Canan hocayı çok seviyorum kim ne derse desin söylediği her sözün doğru olduğuna inanıyorum. Söyledigi gibi yaşayabilsek keşke ama çok zor. Biraz olsun dikkat etmeye çalışıyorum. Hamileliğimde şeker yüklemesi yaptırmadım. Bebeğime meyve hariç şekerli birşey yedirmedim.Canan Karatay Aslında Ne Diyor?
Canan Hoca yeni ve öğrenen dünya ile aynı ve benzer düzlemde konuşuyor. Bildiğini anlatmak için "Aman oraya çıkarsam ne derler, aman bunların panelinde konuşursam ne düşünürler" gibi bir ayrım yapmıyor. Ulaşabileceği en geniş kitleye erişmek için en ciddi bilimsel kongrelerde de konuşmacı oluyor, en tuhaf sabah programlarına da katılıyor. İlkelerinden saptığını, bir gün ak dediğine ertesi gün kara dediğini görmedim. Üzerindeki büyük baskıyı tahmin edebilirim. Çok daha konforlu bir yaşam seçebilecekken tarafsızlığın bedelini nasıl ödediğini de... Margarin şirketinin kurduğu derneğin bildirilerine imza atan bilim insanları (!) da var bu evrende...
Canan Hoca'yı dinleyin, çok şeyi var anlatacak. SMA, otizm, birdenbire rakamsal olarak sıklaşan bebek hastalıkları... 1 yaşındaki bebeğe kalp, 2 yaşındaki bebeğe karaciğer nakilleri... Minicik yaşlarda lösemi, şeker, böbrek, her türden sıkıntı... İsterim ki bir de ondan dinleyin. "Anne rahminde büyük bir aksama olduğu kesindir" diyor hoca. "Çevresel faktörler, tarım ilaçları ve içeriksiz; maksimize verim tekniği ile üretilmiş bomboş tarım sebebiyle oluşan besin eksikliğidir." diyor.
"Eve kimyasal olan hiçbir şey girmemeli." diyor. Sadece bu sözü ile dahi temizlik sektöründen; gıda, tarım, tekstil, mobilya, boya sektörlerinden ve daha nicesinden onlarca şirketin hedefine giriyor. "Hocam, azıcık alçak sesle mi konuşsanız, sizi yakarlar" diyen çok. Hem de pek çok... Hoca yine de çatır çatır söylüyor.
"Sma hastalığı mantar gibi arttı, bunun sebebi de kimyasaldır." diyor. "Güney Amerika'da benzeri Ziga virüsü arttı, paralel sebepler ve getirilerdir." diyor. Isparta'da çiftçiler ile konuştuğunu anlatıyor sonrasında. Elma ağaçlarındaki ilaçlamayı sormuş. "Senede 30 - 40 defa ilaçlama yapıyoruz" demiş çiftçi. "Tarım Bakanlığı böyle istiyor." demişler bir de... Biz de elma yetiştiriyoruz. Tarım Bakanlığı bizden hiç böyle bir şey istemiyor..? Sanırım çiftçi artık kendi yaptığından utanıyor.
Avustralya'ya gittiğini anlatıyor hoca. Orada çiftçiler ile yaptığı konuşmaları... "Kesinlikle tarım ilacı kullanmıyoruz, istesek de kullanamayız" demiş oradaki çiftçi. İlaç tespit edildiği an Avustralya'daki tarım bakanlığının anında üretimi kapattığını söylemişler. Ayda bir geliyormuş devlet; toprak, bitki, kök... Yanlarındaki mobil cihazlar ile anında analiz yapıyorlar imiş.
"Arısız bal yapımı acayip yaygın" diyor yine hoca. "Arı keki adıyla devletten izinli imalatı yapılan ürünü lütfen araştırınız." diyor. "Çin'den bal özü Türkiye'nin en büyük arıcılık bölgelerinde yaygın. Şeker ve glikoz ile arısını beslemeyen üretici sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bala öz ekleyip 100 kiloluk ürünü 1 ton haline getiriyorlar." diyor.
