- 30 Ocak 2017
- 12.755
- 194.200
Dün bir film açtım "Sekizinci sınıf" ve sadece 15-20 dk dayanabildim. Çünkü kendimi seyrediyordum. Bir çocuğun dünyasının nasıl anlaşılamadıgini. Aslında bu yazı daha çok o yaştaki çocukların ebeveynleri için yazılıyor. Kendi "sessizleşme" tecrübelerimi ve çıkardığım dersleri çocuğuyla ilgili kaygıları olan annelerle paylaşmak istiyorum
1. Sınıftan 8. Sınıfın sonuna kadar sınıfın en sessiz çocuğuydum. Ama insanlar şunu her zaman atladı, benim bir ev halim, bir tatil halim, bir arkadaş halim de vardı. Ben kendi dünyamda konuşkan ve neşeli bir cocuktum. Beni tanıyıp dünyama girenler benim sınıftaki halimden ne kadar farklı olduğumu bilirdi. Ama sınıfta başka biriydim. Ve bu da beni bu şekilde etiketlemelerini sağladı. Choco onlar için sessiz, deyim yerindeyse ezik, hayatın rencide grubuna dahil olmuş kısmındaydi. Doğuştan şansız gibi. Benim için hakkımda ne düşündükleri çok önemliydi. Dolayısıyla beni düşündükleri şey olduğumu kabul etmiştim. 1. Sınıftan 8. Sınıfa kadar günümün yarısından fazlasını geçirdiğim ve buna alışmam gerektiğini düşündüğüm bir işkenceydi
Matematiği oldum olası sevmedim. Türkçe dersim bir o kadar iyiydi. Kalemim kuvvetliydi. Resim yeteneğim vardı. Resim derslerinde arkadaşlarımın resimlerini de yapardım. Ama beni kötü olduğum dersler ve özgüven eksikliğim yüzünden asla kendilerinden biri gibi görmediler. Onlar çok havaliydi. Sınıfın en çalışkanlari. Kendini en güzel ifade edenleri. Sürekli sesli şekilde gülüp şakalaşanlari. Hepsinde lider ruhu vardı. Bir şey söylemekten çekinmiyorlardi. Tahtaya çıktıklarında heyecanlanmiyorlardi. Benim gözümden nasıl göründüklerini söylesem inanamazsiniz. Ulaşılması zor sanatçılar gibi. Benden üstün olduklarına o kadar inanmıştım ki temas etmekten bile çekinir olmuştum. Tabi bunda öğretmenimin koca bir payı vardı. Benim için onlara kalem silgi vermek özel bir andı
Bir gün türkçe dersinde kompozisyon yazmıştık. Sırayla çıkıp okumamız gerekiyordu. Sınıfın popüler takımı tahtaya çıkıp okudu. Sıra bana geldiginde bayılacak gibiydim. Ellerim titrediği için defteri sabit tutmaya çalışıyordum. O halime baktıklarını bilmek bile berbat bir histi. Ama bu iyi kompozisyon tok bir sesle okunmayi hak ediyordu. Bense nefes nefeseydim. Bir sekilde bitirdim. Öğretmenim benim öyle bir kompozisyon yazabilecegime inanmadı. Ama bu bile beni mutlu etti.
Dedim ya, benim için asil önemli olan arkadaşlarımın hakkımda ne düşündüğüydü. Bu yüzden artık bütün yeteneklerim hiç olmuştu.
Onlar gibi davranmaya başladım. Onların güldüğü şeyleri komik bulmasam da gülüyordum. Onların sıkıldığı konuları sevsem de sıkılmış gibi yapıyordum. Yine de ortamın en sessiz en arkadaki "uyumlu" kızı olmaktan öteye gidemiyordum. Sınıfın güzel kızlarından sayılırdım. Ama özgüven eksikliğim yüzünden en çirkin kızıydım. Bütün dersleri zayıf olan Nurtaç la oynayan tek çocuktum. El ele tutuşup dönmeyi severdi.
