• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Yeni Başlangıçlara

Tanrı'nın Kahvesi
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için biraraya gelirler. Sohbet, sonunda isin ve hayatin stresinden sikayetlenmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram eden profesör mutfaga gider ve yaninda büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere degisik tarzda ve ucuz görünenden, pahali ve hatta çok özel olanlarina kadar degisik kahve bardaklari ile gelir. Ve misafirlerine kendilerine kahve almalarini söyler.

Herkes bir bardak seçince, profesör söyle söyler:

"Farkettiyseniz, tüm pahali görünen bardaklar alindi ve geriye ucuz görünümlü sade bardaklar kaldi. Kendiniz için en iyi olani istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynagi aslinda.

Emin olun ki, bardagin kendisi kahvenin kalitesine hiç bir sey katmaz. Çogu zaman, sadece daha pahalidir ve hatta bazi durumlarda da içtigimizi saklar.

Hepinizin aslinda istedigi kahveydi, bardak degil ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz…Ve sonra birbirinizin bardagina bakmaya basladiniz.

Sunu bir düsünün: Hayat kahvedir. Is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardir ve seçtigimiz bardak yasadigimiz hayatin kalitesini belirlemedigi gibi degistirmez de.

Bazan, sadece bardaga odaklanarak Tanri'nin sundugu kahvenin tadini çikarmayi unuturuz.

Tanri kahveyi pisirir, bardaklari degil.

Kahvenizin tadina varin!

En mutlu insanlar herseyin en iyisine sahip degildirler. Sadece herseyin en iyi sekilde tadini çikartirlar.

Basit yasayin. Cömertçe sevin. Birbirinize derinden itina gösterin. Nazik olun.
Gerisini Tanri'ya birakin."(internetten)
 
Dikey Yolculuk
Yazan Anjelika Akbar

En uzun yolculuklara bile ufak bir adımla başlanır...
Işık, yolculuğun hedefi ise bu yolculuk benim için değerlidir...Tüm hayatlar sırasında yaptığımız binlerce yolculuk genellikle yatay yolculuklardır. Bedenimizle, mekanla ve zamanla sınırlıdır. Bunların çoğunda hedef, arayış hatta tatmin bile vardır ama tüm bunlar genellikle kalbimizi gerçek anlamda ışıkla dolduran şeyler değildir. Peki hangi yolculuk, ışığa götürür? Cevabım, dikey yolculuktur. Bu yolculuk için uzay gemisine binmek gerekmez. Astral seyahata çıkmaya da benzemez. Bu yolculuk, kalbimizden uzanan parlak bir ışığın kaynağına sonsuz güzellik kaynağına ilerlemek demektir. Aynı zamanda da özbenliğimize doğru ilerlemek anlamına gelir bu. Dikey yolculuğun 2 türü vardır:
1. Arada bir yapılan yolculuklar,mesela belli aralıklarla yapılan meditasyon ya da dua; yada gerçek sanat yaratma sürecinde yaptığımız derin yolculuklar (yüksek kaynaklı ilhamlar); yada dünya ve evrenle ilintili kurduğumuz güzel hayaller. BU tür yolculuklar aralıklarla yapılır ve hayat amacı haline dönüşmeyebilir.
2: Hayatın tümüne yaygınlaşması üzerine seçtiğimiz ve hayatimizin amacına dönüşen bir yolculuk türü.Yaptığımız her şey bu yolculuğumuzu yansıtır.Genel Hayır ( İyilik) adına giriştiğimiz her hareket yada kalpte doğan her iyi niyet bu yolculuğun sonucunda oluşur.


Bu yolculuk türlerinin bazı unsurları veya hepsi insanın hayatında bir sentez içinde yer alabilir. Bazı insanlar bunun farkında olmaksızın böylesine bir yolculuktan inanılmaz haz alıp onu tekrar tekrar yaşamak ister.
Dikey yolculuğun sembolik olarak iki istikameti vardır. Yukarı ve aşağı doğrultuda. Nasıl ki, bir yolu yukarı doğru kat edersek evrenin en yüce ışığına ulaşabilme şansımız varsa, aynı yolun aşağı istikameti de bizi evrenin kaos diyarlarına götürür. Maneviyatta binlerce yıl boyunca denenmiş ve doğrulanmış bir prensip vardır: “Bilinç Genişlemesi”. Bu prensibin en önemli özelliklerinden biri bilincin açılması ve aydınlanmasıyla birlikte sadece yukarı istikamette yükselmesi değildir. Bilinç aynı derecede hem yukarı hem de aşağı genişlemektedir. Yani bilinç evrenin sadece “yüksek ve aydınlık” katmanlarını değil, aynı anda evrenin “ alçak ve karanlık” katmanlarını da fark etmeye ve tanımaya başlar.
İşin sırrı şudur: Önemli olan başlangıçta istikameti yukarı olarak belirlemek. Yukarıdan aldığımız güç, ışık, cesaret ve enerji ile “aşağıdaki” kaosu düzene dönüştürme gücüne sahip oluyoruz. Tersine, başlangıçta “aşağıya” daldıysak, yukarıya çıkacak ne gücümüz ne de isteğimiz kalır. Dikey yol daima zordur. Her iki tarafa doğru genişlemeyi kabul etmek ve istikrarla ilerlemek bazen çok büyük fedakarlık ister. “Yukarıdan” gelen güç, bizden aynı oranda sorumluluk ve kararlılık ister. Elinde ateş tutmak hiç kolay değildir;ateş ile yemek pişirebilir yada yangına sebep olabiliriz.!elimizdeki Ateşle karanlığı aydınlatmak, yemek pişirmek, mekanı temizlemek gibi ve tüm bunları ortalığı yakmadan ve kaosa dönüştürmeden yapabilmektir kolay olmayan..
Kalbimizi Beyaz tutan, hedefinde Işık bulunan, beni BEN yapan yolculukları seviyorum. En uzun yolculuklara bile ufak bir adımla başlanır. Ufak ufak adımlarla sonsuz ışık yolculuğuna başlamaya ne dersiniz?
 
Dün güzel okumalar yaptım.Yeni ufuklara açıldığımı hissettim.Ev temizliği konusunda haftalık planımı uyguladım.Bugün ekstra bir şey yapmayı düşünmüyorum.Elbise dolabına belki el atarım,yoksa yine okumalara devam etmek istiyorum.
 
Her şey bakış açısındadır
Birgün birisi Peale'yi arar. Umutsuzluğa kapıldığını ve uğruna yaşayacak bir şeyi kalmadığını söyler. Peale bu kişiyi ofisine çağırır. Adam "herşey bitti, herşey umutsuz. En derin karanlıkta yaşıyorum. Aslında yaşam için tüm isteğimi kaybettim" der.

Peale sempatik bir şekilde gülümser. "Durumuna bir bakalım" der sakince. Bir kağıdın ortasına dikey bir çizgi çizer. Sol tarafa adamın kaybettiklerini, sağ tarafa da onda kalanları yazmayı önerir. Adam üzüntülü olarak sağ taraftaki yere ihtiyaç olmayacağını söyler. "Hiç bir şeyim kalmadı, nokta".

Peale sorar: "karın seni ne zaman terketti?"
Adam: "Ne demek istiyorsunuz, karım beni terketmedi ki, karım beni sever!"

"Bu muhteşem" der Peale şevkli bir şekilde. "O zaman bu kağıdın sağ tarafındaki kolonda ilk olarak yazılacak…Eşim beni terketmedi. Peki çocukların ne zaman hapse girdiler?"

"Bu saçma!" der adam. "Çocuklarım hapiste falan değiller!"

"İyi! Bu sağ tarafa yazılacak 2 numara…Çocuklar hapishanede değil." der Peale ve bunu da yazar.