"Yutamadığınız, yiyemediğiniz hiçbir şeyi vücudunuza sürmeyeceksiniz." diyor. Deriden girdiğini, kana karıştığını, bunun kaçınılmaz olduğunu anlatıyor. Burada konu güneş kremleri... Doğal yağlar ile korunmak zorunda olduğumuzu anlatıyor.
"Kırmızı etin hiçbir zararı yok." diyor hoca. "Elbette mera hayvanı olduğu sürece... En büyük faydayı da mera etinin yağından, kuyruk ve iç yağlardan, kemik ve sakatatlardan edinirsiniz." diyor. Et fiyatları malum... Bütçe kısıtlı ise yapılacak şeyin kemik almak ve suyu ile yemek yapmak olduğunu anlatıyor. Ucuz protein kaynağı olarak lanse edilen endüstriyel tavuğun koca bir sıfır olduğunu söylüyor.
"Sosis, salam gibi işlem görmüş etler tamamen kanserojendir." diyor. "Uzun koruma süreleri kimyasal kaynaklıdır. Yoksa raf ömrü on, bilemediniz on beş günü geçmez." diyor.
Mangalın sakıncalı olabileceğini anlatıyor. Közün ısısı ile geleneksel usul pişirmenin en sağlıklı yöntem olduğunu... Kebap yapıyor iseniz bolca kuyruk yağı kullanmanızı, kebabı sağlıklı kılan şeyin o olduğunu anlatıyor.
"Yoğurt ve peynir çok önemli." diyor. "Süt, gerçek ot yiyen hayvandan sağılmış olmalı. Kesinlikle mısır yememeli hayvan. Sadece mısır değil, yediği saman dahi 1950 sonrası buğday türlerinin sapı samanı ise fayda getirmez. Zarardır size." diyor. "Mayası %100 gerçek maya olmalı. Starter maya, damla maya kesinlikle kabul edilemez." diyor. Yumurtayı öneriyor ancak "Gerçek köy yumurtası bulacaksınız. Deneme üretimi tavuk besi çiftliği yumurtaları bozuk tipte ve renkte olduğu için dükkanlarda, pazarlarda köy yumurtası diye satılıyor. Kanmayın." diyor.
"Mercimek, kuru fasulye, nohut, bakliyat ithal olmamalı." diyor. "Yerel ve endemik olmadığı sürece hastalık kaynağıdır." diyor hoca... "Gemideki konteynerde üç ay geçiren bakliyat anormal biçimde ilaçlanarak taşınıyor. Kinoa dahi böyledir. Sosyeteye bakıyorum, yiyor ama 'Bu ürün nasıl oluyor da üç ay yol gelip böceklenmiyor, mümkün mü?' diye düşünmüyor." diyor. Sağlık için yenilen bu gibi ürünlerin belki de en sağlıksız ürünler olduğunu anlatıyor.
"Evde gerçek süt, gerçek salep, gerçek meyve ile yapılan dondurma hariç en sosyetik yerde satılan dondurma bile yalandır." diyor. Kesinlikle dışarıda dondurma yenmemesini; çilek aromasını, bal aromasını, mısır şurubunu, Avrupa salep denilen kimyasalı tüm dondurmacıların kullandığını anlatıyor. "Yalan" diyor kısaca.
Hoca bunları ve bunlar gibi onlarcasını anlatıyor da toplum ne anlıyor ya da ne yapıyor... İşte sorun orada maalesef.
Bir kitle hocayı karikatür ve mizah malzemesi yapıyor ki bu esasen sevimli bir şey. Zaten bunlara hoca da gülüyor. :) Bir kitle var, ne anlatırsanız anlatın umursamıyor. Taş çatlasa on yıl kullanacağı arabasına üç güvenilir şirketin dışında yakıt almayanlar konu kendi sağlıklarına ve kendi gıdalarına gelince "Aman ne olacak ki..." şeklinde ilerlemeyi tercih ediyor. "Onu yeme bunu yeme e ne yiyeceğiz?" sorusunu "E, endüstriyel ürünler yokken evde ne yiyor idiyseniz onu..?" diye yanıtlıyorsun... Havaya yanıtlıyorsun.
