Howl'un Kitap Yorumları 📚

Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marquez

Bu, yazarın okuduğum ilk kitabı. İnce bir kitap ve bir çırpıda okunuyor ama ters kurguyla yazıldığı için belki herkese hitap etmeyebilir. Ben severek okudum ve okumayan arkadaşlara tavsiye ederim.

Merak edenler için konusunu özetlemem gerekirse ;
Kitapta işleneceğini herkesin bildiği bir namus cinayeti anlatılıyor.
Hikaye, "Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı." diye başlıyor ve namus, töre, vicdan, adalet gibi kavramlar ile yozlaşmış toplumların davranışlarına ayna tutuyor.
 
Bilinmeyen Adanın Öyküsü - José Saramago

"Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver."
Tam da böyle başlıyor işte Bilinmeyen Adanın Öyküsü.
Denizci bile olmayan bir adam, bilinmeyen bir adanın peşine düşüyor.
"ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum, Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin,"

60 sayfadan oluşan incecik bir kitap kendisi. Kitap okumaya vakit bulamıyorum diyenler için bire bir. Masalsı anlatımı ve sade diliyle bir solukta okunuyor. Yaklaşık yarım saatimi aldı bitirmek.
Yazar, basit bir öyküyü güzel mesajlarla zenginleştirerek vermiş okura. Verilen güzel mesajların haricinde kitapta en beğendiğim ve altını çizmek istediğim cümle ise ;

"çünkü işten evlerine dönen erkekler, midesi olan ve karnını doyurması gereken varlıkların sadece kendileri olduğunu zannederler"
 
Palto - Nikolay Vasilyeviç Gogol

Okumak için epey geç kaldığım bu kitabı nihayet okuduğum için mutluyum. Bir solukta okunan ama uzun süre etkisinde kalınan kitaplardan bence kendisi.
Yazar, kahramanın başına gelen bir olay üzerine " O geceyi nasıl geçirdiğini kendini bir başkasının yerine koymayı başarabilenler az çok tahmin eder zaten." diyor.
Yazarın bahsettiği empatiyi yapabilenler için kahramanın başına gelenler, yaşadığı çaresizlik, yardım arayışı ve umutsuzluk, insanın içine dokunuyor kesinlikle.
Son olarak belirtmek istediğim bir diğer şey ise Akakiy ile Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna romanının kahramanı Raif Efendi'yi birbirine çok benzettim ben okurken.
Baş kahraman Akakiy Akakiyeviç, içine kapanık, sessiz, dış dünyaya uyum sağlayamayan ve uğradığı haksızlıklara boyun eğen bir karakter, bence bu özellikleri, Raif Efendi'nin karakter özellikleri ile benzerlik gösteriyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Kitabı henüz okumamışlar için konusu hakkında minik bir özet;
Devlet dairelerinin birinde görev yapmakta olan bir memur, Akakiy Akakiyeviç, paltosunun artık tamir edilemeyecek kadar eskimiş olması üzerine yeni bir palto diktirmeye mecbur kalır.
Edindiği yeni paltosu ile birlikte Akakiy Akakiyeviç'in hayatı tümden değişecektir.

Ve kitaptan sevdiğim bir alıntı ;

"Belki de bunların hiçbiri değildi
aklından geçirdikleri, kim bilir... Ne de olsa insan ruhunun derinlerine gizlice süzülüp neler düşündüğünü öğrenmek olası değil."
 
Martı Jonathan Livingston - Richard Bach

Bazen sadece Martı Jonathan Livingston olmak ve özgürce uçmak istersin. Yine de elbet biri çıkar "Akıllı ol Jon, uçmak karın doyurmaz" der Bakınız;
"Bak Jonathan" dedi babası, hiç de haşin olmayan bir sesle. "Kış pek uzak değil. Tekneler seyrelecek ve yüzey balıkları derine inecek. Eğer çalışman gerekiyorsa, yiyecekle
uğraş, nasıl yiyecek bulacağını öğren. Bu uçma işi iyi de, biliyorsun, bir süzülmeyi yiyemezsin. Unutma ki uçmanın nedeni yemektir."