Aynı tarzda bir kaç soru sonra adam sonunda durumu anlar ve içinde bulunduğu duruma rağmen gülümser: "Komik! Bu şekilde düşününce herşey ne kadar değişiyor"
Kaynak: "Pozitif Düşünmenin Gücü" kitabının meşhur yazarı Norman Vincent Peale'nin bir hikayesi
 
En büyük kaynağınız içsel varlığınız
İçsel varlığınız –ruhunuz veya yüksek benliğiniz– sahip olduğunuz birşey değildir. Siz "o"sunuz.

İçsel varlığınız tüm bilincinizdir. Zihninizin bilinç(bilinçüstü), bilinçaltı, süperbilinç diye adlandırılan tüm parçaları tek ve tam olan bilincinizin yani içsel varlığınızın veçheleridir.

Bilinçli zihniniz içsel varlığınızın dikkatini beyniniz ve duyularınız aracılığıyla dış dünyaya vermesinin bir sonucudur. Bunun yerine dikkatinizi dış dünyadan alıp iç dünyanıza yönelttiğinizde, içsel varlığınızın kaynaklarına erişirsiniz.

İçsel varlığınız, ihtiyacınız olan tüm bilgeliğe, anlayışa ve güce sahiptir. O, sizin en mükemmel kişisel kaynağınızdır. İçsel varlığınız aynı zamanda evrenle bağınız ve tüm hayatın, sonsuz varlığın ardındaki bilinçtir.

Eğer bir sahnede oynayan bir oyuncu gibi yaşadığınızı düşünüyorsanız, o zaman içsel varlığınız herşeyin belli bir düzende olması için rolünüzün gereksinim duyduğu tüm desteği veren sahne arkası tekniker gibidir.

İçinizde size sunulan mevcut bilgi ve bilgeliğin miktarı sınırsızdır. Ona erişmek için sadece içinize dönmeye ve onu bulmaya niyet edin.

Bilinçaltınız tüm biyolojik sistemlerinizi sizin bilinçli bir güç sarfetmenize gerek kalmadan çalıştırır. Aslında düşünücek olursanız, bir karıncanın bilinçaltı, günümüz öncü bilimadamlarından daha fazla biyoloji ve kimya bilgisine sahiptir.

İçsel varlığınız daha da fazla bilir. Herhangi birşey hakkında bilmek istediğiniz herşeyi.
Buradaki marifet, soruyu sormak ve bilinçli zihninizi, yanıtı duyabilecek kadar sessizleştirmektir.

Bilinçli olarak içsel varlığınızın gerçek doğasının, bilgelik kaynaklarının, anlayışının ve gücünün farkına vardığınızda, daha önceden büyümenize sekte vuran pek çok engeli eritip yoketmeye başlarsınız.

Bir insan olarak potansiyelinizi ifade etmenin anahtarı, tüm potansiyelin içinizde olduğunu ve sadece dışarıya, dünyaya akması için harici bir kanal açmanızdır.

Güç içinizde. Güçlenmeye ihtiyacınız yok, sadece gücünüzün zaten içinizde olduğunu farketmeye ve sonra da bu iç potansiyelin hayatınıza akmasına izin vermeye ihtiyacınız var.
Kaynak: Owen Waters
Çeviri: Lale Külahlı
 
Parmaklarlarınızı bırakın
Hayatın tamamında denge aranır. Beğenseniz de beğenmeseniz de, denge sonunda gerçekleşecektir. Negatif bir duygu hissettiğinizde, bu dengenizde olmadığınız içindir. Işıktan daha fazla karanlık görüyorsanız, o zaman dengede değilsiniz ve bunun etkisini herhangi bir seviyede deneyimleyeceksiniz. Bu da çoğunlukla fiziksel veya zihinsel rahatsızlık olarak olacak.

Size verilen hediyeler, siz onları paylaşıncaya kadar gerçek anlamlarını kazanmayacaklar. Verdiğiniz hiçbirşey sizden eksilmez. Ve hiç bir şeyi kaybedemezsiniz.

Bir başka mumu yakmak için kendi alevinizi(ışığınızı) kullandığınızda azalan karanlıktır, aleviniz değil. Alevinizin, yani ışığınızın farkında değilseniz, onun gücüne henüz tanık olmadınız demektir.

Size söylediklerimle ilgili hata yapmayın. Hediyelerinizin üzerindeki soğuk, katılaşmış parmaklarınızı serbest bırakın. Hediyelerinizi avucunuzun içine koyun ve onları Evrene doğru üfleyin. Tanrı'nın onlara yeni evler bulmasına izin verin. Böyle yaparak dengenin oluşmasına yardım edecek ve bunu yarattığı mucizeyi gerçek anlamda deneyimleyeceksiniz.

Skor tutmayın, bu sayılmayacaktır. Sadece güvenin.
Kaynak: Sheree Rainbolt-Kren
Çeviri: Lale Külahlı
 
Sizin şarkınızı çalıyorlar
Bir Afrika kabilesinde bir kadın hamile olduğunu bildiğinde birkaç arkadaşı ile vahşi ormana gider ve onlarla birlikte dua eder, meditasyon yapar…bebeğin şarkısını duyana kadar. Farkındadırlar ki, her ruhun kendi benzersiz lezzetini ve amacını ifade eden bir titreşimi vardır. Anne adayı bu şarkıya uyumlandığında, hep birlikte yüksek sesle söylerler. Sonra kabileye geri dönerler ve herkese öğretirler.

Bebek doğduğunda, kabile toplanır ve bebeğin şarkısını ona söyler. Daha sonra, çocuk eğitim çağına girince kabile yine toplanır ve çocuğun şarkısını söylerler. Çocuk ergenliğe geldiğinde, evlendiğinde kendi şarkısını duyar. Nihayet, doğumda olduğu gibi ölüm döşeğinde de arkadaşları ve ailesi etrafında toplanır ve onun şarkısını söyleyerek onu diğer hayata uğurlarlar.

Bu hikayeyi seminerlerimde paylaştığımda, dinleyicilerin hatırı sayılır bir kısmı ağlamaya başlar. Hepimizin içinde, bir şarkımız olduğunu bilen bir şey vardır ve sevdiklerimizin bu şarkıyı farketmelerini ve bu şarkıyı söylememiz için bizi desteklemesini dileriz. Bazı seminerlerimde katılımcılardan yanlarındaki partnerlerine ailelerinin çocukken kendilerine söylemelerini diledikleri tek bir cümleyi söylemelerini isterim. Ve partner bu cümleyi sevgi dolu bir şekilde onların kulaklarına fısıldar. Bu egzersiz oldukça derine gider ve pek çok önemli içgörüler tetiklenmeye başlar. Nasıl da sevilmeye, onaylanmaya ve olduğumuz gibi kabul edilmeye özlem duyuyor, can atıyoruz.

Bir Afrika kabilesinde kabile halkının bir çocuğa şarkı söylediği bir durum daha vardır. Eğer çocuk hayatının herhangi bir aşamasında bir suç işler veya topluma aykırı bir davranışta bulunursa, köyün ortasına çağrılır; tüm kabile halkı onun etrafında bir çember oluşturur ve onun şarkısını söylerler. Kabile topluma aykırı bir davranışın ceza ile değil sevgi ve kimliğin hatırlanması ile olacağını farketmiştir. Kendi şarkınızı farkettiğinizde, başka birisini incitme ihtiyacı veya arzusu duymazsınız.

Arkadaş, sizin şarkınızı bilen ve siz unuttuğunuzda onu size söyleyen kişidir. Sizi sevenler, sizin yaptığınız hatalarla veya kendinizle ilgili kafanızdaki karanlık imajlarla kanmazlar. Onlar siz kendinizi çirkin hissettiğinizde sizin güzelliğinizi, kendinizi suçlu hissettiğinizde masumiyetinizi ve karmaşa içinde olduğunuzda da amacınızı hatırlarlar.

Ergenlik çağında iken, bir yaz kuzenimi ve ailesini ziyarete gittim. Bir öğlen beni bir havuza götürdü ve orada hayatımı değiştiren bir adamla tanıştım. Bay Simmons benimle yaklaşık 10 dakika konuştu. Beni derinden etkileyen ne söylediği değil, beni nasıl dinlediğiydi. Bana hayatımla, duygularımla ve ilgilendiğim konularla ilgili sorular sordu. Bay Simmons hakkındaki alışılmışın dışında olan şey, verdiğim yanıtlara gösterdiği ilgiydi. Ailem, arkadaşlarım ve öğretmenlerim olsa da, Bay Simmons benim dünyamda söyleyeceklerimle gerçekten ilgilenen ve bana olduğum gibi değer veren tek kişiydi. Bu kısa söyleşiden sonra onu hiç görmedim. Muhtemelen de görmeyeceğim. Ve eminim ki kendisi bana hayatımın hediyesini verdiğinden bihaberdir. Belki de o, kısa bir görev için dünyada beliren ve birilerine en muhtaç oldukları anda inanç, güven ve umut veren meleklerdendi.

Şarkınıza ses vermez onu seslendirmezseniz, kendinizi kaybolmuş, yalnız ve karmaşada hissedersiniz. Eğer o şarkıyı ifade ederseniz, hayata dönersiniz. Yaptığım bir çalışmada bir egzersiz sırasında herkese üzerinde basit bir şarkının adı yazılı bir kağıt verdim ("daha dün annemizin" gibi). Tüm grup için belki 8 ayrı şarkı vardı ve 6 kişi aynı şarkının yazılı olduğu kağıdı seçmişti. Herkesten bu şarkıyı söylerken odada dolaşması istendi. Aynı şarkıyı söyleyen birisini bulduklarında biraraya geldiler ve aynı şarkıyı söyleyen herkes katılana kadar devam ettiler. Böylece çalışmanın kalan kısmına yardım edecek küçük gruplar oluşturuldu.
Hayat da bu egzersize çok benzer. Bizimle aynı titreşimdeki insanları kendimize çekeriz ve böylece şarkımızı daha yüksek sesle söylemek için birbirimizi destekleriz. Bazan bizi zorlamaları için şarkımızı söyleyemediğimizi veya toplum içinde söylemememiz gerektiğini söyleyen kişileri çekeriz hayatımıza. Bu insanlar da bize şarkımızı söyleyecek daha büyük cesaret bulmamız için bizi tetikleyerek yardım ederler.

Hayatınızın temel anlarında size şarkınızı söyleyecek bir afrika kabilesinde yetişmiş olmayabilirsiniz ama hayat her an size kendinizle uyum içinde misiniz, değil misiniz hep hatırlatır. Kendinizi iyi hissettiğinizde, yaptığınız şey şarkınızla uyum içindedir ve ne zaman kendinizi berbat hissederseniz, uyumda değilsinizdir. Nihayetinde hepimiz şarkımızı farkedecek ve onu çok güzel söyleyeceğiz. Şu anda kendinizi çekingen hissedebilirsiniz ama tüm büyük şarkıcılar başta böyle hissederler. Sadece şarkınızı söylemeye devam edin, evi bulacaksınız.
Kaynak: Alan Cohen
Çeviri: Lale Külahlı
 
Son birkaç gündür derin uyuyorum.İlk anda uyku tutmuyor gibi.Ama önce zihnimi susturuyorum,sonra düşünüyorum:dün mesela yaşadığım atakları artık düşünmemeye karar verdim.Dersimi aldığımı fark ettim ve onların sebebini kurcalayarak enerjimi tüketeceğime geleceğime odaklanmaya karar verdim.Plan yapmaya kalkmadım.Sadece ne istediğime ,ne yapacağıma karar verebilmem için bir teslimiyet içine girdim.
Zihni susturabilmek önemli.Yoksa düşünürken kafamızın içinde dün ne yediğimizden izlediğimiz filme kadar herşey dört dönüyor.Giderek daha kısa sürede susturabileceğimden eminim.İşte zihni susturmayı başarıp biraz da düşünmeyle,sağlıklı bir şekilde uyuyup dinç bir şekilde uyanmak mümkün.
 
(dorduncuyol.org dan alıntıdır.)
Arayış ve Yol Fikri
Bazı insanlar, nereden kaynaklandığını bilemedikleri varoluşsal sorularla yüzleşmek durumundadır. Bu sorular, bazı insanlarda bir arayışa ve insanın aydınlanması ile ilgili çekim alanının ortaya çıkmasına yol açar. Yol böylesi bir ihtiyaçla bir şeyleri arayan insanlar içindir.
Hayat, Hayat Tarafından Açıklanamaz
Çalışmadaki "Hayat, Hayat Tarafından Açıklanamaz" ifadesi, çalışmanın başlangıcına ulaşmak için gerekli olan bir anlayışı gösteriyor. Eğer, yaşadığınız hayat, insan için bir anlam ifade ediyorsa ve bunun ötesinde bir anlam arayışı yoksa, bu koşullarda çalışmanın başlaması mümkün değildir.
Hayatla ilgili Cevaplanamayan Sorular
Bazı kişiler, hayatla ilgili sorular sormaya başlıyor: "Ben Kimin?", "Nereden geliyoruz?", "Neden?"...Cevaplarını, kişinin kendi yaşadığı hayatın içinden vermesi mümkün olmayan sorular.
Bu tür sorular bazı kişilerin kafasını meşgul etmeye başladığında, çevredeki insanların büyük bölümü: "Bunlara kafayı takma", "Eğer daha derin düşünürsen, işin içinden çıkamazsın", yaklaşımıyla mutlu bir unutma halini öneriyor. Hatta, bu tür sorulara devam edenlerin, psikolglara görünmeleri ve tedavi olup "normalleşmelerini" önerenler bile oluyor.
Manyetik Merkez
Hayatın anlamına yönelik varoluşsal sorular, bazı insanlar için en temel ihtiyaçları kadar gerekli ve yüzleşmeleri gereken bir şey haline gelir. Bazı insanların içini sürekli kemiren bu kurtçuk, gelişme potansiyeli taşıyan bir Varlığın işaretidir ve insanların içinde bir tür "Çekim alanı" oluşturur.
İnsanın bir yol çalışmasına girmesini sağlayan en önemli şey, ne sahip olduğu nitelikler ne de hayattaki başarıları değil, bu cevaplanmayan soruların yeşermesiyle ortaya çıkan Manyetik Merkez'dir.
Çalışma Manyetik Merkez ile Başlar
Her türlü kendini bilme çalışması, insanın içinde rahatsız edici sorular ya da bir arayış olarak belirmiş olan Manyetik Merkez ile başlar. İlk başta, insanın hayatının küçük anlarında ve varoluşsal sorular olarak ortaya çıkan Manyetik Merkez'in, sonuç verebilir hale gelmesi için doğru biçimde beslenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir.
İnsan, hala daha iyi yemek, gelir, iyi bir ev ve araba, güzel bir eş ve çocuklar, mükemmel mizaç, mükemmel konum, kusursuz erdem, saygı görmek, iyi bir kariyer... vb şeylerden tatmin oluyor ve hala bunların peşinden koşuyorsa; kendi Manyetik Merkezi'inin gerçek bir çalışmaya ulaşacak kadar gelişmesii engellemiş olur. Kendisinden tam olarak memnun olan, kibirli olan ve kendi varlığı ile tam olarak özdeşleşmiş biri, çalışmaya başlama imkanına sahip değildir.
İnsan kendisindeki eksiklikler, zayıflıklar ve olumsuzlukları farkettiğinde ve bunları değiştirmek için çaba harcamaya başladığında gelişmeye başlar.
 
FISILTILAR…
Adam fısıldadı "Tanrım, benimle konuş" ve bir kuş şarkı söyledi.
Ama adam duymadı.
Adam haykıdı, "Tanrım, benimle konuş" ve gökyüzünde fırtına çıktı.
Ama adam dinlemedi.

Adam etrafına baktı ve "Tanrım, seni görmeme izin ver" dedi.
Ve bir yıldız pırıl pırıl parladı.
Ama adam görmedi.

Ve adam bağırdı, "Tanrım, bana bir mucize goster".
Ve yeni bir varlık hayata geldi.
Ama adam farketmedi

Adam umutsuzlukla "Bana dokun Tanrım ve burada oldugunu
bilmemi sağla" dedi.
Tanrı aşağıya adama erişti ve dokundu.
Ama adam kelebeği uzaklaştırdı ve yürümeye devam etti.

Bu anonim hikayenin Tanrının her zaman "verilmiş" kabul ettiğimiz küçük ve basit şeylerle etrafımızda olduğuna dair müthiş bir hatırlatıcı olduğuna inanıyorum. Hem de şu içinde bulunduğumuz elektronik çağına rağmen. Dolayisi ile bu hikayeye bir diyalog da ben eklemek isterim.

Adam ağladı, "Tanrım, yardımına ihtiyacım var!". Ve iyi haberler ve
cesaret içeren bir yazı geldi.

Kaynak: internet
Çeviri: Lale Külahlı
 
Mutluluğun Sırrı
Yaşlı adam yavaşça sürüklenerek restorana doğru geldi. Başı eğik, omuzları öne düşmüş, her bir yavaş adımında bastonuna dayanarak…

Yırtık ceketi, yamalı pantalonu, eskimiş ayakkabıları ve sıcak kişiliği, onu alışılmış Cumartesi sabah kahvaltısı kitlesinden ayırıyordu. Unutulucak gibi olmayan ise, elmas gibi parlayan solgun mavi gözleri, büyük pembe yanakları ve sürekli bir gülümseme olan dudaklarıydı.

Durdu, tüm bedeniyle döndü ve kapıya yakın oturmuş küçük bir kıza göz kırptı. Küçük kız büyük bir gülümsemeyle yanıt verdi. Mary isimli genç bir garson, adamın cam kenarında bir masaya sürünerek gitmesini izledi.

Mary adama doğru gitti ve "burada efendim…sandalyeye oturmanıza yardım edeyim"…

Adam birşey söylemeden gülümsedi ve teşekkür ederim manasına gelecek şekilde kafasını salladı…Mary sandalyeyi masadan çekti, adamın sandalyenin önüne gelmesine ve rahatça oturmasına yardım etti. Sonra masayı yaklaştırdı ve adamın bastonunu erişebileceği bir uzaklığa masaya dayadı.

Adam net ve yumuşak bir sesle " Teşekkür ederim bayan. Ve nazik davranışlarınız için Tanrı sizden razı olsun".

"Birşey değil efendim" dedi Mary. "Benim adım Mary. Hemen döneceğim ve bu arada birşeye ihtiyacınız olursa bana işaret etmeniz yeterli".

Adam zengin bir yemeği ve limon çayını bitirdikten sonra Mary onun verdiği yemek fişinin üzerini bozukluk olarak getirdi. Adam bu paraları masada bıraktı. Mary adamın sandalyeden kalkmasına yardım etti. Ardından bastonunu verdi ve kapıya kadar onunla yürüdü. Kapıyı tutarak "tekrar gelip bizi görün efendim!" dedi.

Mary adamın masasını temizlemeye gittiğinde neredeyse bayılacaktı. Tabağın altında bir kartvizit vardı ve peçeteye yazılı da bir not buldu. Peçetenin altında ise bir 100 Dolarlık duruyordu.

Peçetedeki notta şunlar yazılıydı:
"Sevgili Mary, sana çok saygı duyuyorum ve sen de kendine saygı duyuyorsun. Bu, başakalarına davranış şeklinle kendini gösteriyor. Mutluluğun sırrını buldun. Nazik tavırların seninle karşılaşanlar aracılığıyla ışıldayacak."

Mary'nin hizmet ettiği adam, çalıştığı restoranın sahibiydi. O veya başka bir çalışan onu ilk kez şahsen görüyorlardı.

Not: Bu hikaye Minnesota'da St.Paul'de yaşayan bir arkadaş tarafından yaşanan gerçek bir hikayeye dayanarak yazılmıştır. Peçetede yazılan not aynen alınmıştır.
Kaynak: Steve Brunkhorst
Çeviri: Lale Külahlı
 
Dikenler Arasındaki Gül
Yazan Nil Gün

Kızılderili bilge kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.
Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahmış ve genç torun o köpekleri dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlarken görürmüş hep..

Çocuk, dedesinin kulübesini korumak için neden bir değil de iki köpeğe ihtiyaç duyduğunu merak edermiş. Üstelik niye siyah ve beyaz köpek?
Dede, torununa onların kendisi için sembol olduğunu söylemiş. " Onlar benim için iyiliğin ve kötülüğün simgesidir” demiş.
"Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk merak etmiş. "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Dede, bilgece bir gülümsemeyle bakmış torununa.
"Hangisi mi evladım? Ben hangisini daha iyi beslersem!”
Bu köpeklerin besini düşüncelerimiz. Her birimizin Kızılderili bilge gibi kapımızın önünde sürekli boğuşan siyah ve beyaz köpeği var.
“Eğer sıkça işlerin kötüye gideceğini söylüyorsan kahin olma şansın yüksektir” demiş Isaac Singer. Hayat sıkça barındırdığımız düşüncelerimizi bize yansıtan dev bir ekrandır. Neden? Üç boyutlu realitede düşüncelerimizi somut olarak yaşayarak deneyim kazanmamız için. Hayata olumsuz baktığımız sürece sağlıklı mutlu ve huzurlu olmak im-kan-sız-dır. Hayat daha fazla acı çekene ödül vermiyor çünkü. Tersine, madem bu kadar çok seviyorsun olumsuz bakmayı, al sana biraz daha aynısından diyor.
Zihin her gün sağlıklı düşüncelerle kurulan bir saat gibidir. Kurulmazsa bir süre sonra çalışmasını durdurur. Bize sürekli yanlış saati gösterir. O saatin günde iki kez doğruyu göstermesine kanmak büyük yanılgı.
Her şey ama her şey bizim düşüncelerimizin sonucu. Düşündüğümüzü oluruz. Yere düştüğümüzde bile düşüncelerimizi değiştirmek mümkün. Çünkü sırtımız yerdeyken bakacağımız tek yer yukarısıdır. Tabii gözümüzü kapamazsak.
Kendisine acıyan, karamsar, şikayet etmeyi huy haline getiren insana bunun kendi seçimi olduğunu anlatmaya çalıştığın oldu mu? Senin her yardım çabana o mazeretlerle yanıt verecektir. Kendisinin ne kadar haklı ama bir o kadar da şanssız ve talihsiz olduğunu kanıtlamaya çalışacaktır. Bu tür insanın bakış açısını değiştirmesine yardımcı olmaya çalışmak tam anlamıyla değerli anların ziyan edilmesidir.. Zamanı ziyan etme lüksümüz yok çünkü hayat çok kısa. İnsanlar için elinden geleni yap. Ama akıntıya karşı kürek çekmeden ve kendini paralamadan. Yoksa o kişi seni aşağıya çekecektir.
Dağa tırmanmaya ya da denizin derinliklerine dalmaya serüven diyoruz.. Gerçek serüven günlük hayatın engelleri karşısında yeni olanaklar aramak, bilinmeyen karşısında potansiyel kaynaklarımızı ortaya çıkararak test etmek, kendi özgün yeteneklerimizi keşfetmektir. Kimi her zorluk içinde olanakları görür, kimi her olanak içinde zorlukları. Bir şeyden hoşlanmıyorsan değiştir, değiştiremiyorsan tavrını değiştir. Şikayet etmek bugüne kadar sana ne kazandırdı?
Çoğumuz aslında günlük yaşıyoruz. Yarının ne getireceğini bilmeden. Kendi hayatımızın senaryosunda kurban da olabiliriz kahraman da. Kendimize verdiğimiz rolü biz biçiyoruz.
Yüreğin ve düşüncelerin iyimser yaklaşımının mucizesini hiçbir ilaç sağlayamaz. İyileşecek hasta “Kendime nasıl yardımcı olabilirim?” der. Hastalığına sığınan kişi ise, “Bütün bunları yapmak zorunda mıyım?” der. Kendini iyileştirmek bile bir yüktür onun için. Zaten kendi sorumluluğunu üstlenen kişi, hastalığı da sağlığı da yaratanın kendisi olduğunu bilir.
Hayat aksiyonu sever. Ayağa kalkıp yürüdüğünde bir şeylere takılmak doğaldır. Sadece oturduğu yerde oturan insanın ayağı hiçbir şeye takılmaz. Tabii buna hayat denirse. Hayatın kimseye borcu yok. O biz yokken de buradaydı. Bizden sonra da olmaya devam edecek. İyi ve kötü günü belirleyen sadece ve sadece tutumumuzdur. İnsanlar arasındaki farkı belirleyen de budur.
“Olumlu tutum bütün sorunlarını çözmez ama insanı yeterince rahatsız edeceği için çabaya değer” diyor bir komedyen.
İnsanın, kimsenin elinden alamayacağı son özgürlüğü her koşulda tutumunu kendisinin seçmesidir. Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişe bakış açımızı değiştirebiliriz. İnsanların davranışlarını değiştiremeyiz ama onlara bakış açımızı değiştirebiliriz. Başımıza gelen bazı şeylerden kaçamayız ama elimizde kalan tellerle kemanımızı farklı bir notayla çalmayı seçebiliriz.
Verdiğimiz tepkilerle karakterimizi inşa ederiz. İnsanlar arasındaki fark çok küçük. Olaylara yaklaşım farkı. Ama sonuçları çok büyük. Saygı duyduğun insanla acıdığın insan arasında farkı yaratan da bu. Özgüven ve özsaygı denilen şey de bu.
 
Sabah sporumu yaptım,ortalığı temizledim.Sonra dışardaki işlerimi halletmeye gittim.Bir dönercinin karşı kaldırımında 4-5 yaşlarında bir çocuk oturuyordu.Başını önüne eğmiş,dünyayla bağlantısını kapatmış gibiydi.Yalnız olup olmadığını,annesini sordum.Terslendi,elleriyle,konuşmadı ama...Baktım dönercide iki kadın ona bakıp konuşuyorlar,herhalde onların çocuğu,küstü diye düşündüm.Oradaki işimi halledip dönerken,çocuğu yine gördüm,bu sefer bir genç eğilmiş konuşuyordu onunla.Arkada bir sokak köpeği oturmuştu sakince.Yürürken köpek kalkıp bir çöp kutusunun orada bulduklarını yemeye başladı.Emziriyordu besbelli.Ben ilerde bir fırına girip poğaça aldım birkaç tane.Çıktığımda köpek peşimden gelir gibi oldu,içimden bir tane versem diye geçirdim.Ama sonra nedense vazgeçtim,o da gelmeyi bıraktı zaten.
Eve gelince üzüldüm.Hem de emziren bir sokak köpeğine ne biçim davranmıştım...Bir şey daha keşfettim.Bugün etrafıma dikkat etmiştim.Normalde gideceğim yola gider,alacağımı alır dönerdim.Bugünkü tavrı yinelemeye karar verdim.Dolmuştaki insanların davranışları,şoförlerin olumlu ya da olumsuz tavırları,etrafda gördüklerim vs. hayatın birer yönü,imnsanı zenginleştiren yönleri.
Ve mutluyum,banka kuyruğunda birine yardım ettim,karşılıklı gülümseyip iyi günler diledik birbirimize.Dolmuş şoförlerine inerken teşekkür ettim,hizmetine karşılık.Ama köpek konusuna hâlâ üzülüyorum.Dilerim telafi ederim...
 
Sadece Teslimiyet
Yazan İrem Ertürk

Yorulmadın mı?
Nereye kadar savaşabilirsin ki?
Teslim olmayı dene...
İnsanlık tarihinin tüm savaşlarında yer almış, büyük bir savaşçı dünyada yine enkarne olur. Bu mücadeleci ve savaşçı enerjisi çeşitli yaşamlarında sürmüştür ve giderek savaşçımız ona daha da çok güvenir ve dayanır olmuştur. Bu seferki hayatında da dualitenin dışına çıkmak için savaşmaya devam eder. İlişkilerde, işinde ve özellikle de spiritüel yolculuğunda savaşarak yürümeye çalışır. İçindeki karanlıkla da savaşmaya çalışır. Sonra bir gün bir kaza geçirir. Ama hastanede bu savaşçı ve mücadeleci enerji onun işine yaramaz. Orada başkalarına güvenmeyi öğrenir. Herşeyi tek başına yapamayacağını gördüğü an gevşetmeye başlar hayatının sıkı sıkıya yapıştığı iplerini. Eve döndükten sonra da sürer bu. Savaşçı enerjisini ne zaman kullanmaya kalksa durumu daha da kötüleşir, iyileşmesi gecikir. Başkalarını da bu enerjiyle yıprattığını ve artık savaşarak yola devam edemeyeceğini görür, ama çaresizdir. Ne zaman birşey yapmaya çalışsa herşey daha da kötü bir hal almaktadır. Çaresizdir, hayatında ilk defa kendine çaresizliğini itiraf eder. Sonra bir gece bir rüya görür. Sonu görünmeyen derin bir uçurumun kenarındadır ve ondan aşağı atlaması istenir. Tüm hücrelerine işlemiş savaşçı benliği bir yandan düşme korkusuna direnirken, hastalığından kurtulmasının tek yolunun atlamak olduğunu bilen iç sesi ısrarla atlamasını söylemektedir. Sonunda kendini o boşluğa bırakır. Günlerce süren bir düşüş yaşar. Öyle bir düşüştür ki, her saniyesinde içini titreten kocaman bir boşluk yaşar. Her saniyesinde hücreleri savaşmayı bırakıp teslim olmaktadır aslında... Tüm benliği duyguları çekilmeye başlar. Önce yıllardır yok saydığı güçlü olmak için bastırdığı korkularıyla yüzleşir. Yoğun derin bir korkudur benliğini saran... Korkar, çok korkar, korkunun derinliğini yaşar... Elleriyle etrafı yoklar tutunacak bir yer arar; ama sonsuz bir boşluktadır ve düşmektedir. Sonra içinde çok derin bir hüzün belirir. Ağlamaya başlar. Yıllarca kızdığı eleştirdiği benliğinin incinmiş tüm hücreleri ortaya çıkana, şifalanana kadar ağlar. Bir nokta gelir, düşmeye direnmekten yorulur ve kendini boşluğa teslim eder. Biraz zaman geçince içini inanılmaz güzel bir huzur sarar. Gözlerini açar. Kendini havada asılı bulur. Etrafında belirmeye başlayan renklerle bir dünya şekillenir, yıllarca hayalini kurduğu bir dünya... İstediği gibi şekil verir dünyasına; rüyaya doyamaz uyanmak istemez asla. Çok hassas ve duyarlıdır artık, yıllar ve hayatlar boyu körleşmiş tüm duyuları yenilenmiş yeniden doğmuş bir bebeğin saflığında gözlerle bakmaktadır etrafa. Farkeder ki gerçek savaşçı evrenin duyarlılığını ve hüznünü içinde barındırandır. Korkularının üstesinden gelendir. Teslim olandır. Korkacak birşeyi olmayandır. Çalar saatin sesiyle uyanır. Şaşkınlıktan bir kaç dakika öylece kalakalır; çünkü uyandığı dünya rüyasındaki dünyadır...

Yüzyıllar boyu savaşmış, savaşarak istediğimizi elde etmiş bizler, biz üstatlar, bu dönemde dünyaya gelerek çok önemli birşeyin savaşını veriyoruz birlikte. Savaşarak yıkarak değiştirmeye çalışarak değil. Teslim ederek, teslim olarak... Teslimiyet herşeyi bırakıp hiçbirşey yapmama hali değildir. Aksine o, tam bir hakimiyet ve bilgelik halidir. Olayları ve enerjiyi zorlamadan doğru zamanı ve yeri bulmak, içselliğinde ateşini yakarak o sabrı hayata geçirmek, akışta uygun taşlara sıçrayıp dere boyu ilerlemektir.
Teslimiyet korkunun silindiği andır, enerjinin nötrleştiği an. Kollarımızı açıp gökyüzüne sonsuzluğa, tüm savunmalarımızdan kalkanlarımızdan bizi örtmesi için giyindiğimiz tüm sıfatlardan arınıp çırılçıplak halimizle rüzgara göğsümü açtığımız andır. Rüzgarla uçmak, ağırlığımızca yeni dünyalara konmaktır.
Karşındaki insanın ellerine kalbini söküp verebilmektir teslimiyet. Bilir çünkü aslında zarar görmek incinmek diye birsey yoktur. Zararın da ta kendisidir sevgi, dualitenin alengirli bir oyunu.
O noktada korumaz kendini, ihtiyaç hissetmez bunun için... Korumaya ihtiyacı yoktur çünkü. Güvenli bir yerdir evren ve teslim eder kendini güvene...
Kendimizi bırakmamızı engelleyen şey ise korkularımızdır. Düşme korkusu, kaybetme korkusu vs. Bu güzel korkular egomuzu besler içten içe. Kocaman egomuzla birşeyleri yapmaya oldurmaya kontrol etmeye çalışırız. Çok korkarız kontrolü yitirmekten. Birşeylere ne kadar sıkı tutunursak o kadar büyük olur belirsizliğin korkusu.
Zihni susturup, ipleri gevşetip yüreğimizin sesiyle ilerlediğimiz anlardır teslimiyet.
Hayatı kendi varoluşumuza teslim etmektir. İstediğimiz gibi olmaya, birşey olmaya çalışarak, kendi dünyamızda kendimize gardiyan olarak değil; sadece “ol”arak... Kendimiz olarak... Olduğumuz gibi olarak...
Hayatımıza renk anlam katan sevgilerde bile birşeyleri kontrol etmeye çalışırız çoğu zaman...
Kendimizi yeterince sevmeyi bilememişsek ısıtamamışsak içimizi, isteriz ki hep birileri olsun etrafımızda bizleri seven, bizleri sevgileriyle ısıtan. Sonu gelmez bir oyuna başlar o noktada zihin. Kendini sevdirmeye çalışır... Başarır, ama bu sefer onları kaybetmekten korkar. Kaybetmemek için insanlar tarafından onaylanacağı takdir göreceği işleri yapmaya çalışır. Yapamadığı, sorun çıktığı , başarısız olduğu her anda da kızar bağırır kendine, suçlar yeterince iyi olamadığı için. Başarısızlığı onu yalnızlığa götürecektir çünkü ve yalnızken kendiyle barışık olmadığı için başkalarının sevgilerine özlem duyacaktır. Kendi kara sularından da çok uzakta olduğu için yaşayacağı tek şey o boşlukta üşümek olacaktır.
Halbuki bilse olduğu haliyle zaten çok güzel ve değerli. Birşey yapmaya gerek yok kendi olmaktan başka. Kendi olma cesaretini gösterince ihtiyaç duyduğu yaşam kendiliğinden zaten şekillenecek çevresinde ve hayat zor yorucu birşey olmaktan çıkıp keyifli bir oyun bahçesine dönüşecek o anda...
Gerçek sevgi sessizdir; şişinmez; böbürlenmez; beklenti yüklemez. Sadece sever, nolursa olsun. Sever, sevmeye güvenmeye devam eder; çünkü o özdür. Herşeyin tüm evrenin özü... “Güvende”dir demek yanlış olur; çünkü o güvenin ta kendisidir.
Birşeyler yapmaya değiştirmeye çalışan, korkularla etrafa saldıran herşeyi kontrol etmeye çalışan egodur. Psikolojik terimlerle konuşursak bir de id vardır. İd benliğimizin, yani dualitemizin hayvansı kısmı. Dur durak bilmez, küçük bir çocuk gibi söz dinlemeyen bastırılamaz yoğun duygular taşıyan kısım. Süper egoysa mantığıyla idi dengeleyen taraf. Bunlar dengede olduğu zaman hiç bir sorun yok, dingin, sakin, huzurlu bir ruh hali. İkisinin de yaşanması çok doğal. Kimi zaman sonunda yanmak da olsa o duyguları yaşamak isteriz. Sonu acı olur belki ama hayatımızın en önemli dersleridir o acılardan elimizde kalan. Bütünü anlayıp kavrayabilmek adına. Bir onu, bir bunu yaşaya yaşaya bir yerde dengeye gelirler zaten ve tabii ki ikisinin de fazlası zarar. Denge bir bozuldu mu ego sorunu var deriz. Ya hayvansı taraf sevgisiz kaldığı için yıkıcılığıyla "beni sevin, bakın ben bunu yaptım, ben burdayım, görün beni "der; ya da süper ego ortaya çıkıp "dur bakalım çok ileri gittin sen, seni bir kontrol altına alalım" deyip işi abartır. "Ben herşeyi biliyorum, ben mükemmelim" demeye başladığı anda da bir yerlere takılır kalır.
Kendimizi yormadan dengeye gelecekleri an, yine teslimiyet anıdır.
Bir gün sevgimizin, hayatımızın odak noktası olarak tanımladığımız şeyin gerçek sevgi değil de egomuzun bir sonucu olduğunu görürüz. Tam bir hayal kırıklığıdır o an. Hayatımızın aşkı, uğruna yandığımız, şiirler şarkılar yazdığımız, onun özlemiyle kavrulduğumuz her anın, sevgisizliğin yarattığı boşluk ve aslında sevgiye ulaşmaya çalışan içimizdeki o güzel hayvan olduğunu farkederiz. İnsanları değil de aslında onların bizi sevmesini sevdiğimizi görürüz. İnsanlara olan sevgimizi kanıtlamak için de sürekli bir şeyler yaparız; ”bak ben seni ne kadar çok seviyorum, hadi sen de beni sev` diye bağırır tüm benliğimiz. O an içimizi yakan bizi en olmadık şeyler yapmaya yönelten şey aslında sevgi değil, sevgiye duyulan özlemdir. Çünkü gerçek sevgi sessizdir, bütünden gelir, yargılamaz ve nolursa olsun hep oradadır. Ben burdayım gör beni diyen ego dur.
Birşeyler yapmaya çalışarak, birşeyleri değiştirmeye çalışarak kendimizi yormamıza gerek yok. Savaşmaya gerek yok. Tüm hücrelerimiz savaşıyor. Duygularımız savaşıyor. İnsanlar savaşıyor. Ama hücrelerimiz aynı zamanda kendini yeniliyorlar da. Sonsuz bir başlangıç var her anda. Hücrelerimiz savaşmayı bıraktığında ölmeyeceğiz, beden içinde ölümsüzlüğü keşfedeceğiz.
Sizdeki ve çevrenizdeki, geçmişinizde ve şimdideki tüm enerjiler zaten çözüm arar. Yapmamız gereken tek şey, farkında olmak, zihni korkuları susturup tabloyu görmeyi öğrenmek. Farkındalığı ve duyarlılığı canlı tutmak. Sular durulduğunda, zihnin ve korkuların gölgesi tablodan çekildiğinde, o netlikle bizi mutlu edecek yol belirir önümüzde. Bize de istediğimiz çözüme ulaştıracak taşlara basmak kalır sadece geriye.
Bedeniniz şu anda kendisini iyileştirmek istiyor. Ama siz müdahale ederseniz bunu yapamaz. Siz ona ne yapması gerektiğini dikte edersiniz, savaşçı gibi savaşmaya çalışırsanız yapamaz. Her enerji çözüm arar, denge ister ve genişlemek ister. Bu ilkenin yaşamınızda, bedeninizde ve zihninizde işlediğini düşünün. Tüm o enerjiler denge istiyor, çözüm istiyor ve bunu sizden daha çok istiyor. Bunu yapmalarına izin vermeniz yeterli, güvenli bir yerde durun ve bunu yapmalarına izin verin, bunu doğal olarak yapacaklardır. Siz farkındalığınızla seçimlerinizle sadece izleyici olun. Tüm doğanın nasıl mükemmel bir dengeyle bütünleştiğini izleyin. Kendinizi ahenge katın, zorla baskıyla sert bir şekilde değil , kolay ve yumuşak bir şekilde kendinizi etrafınızdaki hayatla birleştirin, teslim olun.
Karanlık ışığı yenmeye çalışmaz, ne de ışık karanlığı. İkisi de yeni bir anlayışa ulaşıp yeni enerjide genişlemek ister. Çözüm ister. Şu anda yaşamlarınızdaki enerjilerinizin dengesizliği, mesela para ve bolluk konusundaki dengesizlik çözüm istiyor ve bunun önündeki tek engel sizsiniz. Tüm benliğiniz bolluk istiyor, zihinsel denge istiyor.En karanlık görünen yanlarınız bile bunu sadece denge istediği için yapıyor, sizin dikkatinizi başka nasıl çekeceklerini bilemedikleri için oluyor bunlar.
Enerji doğal olarak çözüm arar. Karanlıkla ışık çatışmak istemez. Dişil ile eril zıtlaşmak istemez, birleşmek ister. Tüm enerji çözüm arar. Bunlar bir aynılık durumu, bir olma durumu istemez, farklılık ama dengede olmak ister ve genişlemek ister. Bırakın bedeniniz ve zihniniz dengeye gelsin. Benliğinizdeki her hücre dengede, sağlıklı, enerjik olmak istiyor. Güvenli enerjide bu olur. Ve güven teslimiyetle başlar.
 
"Nevrozlu kişi bilinen mutsuzluğu bilinmeyen mutluluğa tercih eder'. Hayatımızın zenginliği henüz yürümediğimiz yollardadır. Haydi kalk."(Kemal Sayar)
 
Bugün dışardaydım.Kendimi çok huzurlu hissediyorum bugünlerde.Uykularım düzenli,arada bir aklımdan gri bulutlar geçerdi bazan giderek yok oldular.Spor vücudumu olduğu kadar zihnime de iyi geliyor hissediyorum.Zaten spor yaparken olumlu etki yapan bir hormon salgılanırmış.Bu sıralar hayatımda bolluk hissi üzerinde çalışma kararı aldım.İlk iş kredi kartının birinin borcunu sıfırlayıp kapatmak.Önemli ihtiyaçlar için bir kart yeter.Burada önemli olan çok darda gibi hissetmemek.Bolluk içindeymişim gibi hissediyorum ve şükran duyguları içindeyim.
 
Bir şeyleri her taktir edişinizde, birşeyleri her "ne kadar güzel"
diye övdüğünüzde, birşeylerle ilgili her iyi hissedişinizde
Evrene şoyle diyorsunuz: "BUNDAN DAHA FAZLA LÜTFEN!"..
(Abraham – www.abraham-hicks.com )


Büyük Batı hastalığı şudur: "…xxxx...olunca mutlu olacağım. Parayı alınca mutlu
olacağım. BMW alınca mutlu olacağım. Bu isi alınca mutlu olacağim." Realite ise,
bu mutluluk noktasına hiç bir zaman gelemediğinizdir. Mutluluğu bulmanın tek
yolu mutluluğun dışarıda bir yerde olmadığını anlamaktır. Mutluluk içinizdedir.
Ve mutluluk gelecek hafta degildir. O simdidir. (Marshall Goldsmith)


Hicbirimiz saklanmak istemedik, her birimiz esi olmayan bir parlaklik yayiyor ve dunyayi aydinlatmak istiyoruz. Işığımızı azalttığımız zaman,
Evrenin doğal parlaklığını azaltmış oluyoruz ve etrafımızdaki insanları paylaşmak için sahip olduğumuz benzeri olmayan özelliklerimiz ve
yeteneklerimizden mahrum bırakıyoruz. Kanatlarımızı çırpmak ve ışığımızın parlamasına izin vermek, aslında gezegene hizmet için
bir yol. Herbirimizin bulunduğumuz topluluğa katkıda bulunma sorumluluğumuz var ve biz bunu yaptığımızda kendimizin
görünmesine de izin vermiş oluruz. Saklanmamızın kimseye faydası olmaz. Hepimiz ışık varlıklarız ve her birimiz bir diğerimizin
yolunu aydınlatmak için burada. Işığımızın parlamasına izin verdiğimizde, başkalarının kendi parlaklıklarını görebilecekleri pırıl
pırıl bir ayna haline geliriz. Ve etrafimizdakiler de parlamak istemekten kendilerini alamazlar. Isığınızla dünyayi parlatın.
Özelliklerinizi, yeteneklerinizi etrafinizdakilerle paylaşarak onları kutsayın ve evrenin parıldamasını izleyin.( www.dailyom.com )

Ne söylersek, ne olursak, ne görürsek o oluruz…

Bu aralar size nasıl görünürse görünsün, bu muhteşem, canlı ve değerli hayat sizin kendi yaratımınızdır. Onu siz yarattınız.
Onu siz seçtiniz. Siz kendinizi bu gezegende, bu zamanda yarattınız. Başka bir yerde olmaya calışmadınız, gerçekten
burada olmak istediniz. Gerçekten kim olduğunuzu öğrenmek ve dönüşümünüzü nasıl uyumlu, yaratıcı ve bilinçli bir şekilde
yapacagınızı bulmak için.

Hayata tüm içtenliğinizle dalın. Bilin ki herşey ve ne seçerseniz seçin "geçerli"dir. Herşey "Ilahi Oz"dendir, yoksa var olmazlardı.
Siz, "Ilahi Öz"ün mükemmel ve sonsuz ifadesi olarak, kendiniz için hayal edebildiğiniz tüm muhteşemlikleri seçebilirsiniz ve buna
layıksınız. Siz sevilmeye ve sevmeye layiksiniz.
Gerçekte olduğunuz ışık için cesurca ilerleyin.
( www.ptaah.com )
 
TİTREŞİM HERŞEYDİR
Tüm hayat, değişik frekanslarda titreşen enerjidir. Her titreşimin kendine ait bir hayatı, modeli ve tezahürleri var. En basit örnek radyo örneği. Her frekans veya istasyonun kendine özel bir programı var. Eğer istasyonu değiştirirseniz…. melodiyi de değiştirirsiniz.

Evren en mükemmel "radyo"dur ve her birimiz kendi frekansımızda titreşiyoruz. Kişisel hayatımızı veya yeryüzünün hayatını değiştirmenin yolu frekansımızı, olmak ya da yaratmak istediğimiz ezgileri "çalmak" üzere değiştirmektir.

Yükselmiş Üstat St. Germain, insanların hayatlarının herhangi bir yönünü değiştirmek, herhangi bir hastalığı iyileştirmek, hayatlarında bolluk ve bereket yaratmak için gerçekte yapması gereken tek şeyin titreşimlerini ve frekanslarını arttırmak olduğunu söyler.

Birisinin titreşimini veya frekansını arttırması ne demektir?

Titreşimsel frekans, bir varlığın veya objenin atomlarının ve alt parçacıklarının titreşme hızıdır. Bu frekans ne kadar yüksek olursa, ışığın titreşim frekansına o kadar yaklaşır. Yaptığımız herşey, söylediğimiz her kelime ve düşündüğümüz her düşünce dışarıya bir titreşim yollar ve bu titreşim benzer titreşimde bir deneyimi çeker. En basit anlamıyla, dışarıya korku yollarsak, korku çekeriz. Sevgi yollarsak sevgi çekeriz.

Frekansın arttırılması herkes tarafından yapılabilir. Yüksek frekansta titreşerek kazanılacak kişisel faydaların yanısıra, dünyada ve tüm benzer formlarda ciddi etkiler oluşur. Yukarıya çıkan her bir kişi tüm gezegeni etkiler çünkü tüm hayat bu yukarı çıkanın ardından belli bir derece yukarı taşınır. Dünya barışı bu yolla sağlanabilir. Bu halihazırda pek çok yolla zaten olmakta. Dünyanın titreşimi, Altın Çağa girebilmesi için yükseliyor ve bu dönüşümün olacağı tüm dinlerde öngörülmüştü. Maya takvimine göre bu dönüşüm 2012'de olacak.

Yüksek frekansa titreşimsel bir geçiş yapabilmek için pek çok yol mevcut. Bunun için niyet etmeniz önemli bir ilk adımdır.
Kişisel titreşiminizi yükseltmenin çeşitli yolları:

Yüksek benliğinizle, meleklerle, Işığın rehberleriyle enerji çalışmaları yapma, dua etme.

Bilincimizin ve hareketlerimizin yüksek hallerini seçmek. Seçmek diyoruz, çünkü seçeneklerimiz var. Yargısız olmayı, nazik olmayı, düşünceli, sakin, huzurlu, sevgi dolu, şükran dolu olmayı seçebiliriz. Bu halleri bilinçli olarak seçtiğimiz zaman bu halleri sürekli yaşamaya başlarız ki hepsi de yüksek titreşim halleridir.

Kendimizi yüksek frekansta insanlar, yerler ve objelerle çevrelemek. Bu, seçimler aracılığıyla kolaylıkla yapılır. Örneğin yüksek ve düzensiz bir müzik türü olan rap yerine sakin ve yumuşak bir müzik seçmek; etrafımızda koyu ve enerjisi düşük tonlar ve şekiller yerine pastel veya canlı renkleri seçmek; sizin gibi spiritüel yolda olan, ışığı ve bütünlüğü olan arkadaşlar seçmek; işlenmiş gıdalardan olabildiğince uzak durup meyva ve sebzeyi seçmek. Kendinize daima sorun: "Bu bana kendimi nasıl hissettiriyor?" ve size kendinizi en hafif ve en mutlu hissettireni seçin. Farkına varamayacağınız bir hızla "yüksek" olanı seçmenin otomatikleştiğini göreceksiniz.

Kaynak: Troika Celeste Saint Germain
Çeviri: Lale Külahlı
 
Olumlama Cümleleri
Yazar: Hakan Arabacıoğlu

Söz büyüdür. Bu nedenle kullandığınız her sözcüğün niyetinizle, varmak istediğiniz noktayla ilgili olmasına özen gösterin. Ağzımızdan çıkan en küçük bir söz bile tüm vücudumuza, tüm evrene yaydığımız bir emirdir. Dolayısıyla odaklandığımız düşünceler ve sıkça ağzımızdan çıkan sözler bir süre sonra bizim gerçekliğimiz olmaya başlar.
Bugüne kadar kim bilir size neler söylendi? Sadece öyle söylendi diye hiç denemeden, farkında bile olmadan kabul ettiğiniz kim bilir neler var? Ancak bunların artık önemi yok. Önemli olan nasıl bir "siz" yaratmak istediğiniz. Hayal ettiğiniz yeni sizi yaratırken, kelimelerin, hedefinize uygun olumlama cümlelerinin gücünü unutmayın. Bu cümleleri boş kaldığınızda, araba kullanırken, uykuya dalmadan önce, sabah kalkar kalkmaz aynaya bakarak sık sık yüksek sesle tekrar edin. Ödev verilmiş bir ilkokul çocuğu gibi sayfalar dolusu yazın. Yazı evrenle yaptığınız bir sözleşmedir.
Sitedeki olumlama cümleleri her gün artacağından, her seferinde karşınıza yepyeni cümleler gelecek. Bu cümlelerden faydalanabilirsiniz. Ancak kendi olumlama cümlelerinizi yazmak isterseniz dikkat etmeniz gereken birkaç nokta var:
1. Olumlama cümleniz olumlu olsun! Yani Hasta olmak istemiyorum yerine Sağlıklıyım gibi tamamen olumlu kelimelerden seçilmiş kalıplar kullanın.
2. İstiyorum ifadesinden kaçının. Mutlu bir hayat istiyorum demek yerine Mutlu bir hayata sahibim deyin. Evren onaylayandır. İstiyorum dedikçe istemekle kalırsınız. Sahibim dediğinizde tüm hücreleriniz o andan itibaren mutlu bir hayata sahip olduğu komutunu alır ve size bunu yaşatmaya başlar.
3. Cümleler hedefinizi net içersin. Zayıflıyorum gibi sonunun nereye gittiği belli olmayan cümleler kullanmayın. Eğer muhakkak zayıflamakla ilgili bir cümle kurmak istiyorsanız, varmak istediğiniz hedef kiloyu da içine koyarak 55 kilodayım, hatta 55 kiloda olduğum için şükürler olsun deyin.
4. Belirsiz ifadelerden kaçının. Kurduğunuz cümle herkes tarafından anlaşılabilecek basitlikte olsun.
5. Cümlelerinizi gelecek zaman yerine şimdiki zaman veya geniş zaman kipinde kurun. Çok mutlu olacağım demek yerine Çok mutluyum deyin. Gelecek zaman kipi yaşamak istediğiniz durumu her zaman daha ileri bir zamana öteler. Böylece hiçbir zaman o durumun içinde olamazsınız.
6. Olumlamalarınız başka insanlar hakkında değil kendiniz hakkında olsun. Bana saygı göstersin demek yerine, saygı görmeyi hak ediyorum deyin.
7. Cümlelerinizi yumuşatabilirsiniz. Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum şeklinde ilk başta ikna olmakta zorluk çektiğiniz cümleleri kendimi olduğum gibi kabul etmeye niyet ediyorum/ hazırım/ başlıyorum, kendimi olduğum gibi kabul etmeyi öğreniyorum şeklinde yumuşatın. Zamanla bu cümleleri kabul ediyorum şeklinde değiştirirsiniz.
Japon Dr. Masaru Emoto suyun, söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla gözler önüne seriyor. Vücudumuzun 4'te 3'ünün su olduğunu düşünürseniz, ağzınızdan çıkan her sözle önce kendinize sonra çevrenize neler yaptığınızı daha iyi anlayabilirsiniz.
Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız mutlaka kullandığınız cümleleri de değiştirin ve olumlama cümlelerini bol bol kullanarak ruh halinizi daha olumluya çekin.
Olumsuz cümleleri şimdiki zaman kipinde değil, geçmiş zaman kipinde söyleyin: İlişkilerim kısa sürüyor yerine Bugüne kadar ilişkilerim hep kısa sürdü deyin. Böylece kendinizi bütün yeni ihtimallere açarsınız.
Olumlama cümlelerini kullanırken, aynı zamanda harekete de geçin: Artık her gün "zenginim" diyorum, yakında zengin olurum. Bu yanılgıya düşmeyin.Sadece zihininizi yeniden programlamanız yetmez. Hedeflediğiniz duruma doğru adım da atmalısınız. Bir aksiyon planı oluşturmalı ve harekete geçmelisiniz.
 
Değnekten At
İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verir. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar
babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkarlar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle,
"Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?" der.
Baba;
"Ben de yorgunum oğlum"'
der demez çocuk ağlamaya baslar. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Kestiği dalı
bir bıçakla biçimlendirip, oğluna zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir.

"Al oğlum, sana güzel bir at"

Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye baslar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına:

"İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İste o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü olabilir."

Kaynak: internet
Çeviri: Lale Külahlı
 
Back
X