Dinleyen, anlayan, daha fazlasını öğrenmek için araştıran, yayınları takip eden, farklı kaynaklardan sorgulayan bir kitle var ki gün geçtikçe büyüyor. Zaten gıda teröristlerini de bu kitlenin büyümesi korkutuyor. Sektör Canan Hoca'ya Canan Hoca gibi onlarca kıymetli bilim insanına savaş açıyor. Silahlar artık top tüfek değil... Siber terörizm, siber iftira, siber itibarsızlaştırma yeni çağın "susturma" yöntemleri. Sadece bu işi yapan, sadece bu alana odaklanan sosyal medya ajansları var. Bu işler için oluşturulan tarifeler dahi var. Doğru söyleyeni dokuz köyde takip edip "yumurta kafa" denilen satın alınan gerçek ya da kurgusal yorumculara, tetikçilere vurdurmak... Düzeni değiştirmeye çalışma, sevilmezsin. Önce seni satın almaya çalışırlar, fiyatın yok ise itibarsızlaştırırlar. Hem zaten ne için uğraşıyorsun ki..? Bu ülkenin gündemleri günübirliktir...
Ama unutmayan, anlayan, fazlasını arayan ve araştıranlara selam olsun... Az değiliz.
Her sözü doğru olduğu için bu kadar saçma sapan şeye maruz kalıyor kadın. Söylediği gibi yaşamaya çalışıyorum. Yoğun bir emek ve çaba gerekiyor ancak imkansız değil.Canan hocayı çok seviyorum kim ne derse desin söylediği her sözün doğru olduğuna inanıyorum. Söyledigi gibi yaşayabilsek keşke ama çok zor. Biraz olsun dikkat etmeye çalışıyorum. Hamileliğimde şeker yüklemesi yaptırmadım. Bebeğime meyve hariç şekerli birşey yedirmedim.
Teşekkür ederim. Sen de öylesin canım
Köylü pazarı diyorsun da canım onlar bile her türlü ilacı hileyi biliyor. Ben süt ürünleri fabrikasında çalıştım köylülerden aldığımız sütlerde neler çıkardı o yüzden açık sütlere de güvenmiyorum benAslında imkansız değil canım. Sadece biraz çaba sarf etmen gerekiyor.
Ben Ankara'da yaşıyorum. İşyerim havaalanında olduğu için Çubuk'a yakınım. Burada köylü pazarı kuruluyor mesela.
İnternetten aldığım üründer de var. Cevizhane'den yumurta, çiğ fıstık, ceviz alıyorum. İpek Hanım'ın Çiftliğinden peynir, sebze ve bakliyat ürünlerini alıyorum.
Zeytinselinden zeytinyağı alıyorum.
Woto-Neyi Nereden Alıyoruz diye Google'da araştırsan orada da güzel paylaşımlar var.
Buna çok sevindim. Hem kendi alanınızı ferahlatmış hem de başkalarının hayatına dokunmuşsunuz. Bu çok güzel gerçekten:)Sizin güzel bilgilerinizi okuduktan sonra bende giymediğim ve zayıflarım diye kenarda bıraktığım kıyamadığım bütün kıyafetlerimi ayırdım bi tanıdığımız var eşi ve oğlu engelli olduğu için pazarda satıyo 2.el olarak bende ona götürüyorum en azından aile bütçesine de katkım oldu mutluyum giyilmeyecek olanları da geri dönüşüm kutusuna attım ve çok rahatım ruhum dinlendi sanki kalabalığı sevmiyorum ve çeyiz zamanı yapılan gereksiz yorganlarim var onları da anneme kayinvalideme iade edicem artık evler o kadar soğuk olmadığı için örtülmüyor bazanin altında dolabın üstünde bekliyor ben bu durumu sevmiyorum artık gittigimizde yavaş yavaş götürcem