Keyifle okudum ve 'Hediye Edilebilecek Kitaplar' listeme ekledim ben.
Anlamlı mesajlarla dolu güzel bir hikaye.
Küçük Kara Balık, Küçük Prens gibi kitapları okuyup beğenmiş olan arkadaşların bu kitabı da beğenerek okuyacağını düşünüp tavsiye ediyorum.

Bir de anneler martı da olsa değişmiyor galiba
"Neden Jon, niçin?" diye sordu annesi. "Sürünün geri kalanına benzemek bu kadar mı zor? Alçaktan uçmayı neden pelikanlara, albatroslara bırakmıyorsun? Neden yemiyorsun? Jon, bir tüy bir kemik kaldın." nitekim 60 küsür kiloda da olsam bir deri bir kemik olduğumu iddia eden annem ile Jonathan'ın annesi arasında bir fark göremiyorum ben.

Ve bence kitabı özetleyen en iyi alıntı;
"Kanatucunuzdan kanatucunuza bedeninizin tümü, aslında düşüncenizin somutlaşmış biçimidir. Düşüncelerinize vurulan zinciri kırın,
göreceksiniz ki bedeniniz de zincirlerini koparıp atacaktır..."
 
kalbimin can mayası- iclal aydın
Kalbimizin Can Mayası kitabı, yazarın en yakın çocukluk arkadaşının ölümünden sonra yazdığı bir köşe yazısıyla başlıyor. Bu yazı başta Türkan olmak üzere aileyi çok etkilemiştir. Çünkü iki gencin yıllar önce Türkan’a olan aşklarının itirafını içeriyor. Olaylar bu kez Defne’nin anlatımıyla iç dünyasını ortaya çıkarmaya başlar. Defne Amerika’dan bir gönül yarasıyla döner. Yetişkin ve kendi kendine yeten bir kız olur. Nevşehir’de Kaan’ın Amerika’dan tanıdığı ailesine ait bir otel işletiyor. Amerika’dayken yıllardır görmediği anneannesiyle yüzleşir ve ardından biraz rahatlar. Defne, çocukken yaşadığı olayların ve annesine yapılan haksızlıkların hesabını vermesini ister. Bu çatışmadan sonra büyükannesini kaybeder. Babasının eşi ve üvey ağabeyi Kiraz ile tanışmış ve gerçek olayların diğer yüzünü dinlemiştir. Böylece önceki tüm hesaplarını kapatır. Tek özlediği, onu Amerika’da bırakan Ömer’dir. Dönüş ve Serdar’ın evlilikleri çıkmaza girmiş ve kopukluk nedeniyle ayrılma kararı almıştır. Serdar artık tanıdığı düşünceli, saf adam değildir. Bütün aile seferber olsa bile kimse onları kararlarından geri çeviremez. Serdar İstanbul’a döner ve orada yaşamaya başlar. Herkes Dönüş’ün tekrar hastalanacağından korkar, ancak beklentilerin aksine çok tepkisiz kalır. Derya, çocukları ve eşiyle birlikte yeni hayatında mutlu mesut yaşamaktadır. Babasının yaşlanması, çocukların sorunları ve ailesinin sorunları dışında pek bir sorunu yoktur. Bu kitapta daha derli toplu ve annelik bir durum anlatılıyor. Sadık Bey yaşlanır ve Nesrin Hanım ondan sonra daha çok bir hatıra olur. Kardeşi Nezahat Hanım ile Ayvalık’taki son günlerini yaşamaktadır. Defne ve patronu Yaşar Hanım’ın sürprizi ile tüm aile Nevşehir’deki otelde bir araya gelir. Yaşar Bey’in Nesrin Hanım ile aynı okuldan mezun olduğunu tesadüfen öğrenirler. Bunun üzerine Sadık Bey ve kızlar uzun uzun sohbet eder. Tabii ki mesele dönüşün gerçek annesine geri döner, bu sır orada o gece ortaya çıkar. Tüm aile defnenin ve patronu Yaşar hanımın sürprizi ile Nevşehir’de otelde bir araya gelir. Tesadüfen öğrenirler ki Yaşar Bey Nesrin Hanımla aynı okuldan mezunlardır. Bunun üstüne Sadık Bey ve kızlar uzun uzun sohbet ederler. Tabi ki husus dönüp dolaşıp dönüşün öz annesine gelir bu sır o gece orada açığa kavuşur.
 
Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk

Sevdim ❤
Güzel kitaptı.
Bana kalırsa kitabı güzel yapan Mevlut'un hikayesi değildi. Mevlut, ne mucizelerle dolu bir hayata sahipti ne de hayatında başarıyı yakalamış ya da zenginlik elde etmişti. Mevlut hepimizin her gün karşılaşacağı bu ülkenin milyonlarca sayıda Mevlut'undan biriydi. O sıradandı.
Bence kitabı güzel yapan belki biraz tanıdıklığı ama en çokta gerçekçiliğiydi.
Kitap Mevlut'un sıradan hayatının arka planında 1969 - 2012 yılları arasında İstanbul'u yansıtmıştı. Yakın tarihimizde yaşanan siyasi gelişmeleri, toplumsal olayları, sosyal yozlaşmayı, değerini yitirmiş meslekleri, göçü, gecekondulaşma ve betonlaşmayı anlatmıştı. Bugünkü İstanbul'u anlayabilmek için değerliydi. Romanı salt Mevlut'un hikayesi için okursanız muhtemelen sıkılıp yarıda bırakırsınız.

Mevlut'un hayat hikayesini merak edenler için romanın ilk paragrafı ;

Bu, boza ve yoğurt satıcısı Mevlut Karataş'ın hayatının ve hayallerinin hikayesi. Mevlut, Asya'nın en batısında bir yerde, puslu bir göle uzaktan bakan yoksul bir Orta Anadolu köyünde 1957'de doğdu. On iki yaşındayken İstanbul'a geldi ve ondan sonra hep orada, dünyanın başkentinde yaşadı. Yirmi beş yaşındayken köyünden bir kız kaçırdı; tuhaf bir şey oldu bu, bütün hayatını belirledi. İstanbul'a döndü, evlendi, iki kızı oldu. Yoğurtçuluk, dondurmacılık, pilavcılık, garsonluk gibi çeşit çeşit işte hiç durmamacasına çalıştı. Ama akşamları İstanbul sokaklarında boza satmayı ve tuhaf hayaller kurmayı hiçbir zaman bırakmadı.
 
IŞIĞIN O KÖR EDİCİ YOKLUĞU

1971'de fas kralına suikast düzenlemeye çalışıp başarısız olan askerin tazmamart zindanlarında 20 yıla yakın orada kalmaları anlatıyor. Zindan insani koşullardan tamamen uzaktır. Yemekşeri kuru ekmek, lapa ve bulanık suydu.1.5 metrelik yükseklikteki ve hiç ışık görmeyen zindanda ölüm kalım mücadelesini sayılı asker kazanmıştır.

Bu roman gerçek bir olayı anlatmaktadır ama Fas krallığı böyle bir zindanın varlığını asla kabul etmemektedir. Kitabı okurken insanoğlunun ne kadar acımaz olabileceğini gördüm. Ölmelerine bile izin verilmeyen bir zindanda hayatta kalmak için hem fiziksel hem de psikolojik olarak dirayetli olmak gerekiyor ama bunu başaran çok az asker oldu. Askerlerin ölümlerini okurken ölümün bile kolayı olmalı diye düşünüdürüyor insana. Burada suçlu askerler miydi bence değildi. Onlar sadece emirlere uyuyorlardı

"hatırlamak, ölmek demek. en büyük düşmanın hatıralar olduğunu anlamam biraz uzun sürdü."
 
Sineklerin Tanrısı

Bir kaza sonucu ıssız bir adada mahsur kalan bir grup çocuğun hayatta kalma mücadelesini, iki ayrı grubun liderlerinin bir nevi iktidar savaşını anlatıyor kitap. Takip eden arkadaşların çoğu kitabı okuduğu için konu içeriği ile ilgili çok detaya girmeyeceğim. Ancak ben de bazı arkadaşlar gibi betimlemelerden yoruldum.


