Sağlıklı Yaşam
İpek Hanım Çiftliğinin sahibi Pınar Kaftancıoğlu'nun bu haftaki ürün listesi ile birlikte gönderdiği yazısını paylaşmak istiyorum.
Gıdanın silah olarak kullanıldığına dair yüzlerce kitap yazıldı dünyada. Karşıma çıkanlardan ilki bundan on yıl önce okuduğum William Engdahl'ın "Ölüm Tohumları" kitabı idi. Paranoyakça deseniz değil, "komplo teorisi" deseniz o kadar kolay kestirilip atılabilecek gibi değil. Başladı bende bir takıntı... Birkaç kez arka arkaya okuduğum bu kitaptan sonra sorular sormaya başladım. Sorular yeni yollar açtı, yeni yolların sonunda yeni kapılar... Sonra yeni sorular, yine sorular, sorular... Dünyadaki seleksiyon, olabilecek en basit yol ile, kimya ile yapılıyor olabilir mi..?
Önümüzde bir dünya var. Hazırlandığımız bir dünya. Kaçması zor bir gelecek... Kısıtlı kaynaklar, durmaksızın artan nüfus, bir kontrol ihtiyacı, "Seçilmişler"in yarattığı... Sevgili Soner'in dediği gibi...
Irksal seleksiyon düşüncesi, Platon'un yazılı ve sözlü olarak ortaya koyduğu "üstün ve seçilmiş ebeveynlerin zekalarına, fiziksel ve ruhsal durumlarına, becerilerine puan vererek çiftlerin toplan puan dahilinde üremesine izin verme fikri" ile başladı. Toplam çift puanı 10 üzerinden 9 olan çifte 5 çocuk yapma izni, toplam puanı 2 olan çifte 1 çocuk yapma izni, puanı 1 ya da 0 olan çiftin ürememesi gibi... "Esasında fena fikir değilmiş..." diyen var mı şunu okuyanlar arasında..? Var. :) İşte o da içimizdeki faşizm. :) Endişelenmeyin, insan doğası gizli bilinçler de içerir. Genetiktir. Bizi "insan" yapan vicdan ve ahlak da bu arzuları bastırmak içindir. Bizler, kullanmayı tercih edenleriz.
Bu seleksiyon fikrinin adı "Öjenik" (ya da "Öjenizm"). Doğmadan seçmeye, ayıklamaya dayanır. Çok uzun yıllardır insanlar tarafından büyükbaş hayvanlarda kullanılıyor. İnsanlar tarafından insanlar üzerinde..? Yapıldı. Hayli farklı dönemlerde, hayli farklı toplumlarda... Spartalılar ve Romalılar doğumda tam sağlıklı olmayan (terim bugün de kullanılıyor) "eksik" bebekleri boğardı örneğin. Buraya döneceğim.
Bir başka gerçekte ise, tarih boyunca düşünsel olarak güçlü insanlar, olmayanlardan çok daha az sayıda çocuk yaptı. Sonuç olarak da bu düşünce yapısına göre toplumlar kalitesiz bir popülasyon ile ilerledi. Kalitenin soydan geldiğine; bilimsel ya da düşünsel deha sahiplerinin ekserisinin ailesinde "üstün" bir genin muhakkak bulunduğuna da her dönemde inanıldı. Kalıtsal deha, kalıtsal güzellik, kalıtsal sağlık, kalıtsal yetenek... Yüzlerce yıl düşünürler bunları yazdılar ve fanteziler kurdular. Bu fanteziler büyüdü, büyüdü ve Nazi Irkçılığı'nda kendine hiç görülmemiş uygulama alanları buldu. Ernst Rüdin ve ona destek olanlar... Çıkan sonuçta ruhen zayıf, alkolik, manik, saralı, doğuştan sağır ve kör olanlar, şizofreni hastaları vesaire vesaire; hastaneye ya da hapishaneye düştükleri an kısırlaştırıldı.
Yine Nazi Almanyası'nda uzunca bir dönem, hastalıklarının rehabilite edilmesinin fazla zor, masraflı ve riskli olduğu raporlanan akıl hastaları enstitülerde gazla öldürüldü. Bunların toplumun geneline, ülkeye, vergiye yük oldukları; sorunlu kesimin sorunsuz kesimin refahından çaldığı fikri topluma empoze edildi. Irk hijyeni çalışmalarına dönemin hükümetinden sonra en büyük desteği ise, bugün hala faaliyet gösteren birkaç vakıf verdi. İçiniz karardı, biliyorum. Ama şimdi daha ilginç bir bölüm...
