- 15 Kasım 2016
- 17.146
- 52.902
- 32
-
- Konu Sahibi Idrakyollariiltihabi
- #241
Iste bu hickimsenin suçu değildir .Herkes kendi cabaladıgi yerdedir .Suclu aramaktan vazgecin artık .Acıdan beslenen biri değilim. Aksine konuşulmasına bile tahammülüm yok. Bugün, istediğim yerde değilim. İstediğim hayatı yaşamıyorum. İstediğim kişi değilim. Bunların sebebi de ailem. O yüzden yaralar kapanmıyor.
Yarın ücretsiz seans için randevu alacağım. Geçen hafta dolu olduğu için alamadım. Umudum yok ama deneyeceğim.
Görünüşte hassas değilim ama bence "ben çok duygusal ve hassas bir insanım" diyen birçok kişiden daha hassas olabilirim. Cümlelere çok takılırım. Olur öyle deyip geçemem çoğu zaman. Hassaslık mı bu bilmiyorum.
Çocukluğum çocukluğunuza,çocuğum çocuğunuza,annem annenize o kadar benziyor ki.. bir tavsiyem yok ama belki teselli olur..Merhaba hatunlar
Konuya neresinden başlasam bilemiyorum. En temizi anneliğimden başlamak. Oğlumla ilgili konu açmıştım. Birçoğunuz dehşete kapılırken, bir kısmınız da bana acıdı. Zor çocuk annesi olarak verilen hiçbir tepki, yaşadıklarımdan daha ağır olamadı tabi.
Oğlum kreşe başladı. Nispeten düzeldi, bazen farklı zorluklar yaşatıyor, bazen "kreşin hiç mi faydası olmaz arkadaş, Allahım sana geliyorum" diye söylenmeme sebep oluyor, bazen de sadece "iyi ki" dedirtiyor. Altı aydır ciddi manada çabalıyorum. Psikolog, kreş, kendimi törpüleme ve ikimizi de iyileştirme çabalarım az da olsa karşılık buluyor. Bu çabalara "çocuk eğitimi" ile alakalı bulduğum tüm kitapları çılgınlar gibi okumam da eklendi. Bulduğum tüm makaleleri, kitapları okudum. Araştırdım, ezberledim ve zaten çorba olmuş beynimi kullanılmaz hale getirdim.
Kendi savaşım tam da bu noktada başladı. Ve evet bu sefer iki saattir kendimi tutamadan ağlıyorken "annem aslında iyi bir insan. Kötü bilmesin kimse" demeyeceğim. Lakin yine de rica ediyorum çok kötü yorumlar yapmayın olur mu? Annem en nihayetinde...
Kitaplar diyordum. Oğlumu iyileştirmek için altını çizdiğim tüm cümleler, benim çocukluğumda silmeye çalıştığım tüm anıları canlandırdı. Bu yüzden, cehalet mutluluktur sözüne bir kez daha hak verdim. Yaklaşık iki saat önce okuduğum kitabın bir bölümünde donup kaldım. Nefesim kesildi sanki. İlk önce kendi oğluma karşı beslediğim vicdan azabı ile başa çıkmaya çalışırken, aslında kendi çocukluğuma ağladığımı fark ettim.
Annem, sebebini hatırlayamadığım bir öfkeden dolayı (muhtemelen dediğim şeyi neden hemen yapmıyorsun diye kızmıştır. Kardeşinin bezini getir demedim mi sana bla bla) adeta odayı inleten şaplakları art arda bacağımla buluşturdu. Yaşım sekiz. Daha çocuktum ben de ama küçük anne olmam gerekiyordu ona göre. Oldum da. Öyle ki kardeşimin ilkokul karnesinin veli kısmında benim adım yazıyordu. Neyse konu bu değildi. Bacağımın acısını pek hissedemedim o anda. Annemin yanında ağlayamazdım, ne münasebet canım güçsüz müyüm ben? Koskoca ablayım en nihayetinde. Diğer odaya gidip kapıyı kapattım. Ağlamamak için kendimi o kadar sıktım ki, dayanamayıp kanepeyi tekmeledim. Kanepenin kenarında aşırı kalın oyma ahşap vardı. Bırakın çocuğu, yetişkin insan gücüyle bile kırılması imkansıza yakındı. Ve ben o ahşap çıkıntıyı kırdım. Sonrasında annem ve babam o kısmın nasıl kırıldığını asla bilemediler. Benim kırmama ihtimal bile vermedikleri için, sorma gereği bile hissetmediler.