Sınıfın o kadar güzel olmayan bir başka kızı içimizde en özgüvenli olanimizdi. Erkekler ona yardımcı olmak için yarışa girerdi.
Evde anne ve babama saygılı olup verilen direktiflere uyduğum sürece iyi anlasirdik. Yine de yanlarında gülüp eglenebiliyordum. Ama sanki benimle gurur duymaları için her şey derslerime bağlıydı. Derslerim iyiyse mutluydum. Değilse degildim. Çünkü onları halletmeden korkularım geçmiyordu. Baskı, stres, kaygılar.
Veli toplantilari hayatta en korktuğum şeydi. Çünkü kötü olan derslerim yüzünden ailemin diğer veliler içinde küçük düşmesini istemiyordum. Bu düşünce de bitiriyordu beni. Her şey gizli kalsın istiyordum. Evdeki halimle bilinmek, derslerimden ayrı tutulmak istiyordum. Çünkü daha fazlasını yapamayacağımı biliyordum.
Yetenekli olduğum konuları ailem bilmiyordu. Çünkü esas durum her zaman derslerdi.
Bu bir çocuğu o kadar yıpratıyor ki. Neredeyse 8 sene boyunca okulda yaşayan ve benim gibi sınıfın içine kapanık çocuğu olan bütün çocuklarımızı yıprattıgi gibi
Şimdi size dramatize edildiği için zamanla traji-komik bir hal alan o saçmalıktan değil, insanı azaltan ciddi bir duygunun fiziksel etkilerinden bahsetmek istiyorum
"Rencide olmak"
Çocuğun önemsediği bir konuyu gozardi ettiğimizde,
Zekasini küçümsedigimizde
Yapamadığı konuyu onun beceriksizliğiymis gibi hissettirdigimizde
Veya öğretmeni tarafından herkesin önünde azar yediğinde hissettiği fiziksel acı
Üşüme
Dizlerden yukarı doğru çıkan bir ateş
Ateş gözlerde toplanır
Gözler kendiliğinden kısılıyormus gibidir
Ağlama isteği gelir ama aglanmaz
Bunun oluşturduğu boğaz acısı yutulur
Gözlerdeki değişik his sürer
Bu baskı nerden gelmiştir gözlerine düşünürsün. Sanki konuşan herkesin ağırlığı oradadır. Sonunda bütün vücut tamamen ısınır
Ben yerime geçerken sadece uyumak istemiştim. Çünkü bu fiziksel durum saatlerce koşmuş gibi yormustu beni. Vücudun normale dönmesi duyguların normale dönmesinden daha zormuş.
Çocuklarımızın her zaman yanında olamayız. Onları okulda ya da hayatlarının herhangi bir bölümünde her şeyden koruyamayiz. Ama bunlara hazırlayabiliriz. Özel olduklarını hissetmelerini sağlayabiliriz.
Eğer duymayı bilirsek evde o halden anlamayan umursamaz şımarık çocuğun çok başka bir hikayesi olabilir.
Onları çocukluğunun ciddi bir bölümünü kapsayan okul hayatında öylece kendi haline bırakamayiz. Çünkü başa . Ergenliğe girdikçe de içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gerektiği kadar ders yapmalı, gerektiği kadar çabalamalilar. Fazlası değil. En iyi olmak zorunda değiller. Matematiği sevmek zorunda değiller. Ya da Türkçeyi. Önce kendilerini sevmeyi ogrenmeliler. Her durumda sevildiklerini hissetmeliler. Her haliyle. Kalemden önce kalem tutabilen ellerini, gözlerini, saçlarını sevmeliler. Çünkü buna değerler.