Kesinlikle haklısın. Ben o pazardan genellikle yaşlı teyzelerden yeşil soğan, maydanoz gibi şeyler alıyorum:) Sütü ise açık olarak tanıdığım ve güvendiğim bir yerden alıyorum. Süt bozulmasın diye içine karbonat koyup satıyorlarmış doğru mu?Köylü pazarı diyorsun da canım onlar bile her türlü ilacı hileyi biliyor. Ben süt ürünleri fabrikasında çalıştım köylülerden aldığımız sütlerde neler çıkardı o yüzden açık sütlere de güvenmiyorum ben
Canım yumurta hem bizim hem çocuğun beslenmesi için olmazsa olmaz birşey. Bu yüzden ben marketten veya pazardan almıyorum. Eşimin bir arkadaşı bu işe başladı. Ben almadan önce gidip gördüm. Hayvanlar hakikaten serbest mi? Yem olarak ne veriliyor gibi. Mesela mısır veriliyorsa GDO komple yumurtaya geçiyor. Arpa ile beslenmesi en doğrusu.Yaaa tavuk olayının gerçeğine inanamadım ve çok üzüldümmm
Öyle bir hal aldık ki kimselere güvenemez olduk yakında kapsül üretecekler onu yeme bunu yeme diyeeee
Aslında tavuk yemezsek birşey olmaz ama çocuklara yumurta konusu çok canımı sıkıyor
Pazardan köy yumurtası alıcaz yaaa endistüriyel yumurtayı bize köy yumurtası diye satıyorlarsaaa
Kanser vb hastalık konularına tamamen katılıyorum artık evimize asla tavuk giremezzz
Büyük şehirde yaşamak yani yaşamaya çalışmak ne kadar zorrr
Ahhh ahhh düşün düşün kafayı ye artıkkk
Probiyotik tozları daha çıkmış dünyanın çivisi tamamen çıkmış durumdaaa
Peki süt olaylarına ne diyosunn
Geçenlerde pastorize edilmiş günlük sütü savunan biri vardı reklama girmezse sizinle fotosunu paylaşayım diyorum
Yada özelden atayım bi okuyunnn
Çok canımı sıkıyor beslenememek inanın kilo vermeye başladım tam anlamıyla paranoyak oldum artık
Çok teşekkür ederim. Biraz farkındalık yaratabiliyorsam be mutlu bana.... Her zaman beklerim. Sevgiler...Sevgili elecda, sendeki bu farkındalık, bu bilinç ve hassasiyet hepimize örnek olmalı...Hayran oluyorum okudukça...Vaktim çok kısıtlı olduğundan çok katılamasam da fırsat buldukça zevkle okuyorum...
Canım yumurta hem bizim hem çocuğun beslenmesi için olmazsa olmaz birşey. Bu yüzden ben marketten veya pazardan almıyorum. Eşimin bir arkadaşı bu işe başladı. Ben almadan önce gidip gördüm. Hayvanlar hakikaten serbest mi? Yem olarak ne veriliyor gibi. Mesela mısır veriliyorsa GDO komple yumurtaya geçiyor. Arpa ile beslenmesi en doğrusu.
Güvenilirliğinden emin olduğum cevizhane diye bir site var internette. Eşimin arkadaşından alana kadar 4 yıldır nerdeyse cevizhaneden yumurta siparişi veriyorum. Gidip gördüm de. Gayet düzgün iş yapılıyor. Eğer yaşadığın yerde bulamazsan tavsiye ederim.