Sonra bacağıma baktım. Annemin parmak izleri kabarmış, neredeyse su toplamıştı. Acı hissetmiyordum hala. Sadece "bir anne bunu neden yapar?" diye düşünüyordum. Gözlerimi silip adeta bir duvar gibi annemin karşısına dikildim. "bacağıma bak!" dedim. Aslında merhamet dileniyor, vicdana davet ediyormuşum. Şimdilerde anlıyorum. Öfkesi geçmemişti. "bir şey olmaz hak ettin!" dedi. Bir müddet dondum. Ve zannediyorum zayıflığımı ve merhamete olan ihtiyacımı belirttiğim son andı. Bir daha da tekrarlanmadı.
Kitaplar, bu ara çok canımı yakıyorlar. Annem emzik muamelesi yaptığı sigarasını, her zaman yaptığı gibi tezgahın üzerine bırakmış. Öylece yanıyor. Üzerine çok da düşünmeden, çocukca bir merakla elime alıp baktım, sonra da dudağıma götürdüm. Yaş 10. Tam o anda annem girdi mutfağa. Sigaranın kötü bir şey olduğunu biliyorum en nihayetinde. Annemin evde olduğu bir anda yanan sigarasını deneyecek kadar aptal olabilirim, bu sizi yanıltmasın. Ama sigara kötüdür, bunu biliyorum. Panikle elimi arkama saklayıp (sigara ile birlikte. Yoo aptal değilim) kalbimin ağzımda atmasına ilk kez şahitlik ettim. Annem benden daha zeki olduğunu kanıtlayan o cümleyi sarf etti. "ne saklıyorsun arkanda?" tepeden çıkan dumana rağmen sordu bu soruyu evet. Tezgahta göremediği sigaraya rağmen sordu. Çünkü işkenceyi uzatmak, daha fazla haz veriyor olmalıydı.
Annem hiç düşünmedi bunu yaparken. Yani bence düşünse yapmazdı. Yapmamalıydı. Sigarayı elimden kapıp koluma bastırdı. Canım hiç tatlı değildi ama bu kadarı fazla gelmişti. Allahım o nasıl bir acı. Ağlamadım. Odaya gittim yine. Zaten o da sormadı acıdı mı diye. Bu yüzden belki 20 yaşında tiksinerek sigaraya başladım. Nefret ede ede, zorlayarak içtim ve hala içiyorum.
Bu ve bunun gibi onlarca hatıra, silindikleri yerden çıkıyorlar karşıma. Güçlü ol idrak, zayıf olma idrak, senin canın tatlı değil idrak. Bu seslerin kaynağı dikiliyor karşıma. Ve canım çok yanıyor. O sigaranın acısını yaşıyor, o parmak izlerini görüyorum en net haliyle. Canım şimdi yanıyor işte.
Doğum yapıyorum. Bilmem kaç saattir suni sancı veriyorlar bilmiyorum. Çıksa da rahatlasam diye düşünürken annem eğiliyor kulağıma. "kızım bırak kendini bağır artık" diyor. Gözümden bir damla yaş geliyor tam da o anda. Ama hayır, bırakamam. Ben zayıf değilim, hem ne varmış doğumda canım. Dünyanın en sessiz doğumunu yapmış olabilirim, bilmiyorum. Acımadı kiiiii. Ama annemin o sözü acıttı canımı. Doğumdan daha fazla hem de.
Şimdi oğlumla birlikte kendi çocukluğumu da büyütüyorum. Sebepsiz ağlamalarına ve tutturmalarına sinirlendiğim her an kendi çocukluğum dikiliyor karşıma. "bir şey olmaz" dediğim anda, tiksiniyorum kendimden. Bir şey oluyor çünkü, biliyorum.