Nazi Almanyası'nda "üstün" ırkın; yani sarışın, güzel kafa şekilli, dar yüzlü, uzun bacaklı, mavi gözlü çocukların sağlıklı beslenmesi için kurulan özel tarım ve hayvancılık çiftlikleri vardı. Sıradan tarım ürünleri ise "bitirilmesi" istenen kitleye aktarıldı. Bugünün konvansiyonel tarım / geleneksel tarım ayrımında da en az buradaki kadar keskin bir çizgi mevcut. Gelişigüzel gelişen toplumun mühendisliğine çağlar öncesinden el atan kafalar ne bitti, ne de tükendi. İlluminati filan işin geyik kısmıdır. Ancak "büyük patronlar" hep vardır.
Sınıflara ayırdılar. En aptal olup da kardeş kardeşe dövüşenlere savaşları verdiler. Duygusal olarak daha gelişkin olup "Birbirimize kıymayalım" diyen yoksul toplumlara ise önce besin yardımları geldi, devamında da muhtelif "destekler"... İyilik yaparmış gibi yaptılar. Önce devletleri, sonra da bireyleri kendilerine bağladılar. Tek tipleştirme, düşünemez hale getirme, değerleri yok etme... Televizyonda birbirini her türlü satan yarışmacıların sonunda büyük ödüle koşması, birbirinin kuyusu kazarken birbirine gülen arkadaşların senaryolaştırılması, dev köşklerde kimin eli kimin cebinde hayatların özendirilmesi... Hepsinin içinde "Kap parayı, boş ver kalanları" alt mesajları... Evet, insanlık tarihi boyunca kötüler hep vardı. Ancak hiçbir dönemde bu kadar kokuşmamışlardı.
Gelişmiş toplumların, toplumlardaki üst sınıfların yaşam süresini uzatmak için durmaksızın araştırmalar yaptıkları, yollar aradıkları herkesin bildiği bir gerçektir. Bu ne kadar gerçek ise toplumun alt sınıflarının 3 Litresi 3 Lira'lık meşrubatlar ile bu hayattan yolculandığı da gerçektir.
Bu dünyada artık gaz odaları kurmak, tepemizden dev bombalar sallamak mümkün değildir. Ancak büyük patronların, "kimyasal silahları" düşük dozda ama mütemadiyen alacağımız şekilde önümüze sürdükleri de bana göre gerçektir. Üstelik zevkle, üstelik büyük sofralar etrafında, aile boyu büyük bir keyifle; afiyetle... Sizce tüm sofralara mutluluk veren, bayramı bayram, Ramazan'ı Ramazan eden, plajlardaki gençlerin yüzlerine gülücük ekleyen meşhur meşrubatları imal edenler, formüle edenler ya da yatırımcısı olanlar; bu meşrubatlardan tek bir damlayı ağızlarına koyuyorlar mıdır? İmalat esnasında, tesiste tek bir nefes dahi almadıklarına ben eminim. Hele çocuklarına içirmeleri... Mümkün mü..?
Meşrubatlar, junk food, şu, bu... Bu ürünler "başkaları" için, "başkalarının çocukları" için üretilir. İyi de o "başkaları" nasıl seçilir..? Hani, yani, aptalı, akıllıyı filan..? Kime ne doz verileceği? Bunlar nasıl ayrılır, nasıl yakalanır..? "Aman kim ne der, kim ne düşünür, beni nasıl yargılar" demeden, lafı da hiç uzatmadan söyleyeyim ben. Eve gelirken 2 tane 2,5 Litre, kedinin köpeğin önüne döktüğünüzde bir yudum içmeyecekleri meşrubatlardan alanlar, kapağın içinde bedava yazısını bulup onu da çoluk çocuğa verenler var ya. İşte onları bulurlar. 30 Kuruş'a kivili ve çikolatalı cort kekin olabileceğini sananları yakalarlar. 50 Kuruş'a domates, 1 Lira'ya koca şişe limonata, 1,5 Lira'ya şeftalili yulaflı kavanoz bebek maması olabileceğine inananları ayırırlar.
