileme yaranmaya çalışırken büyüttüğüm kanatlarla 1-2 yıl bile olsa uçabilmek istiyorum. Annem babam sağken, "Allahım ya sen kurtar, ya birini gönder o kurtarsın" diye binlerce kez dua ettiğim için, birilerinin hayatına dokunabilmek istiyorum. İyi biri değilim, zorlu bir karakterim var yanımda kimse durmaz genelde. Zaten kimseyi de istemiyorum. Sadece kaç gün ömrüm kaldıysa, bu yaştan sonra biraz istediğim gibi yaşamak istiyorum. Denemek istiyorum. Babamın yanında araba sürerken korkumdan elim titrer, doğru düzgün süremem ama yalnızken orta halli bir araba alıp ona atlayıp yolda olmak istiyorum. Nereye gittiğim önemsiz. 2 göz oda evimde kendi kendime neşelenebiliyorum, kendimi geliştirebiliyorum. Kimseden de destek istemiyorum, sadece anne-babam gölge etmesin istiyorum.
Ben de biliyorum başımı alıp gitsem ne yapabilirler ki... Ama halihazırda çok kıymetli oğulları onları üzerken bir de ben mi dert olacağım? Ya da biraz ısrar etsem "Evlatlıktan reddederim", "Bacaklarını kırarım" cümlelerini duymaya vallahi billahi gücüm kalmadı.
Doktorumla seanslara devam ediyoruz ama 2 gündür Allah nazardan saklasın iyiyim galiba derken, bugün güzel bir ünide güzel bir bölüm kazandığım için azar yediğimde yine dayanma gücüm bitti. "Yoo, bir şey yok ki, bir şey olmadı ki" maskem yüzümde durmuyor artık. Nasıl denersem deneyeyim, ne çözebildim ne durumun beni bu kadar etkilemesini engelleyebildim.
Kimseden hiçbir şey istemiyorken, hiçbir şey elde edememek farklı bir boyut ve ben bu boyutta yönümü şaşırdım.
Buraya kadar okuyan olduysa, öncelikle teşekkür ederim. Fikirlere açığım. Sadece yapıcı olursa sevinirim, çünkü şu an "Sen de öyle yapmasaydın, şükret şükret neleri var neleri, onlar seni dışarıya karşı korumak istedikleri için böyle yapıyor" gibi şeyler yazmayın nolur.
Beni bugüne kadar "dışarısı" hiç üzemedi, kıramadı, ağlatamadı ya da zarar vermesine izin vermedim. Beni "içerisi" yedi bitirdi.
Ben de dönmek istiyorum bu uçurumun kenarından... Ama ne adım atacak gücüm kaldı ne de nereye gidebileceğimi biliyorum.
Lütfen görebilen varsa söylesin... Bir insandan bir insana bir öğüte, bir dala, bir ele çok ihtiyacım var...
Umarım yaşarken kıymet bilirsiniz ve kıymetiniz bilinir...
Allaha emanet...