Oğlum üç yaşına kadar acıya müthiş dayanıklı bir çocuktu. Çenesi yarıldı ve ağlamadı. Eşim bu duruma hayret ederken ben dua ediyordum içimden ağlasın diye. Ağlasın, ağlamalı. Çocuklar ağlayabilmeli çünkü. Erkenden büyümemeli çocuklar. Oğlumun canı çok tatlı artık. Minicik bir sıyrık olsa krem sür diye ortalığı inletiyor ve ben buna çok seviniyorum. "sürerim annemmm" diyerek koşuyorum krem almaya. Varsın elalem aman ne mızmız çocuk desin. Yeter ki oğlum çocuk olsun.
Bu gece sayfalar dolusu yazabilirim. Çünkü sildiğim ya da sildiğimi sandığım anılar hortladı bu gece. Size yazdığım en basitleri belki de. Yok, sürekli şiddet gören bir çocuk değildim asla. Bir elin parmaklarını geçmemiştir sayısı hatta. Bu tarif de annemden bak, bir elin parmakları. Ancak ben yetişkin olarak doğdum ve bu görebileceğim en büyük şiddetti işte. Ailenin haylaz, başarısız ve ezik çocuğunun ardından doğunca, ne haddime çocuk olmak yahu.
Muhtemelen aşırı pişman olacağım bu iç dökme halini yazmazsam delirebilirdim evet. Bu gece beynim benden bağımsız hareket ediyor çünkü. Şimdi ben, çocuk bile olmamışken nasıl çocuk büyüteyim ki. Neresinden tutayım anneliğin? Çocukluğundan mı...
Ne kadar zor birşeyin içinde debeleniyorsun sen? Nasıl zor bir kadın annen? Şimdi gitsen eteğindeki taşları döksen rahatlayacaksın fakat öte yandan muhtemelen yine vicdan azabı çekecek duruma getirecek seni.Annemle yüzleşmek :) annem hep zayıf bir kadın oldu. Ne zaman zorlansa ne zaman köşeye sıkışsa ya bayıldı ya sinir krizi geçirdi. Bayılmaları meşhurdur zaten. Çoğu zaman ben onu idare ettim, korudum kolladım. Rollerimiz değişmişti. Son olarak 4 yıl önce beyin kanaması geçirince, artık hata kabul etmez oldu. Çünkü hasta, çünkü ölebilir.
Yengem, dostum kanserden vefat etti. Yazmışımdır muhakkak burada. O ölmeden bir hafta önce yoğun bakıma alınmıştı. Sürekli gidip görüyordum ama yoğun bakıma alındıktan sonra artık ölümünü beklediğimizi biliyordum. Zaten yoğun bakıma bir ziyaretçi alınırdı o da ben olamazdım yakınları varken. Oğlum malum, çok zor bir çok çocuk ve kimseyle durmuyordu. Yengem yoğun bakımdayken annem beni aradı. Ağzına geleni saydı. Ne insanlığım kaldı, ne dostluğum ne merhametim. Yengeme yoğun bakımdayken oğlumu birilerine atıp gitmedim diye.
Telefonda bir yandan ağladığımı ve elim in ayağımın titrediğini belli etmemeye çalışırken "anne anlamıyor musun oğluma bakacak kimse yok. Hem sorun bu değil. Biliyoruz, çıkamayacak oradan. Ve ben oğlumu alıp gelirsem sen bayıldığında abim kendini kaybettiğinde oğluma mı bakacağım sizi mi toparlayacağım. Şu an gelmenin faydası yok. Maalesef o kötü haber gelecek. O durumda oğlumu bırakıp gelirim böyle söyleme üstüme gelme" dedim. Daha bir sürü şey saydırıp kendisinin ne kadar vicdanlı olduğunu vurgulayarak telefonu yüzüme kapattı. Peki ben acı çekmiyor muydum? Neden benim acıma bir de vicdan sorgulaması ekledi. Derdi neydi ki.