Siyaset Biliminde en önem verilen hatta insanların kendi eli ile oluşturduğu en önemli şeyin devlet olduğu vurgulanır sıkça.
Çünkü insan doğası gereği yaradılışında bir çok duyguyu olduğu gibi kötülüğü de barındırır. Bu yüzdendir ki devlet insanların belirli kurallar çerçevesinde yaşamasını, herkesin kendi iktidarı doğrultusunda kararlar almasını , cezalandırılması gereken bir durumda herkesin kendi cezasını kesmesini engeller. İşte böylece toplum denilen şey oluşur ve kaos ortamının önüne geçilir. Kitabı okumaya başladıktan sonra tam olarak bu durum aklıma geldi. insanlığın geri gitmesi; çaresiz kalınca kendi özüne dönmesi ve hayatta kalma mücadelesiyle her türlü kötülüğü yapabilecek potansiyele sahip bir bireye dönüşüyor olması.

Kitapta içinde iyiliği daha baskın olarak nitelendirilen Ralph bile mevzu bahis kendi hayatı olunca oldukça kötü şeyler düşünebildi ve bence bu da durumun tam olarak özetiydi
.


Peki kötülük doğuştan mı gelir yoksa yaşadığımız şartlar mı bizi kötülüğe iter. her insanın içinde kötülük var mıdır?

Bence her insan mutlaka içinde bir kötülük barındırır. ben bunu kötü bir şey olarak görmüyorum ama. çünkü tamamen insanın kendini iyi veya kötü olarak nerede gördüğü nasıl davrandığı, bunlardan hangisi olmayı seçtiği benim için önemli olan.
evet bence şartlar bazı insanları kötü olmaya zorluyor olabilir lakin yine de insanın bunun önüne geçebilecek potansiyelde olduğunu, isterse iyilik denen tarafı besleyebileceğine inanıyorum.
kimse zor şartlarda kalmadığı müddetçe kötülüğünü göstermiyor benim fikrimce, insanın canı yandığı zaman verdiği tepki biraz da onu tanımayı sağlıyor. Tam olarak kitapta da belirtildiği gibi bebekler dahi doğduğu andan itibaren aslında bir yetişkindir, hepsi dünyaya kendi karakterleri ile geliyor. iyi ya da kötü neyle beslenirse ona dönüşüyor. Jack için Hitler benzetmesi yapılmış misal. Bana göre tam bir nokta atışı. Hitler'in babası tam olarak bir despot evladının hep kötü yanlarına şahit olduğu bir birey. Hitler'in baba figürü olarak gördüğü kafasına kodladığı baba korumacı ancak sürekli baskıcı, her şeyi dikte eden, istediği şeyler olmayınca da oldukça acımasız biri. Hitler'in devlet yönetimi malumunuz, bir çocuğun ailesinde iyi ya da kötü şekilde ruhunun beslenmesi bir devleti dahi etkileyebiliyor işte.

Zaten insanlığın içinde doğuştan kötülük olmasaydı dünya bence bugün bu halde olmazdı.
biraz fazla realistim sanırım bu konuda.

son olarak imzamda da belirttiğim ve çok sevdiğim bir düşünürün dediği gibi:

İnsanlar zorunluluktan dolayı iyi olmak zorunda kalmadıkları sürece kötüdürler /Niccolo Machiavelli
 
Momo - Michael Ende

300 sayfa bir Masal-Romaniydi. Bir çocuğun gözünden gerçekleri hiç olmadığı kadar objektif bir haliyle görmenize yardımcı olacak fantastik bir dünyaya sürüklüyor insanı. Bazen gerçeküstü bir anlatım dili kullanırken bazen gerçek hayattan küçük sahneler sunarak muhteşem bı duygu geçişi yaşamanızı sağlıyor.
Kitabın konusu; Zaman gibi soyut bir kavramın önemini, sizin için ne ifade ettiğini sorgulamak ve elle tutulur bir şekilde hayatta değer verdiğimiz bir çok olguyla karşılaştırmaktı. Bu romanda yazar size "zamanın düşmanı" olarak bir sebep gösteriyor. Fakat aslında o düşmanın sizin hayatınızda ne olduğunu bulmanız için sizi düşündürecek bir çok yerden yakalıyor sizi kitapta sunduğu kurgusal düşmanı çeşitli özellikleri ile tanıtarak. Tanıdık geldikçe mesajı anlıyorsunuz. 21. yüzyılda hepimizin içinde bulunduğu durumları hem eleştirmiş hemde elimizdeki değerlerin ne kadar kıymetli olduğunu, bize çok derin anlamlar içeren bir romanla aktarmış yazar. Oldukça anlamlı ve faydalı buldum. Akıcı ve keyifliydi .
 