Kitap okumak yerine 24 saat telefon ekranına kilitlenip vatan kurtaranları, üç kuruşa tamah edip çatısına radyoaktif verici bağlatanları seçerler. Şu güzel mevsimin hafta sonlarında bile açık alanlarda oksijen almak yerine AVM'lerde klima gazı soluyanları, araştırmak yerine her duyduğuna inananları, soruşturmak yerine gaza gelenleri hedeflerler. Boyanmış, kokulandırılmış Palm yağını dondurma sananları, yeşil kimyasal korkunç bir sıvının elmalı nargile olduğunu düşünüp kömür dumanı ile ciğerlerine çekenleri öbür tarafa gönderirler. Ne bulursa yiyenleri, adam sen de diyenleri... Örnekleri bine çıkarabilirim ama gönlüm bu kadarına dayandı benim de. Demem o ki, onlar kitlelerini bilirler. Biz de bir şeyleri bilir isek, o "bir şeyler" değişir belki...
Zehir varsa panzehri de vardır. Yaptığımız yanlışları doğrular ile değiştirerek bedensel sağlığımızı, ona bağlı ruh sağlığımızı koruyabileceğimizi; yaşama disiplinimiz ve okuma - anlamlandırma yeteneklerimiz ile neslimizi koruyabileceğimizi fark etmemiz lazım. Azami özen gösterdiğinizi biliyorum. Birkaç maddede ben yine de yazayım; en kötüler listesi gibi...
Gıdada ham maddeden yapın yemeklerinizi. Semt pazarından dahi, beğenirseniz alın. Ancak mamul ürün asla, kesinlikle almayın. Örnek, semt pazarından domates alacaksanız alın. Rendeleyin. Biraz tuz, bir çimcik toz şeker, birazcık sirke ile tadı yakalayın ama gidip ketçap almayın. Asla almayın. Nereden alırsanız alın, üzümü acayip iyi yıkayın, sirke kurun. Ama sirkeyi hazır almayın. Sütü nereden beğenirseniz alın. Ama gidip asla marketten yoğurt almayın. Evde yapın. Hazırını almayın ve almayın.
Kaç adım önde yakalarsanız kötünün iyisi olur sofranızda. Kötünün kötüsünden olabildiğince uzak kalın.
Asla meşrubat içmeyin. Asla eve almayın. Asla çocuklarınıza bu alışkanlığı kazandırmayın. Hiç zor değil. Siz almaz, içmezseniz onlar da öğrenmez, alışmazlar. Çok şaşırtıcı gelmesin bunlar size. "Ama çocuk bu, görür, ister" filan demeyin. Sizde görmezse kimde görecek..? Kim onu sizin kadar etkileyebilecek..? Benim kızım İpek, benim torunum Mavi de çocuk. İkisi de okullara gidiyor, ikisi de arkadaşlarında bunları görüyor ama ikisi de bugüne kadar bir yudum dahi meşrubat içmedi, bir adet dahi dandik dondurma yemediler. Çünkü ikisi de azami özen ile yetiştirildiler. Tekrarı zor değil.
Asla, paketli "junk food" için tek bir delikli kuruş vermeyin evladınıza. Menüden hamburger, süpermarket rafından jöleli bisküvi değil seyahat seçsin, kitap, film, müzik sistemi, enstrüman ya da basketbol kursu seçsin kendisine. Bütçesi neyse onu sadece doğruya kullanmayı bilsin. Konuşarak ikna edin. Zorlayarak, şart koşarak değil.
Radyasyondan olabildiğince uzak tutun. Sizler de uzak durun. Yatak odalarınıza, hiç değilse, telefonlarınızı sokmayın.
Optik beyazlatıcılı abuk deterjanlardan, yoğun oda kokularından vs. uzak durun. Bunların en basitlerini bulun.
Şehre ağır metalin çöktüğü bölgelerden, çukur alanlardan uzak seçin evinizi.
Plastik malzemeyi ev dekorasyonundan çıkartmaya gayret edin.
Boya, vernik, cila... Bunlara dikkat. Seçtiğinizi araştırın.
Tekstilde kurşun testinden geçebilmiş markaları bulursunuz. Yeter ki sorun.
Çok iyi düşünün. Hem de çok iyi... Bir dakikacık durun ve bu girdabın içinde gözlerinizi kapatın, tümünü, bütünü düşünün. Parçaları birleştirin, anlayacaksınız.
Tüm bu katastrofik hali en anlaşılır şekliyle anlatan, yüzlerce araştırmanın ve yazının topraklarımızdaki yansımasını eksiksiz ve harikulade yazan arkadaşım, değerli yazar Soner Yalçın'a da teşekkür etmek isterim bu yazının sonunda. Ne yandan bakarsanız bakın gerçek tektir. Açınıza göre değişmez. Saklı Seçilmişler müthiş bir kitap. Lütfen, ne yapın ne edin okuyun. Sorunun varlığını kabul etmek çözüm yolundaki ilk ve en önemli adımdır.