Bu olay olduktan bir gün sonra gece bir buçukta ölüm haberi geldi dostumun. Sonrası karanlık zaten. Oğlumu galasına bırakıp gittim. Tam da tahmin ettiğim gibi annem bayılmış müşahade odasında yatıyor. Abim başka kenarda yığılmış. Babam mosmor. Yengemin ailesi bitik. Ortalık cehennem gibi. İdrak oraya koş, idrak buraya koş. Annene ambulans çağır, yeğenlerime bak. Cehennem gibiydi evet.
Annem serumla yatarken boynuma sarıldı. Hakkını helal et sen haklıymışsın, şu an oğlunla gelmiş olsaydın sensiz biz ne yapardık. Gel de affet. Niye kırdın ki beni en zayıf yerimden. Niye senin gibi sadece acı çekmeme müsaade etmedin ki. Neyse ha döküldükçe parçalanıyorum.
Merhaba hatunlar
Konuya neresinden başlasam bilemiyorum. En temizi anneliğimden başlamak. Oğlumla ilgili konu açmıştım. Birçoğunuz dehşete kapılırken, bir kısmınız da bana acıdı. Zor çocuk annesi olarak verilen hiçbir tepki, yaşadıklarımdan daha ağır olamadı tabi.
Oğlum kreşe başladı. Nispeten düzeldi, bazen farklı zorluklar yaşatıyor, bazen "kreşin hiç mi faydası olmaz arkadaş, Allahım sana geliyorum" diye söylenmeme sebep oluyor, bazen de sadece "iyi ki" dedirtiyor. Altı aydır ciddi manada çabalıyorum. Psikolog, kreş, kendimi törpüleme ve ikimizi de iyileştirme çabalarım az da olsa karşılık buluyor. Bu çabalara "çocuk eğitimi" ile alakalı bulduğum tüm kitapları çılgınlar gibi okumam da eklendi. Bulduğum tüm makaleleri, kitapları okudum. Araştırdım, ezberledim ve zaten çorba olmuş beynimi kullanılmaz hale getirdim.
Kendi savaşım tam da bu noktada başladı. Ve evet bu sefer iki saattir kendimi tutamadan ağlıyorken "annem aslında iyi bir insan. Kötü bilmesin kimse" demeyeceğim. Lakin yine de rica ediyorum çok kötü yorumlar yapmayın olur mu? Annem en nihayetinde...
Kitaplar diyordum. Oğlumu iyileştirmek için altını çizdiğim tüm cümleler, benim çocukluğumda silmeye çalıştığım tüm anıları canlandırdı. Bu yüzden, cehalet mutluluktur sözüne bir kez daha hak verdim. Yaklaşık iki saat önce okuduğum kitabın bir bölümünde donup kaldım. Nefesim kesildi sanki. İlk önce kendi oğluma karşı beslediğim vicdan azabı ile başa çıkmaya çalışırken, aslında kendi çocukluğuma ağladığımı fark ettim.
Annem, sebebini hatırlayamadığım bir öfkeden dolayı (muhtemelen dediğim şeyi neden hemen yapmıyorsun diye kızmıştır. Kardeşinin bezini getir demedim mi sana bla bla) adeta odayı inleten şaplakları art arda bacağımla buluşturdu. Yaşım sekiz. Daha çocuktum ben de ama küçük anne olmam gerekiyordu ona göre. Oldum da. Öyle ki kardeşimin ilkokul karnesinin veli kısmında benim adım yazıyordu. Neyse konu bu değildi. Bacağımın acısını pek hissedemedim o anda. Annemin yanında ağlayamazdım, ne münasebet canım güçsüz müyüm ben? Koskoca ablayım en nihayetinde. Diğer odaya gidip kapıyı kapattım. Ağlamamak için kendimi o kadar sıktım ki, dayanamayıp kanepeyi tekmeledim. Kanepenin kenarında aşırı kalın oyma ahşap vardı. Bırakın çocuğu, yetişkin insan gücüyle bile kırılması imkansıza yakındı. Ve ben o ahşap çıkıntıyı kırdım. Sonrasında annem ve babam o kısmın nasıl kırıldığını asla bilemediler. Benim kırmama ihtimal bile vermedikleri için, sorma gereği bile hissetmediler.
