BAŞIN SAĞ OLSUN ŞEHİT ASKER EŞİ...
Bir gazete sayfasının kocaman puntolarının arasına sıkışıp kalan bir resim. İki siluetin mutluluğu sinmiş sanki fotoğrafın derinliğine. Geleceğe dair umutların pembe rengi, gökyüzünün düğüne şahit şenlik mavisini hissedebilmek öyle kolay ki kahkahalar atan gözbebeklerinde...Haberin kara bir ses gibi benliğimize kazıdığı ölümle hiç örtüşmeyen bir bahar havası işliyor iliklerimize bir gazetenin soluk çizgilerinde.
Gencecik bir kadın düştü gözümün önüne bir fotoğraf karesinden. Sevdiğiyle paylaşacağı kocaman bir yaşamın pırıltıları yerleşmiş gözbebeklerine. Gelinliğinden daha beyaz, gelinliğinden daha saf düşleri. Kenetlenen bir geleceğin simgesi birbirinin avuçlarında eriyen parmaklar.Gençliğin önünde durulmaz coşkusunun verdiği enerjiyle, sanki fırlayıp çıkacaklar gibi bir fotoğraf karesinden...Yitirilen bir geleceğe inat, asla yitirilmeyecek bir geçmişin sahibi bu iki gencecik insan...Asla yok olmayacak, asla yıpratılamayacak, asla zamana yenilmeyecek bir aşkın ölümsüz ev sahipleri...
İki insanın, dünya üzerindeki aşka ortak milyarlarca çiftten sadece birisinin hikayesi belki bu. Yarım kalan, tamamlanamayan ve eksikliği yürek yakan bir yarım kalmışlık hikayesi...Kırılan, dökülen, parçalanan bir bedenin ; paramparça bir yürekteki izlerinin sızısının öyküsü. Yolun başında genç bir kadının, yolun sonunda yaşlı ve yaslı bir acıya dayanmasının öyküsü belki bu...
Bu pırıl pırıl gencecik iki insanı tanımadım hiç. Ne seslerini duymuşluğum, ne yüzlerinde tanıdıklığı buluşturmuşluğum, ne de anılarımda veya anılarında yer bulmuşluğum var. Ama yaşanmışlıklarına tanık olmaya gerek yok onları anlayabilmek için. Benim için aşık iki insanın öyküsü bu. Acılara uzak, ama acıyı anlamaya uzak olmamanın iç yakan döngüsünde bir seyirciyim ölümün kıyısındaki aşka...
Kaybetme korkusuyla yaşamanın ne demek olduğunu bilen bir kadınım sadece. Üniformalarını giyip göreve, operasyona giden binlerce askerin eşi gibi gecenin güne, günün geceye kavuşmadığı zaman dilimlerini yaşamıma ekleyen bir kadınım. Yüzünde sahte güçlü kadın gülüşlerini bir maske gibi taşırken, yüreğinde küçük bir çocuğun herşeyini yitirme korkusunu saklayan bir kadın...Çığlıklarını sessizliğiyle örten bir kadın...Umudu aşılamak isterken canının öbür yarısına, canı çok hem de çok yanan bir kadın...Bir kadın, sadece sevdiği adamı, bilmediği bir dünyaya gönderen kadın. Gözbebeklerinde göremezsiniz yaşadığı gelgitleri bu kadının. Güçlü olmak, güçlü durmak zorundadır yarınlarına karşı. Asker eşi olmanın yüklediği tüm sorumlulukların getirmesi gereken kamburu göremezsiniz sırtında. Yüreğiyle, onuruyla, umuduyla dimdik uğurlar eşini bilmediği yarınlara...
Pek çok insanın, sadece cilalı kabuğunu gördüğü bir dünyanın çekirdeğinde yaşananların küçücük bir özeti bu yitiriş. Hani pek çok insanın çok özendiği sahte ışıltılı bir dünyanın gerçek yüzü bu işte. Orduevlerinde eğlencenin tavana vurduğu zannedilen muhteşem baloların müziğidir aslında yitirme korkusu...Deniz mavi değildir hiçbir askeri kampta. Yitirme korkusudur rengi - ki -sadece bizlerin görebildiği... Güzelleştirirken bedenimizi bir askeri tesiste, yitirme korkusu siner tenimizin her yerine. Kaybetme korkusuna mahkum ürkek kadınlar yaşar bu ülkede bir yerlerde... Acının en koyu renginde tadarken ölümü, “ gurur duy, sen şehit eşisin” denen kadınlar. Bir fotoğraf karesinden, bilmediği geleceğine inat neşeyle gülümseyen, gözyaşlarını yarınına akıtan, hatta akıtamayıp saklayan kadınlar...Tıpkı Şehit Teğmenin eşi gibi, eşi kadar asker yüreğe sahip kadınlar...Başın sağ olsun genç ve güzel kadın...Daha fazlasına yetmiyor gücüm. Süslü kelimeler hafifletmez acını. Sadece şunu bil gencecik şehit eşi; yangınının alevi pek çok yüreği alazladı...Başın sağ olsun asker eşi...
(Alıntı)
Bu yazıyı burada paylaşmak hiçhoşuma gitmiyor. Benim gibi şark görevini bitirmeyi bekleyen bir için ço acı. Ama çok duygulandım ve etkilendim...
Sevgilerimle