Onları keşfetmeliyiz. Sevdiği renkleri onemsemeli o rengi neden sevdiğini sormalıyız. Yeteneklerini merak etmeliyiz. Severek yaptığı bir işi tebrik etmeli buna zaman ayırmalıyız
Elbette biz anneler de bazen dinlenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Hiç bitmeyen o enerjileriyle baş etmek kolay olmuyor. Bir an önce uyusunlar da biz de bacaklarimizi uzatalim istiyoruz. Bizim de kendimize göre haklı nedenlerimiz var değil mi? Nasıl olmasın.
Çocuğun okuldan dönüp yemeğini yemesi, parkta oynayıp enerjisini atması sonra da biraz evde takılıp uyuması kafi geliyor. Bu arada biz de rutin ev işlerimizi yapıyoruz. Sonra bugünde böyle bitti diyoruz.
Ve böylece bütün bu koşturmaca içinde kaybolan sessizleri fark edemiyoruz.
Kaç günümüz böyle geçiyor hiç düşündünüz mü? Gerçekten yeterince ilgilendik mi çocuklarımızla? Yeterince dinledik mi? Belki de anlatamadığı bir şeyleri büyütüyordur içinde. Belki de bize ihtiyacı vardır
Biz anneler çocukların ikinci adını neden "yapma etme" koymadık ki? Çünkü durmadan hata yaparlar. Pis yerlere dokunurlar. Koşup düşerler. Arkadaşının silgisini vermezler. Ödevini yapmazlar. Biz yapma demeye alışmışızdir onlar da tekrar yapmaya. Çünkü bizim için altında yatan sebeplere yoğunlaşmak yerine günü kurtarmaya çalışmak daha kolaydır.
Keşke zamanı bir yerinden yakalasak. Tek başına baş edemeyeceği duyguları bizimle paylaşmalarını sağlasak.
Ve en önemlisi onları bazen de sessizken duysak. Çünkü belki de sessiz çocuğu duyabilecek tek kişi annesidir
Çocuklarımızın ilk güvendigi kişi biziz. Peki biz? Onların bize olan sonsuz güvenini hissettiğimiz gibi acaba biz de çocuklarımıza hissettirebildik mi? Yoksa "yapma, etme" ler o kadar çoğaldı ki artık yapabileceklerinden o kadar da emin değil miyiz?
Çocuklar hisseder.
Ve zaman geçer.
Bunu hissetmenin vermiş olduğu hasarı düzeltmesi de çok sancılı olabilir.
Bana gelince büyüdüm işte. Her açıdan değiştim. İçimde kapanmamış olan her şey için tek tek çabalamam gerekse de bunu yaptım. Herkesi de affettim.
Evlendim. Bir oğlum oldu. Dil konusma problemi olan bir çocuk. Eğitimi için çabalıyorum. Sınavı benimkinden çok daha zor. Ama Miraç Efe de çok sevdiğim bir özellik var. O dışlansa dahi arkadaşlarına kendisini kabul ettirdi. Hiç vazgeçmedi. Bazen ağladığını gördüm. Gözleri yıllar önceki ben gibiydi. Ağırlaşmış kısılmış ve utanmış. Bu duygunun onu hapsetmesini istemedim. İstemiyorum. Kaybolmasını istemiyorum. Rencide olmasını ve bu duygunun sebep olduğu bütün o fiziksel acıyı hissetmesini istemiyorum. Yapabileceğim en güzel şey onu çok sevmek. Onu dünyaya hazırlamak. Dinlemek. Önemsemek.