Ben açık süt alıyorum. Eski usul bir taşım kaynatıp altını kapatıyorum. Sonra da yoğurda çeviriyorum. Kızım süt isterse AOÇ'nin günlük sütünü tercih ediyorum. Üzerinde günlük süt yazıp son kullanma tarihi 1 hafta sonra olan ürünler var
Benim önerim çocuğunuzu markete götürmemek şeklinde olacak. Zira markette gördüğünü tutturan ve bunun için marketi başınıza yıkan bir çocuk ile baş etmek mümkün değil. Hepimiz mecburen sussun diye saçma sapan birşeyler alıp çıkıyoruz. Eve abur cubur almayın, çocuğu da markete götürmeyin. Kızım çikolata istiyorum diye evde tutturunca "Evimizde çikolata yok ama istersen tahin-pekmez verebilirim diyorum ben. Başka seçeneği olmadığı için mecburen kabul ediyor. Ancak eve misafirliğe gelenler tatlı vs. getirdiklerinde o akşam mecburen yiyor ama gece o yatınca kalan tatlıyı çöpe döküyorum.evet genellikle akrabamızın köyünden alıyoruz yumurtayı
ama denk gelmediği zamanlarda pazardan alıp vicdanımı rahatlatmaya çalışıyorum
aslen kendimden çok evladımı düşünüyorum yeme içme konusunda
2 yaşına kadar emzirebildiğim için çok mutluyum sırf bu yüzden ek gıdayla geç aylarda tanıştı
1,5 yaşına kadar tatlıyla tanıştırmadım ama en çok şeker meyvelerde diyor canan hoca yemeyin yedirmeyin diyor bunu uygulayamıyorum
kuru yemiş vazgeçilmezimiz kuru üzüm gibi kurutulmuş meyveler her daim kendisinin ulaşabileceği yerde
ama vicdanen çok rahatsız olduğum birşey var 1,5 yaşından sonra abur cubura alıştırdık iyi de halt ettik
her market alışverişimizde çok iyi birşey yapıyormuşuz gibi kendisinin seçtiği paketli gıdadan 1 tane almasına izin verdik
şuandan itibaren kesin ve katı kurallı olup hiçbirşekilde paketli gıda yemesine izin vermeyeceğim
isterse gün boyu hiçbirşey yemesin mecburen yaptığım sebze yemeklerinden yiyecek
bunu da zorlayarak değil yemek istemiyorum derse sen bilirsin acıktığın zaman yiyebilirsin bundan başka yemek yok demek doğru yol mu sizce???
bu süreçte kuruyemiş meyve vs göz önünde olmamalı değil mi açlığını meyvelerle bastırmasın
ben mi çok takıntılıyım bu konuda bilmiyorum
şuan iş yerinde bu konuları düşünüp oturup ağlayasım var resmen
Benim önerim çocuğunuzu markete götürmemek şeklinde olacak. Zira markette gördüğünü tutturan ve bunun için marketi başınıza yıkan bir çocuk ile baş etmek mümkün değil. Hepimiz mecburen sussun diye saçma sapan birşeyler alıp çıkıyoruz. Eve abur cubur almayın, çocuğu da markete götürmeyin. Kızım çikolata istiyorum diye evde tutturunca "Evimizde çikolata yok ama istersen tahin-pekmez verebilirim diyorum ben. Başka seçeneği olmadığı için mecburen kabul ediyor. Ancak eve misafirliğe gelenler tatlı vs. getirdiklerinde o akşam mecburen yiyor ama gece o yatınca kalan tatlıyı çöpe döküyorum.
Dışarda biri paketli gıda uzatınca yoksunluk psikolojisine girmemesi için almasına müsade ediyorum. Bu konuda katı kurallar koymamak ve çocuğu kısıtladığınızı hissettirmemek önemli.
Sadece paketli gıdaya ulaşım olasılığını düşürün.
Çocuğu bundan başka yemek yok, yemezsen aç kalırsın şeklinde kaygılandırmayı doğru bulmuyorum. Benim kızımın da sevdiği ve sevmediği yemekler var. Ben genellikle yemek planlaması yaparken yiyeceğinden emin olduğum bir çeşit ve yanına denemesini istediğim bir çeşit yapıyorum. Birini yediği için aç kaldı çocuğum psikolojisine girmiyorum. Diğeri ile ilgili de kuralımız şu şekilde: Bir kaşık yiyip denemeni istiyorum. Beğenmezsen yemek zorunda değilsin şeklinde.
O bir kaşığı alıyor bazen beğenip devam ediyor bazen de beğenmedim diyip bırakıyor. Bıraktığında tamam diyorum. Çünkü hepimizin sevdiği ve sevmediği yiyecekler var. Deneyip kendi karar vermesi önemli.
Bir de beğenmediği şeyleri mesela pırasa yemeğini değiştirerek yedirmeye çalışıyorum. Geçenlerde fırında pırasa yaptım. Kek gibi oldu ve gayet güzel yedi. Damak tadına hitap edebilecek farklı şekilleri denemek önemli.
Yemek gibi doğal bir ihtiyacı, bir mesele haline getirmemek önemli. Bu nedenle çocukla inatlaşmadan, uzlaşmaya çalışmak gerekiyor.