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee

Kitap, Alabama'nın eski bir taşra kasabası olan Maycomb'da geçiyor. Yazar, kasabada yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği, küçük bir çocuğun, Scout Finch'in gözünden anlatıyor ve adalet, özgürlük, eşitlik, ayrımcılık gibi güncelliğini koruyan temalara değiniyor.
Keyif alarak okuduğum bir kitap oldu.
Ben bu şekilde çocuk bakış açısıyla yazılmış kitapları diğerlerine nazaran daha çok seviyorum sanırım. Dili yalın, kolay okunan bir kitaptı yine de belki biraz daha uzatılıp birkaç yerin üzerinde daha çok durulabilirdi.

Kitapta en sevdiğim karakter Atticus oldu. - Özellikle çocuklarıyla olan iletişimi çok güzeldi. -
Kitaptan en sevdiğim alıntı ise ;

"Her şeyden önce, " dedi, "basit bir sır öğrenirsen her türlü insanla anlaşman kolaylaşır, Scout. Bir insanı anlayabilmek için, o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin..."
 
Benan Kepsutlu - Arşivde Saklı Kalan İtiraflar

Benan Kepsutlu'yu çoğumuz haber bültenlerinden tanıyoruz aslında :) Kendisi meslek hayatı boyunca gerek çok etkilendiği gerek haberini yayınlayamadığı olayları bir kitapta toplamış. Kendisini bir konferansta dinleme imkanım olmuştu hitabet yeteneğinin kaleminde olduğunu pek söyleyemem ama Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun yakın geçmişine ilgi duyanlar kitabı ilgi çekici bulabilir. Kendisi gazetecilik mesleğinin şimdiki halinden pek memnun değil ve bunu kitapta 'biz gazetecilik yaparken' diye defalarca belirtmesi benim çok hoşuma gitmedi. Öte yandan ilginç hikayeler mevcut. Benim en çok ilgimi çeken Yurtdışında bir ülkede bir porno yıldızının belediye başkanlığına aday olması ve Kazakistan'daki kızların zorla kaçırılması ve kaçırıldıktan sonra - ki sizi kaçıran insan hiç tanımadığınız biri dahi olabilir- artık dönüşü yok diyerek evlendirilmesinin bir gelenek olmasını anlattığı hikayesi oldu.
 
Son düzenleme:
Atsız - Dalkavuklar Gecesi - Z vitamini

Nihal Atsız kitapta iki farklı dönemi aynı açıdan ele almış. İktidarın çevresindeki insanların çıkarları uğruna en olunmaz durumlara dahi büyük dalkavuklukla nasıl uyum sağlayabildiğini, çıkarcılığını çok ustaca kaleme almış. Anlatılan zamanlar benim en çok sevdiğim detay oldu çünkü bu durum tarihin her sahnesinde var, yazarın da vurgulamak istediği buydu fikrimce. Atsız'ın kalemini sevenlerin bir çırpıda okuyup bitireceği bir kitap.
 
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu /Peyami Safa

15 yaşında bir gencin hastalığını ve aşk ile tanışma sürecini okuyoruz, bu gencin acısını çok derinden hissettiğimi söyleyebilirim. İnce bir kitap fakat insana kattığı şeyler çok fazla. Bu gencin yaşadığı tüm psikolojik durumları kendim yaşıyormuşum gibi hissettirdi yazar.
Çok güçlü bir kalem, edebi tasvirler, kullanılan kelimeler muhteşem. Kitabın her satırını çizmek, her cümlesini alıntılamak istedim. Yazarı böyle güzel bir eserle tanıdığım için çok mutlu hissediyorum, çok beklenti içinde değildim, yine de çok beğendim. Türk edebiyatına olan sevgim ve ilgimi bir kat daha arttırdı bu kitap.