Onlara değerli hissettikleri bir çocukluk bırakalım. Büyüyüp güzel bir genç kız olduklarında ya da bir delikanlı, kimseye açmak istemedikleri bir burukluk kalmasın bizden yana. Ya da ilerde mantıklı yetişkin bir adama dönüşmeleriine rağmen hala neden bu kadar ihtiyaç duyduğunu bilemedikleri antidepresanların bir parçası olmasın çocukluk
Güzel bir çocukluk geçiren insanlar daha büyük sorunlarla karşılaşsalar bile neyin önemli olduğunu bilirler
Demiştim ya, zaman azalıyor
Bizim için hızla geçen her yıl onların asla geri getiremeyecegi çocuklukları
O zaman bir kez daha duymayı deneyelim
Sonra bir kez daha
Ve bir kez daha
1. Sınıftan 8. Sınıfın sonuna kadar sınıfın en sessiz çocuğuydum. Ama insanlar şunu her zaman atladı, benim bir ev halim, bir tatil halim, bir arkadaş halim de vardı. Ben kendi dünyamda konuşkan ve neşeli bir cocuktum. Beni tanıyıp dünyama girenler benim sınıftaki halimden ne kadar farklı olduğumu bilirdi. Ama sınıfta başka biriydim. Ve bu da beni bu şekilde etiketlemelerini sağladı. Choco onlar için sessiz, deyim yerindeyse ezik, hayatın rencide grubuna dahil olmuş kısmındaydi. Doğuştan şansız gibi. Benim için hakkımda ne düşündükleri çok önemliydi. Dolayısıyla beni düşündükleri şey olduğumu kabul etmiştim. 1. Sınıftan 8. Sınıfa kadar günümün yarısından fazlasını geçirdiğim ve buna alışmam gerektiğini düşündüğüm bir işkenceydi
Matematiği oldum olası sevmedim. Türkçe dersim bir o kadar iyiydi. Kalemim kuvvetliydi. Resim yeteneğim vardı. Resim derslerinde arkadaşlarımın resimlerini de yapardım. Ama beni kötü olduğum dersler ve özgüven eksikliğim yüzünden asla kendilerinden biri gibi görmediler. Onlar çok havaliydi. Sınıfın en çalışkanlari. Kendini en güzel ifade edenleri. Sürekli sesli şekilde gülüp şakalaşanlari. Hepsinde lider ruhu vardı. Bir şey söylemekten çekinmiyorlardi. Tahtaya çıktıklarında heyecanlanmiyorlardi. Benim gözümden nasıl göründüklerini söylesem inanamazsiniz. Ulaşılması zor sanatçılar gibi. Benden üstün olduklarına o kadar inanmıştım ki temas etmekten bile çekinir olmuştum. Tabi bunda öğretmenimin koca bir payı vardı. Benim için onlara kalem silgi vermek özel bir andı
Bir gün türkçe dersinde kompozisyon yazmıştık. Sırayla çıkıp okumamız gerekiyordu. Sınıfın popüler takımı tahtaya çıkıp okudu. Sıra bana geldiginde bayılacak gibiydim. Ellerim titrediği için defteri sabit tutmaya çalışıyordum. O halime baktıklarını bilmek bile berbat bir histi. Ama bu iyi kompozisyon tok bir sesle okunmayi hak ediyordu. Bense nefes nefeseydim. Bir sekilde bitirdim. Öğretmenim benim öyle bir kompozisyon yazabilecegime inanmadı. Ama bu bile beni mutlu etti.
Dedim ya, benim için asil önemli olan arkadaşlarımın hakkımda ne düşündüğüydü. Bu yüzden artık bütün yeteneklerim hiç olmuştu.
Onlar gibi davranmaya başladım. Onların güldüğü şeyleri komik bulmasam da gülüyordum. Onların sıkıldığı konuları sevsem de sıkılmış gibi yapıyordum. Yine de ortamın en sessiz en arkadaki "uyumlu" kızı olmaktan öteye gidemiyordum. Sınıfın güzel kızlarından sayılırdım. Ama özgüven eksikliğim yüzünden en çirkin kızıydım. Bütün dersleri zayıf olan Nurtaç la oynayan tek çocuktum. El ele tutuşup dönmeyi severdi.
Sınıfın o kadar güzel olmayan bir başka kızı içimizde en özgüvenli olanimizdi. Erkekler ona yardımcı olmak için yarışa girerdi.