Sonra bacağıma baktım. Annemin parmak izleri kabarmış, neredeyse su toplamıştı. Acı hissetmiyordum hala. Sadece "bir anne bunu neden yapar?" diye düşünüyordum. Gözlerimi silip adeta bir duvar gibi annemin karşısına dikildim. "bacağıma bak!" dedim. Aslında merhamet dileniyor, vicdana davet ediyormuşum. Şimdilerde anlıyorum. Öfkesi geçmemişti. "bir şey olmaz hak ettin!" dedi. Bir müddet dondum. Ve zannediyorum zayıflığımı ve merhamete olan ihtiyacımı belirttiğim son andı. Bir daha da tekrarlanmadı.
Kitaplar, bu ara çok canımı yakıyorlar. Annem emzik muamelesi yaptığı sigarasını, her zaman yaptığı gibi tezgahın üzerine bırakmış. Öylece yanıyor. Üzerine çok da düşünmeden, çocukca bir merakla elime alıp baktım, sonra da dudağıma götürdüm. Yaş 10. Tam o anda annem girdi mutfağa. Sigaranın kötü bir şey olduğunu biliyorum en nihayetinde. Annemin evde olduğu bir anda yanan sigarasını deneyecek kadar aptal olabilirim, bu sizi yanıltmasın. Ama sigara kötüdür, bunu biliyorum. Panikle elimi arkama saklayıp (sigara ile birlikte. Yoo aptal değilim) kalbimin ağzımda atmasına ilk kez şahitlik ettim. Annem benden daha zeki olduğunu kanıtlayan o cümleyi sarf etti. "ne saklıyorsun arkanda?" tepeden çıkan dumana rağmen sordu bu soruyu evet. Tezgahta göremediği sigaraya rağmen sordu. Çünkü işkenceyi uzatmak, daha fazla haz veriyor olmalıydı.
Annem hiç düşünmedi bunu yaparken. Yani bence düşünse yapmazdı. Yapmamalıydı. Sigarayı elimden kapıp koluma bastırdı. Canım hiç tatlı değildi ama bu kadarı fazla gelmişti. Allahım o nasıl bir acı. Ağlamadım. Odaya gittim yine. Zaten o da sormadı acıdı mı diye. Bu yüzden belki 20 yaşında tiksinerek sigaraya başladım. Nefret ede ede, zorlayarak içtim ve hala içiyorum.
Bu ve bunun gibi onlarca hatıra, silindikleri yerden çıkıyorlar karşıma. Güçlü ol idrak, zayıf olma idrak, senin canın tatlı değil idrak. Bu seslerin kaynağı dikiliyor karşıma. Ve canım çok yanıyor. O sigaranın acısını yaşıyor, o parmak izlerini görüyorum en net haliyle. Canım şimdi yanıyor işte.
Doğum yapıyorum. Bilmem kaç saattir suni sancı veriyorlar bilmiyorum. Çıksa da rahatlasam diye düşünürken annem eğiliyor kulağıma. "kızım bırak kendini bağır artık" diyor. Gözümden bir damla yaş geliyor tam da o anda. Ama hayır, bırakamam. Ben zayıf değilim, hem ne varmış doğumda canım. Dünyanın en sessiz doğumunu yapmış olabilirim, bilmiyorum. Acımadı kiiiii. Ama annemin o sözü acıttı canımı. Doğumdan daha fazla hem de.
Şimdi oğlumla birlikte kendi çocukluğumu da büyütüyorum. Sebepsiz ağlamalarına ve tutturmalarına sinirlendiğim her an kendi çocukluğum dikiliyor karşıma. "bir şey olmaz" dediğim anda, tiksiniyorum kendimden. Bir şey oluyor çünkü, biliyorum.