Yazarın hayatını biraz okuduktan sonra bu kitapta kendi sürecini anlattığını düşündüm, daha sonra zaten bu kitabı yazma amacının hastalık sürecini okurlarıyla paylaşmak olduğunu öğrendim.

Çocuk yaşta yetim kalan Peyami Safa, 17 yaşında yakalandığı bir kemik hastalığı yüzünden, doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Peyami Safa bunu kabul etmemiştir. Hastalık, maddi sıkıntılar vb dolayı okulunu yarım bırakan Safa bir işte çalışıp annesine bakmaya karar vermiştir.

Okumayan arkadaşlara tavsiye ederim.

10/10
 
Doppler - Erlend Loe bitti.
Kitap ile ilgili uzun uzun yorum girmek isterdim fakat bunu başarabileceğimi çok sanmıyorum.
Temeli oluşturan bir kaç konu var ve spoiler vermeden anlatamam.
Özünde babasının ölümü ile sarsılan Doppler'in işini, ailesini ardında bırakıp ormanda yaşamasını konu alıyor.

Yazarın kalemini çok sevdim, oldukça yalın, merak uyandıran bir kalemi var. Sanırım ilk kez Norveç'li bir yazar ile tanıştım ve de çok memnun oldum. Yazarın diğer kitapları da ilgimi çekti inceleyip listeme eklediklerim oldu.

Kısaca kitabı beğendim ben doğal yaşamı ve ilkel hayatı okumak hoşuma gitti, günümüz değişiklikleri ile ne kadar ters düştüklerini hatırlattı. Okumanızı öneririm.
 
Atomik Alışkanlıklar- James Clear

Kitabin konusu alışkanlık oluşturmak ve temelden değişim sağlamak üzerine. Yazar Bilal'e anlatır gibi anlatmış diyebilirim meramını.Ozet çıkarmış bölüm sonlarında. Gibi değil kendi olmak mottosu. Kendimizin en iyi versiyonu olmak üzerine çok keyifli bir sohbette olduğumu hissettim okurken . Odaklanmak biraz çaba istedi çünkü her aşaması sizden de bir eylem istiyor . Hayata uyarlanması adına notlar alınması gereken bir eser olmuş . Başarılı insanların hayat hikayelerindende kesitler var.. Formulize edilmis diyebilirim içerik için . Ben sevdim verimliydi. Başucu olabilir ara sıra göz atılabilir.
 
Gizli Bahçe - Frances Hodgson Burnett

Kitapta varlıklı bir aileden olup yetim kalan bir kız çocuğunun eniştesinin evine geldikten sonra yaşadıkları, edindiği arkadaşları ile gün gün kişisel yolculuğu ele alınmış . Doğa ile insan arasındaki muhteşem ilişki anlatılmış . İnsanın içini aydınlatan bir roman kaleme alınmış. Genel olarak sözlerin önemine vurgu yapılmış. Sözlerin ne kadar güçlü olduğu ve insan hayatını ne kadar etkilediğinden söz edilmiş. İnsanın kendi içine bakması gerektiği, ve gerçekliğin göreceli olduğu, insanın hayata baktığı pencereden gördüğünün, pencerenin tozunu almakla berrak hale geleceğini anlıyoruz. Verdiği mesaj üzerinde düşündüren dolu dolu bir kitapti.Akıcı ve net ifadelerle kaleme alınmış bir roman. Konular sayfa başlarında değil sayfa aralarında hız kazanıyor. Anlatım tarzı bu şekilde yazarın. Bu kitabı daha
da akıcı hale getirmiş. Çok sevdim, içim ısındı. Tavsiye edebileceğim bir kitap artık .. :))
 
Üç yıl - Anton Çehov

Delicesine aşık Laptev ve ona karşı hiç bir şey hissetmeyen Yulia' nın ilişkisini konu alıyor, biraz öykü tadında olmuş.
Çehov okumayı severim fakat konusu sebebiyle biraz sıkıldım sanırım, belirsiz ilişkiler, dile gelmeyen hisler, bana kitap içinde sıkışmışlık hissi verdi. Konu zaman zaman dağılıyor ve kopukluklar oluyor, bu kısımlarda zorlandım diyebilirim.

Çok beklentiye girmeden, hafif konulu bir şeyler okumak istediğimiz zamanlarda okunulası bir kitap.
 
Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseını

18 yaşında babasıyla siyasi iltica yoluyla ABD'ye taşınan Afgan yazar, çocukluğunda iz bırakan anılarını savaşın değiştirdiği hayatlarını ve bugün ki kimliğini oluşturan yapı taşlarını olay örgüsünü ilmek ilmek işleyerek bizimle paylaşıyor. Gerçek olaylardan esinlenilmiş bir kitap olsada kurgusu sıradışı, yaşananlar hem merak uyandırıcı hem vurucu anlarla anlatılmış duygu yoğunluğu yüksek bir kitapti. Halk dilinde kullanılan bir çok kelime vardı fakat yıldızla işaretlenip açıklanmamış fakat sonra ki anlarda anliyorsunuz ne için kullanıldığını . Savaşın izlerini, kültürel yozlaşmayı, Afganistan'da ki pedofilinin çok uzun yıllardır var olduğunu görüyoruz.
Emir adlı çocuğun varlıklı ve yardimseverligiyle bilinen babasıyla yaşadığı evde, kendi babasıyla birlikte hizmetkar olarak çalışan akranı Hasan'ın dostluğunu konu ediniyor. İnsanın vicdan muhakemesinin zamana yenilmemesi,içini yiyip bitiren pişmanlığını dile getiriyor ve seçimlerini sorguluyor yazar. Çocukluk ve yetişkinlik arasında gidip geldim kitabı okurken. Ağlayanlar olmuş, okumadan önce yorumlarda görmüştüm. Ben hiç ağlamadım. Üzülmek ve sinirlenmek karışımı bir his yaşadım okurken, durgunluk hâli yaşattı. Dostluğu, sevgiyi şartlar karşısında sınanan niyetleri ve kazanılan hayat derslerini içinize işleyen bir kitapla anlatmış yazar ..
 
Etaf Rum- Kadının Sesi Yok
Filistinli yazar, Filistin'den Amerikaya'ya göç eden toplulukların hayatının aynasını tutuyor. Kitabın anlatım dili basit olmakla birlikte kadın algısıyla ilgili üzücü tablolar sergiliyor. Olaylar İsra, Deya ve Feride isimli 3 kadının bakış açısından anlatılıyor. Her ne kadar Filistin'i anlatıyorsa da kendi kültürümüzden de izler bulmak mümkün. Filistinli erkekler İsrail ile mücadele ederken, Filistinli kadınlar hem İsrail hem de Filistinli erkeklerle sınanıyor maalesef. Eleştireceğim tek kısım sonunun tamamlanmamış gibi kalması. Sanırım yazar ikinci bir kitabı daha okuyuculara sunacaktır. Kitabın otobiyografi olma ihtimali yüksek, çünkü yazar kendi ya da yakın çevresinde yaşanılanları anlatmış. Kitapta İsra'nın annesine gönderemediği ama sanki annesi okuyormuşçasına yazdığı mektuplar çok içimi acıttı. Okumanızı tavsiye ederim
 
VİŞNE BAHÇESİ - ANTON ÇEHOV

Eser 19.yy ortalarında Rusya'da ki değişim ve dönüşümü anlatıyor. Uzun yıllar boyunca (5 yıl) yurtdışında yaşamış olan Lubov Andreyevna ülkesine dönmüştür. Ancak ülkesinde yeni kurulan düzenle yüzleşmek zorunda kalır. İçinde vişne bahçesi bulunan aile çiftliğini borçları nedeniyle satmak zorundadır.

Vişne Bahçesi Çehov'un okuduğum üçüncü eseri bana göre diğerlerine göre hem daha sönük hem de karmaşık. çok kısa zamanda okunacak bir tiyatro eseri. Kafa dağıtmak için okunabilir.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…