Evde anne ve babama saygılı olup verilen direktiflere uyduğum sürece iyi anlasirdik. Yine de yanlarında gülüp eglenebiliyordum. Ama sanki benimle gurur duymaları için her şey derslerime bağlıydı. Derslerim iyiyse mutluydum. Değilse degildim. Çünkü onları halletmeden korkularım geçmiyordu. Baskı, stres, kaygılar.
Veli toplantilari hayatta en korktuğum şeydi. Çünkü kötü olan derslerim yüzünden ailemin diğer veliler içinde küçük düşmesini istemiyordum. Bu düşünce de bitiriyordu beni. Her şey gizli kalsın istiyordum. Evdeki halimle bilinmek, derslerimden ayrı tutulmak istiyordum. Çünkü daha fazlasını yapamayacağımı biliyordum.
Yetenekli olduğum konuları ailem bilmiyordu. Çünkü esas durum her zaman derslerdi.
Bu bir çocuğu o kadar yıpratıyor ki. Neredeyse 8 sene boyunca okulda yaşayan ve benim gibi sınıfın içine kapanık çocuğu olan bütün çocuklarımızı yıprattıgi gibi
Şimdi size dramatize edildiği için zamanla traji-komik bir hal alan o saçmalıktan değil, insanı azaltan ciddi bir duygunun fiziksel etkilerinden bahsetmek istiyorum
"Rencide olmak"
Çocuğun önemsediği bir konuyu gozardi ettiğimizde,
Zekasini küçümsedigimizde
Yapamadığı konuyu onun beceriksizliğiymis gibi hissettirdigimizde
Veya öğretmeni tarafından herkesin önünde azar yediğinde hissettiği fiziksel acı
Üşüme
Dizlerden yukarı doğru çıkan bir ateş
Ateş gözlerde toplanır
Gözler kendiliğinden kısılıyormus gibidir
Ağlama isteği gelir ama aglanmaz
Bunun oluşturduğu boğaz acısı yutulur
Gözlerdeki değişik his sürer
Bu baskı nerden gelmiştir gözlerine düşünürsün. Sanki konuşan herkesin ağırlığı oradadır. Sonunda bütün vücut tamamen ısınır
Ben yerime geçerken sadece uyumak istemiştim. Çünkü bu fiziksel durum saatlerce koşmuş gibi yormustu beni. Vücudun normale dönmesi duyguların normale dönmesinden daha zormuş.
Çocuklarımızın her zaman yanında olamayız. Onları okulda ya da hayatlarının herhangi bir bölümünde her şeyden koruyamayiz. Ama bunlara hazırlayabiliriz. Özel olduklarını hissetmelerini sağlayabiliriz.
Eğer duymayı bilirsek evde o halden anlamayan umursamaz şımarık çocuğun çok başka bir hikayesi olabilir.
Onları çocukluğunun ciddi bir bölümünü kapsayan okul hayatında öylece kendi haline bırakamayiz. Çünkü başa . Ergenliğe girdikçe de içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gerektiği kadar ders yapmalı, gerektiği kadar çabalamalilar. Fazlası değil. En iyi olmak zorunda değiller. Matematiği sevmek zorunda değiller. Ya da Türkçeyi. Önce kendilerini sevmeyi ogrenmeliler. Her durumda sevildiklerini hissetmeliler. Her haliyle. Kalemden önce kalem tutabilen ellerini, gözlerini, saçlarını sevmeliler. Çünkü buna değerler.
Onları keşfetmeliyiz. Sevdiği renkleri onemsemeli o rengi neden sevdiğini sormalıyız. Yeteneklerini merak etmeliyiz. Severek yaptığı bir işi tebrik etmeli buna zaman ayırmalıyız
Elbette biz anneler de bazen dinlenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Hiç bitmeyen o enerjileriyle baş etmek kolay olmuyor. Bir an önce uyusunlar da biz de bacaklarimizi uzatalim istiyoruz. Bizim de kendimize göre haklı nedenlerimiz var değil mi? Nasıl olmasın.