Oğlum üç yaşına kadar acıya müthiş dayanıklı bir çocuktu. Çenesi yarıldı ve ağlamadı. Eşim bu duruma hayret ederken ben dua ediyordum içimden ağlasın diye. Ağlasın, ağlamalı. Çocuklar ağlayabilmeli çünkü. Erkenden büyümemeli çocuklar. Oğlumun canı çok tatlı artık. Minicik bir sıyrık olsa krem sür diye ortalığı inletiyor ve ben buna çok seviniyorum. "sürerim annemmm" diyerek koşuyorum krem almaya. Varsın elalem aman ne mızmız çocuk desin. Yeter ki oğlum çocuk olsun.
Bu gece sayfalar dolusu yazabilirim. Çünkü sildiğim ya da sildiğimi sandığım anılar hortladı bu gece. Size yazdığım en basitleri belki de. Yok, sürekli şiddet gören bir çocuk değildim asla. Bir elin parmaklarını geçmemiştir sayısı hatta. Bu tarif de annemden bak, bir elin parmakları. Ancak ben yetişkin olarak doğdum ve bu görebileceğim en büyük şiddetti işte. Ailenin haylaz, başarısız ve ezik çocuğunun ardından doğunca, ne haddime çocuk olmak yahu.
Muhtemelen aşırı pişman olacağım bu iç dökme halini yazmazsam delirebilirdim evet. Bu gece beynim benden bağımsız hareket ediyor çünkü. Şimdi ben, çocuk bile olmamışken nasıl çocuk büyüteyim ki. Neresinden tutayım anneliğin? Çocukluğundan mı...
Mesafe koyun,az görüşün,yüzeysel konularda az konuşun.Evlendim. Hala annemin altinda eziliyorum. Kadin böyle napayim. Bana hep işe yaramaz bir pislik, bir hic oldugumu anlatmaktan bikmiyor.
Bilirim o başkasının evinde yememe mevzusunu. Annem de "benim kızım misafirliğe gittiğimizde saatlerce hareket etmeden istek belirtmeden bir köşede kitap okurdu" diye övünür mesela. Ben ise benim ihtiyacımı görmezden gelmesini düşünmemek için okurdum o kitapları. Ondan hareket etmezdim. Acıyla yüzleşmektense yok saymak işime gelirdi.
Asla gerçekten acı veren kısımları anlatamayacağız biliyorsun değil mi :) buz dağının görünen kısmını anlatırsın en azından ruh ikizim :) ben en azından onu başardım.
Kaçtır yazmaya başladım, kaçtır sildim bilmiyorum.
Gereksiz saygı duyulan bir ailenin ilk torunu olmak gibi bir kısmetsizlikle doğdum ben. Hep gözde olmalıydım, hata yapmamalıydım, ben büyük olarak ağlarsam küçükler ne yapardı? Kot giymemeliydim, jilelerle, tüllu, kolalı gömleklerle gezmeliydim... Millet görürse, duyarsa? Aksi halde sevgi dolu annem otoriteye dönüşürdü.
Resmi bayramlarda ola ki şiir okuyan ben değilsem evde matem havası olurdu.
95 aldığımda kıvranır söyleyemezdim korkudan...
Sonra "Sen öğretmensin..." li cümleler çıkageldi.
Zamanla öyle bir hal aldım ki kendi yarattıklarına kızar oldular... Sezeryanımın 4.günü bayrama geliyordu kalkıp tatlı yaptım.
"Ağrıdan duramaman lazım, ne yapıyorsun kızım?" diyen anneme hep olduğu gibi "Ben iyiyim." dedim.
Bazen istemsizce kızıma aynı şeyi uyguladığımı fark edince kendimi tekmelemek istiyorum. Tam tersini yapınca güçsüz olacak biliyorum. Araflıysam demek ki...
Konunuzu baltaladıysam affola, kocaman bir yara kabuğum varmış onu kaldırdınız. Şuan banyoda suyu sonuna kadar açtım ferah ferah ağlayabiliyorum sayenizde. Yine kimse duymasın ağladığımı derdiyle...