Çocuğun okuldan dönüp yemeğini yemesi, parkta oynayıp enerjisini atması sonra da biraz evde takılıp uyuması kafi geliyor. Bu arada biz de rutin ev işlerimizi yapıyoruz. Sonra bugünde böyle bitti diyoruz.
Ve böylece bütün bu koşturmaca içinde kaybolan sessizleri fark edemiyoruz.
Kaç günümüz böyle geçiyor hiç düşündünüz mü? Gerçekten yeterince ilgilendik mi çocuklarımızla? Yeterince dinledik mi? Belki de anlatamadığı bir şeyleri büyütüyordur içinde. Belki de bize ihtiyacı vardır
Biz anneler çocukların ikinci adını neden "yapma etme" koymadık ki? Çünkü durmadan hata yaparlar. Pis yerlere dokunurlar. Koşup düşerler. Arkadaşının silgisini vermezler. Ödevini yapmazlar. Biz yapma demeye alışmışızdir onlar da tekrar yapmaya. Çünkü bizim için altında yatan sebeplere yoğunlaşmak yerine günü kurtarmaya çalışmak daha kolaydır.
Keşke zamanı bir yerinden yakalasak. Tek başına baş edemeyeceği duyguları bizimle paylaşmalarını sağlasak.
Ve en önemlisi onları bazen de sessizken duysak. Çünkü belki de sessiz çocuğu duyabilecek tek kişi annesidir
Çocuklarımızın ilk güvendigi kişi biziz. Peki biz? Onların bize olan sonsuz güvenini hissettiğimiz gibi acaba biz de çocuklarımıza hissettirebildik mi? Yoksa "yapma, etme" ler o kadar çoğaldı ki artık yapabileceklerinden o kadar da emin değil miyiz?
Çocuklar hisseder.
Ve zaman geçer.
Bunu hissetmenin vermiş olduğu hasarı düzeltmesi de çok sancılı olabilir.
Bana gelince büyüdüm işte. Her açıdan değiştim. İçimde kapanmamış olan her şey için tek tek çabalamam gerekse de bunu yaptım. Herkesi de affettim.
Evlendim. Bir oğlum oldu. Dil konusma problemi olan bir çocuk. Eğitimi için çabalıyorum. Sınavı benimkinden çok daha zor. Ama Miraç Efe de çok sevdiğim bir özellik var. O dışlansa dahi arkadaşlarına kendisini kabul ettirdi. Hiç vazgeçmedi. Bazen ağladığını gördüm. Gözleri yıllar önceki ben gibiydi. Ağırlaşmış kısılmış ve utanmış. Bu duygunun onu hapsetmesini istemedim. İstemiyorum. Kaybolmasını istemiyorum. Rencide olmasını ve bu duygunun sebep olduğu bütün o fiziksel acıyı hissetmesini istemiyorum. Yapabileceğim en güzel şey onu çok sevmek. Onu dünyaya hazırlamak. Dinlemek. Önemsemek.
Onlara değerli hissettikleri bir çocukluk bırakalım. Büyüyüp güzel bir genç kız olduklarında ya da bir delikanlı, kimseye açmak istemedikleri bir burukluk kalmasın bizden yana. Ya da ilerde mantıklı yetişkin bir adama dönüşmeleriine rağmen hala neden bu kadar ihtiyaç duyduğunu bilemedikleri antidepresanların bir parçası olmasın çocukluk
Güzel bir çocukluk geçiren insanlar daha büyük sorunlarla karşılaşsalar bile neyin önemli olduğunu bilirler
Demiştim ya, zaman azalıyor
Bizim için hızla geçen her yıl onların asla geri getiremeyecegi çocuklukları
O zaman bir kez daha duymayı deneyelim
Sonra bir kez daha
Ve bir kez daha
Son düzenleme: