Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Bir iki haber okudum ingilzce dergilerden ve az önce biraz ispanyolca çalıştım.Dha evvel başlamış,devam ettirememiştim.Şimdi günlük planım sabah sporu,biraz ev işi,okumak,dil çalışmak,yeni bilgiler edinmek,örneğin permakültür nedir gibi,sıkılırsam yabancı dizi izlemek....
Bugün biraz ev işi,dışarı çıkma,yeni birkaç site keşfetme,Önemli Doğa Alanları ve sıfır yok oluş projesi hakkında bilgi edinme,ingilizce bir iki yazı okuma,biraz ispanyolca çalışma,zeitgeist belgesel serisinin ikincisini seyretme (biraz uzunmuş,duraklattım) ile geçt. Bu konuya başlarken,yapmak istediğim başlangıç hakkında,şu an bulunduğum durumda olacağımı düşünmemiştim.İşte biraz olumlama,biraz ruhsal çalışmalar,biraz NLP olur filan diyorum.Biraz maddi düzelme olur diye umuyordum. Oysa birden iş başka boyuta geldi.Uluslararası dönen dolaplar,çevre filan derken kendime soracağım sorulardan,kişisel gelişim çalışmalarından uzaklaşıyor muyum diye düşündüm.Sonuçta bunları da ihmal etmemeye karar verdim.
Telgraf Telgraf uzun mesafe iletişiminde en hızlı yol olduğu zamanlarda, genç bir adam Mors Alfabesi operatörü olmak için iş başvurusunda bulundu.
Gazetede çıkan bir ilana yanıt vermek amacıyla ilanda yer alan adrese gitti. Oraya vardığında büyük, gürültülü, dağınık ve işlek bir binaya girdi. Arkada da telgrafın sesi vardı.
Resepsiyonistin masasındaki bir levha, iş başvurusunda bulunanların bir form doldurmalarını ve içerideki ofise çağırılıncaya kadar beklemelerini yazıyordu. Genç adam formu doldurdu ve diğer 7 başvuranın beklediği bekleme salonunda bir koltuğa oturdu.
Bir kaç dakika sonra genç adam kalktı, odanın diğer tarafına geçti ve içerideki ofisin kapısını açıp doğrudan içeriye girdi. Doğal olarak diğer iş başvurusu için bekleyenler, ne olduğunu anlamadan başlarını kaldırdılar. Aralarında henüz kimseyi çağırmadıklarıyla ilgili fısıldaştılar. İçeriye giden genç adamın bir hata yaptığını ve işi alamayacağını varsaydılar.
Birkaç dakika içinde işveren, ofise giren genç adama ofisten dışarıya çıkarken eşlik etti ve bekleme odasında diğer başvuru için bulunanalara Beyler, geldiğiniz için çok teşekkür ederiz ama bu iş pozisyonu doldu dedi.
Diğer başvuruda bulunanlar birbirlerine şikayetlenmeye başladılar ve birisi konuştu:
Bir dakika! Anlamıyorum. O son olarak geldi ve biz hiç bir zaman görüşme şansını bile yakalayamadık ama işi o aldı. Bu haksızlık!
İşveren: Özür dilerim ama hepiniz burada otururken telgraf Mors alfabesinde şu mesajı veriyordu:
Bu mesajı anlıyorsanız, o zaman içeriye gelin, iş sizin! Ama hiç biriniz duymadınız veya anlamadınız. Bu genç adam anladı. İş onundur.
Hepimiz çok fazla işlek, hareketli, gürültü ve patırtılı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların dikkatleri dağınık ve Tanrının sakin, küçük sesini duyamıyorlar.
Yukarıdaki yazıyı okuyunca,tesadüfler konusu aklıma geldi.Bir kitapta okumuştum,bazen günlük hayatta karşılaştığımız bir olay,okuduğumuz iki satır yazı vb çözüm aradığımız sorulara cevap bulmamıza yardımcı olabiliyor.Otobüste giderken etrafınıza dikkat edin,okuyacağınız bir tabela,dikkatinizi çeken bir ilan vb sorununuza çözüm için size ilham olabilir.Yazar,herhangi bir kitabı rastgele açıp parmağınızı koyduğunz kelime üzerine düşünebileceğinizi de söylüyor.
(Rüyalar,Tesadüfler,Hayaller kitabından özet bir kısım---Yazar Robert Moss) BURADA EV ÖRNEĞİ VERİLMİŞ AMA BAŞKA İSTEKLERİMİZE DE UYGULAYABİLİRİZ: Hayallerinizin evini düşünün.Tüm odalarında gezin,manzarasını inceleyin.Tüm duyularınızla burada bulunun.Lezzetli bir yemek yediğinizi,dinlendiğinizi vb hayal edin.Bu hayali kurarak gelecekte içinde yaşayacağınız eve yaklaşırsınız.Bir tesadüf sizi bu evle karşılaştırabilir.(Maddi sıkıntı vb hiç akla getirmeyin,bu sizin hayaliniz,istediğinzi hayal edin.) Hayalinizi gerçekleştirmek için eyleme geçin. İlk olarak ,evi tasarlayın,kimle yaşayacaksınız,neler olacak içinde vb ayrıntıları planlayın. Bu vizyonunuzu aklınızda tutmaya yarayacak bir nesne bulun veya yapın.Eğer hayalinizdeki ev deniz kenarındaysa,işyeriniz veya yatağınızın yanındaki masanın üzerine bir deniz kabuğu koyabilirsiniz.eğer çiçek açan ağaçlar varsa o manzarayı gösteren veya kokusunu taşıyan bir şeyleri yakınınızda bulundurabilirsiniz. Sonra.hayalini kurduğunuz şeye (ev,araba vb) sahip olmanızın neden zor veya imkansız olduğuyla ilgili üç nedeni yazın.örneğin; --Gerekli paraya sahip değiiim, --Fazla yaşlıyım (veya istediğim görünüme sahip değilim) --İstediğimi yapamam,çocuklar var... Diğer bir adım olarak,bu negatif cümleleri teker teker,pozitif hale gelene dek üzerinde çalışın.Bu birden olmaz.Örneğiin ilk cümleyi,"ihtiyaç duyduğum tüm parayı kazanabilrim" veya "evrenin ihtiyaç duyduğum tüm parayı bana sağlamasına açığım" düşüncesine geçebilirsiniz.En nihayet içinizden inanarak "ihtiyaç duyduğum tüm paraya sahibim" veya"bolluğun tadını çıkarıyorum"cümlelerini söyleyebilirsiniz. Daha sonra,istediğiniz bir rakam ve tarih belirleyin.Örneğin,,"kişisel finansal varlıklarımda bir milyon dolar yaratıyorum ve bu para önümüzdeki yıl 1 Ekime kadar çantamda olacak."Ayrıca buna şu cümleyi de ekleyin:"Bunu kimseye zararı olmayan ve herkesin lehine olacak şekilde kolayca ve pozitif bir yolla yapıyorum."Bu cümleleri özü aynı olacak şekilde kendi kullandığınız kelimelerle yapabilirsiniz. Amaçlarımızı gerçekleştirirken genelde başarısız oluruz,çünkü yalnızca kafamızla faaliyet gösteririz.Yaratmanın gerçek sihri,cesurca ve sık bir şekilde hayal kurma uygulaması apmak,sonra doğru olumlamaları yaratmak ve bedenin inandığı doğru eylemlerde bulunarak gerçek bir vizyon geliştirmektedir.
biz insanların asıl sorunu bence, zamanı doğru ve etkin kullanamamak. Aslında ne yapmak istediğimiz ve yapacaklarımızı kendimiz şekillendirebiliyoruz ama çoğumuz bundan kaçıyoruz. Mesela ders çalışmam gerekirken bazen içimden gelmiyor ve nette takılmak daha çok işime geliyor. Oysa çalışmayıp nete girdiğimde içim huzursuz, çalışıp girdiğimde keyif alıyorum. Hayatımızdaki diğer şeyler içinde geçerli bu. Mutsuz olduğumuz çoğu şeyi yine kendimiz düzeltebiliriz. ama seviyorum, ama yapmak zorundayım, ama, ama, ama... suyu bulandıran tek şeyin kendi beynimizin oluşturduğu tepkiler diye düşünüyorum. Biraz saçmaladım gibi inşallah anlatabilmişimdir :)
Hemen Karar Vermeyin Adamın dört oğlu vardı. Adam oğullarının bir şey gördüklerinde veya yaşadıklarında çok çabuk yargılamadan onları anlamalarını isterdi. Her bir oğlunu bir araştırmaya göndermeye karar verdi ve uzaklarda bulunan bir armut ağacına gidip bakmalarını istedi.
Birinci oğul ağacı görmeye kışın gitti, ikincisi baharda, üçüncüsü yazın ve dördüncüsü de sonbaharda.
Hepsi geri döndüklerinde baba onları çağırdı ve ne gördüklerini anlatmalarını istedi.
Birinci oğul ağacın çirkin olduğunu, şeklinin bozuk, bükülmüş ve kıvrılmış olduğunu söyledi.
İkinci oğul 'hayır, ağaç yeşil tomurcuklarla kaplıydı ve umut vadediyordu...' dedi.
Üçüncü oğul itiraz etti; ağacın çok güzel kokan ve çok güzel görünen çiçeklerle dolu olduğunu söyledi. Gördüğü şey hayatında gördüğü en zarif, en hoş şeydi.
Sonuncu oğul hiç birisine katılmadı. Ağacın olgunlaşmış olduğunu ve meyvalardan eğildiğini, meyvaların da hayat dolu olduklarını söyledi.
Adam oğullarına her birisinin haklı olduğunu, çünkü her birinin ağacın hayatındaki sadece bir mevsimi gördüğünü söyledi.
'Bir ağacı veya bir insani sadece bir mevsimle yargılayamazsınız ve kim olduğunuzun esası ve hayattan gelen zevk, sevinç ve sevgi sadece en sonunda, tüm mevsimler geçtiğinde ölçülebilir.'
Bugün fena geçmedi,biraz ev işi,dışarda alışveriş,"Geleceği Hatırlamak" kitabını biraz daha okuma,altyazılı bir yabancı dizi izleme ile geçti.Şimdi de ingilizce bir makaleyi çeviriyorum.
Mükemmel Kalp Bir gün genç bir adam, kasabanın ortasında tüm vadideki en güzel kalbin kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Büyük bir kalabalık toplandı ve hepsi adamın kalbine hayran oldular çünkü mükemmeldi. Üzerinde hiç bir iz veya küsur yoktu.
Evet, hepsi kanaat getirdiler ki, genç adamın kalbi gördükleri en güzel kalpti. Genç adam çok gururlu bir şekilde kalbiyle ilgili daha da bir abartarak konuşmaya devam etti.
Birden yaşlı bir adam kalabalığın önünde belirdi ve söyle dedi:
'Neden kalbin benimki kadar bile güzel değil?'
Kalabalık ve genç adam yaşlı adamın kalbine baktılar. Güçlü bir şekilde atıyordu ama yara bere izleriyle doluydu. Bazı yerlerinde eksik parçalar vardı ve yerlerine tam da uymayan başka parçalar konmuştu. Aslında bazı yerlerde tüm parçanın eksik olduğu derin oyuklar vardı.
İnsanlar şaşırmıştı. Nasıl bu yaşlı adam kalbinin daha güzel olduğunu söyleyebilir diye düşündüler. Genç adam yaşlı adamın kalbine baktı ve durumunu görüp güldü.
'Herhalde dalga geçiyorsun!' dedi. 'Kalbini benimkiyle bir kıyasla, benimki mükemmel ve seninki yara bere izleri, kopmuş parçalarla mahvolmuş.'
'Evet' dedi yaşlı adam. 'Seninki mükemmel görünüyor ama kendiminkini asla seninkiyle değiştirmezdim. Her iz sevgimi verdiğim bir kişiyi temsil ediyor. Kalbimden bir parça kopardım ve onlara verdim ve çoğunlukla onlar da bana kalplerinden bir parça verdiler ve bu parça bende eksilen parçanın yerine girdi. Parçalar birbiriyle aynı olmadıklarından bazı kenarlar tam oturmadı ki, bundan çok memnunum çünkü bana paylaştığımız sevgiyi hatırlatıyorlar. Bazan kalbimden parçalar verdim ve verdiğim kişi kendi kalbinden bir parça geriye vermedi. Bunlar da bana bu kişiler için duyduğum sevgiyi hatırlatıyorlar ve umuyorum ki bir gün, kalbimde bekleyen boşluğu kendi kalplerinden bir parça ile dolduracaklar.'
'Dolayısı ile gerçek güzellik nedir, görebiliyor musun?'
Genç adam yanaklarından süzülen yaşlarla ayağa kalktı. Yaşlı adama doğru gitti, kendi genç ve güzel kalbine uzandı, bir parça kopardı. Bu parçayı titreyen elleriyle yaşlı adama sundu. Yaşlı adam parçayı kabul etti, onu aldı ve kalbine yerleştirdi. Daha sonra kendi izler taşıyan yaralı kalbinden bir parça kopardı ve genç adamın kalbine yerleştirdi. Parça kalbe uydu ama mükemmel değil. Genç adam kendi kalbine baktı, artık mükemmel değildi ama her zamankinden daha güzeldi, çünkü yaşlı adamın kalbinden sevgi önün kalbine akmıştı.
Küçük çocuk Tanrı ile buluşmak istedi. Tanrı'nın yaşadığı yere ulaşmak için uzun bir yolculuk yapacağını bildiğinden, çantasının içine kremalı kek ve gazoz şişelerini doldurdu ve yola koyuldu.
Üç blok ilerledikten sonra yaşlıca bir adama rastladı. Adam bankta oturmuş güvercinleri besliyordu. Çocuk yaşlı adamın yanına oturdu ve çantasını açtı. Çantadan içeceğini almak üzere iken adamın da aç olabileceğini düşünerek ona kremalı kekinden verdi.
Adam teşekkürle kabul etti ve çocuğa gülümsedi. Gülümsemesi o kadar içtendi ki çocuk bunu bir kez daha görebilmek için ona tekrar gazoz ikram etti.
Adam yeniden ona gülümsedi. Çocuk çok mutlu oldu. Tüm öğleden sonrayı orada yiyerek ve gülümseyerek ama tek kelime etmeden geçirdiler.
Hava kararmaya başlayınca, çocuk ne kadar yorgun olduğunu fark etti ve gitmek için kalktı. Fakat birkaç adım attıktan sonra koşarak geri döndü ve adama sarıldı. Adam ona en güzel gülümsemesi ile cevap verdi.
Çocuk evinin kapısını açtıktan bir süre sonra annesi yüzündeki neşeyi farketti.
Annesi - seni bu kadar mutlu edecek ne yaptın bugün? diye sordu. -Tanrı ile öğle yemeğindeydim diye cevapladı çocuk ve annesi cevap vermeden ekledi: -Biliyor musun, Tanrı gördüğüm en güzel gülümsemeye sahip.
Bu arada, yaşlı adam da ışık saçan bir neşe ile evine dondu. Oğlu şaşkınlık içerisinde yüzündeki huzuru görünce sordu, - Baba seni bu kadar mutlu edecek ne yaptın bugün? - Parkta Tanrı ile kremalı kek yedim diye cevapladı ve oğlu cevap vermeden ekledi - Biliyor musun, beklediğimden daha gençmiş
Çoğunlukla küçük bir dokunuşun gücünü, nazik bir sözün, ilgiyle dinleyen bir kulağın, içten bir komplimanın veya küçük bir değer verici davranışın gücünü küçümseriz ki bunlar tüm hayatı değiştirme potansiyeline sahiptirler.
İnsanlar bir sebepten dolayı, bir süreliğine ya da ömür boyu hayatımıza girerler.
En Unutulmaz Karşılaşmam Geçenlerde biri bana 'Yayımcılık yıllarında, karşılaştığın en unutulmaz şey nedir dersin diye sordu?' İçimdeki sesin cevabı hemen fısıldadığını duydum, ama mantığım duyduğunu ifade etmek konusunda kendini pek de rahat hissetmedi, ve bende en unutulmaz karşılaşmamın kiminle olduğunu düşünmeye devam ettim..Ses yine fısıldadı. Bu kez riske atılmaya ve bana söylediğini ifade etmeye karar verdim. 'En unutulmaz karşılaşmam, kendimle olan karşılaşmam ve gerçekte kim olduğumu keşfetmemdi.'
Ya siz? Düşünün bir kez. Yıllar boyunca günün 24 saati, yaşadığınız tecrübelerde ve iyi ve kötü günlerde kendinizle beraber oldunuz. Başka kim sizinle bu kadar zaman geçirdi? Yaşamınız boyunca binlerce insanla tanışmış olmanıza rağmen üzerinizde en büyük etkiyi kim bırakti? Elbetteki bu kişi sadece ve sadece siz olabilirsiniz! Düşündüğünüz her şey, yaptıklarınız, söyledikleriniz bilincinize kaydolur ve yaşamınızı biçimlendirmeye katkıda bulunur. Bu nedenle sizi en çok etkileyen kişi yine sizsiniz!
Bu size biraz basit görünebilir, ama kendi kendimiz üzerindeki etkimize ne kadar kıymet veriyoruz? Kendi önemimizin farkındamıyız? Whitney Houston bir şarkısında 'Eğer sana sahip değilsem, ben bir hiçim' diyor. Söz konusu olan kendim olduğunda onunla aynı fikirdeyim. Kendimsiz bir hiç olurdum.
Bir çoğumuz kendimizi bulmak için kendi dışımıza bakarız..mesela, bir başkasının gözlerine. Gerçekte, aramakta olduğumuz destek ve sevgiyi bulmamız için yapmamız gereken tek şey kendi içimize bakmaktır. Kendinizi seviyor ve destekliyormusunuz? Aynaya bakıyor ve kendinizi çekici buluyormusunuz? Bazen mükemmellik arayışı içinde, kendimizi sevmekten çok eleştirir oluyoruz.
Belki bir başkasını tanımak için vakit ayırmak yerine kendi kendimizi tanımak için vakit ayırmayı düşünebiliriz. Öyleyse kendi kendinizle bir hafta sonu tatiline ne dersiniz? Bir ormana ya da doğa ile başbaşa kalabileceğiniz bir yere gidin - kendinize kendi kendinize aşık olma fırsatı verin. Her biriniz eşsiz birer varlıksınız. Jo Courdet Bir Başarısızlıktan doğan tavsiye adlı kitabında çok doğru söylüyor . 'Eğer 5 milyon yıl ileriye gidersen, senin gibi birisinin bir daha asla var olmayacağını keşfedeceksin. Aynı şekilde, 5 milyon yıl geriye gidersen senin gibi birisinin daha önce hiç var olmadığını görürsün. Hayatın boyunca tanıyacağın ve seveceğin tüm insanların içinde kaybetmeyeceğin tek kişi SEN' sin.'
Öyleyse, gerçekten de benim en unutulmaz karşılaşmam kendimle ve içimdeki çocuktan yeniyetmeye; genç yetişkinden iş sahibine, yayımcıya, yazar ve danışmana, hayatımın tüm bölümleriyleydi diyebilirim. Bu arada aşağılık kompleksli ben ve kendini beğenmiş beni de unutmamalı..ve tabi beni ben yapan tüm o geçiş dönemlerini de. Hepsinin de bana öğretecek o kadar çok şeyleri vardı ki. Onlarla o kadar çok deneyimim oldu ki. En iyi arkadaşımı kendi içimde bulduğum için gerçekten çok minnettarım.
Bilmek ihtiyacı duyduğumuz herşeyi kalbimizde, ruhumuzda, vücudumuzda ve aklımızda bulmak mümkün. Bizler kendi kendimizin en iyi öğretmen ve de öğrencileriyiz. İçimizden gelen sesin mesajlarına kulak verirsek, ihtiyacımız olan bütün bilgi ve yönlendirmeye sahibiz demektir. Size ilişkin bütün cevapları sizden başka kim bilebilir ki? Bir medyuma gidebilir ve size tavsiyede bulunmasını, ya da en iyi arkadaşınızdan size öneride bulunmasını isteyebilirsiniz ama tüm bunlar sadece kendi kendinizle, yani hayatınızdaki en unutulmaz kişi ile olan ileteşiminizi desteklemekten ya da onaylamaktan öte bir yarar sağlamaz.
Bize her zaman başkalarına saygı göstermemiz, başkalarını sevmemiz söylendi. Elbetteki bunlar da önemli, ama hatırlamamız gereken her şeyin kendi içimizden başladığı ve kendimizi sevmek, kendimize saygı duymak ve kendimizi onurlandırmak için zaman ayırmaya ihtiyacımız olduğudur. Kendinizle olmak için, kendinize karşı nazik olmak için ve kendinizi tanımak için zaman ayırın. Kendinizi geçmiş için yargılamayın. Kendinizi sevin. Farkına varmadınızsa diye söylüyorum, her biriniz muazzamsınız! Kaynak: Marie T. Russell Çeviri: Derya Clifford
Yıldızlar ve Ateşböceği 'Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar' der Tagore. Ne güzel bir laf Tanrım..Düşünüyorum da sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek..
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, nahif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız..Ve ne kadar güçlü korunuyoruz kalkanlarımızın ardında..
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.. İstridyeler, deniz minareleri, midyeler..Kirpiler ve kaplumbağalar gibi..
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi..Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engellıyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak, ne çıkar ateşböceği şansalar beni..Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçuçu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.!
Güçlü kapıların arkasına kilitlemeden korkaklığımı, sevgi isteğimi, en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem..Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine..O da çözülecek belki..Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince..
Oysa bir görebilsek bunu..Kalmadı böyle insanlar demesek.. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak..Kırılmaktan korkmasak..İncinsek, yaralansak..Ne olur bi darbe daha alsak..Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.. Denesek.. Risk alsak..Yanılsak..Fark etmez..
Tekrar tekrar bıkmadan denesek..Ve kucaklaşsak yeniden..Tıpkı eskisi gibi.. Ne olduğunu anlayamadığımız o yirmibeş yıldan öncesi gibi..O zaman farkedeceğiz ne kadar çok özlediğimizi birbirimizi..Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar çok özlediğimizi..
Beraber geldik, beraber gidiyoruz oysa. Vakit az paylaşmak, sarılmak için..Yaşadığımız coğrafya zor, şartlar ağır..Yüreği daha fazla küstürmemek lazım..Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan..Sevgiye çok ihtiyacımız var..Ufukta kara bir kış görünüyor..Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri..
Kirin o ağır, o sert kabuklarınızı..Kurtulun bu yükten.. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize..Yanlızlığa mahkum ediyor..Hepimiz bir yıldızız..
Bugün aklıma özgürlük konusu geldi.İlk sayfalardan beri yazdığım zorunlu olma halinden kurtulma gereğine bazen kendimin uymadığını farkettim. Yeni başlangıçlar yapayım derken günlük hayatımı daha planlı hale sokmaya çalışırken aslında yaptığım şeylerden zevk alma özgürlüğümü kısıtladığımı farkettim.Tamam ev işi gibi günlük yapılması elzem şeyler var,hadi spor da öyle,düzenli olması açısından;ama kitap okumak,dizi seyretmek,dil çalışmak,araştırma yapmak gibi şeyler?Geçen gün içimden geldi,kavrayışım da yerindeydi,iki günlük yapacağım kadar dil çalıştım.Bazen de çeşitli sebeplerle ya o gün olmadı,ya da az oldu. Artık içimden geldiği gibi yapacağım.Böyle daha verimli olacak inşallah.
Özgürlük konusu aklıma yıllar önce bitirdiğim evliliğimi getirdi. İkimizde kurallara falan fazla aldırmayan yabancı dillerle ilgili,bu işle ilgili meslek yapan insanlardık.Çalıştığımız küçük yerin kısıtlayıcılığını evliliğin getirdiği özgürlük duygusuyla aşıyorduk.Aile etkisi yoktu,toplumda bekar olarak kolay giremeyeceğin yerlere evli olarak girebiliyordun,evde istediğin gibi vakit geçirebilirdin... Yıllar geçtikçe o babasına benzemeye başladı,kendine de itiraf ediyordu.Ben de ev işleriyle uğraşmaktan, zevk aldığım (aslında tam olarak nelerden zevk alıyordum ki?) şeylere vakit ayıramama derdindeydim.O giderek gelenekselleştikçe,beni çeken özelliklerini yitirdi.Gözlerinin eski ışıltısı kalmadı.(Sanırım benim için de aynı şey söz konusuydu.)Artık evlilik o sevdiğim özgürlük duygusunu vermiyordu. Bugün içimde bir şeyler kıpırdadı.Özgür olmak için kimseye ihtiyacım yoktu.Benim için özgürlük dünyayı kucaklamaktı. Üniversitede ailemin yanından gidip gelerek kısıtlı imkanlarla okudum.En büyük arzum ansiklopedi sahibi olmaktı.O zaman internet filan yok.Bir ansiklopedi setim olsa dünyayı öğrenirim gibi geliyordu.Dünyayı kucaklamak duygusu buydu,öğrenmek,bilmek...(Sonradan Anabritannica aldım,ilk fasiküllerini kitap okur gibi okuduğumu hatırlıyorum.)Belki şöyle söyleyenler olacaktır,bu yaşta ne araştırması,çok lazım olursa aç internete sor,dil öğrenmeye ne gerek var anında çeviri internette diye.Benim derdim içselleştirmek,edindiğim bilgi içimdeki dünyanın bir parçası oluyor.Arada gerektikçe internete bakmak çok yüzeysel geliyor. Geleneksel bir yaşam sürmüyorum epeydir.İnsanların,yok eltim bana bunu niye dedi,şöyle yaparsam elalem ne der tarzı düşünceleri yıllardır tuhafıma gidiyor.Kendimi bu tür şeylerle yıpratmıyorum.İnsanlara saygılıyım,dertlerine derman olmam gerekirse olurum,ama empati seviyesinde,aşırı sempatiye vardırıp kendimi yıpratmam. Çocukluk hayalim,insanların kin,nefret gütmeden birarada yaşamalarıydı.Ben kimseye bu duyguları beslemiyorum,bu anlamda da özgürüm.
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen, ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan, bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen, ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen; ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen, ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Ayna Çalışması Bir kişiye kızdığımız ya da bir olaya üzüldüğümüz zaman, burada kendi içimize dönüp aramamız gereken üç şey vardır.
1. Bu olay, negatif bir bilinçaltı kaydımı değiştirmem gerektiğini mi haber veriyor?
2. Bu olay ya da kişi, hangi korkumun düğmesine basıyor?
3. Bu kişi bana aynalık mı yapıyor?
.Birinin bize aynalık yapması ne demektir?
Birinin bize aynalık yapması demek, bize kabul etmediğimiz ve kimse fark etmesin diye büyük bir gayretle kendimizden bile sakladığımız yönlerimizi göstermesi demektir. Hayatımızda bu işle görevli kişiler genellikle çocuklarımızdır. Çocuğu olanlar, çocuklarındaki beğenmedikleri davranışları kendileri nerede, ne zaman ve ne şekilde yaptıklarını bularak kendilerini önemli ölçüde değiştirebilirler.
Birine bir sıfat söylüyorsanız, örneğin kıskanç diyorsanız, siz nerede, ne zaman ve nasıl kıskançlık yaptığınızı bulup bu huyunuzu ya değiştirir ya da kıskançlık yapan kişileri de, kendiniz gibi kabul edersiniz.
Bir arkadaşım ayna çalışması yaparken dolandırıcılara çok kızdığını, fakat kimseyi dolandırmadığını ısrarla iddia ediyordu. Halbuki bir saat önce birlikte yemek yerken bize şöyle bir olay anlatmıştı:
Birbirlerine çok benzeyen ikiz kızlarından birisi hastalanmış. Hasta olanın gidip bir resmi dairede imza atması gerekiyormuş. Arkadaşım da hasta olanı evden çıkarmamak için, sağlıklı olan ikizini götürüp onun adına imza attırmış.
Ne kadar masum bir dolandırıcılık örneği! Dolandırıcılığın iyisi kötüsü olmaz. Herkesin yaptığı şeyi yapmak için nedenleri vardır. Herhalde arkadaşım bunu bulduktan sonra dolandırıcılara o kadar da kızmıyordur, ya da masum dolandırıcılıklar yapmıyordur. Her şey insanlar içindir ve bütün insanlar sevgiyi ve kabul edilmeyi hak eder.
Ayna çalışması ruhsal temizlik için çok önemli bir çalışmadır. Sadece bu çalışmayla bile hepimizin her şey olduğumuzu, aslında ne kadar aynı ve bir olduğumuzu anlayabiliriz.
Elinize bir kağıt kalem alın. Bütün yakınlarınızın ve birlikte çok vakit geçirdiğiniz kişilerin ismini alt alta yazın. Anne, baba, eş, çocuk, kardeş, çok sık görüştüğünüz yakın dostlar. Şimdi de her bir ismin yanın onların beğenmediğiniz yönlerini yazın. Sonra da bunları bir bir nerede, ne zaman ve nasıl yaptığınızı bulun. Bulamazsanız gözlerinizi kapatıp medite hale geçin, birkaç kez derin nefes aldıktan sonra cevabı alacağınıza inanarak içinize sorun. Mutlaka bir görüntü ya da his alıp nerede böyle olduğunuzu bulacaksınız. Bulamıyorsanız, inanmıyorsunuz demektir. Çünkü bugüne kadar benim hiç bulamadığım olmadı. Kimin hakkında ne dediysem, kendimde buldum.
"Niye etrafımda bu tip insan dolu?" diye soruyorsanız. Biliniz ki o tip insan sizsiniz ama bunu kabul etmiyor, içinizde bir yerlerde böyle olduğunuz için kızıyor ve değilmiş gibi davranıyorsunuz. Sizinle aynı enerjide olan insanları etrafınıza çekersiniz. Siz onlara, onlar size aynalık yaparsınız. Siz enerjinizi çözdüğünüz zaman, ya hayatınızdan çıkacaklar ya da size karşı davranışları değişecektir. Onlar değişmeyecekler, diğer kişilere yine eskisi gibi davranacaklar, ama size karşı davranışları değişecektir. Siz enerjilerinizi değiştirdiğiniz zaman karşınızdaki kişilerin size karşı olan davranışlarını da değiştirmiş olursunuz. Sizden giden mesaj değiştiğinde, karşıdan yansıyıp size dönen mesaj da değişmiştir.
Ayna çalışmasını sevmediğim günlerde, bunun iki sebebi vardı:
1. Ayna çalışması o kadar aydınlatıcıdır ki, egonuz sizi bu çalışmadan kaçırmak ister. 2. Hiç kimse kendi karanlık yüzünü kabul etmek kolay değildir. Biz kolayca başkalarını karalayabiliriz ama iş kendimize gelince, hep aynı tür davranışlarımız için makul bir açıklamamız vardır. "Ben onun gibi yapmıyorum ki! Belki de hayatımda bir kere yapmışımdır." Sonuçta siz aynı durumu niye ve kaç kere yapmış olursanız olun, yaptınız ve başka kişilere de yapma hakkını verin. Onların sebepleri de kendilerine göre makul.
Herkese eşimin beni aldattığını söylemem kolaydır. Peki ben niçin bu aldatan kişiyle yaşıyorum, niçin deneyim yapmak için onu seçtim? Çünkü aynı enerjilere sahibiz. O halde ben kimi aldatıyorum? Kendimi?
Bir kadın bunca aldatılır da hissetmez mi? Bu mümkün değildir. Ama ben gerçekten hiç hissetmemiştim. Benim kocam asla böyle bir şey yapmazdı. Evlenmeden önce pazarlık yapmıştım ya. Yapacak olsa söyler ve giderdi. Ben her zaman kendimi bu düşüncelerle kandırdım. Çünkü hissetmek hiç işime gelmezdi. Bu evliliğin sonu demek olurdu ki, benim için hayatta daha korkunç bir şey yoktu. Ben nasıl kaybetme korkusuyla kendimi aldatıyorsam, o da esir olma korkusuyla beni aldatıyordu. Suçlanma korkusuyla suratıma bakamıyor, bana soğuk davranıyor ve bu da benim değersizlik korkuma basıyordu. Ne anlaşma!
Peki ben niye bu kadar bencil bir insanla yaşıyorum? En az onun kadar bencil olduğumu anlamak için. Bu inançla geçmişime baktığımda hayat boyu çevremdeki insanları benim istediğim şekilde olmaları için sinsice yönlendirdiğimi ve olaylar benim kontrolümden çıkarsa da öfke krizine girdiğimi farkettim. Öfke bencilliktendir. Eşimin hayatımdaki rollerinden biri benim içimde sakladığım bencilliği ortaya çıkarmaktı ve bunu da başarıyla yaptı. Gittiğinde o kadar kontrolden çıktım ki, artık bencilliğimi gizleyemedim. Çevremde benim istediğim gibi davranmayan herkesten nefret ettim.
Artı bencillik yapmam sebep olan korkularım yok, dolayısıyla bencillik kelimesi lûgatımda yok. Eski eşimde bana hiç bencil görünmüyor. Kimse bu özelliği ile dikkatimi çekmiyor.
Affetme meditasyonlarını yaparken eşimden daha zor affettiğim biri vardı. Adının geçmesi midemi bulandırmaya yetiyordu. Bana kaypak, kişiliksiz, nabza göre şerbet veren, iki yüzlü, hesapçı, yalancı, yılan gibi görünen biri. Bu kişinin bana yaptığı aynalıklara bakar mısınız? Kabul edilebilir gibi değil. Ayna çalışması sevmediğimden, bu sıfatların kendimdeki yerini bulmadığımdan tabii ki onu bir türlü affedemiyordum. Bunların hepsini nerelerde, nasıl yaptığımı bulduğumda pes ettim. Gerçekten bizim olmadığımız bir şey yok, biz her şey olduk. Şimdi o kişinin de varlığına şükrediyorum.
Eğer çevrenizde yalancı insanlar varsa ve sizi bu huyları ile rahatsız ediyorlarsa, ya "Yalancı benim" demeyi öğreneceksiniz ya da onlara kızıp köpürerek çevrenizde kendinize çektiğiniz yalancı insanların sayısını artıracaksınız. Siz yalancı olduğunuzu kabul ederseniz, ya yalan söylemekten vazgeçeceksiniz (beyaz yalan bile olsa) ki size de yalan söylenilmesin, ya da yalan söyleyen insanlara kızmaktan vazgeçeceksiniz. Çünkü onlar da aynı sizin gibi bir takım korkuları yüzünden yalan söylüyorlar.
Eğer peşin peşin her şey olduğunuzu kabul ederseniz ayna çalışması kolaylaşır ve hatta zevkli hale gelir. Belki de sadece ben bu kadar kötüyüm, ne dersiniz?
Bir Kerede Bir Küçük Değişiklik Hayatınızda değişikler yaratmak için en güzel yol ne biliyor musunuz? Bir kerede bir küçük pozitif değişiklik yapmayı bir alışkanlık haline getirmek. Büyük değişikliklere niyet edip onlara takılı kalmanın yerine, "bir küçük pozitif değişiklik" kavramı çok iyi çalışıyor.
Bir hayal edin...Eğer şu anda bir küçük değişiklik yapar ve bu değişikliği hayatınızda devam ettirirseniz, o zaman bir kaç hafta içinde yeni bir olumlu değişikliğe hazır olabilirsiniz. Bu küçük olumlu değişiklikleri düzenli ve artan bir şekilde devam ettirirseniz, sene sonuna kadar çok fazla değişikliği başarmış olacaksınız. Evet, belki küçük yollarla ama çoğunlukla sizi zorlayan ve bir türlü ilk adımı atıp hakkında birşeyler yapmaya başlayamadığınız, zaman içinde ilk heyecanınızı kaybettiğiniz büyük hedefler yerine en azından bir şeyler başarmış olacaksınız.
Jeff Olson, yazdığı "The Slight Edge" adlı kitabında, hayatta en başarılı insanların yaşamlarında küçük, erişilmesi kolay iyileştirmeler yapan ve böylelikle bunları yapmaya devam eden insanlar olduğu ile ilgili çok ikna edici bir gerçek durumu anlatmış.
Örneğin, diyetinizden o tek bir kötü şeyi çıkartıp yerine sağlıklı bir şey koyarsanız gelecek seneye kadar çok daha sağlıklı olacaksınız. Kitaplarınızdan, yeteneklerinizi arttırmak ve bilgi dağarcığınıza birşeyler eklemek için her gün biraz okursanız, gelecek seneye kadar konunuzda daha ehil hale gelmiş olacaksınız. Eğer her gün küçük bir spiritüel çalışma yapmayı alışkanlık haline getirirseniz, gelecek seneye daha ilham dolu ve yaratıcı olcaksınız.
Kendinize zaman içinde çoğalıp artacak bir şeyi yapmanın avantajını verin. Her gün küçük bir şey yapmak çok az çaba gerektirir. Bir yıl sonra ise fark şaşırtıcı bir şekilde görünür olacaktır.
Kaynak: Owen Waters'ın bir makalesinden alınıp düzenlenmiştir. Çeviri: Lale Külahlı
Ursula Markham'ın İçten Dışa Değişim Teknikleri adlı kitabından alıntılar yapmak istiyorum. Temeli Romark adlı kişinin ipno-düşünce tekniğine dayanıyor.Kendinizde geliştirmek istediğiniz davranışları defalarca zihninizde hayal ederek gerçeğe dönüştürmek. Bunun için öncelikle,değişimin gerekli olduğunu farketmek,değişimi istemek ve bunun için çaba göstermek gerekiyor. ;ç / dış Yüz Öncelikle kendimizi tanımamız öneriliyor.Kendimizi nasıl görüyoruz,başkaları bizi nasıl görüyor?Bir liste yapıyoruz,kendimizde beğendiğimiz özllikler ve beğenmediğimiz özellikler diye.Aynı anlama gelebilecek ifadeleri tek bir madde halinde yazabiliriz. Bir Örnek vermiş.Margot'nun İç yüz özellikleri diye Beğendiklerim: Beğenmediklerim: Düşünceli, yardımsever Çekingen-zayı-güvensiz-utangaç-yeterince girişken değil-Aptal-hayır diyemez-ağlak
İlk bakışta çok görünen beğenmediklerim kısmı,aynı anlama gelebilen ifadelerin bir çatı altında toplanmasıyla kısaltılabilir. Sonra Margot'nun dış yüzü araştırılıyor,acaba dışardan nasıl görünüyor? İlk olarak Margot diğer insanların kendisini nasıl görüyor olduğu hakkındaki düşüncelerini sıralıyor. Diğer insanlar beni nasıl görüyorlar? sıkılgan,verimsiz,utangaç,işe yaramaz,neşesiz,sıkıcı (yine burada aynı anlamlı kelimeler birleştirilerek liste kısaltılabilir.) Dış yüzümüzü ortaya çıkarmak için en az bir iki kişinin yardımını almak gerekiyor.Onlardan dürüstçe,olabildiğince uzun şekilde olumlu,olumsuz yönlerimizi yazmalarını istiyoruz. Margot için kardeşi ve bir iş arkadaşı yardım ediyor. Kardeşi:Yardımsever,nazik,zeki,hakkını savunmada başarılı değil,bizler küçükken aşırı koruyucuydu,kendinden çok fazla şey bekliyor İş arkadaşı listesini yaparken parantez içinde onun hakkında ilk izlenimlerini de yazıyor. Canayakın (kibirli)-etkin- arkadaş canlısı (soğuk)-mükemmelci-güvenilir-bir çok şeyi çok derinden yaşıyor(duygusuz)-yabancılarla birlikteyken tedirgin(ters ve nazik değil) Margot,sonuçları analiz edilirken bazı davranışlarının temelinin çocuklukta atılmış olduğunu ortaya çıkardı.anne babası çalışırken,küçük kardeşlerini ona emanet ederler,her akşam olanlarla ilgili rapor isterler,sürekli mükemmeliyet beklerlerdi ve hiç övmezlerdi.O da hayatı boyunca başarılı olup,onay görmek için uğraşmıştır. Yapabileceğimiz şey,hangi yaşta olursak olalım,iç yüzümüzü olmak istediğimiz kişi olma yolunda zihnimizi yeniden programlamak olacaktır.Unutmayalım,dışardan ne kadar olumlu özelliklerimiz var gibi görünse de içimizde kendimizi mutlu hissetmiyorsak,mutlaka değiştirilmesi gereken bir şeyler vardır.Belki fiziğimizi değiştiremeyiz (gerçi estetik sağolsun),ama fiziksel kusurlarımızı başka özelliklerimizl geliştirme yoluyla telafiyi seçebiliriz.Önemli olan içsel olarak kendimizi iyi hissetmemiz.
Çocukluk,gençlik dönemi gerçekten davranışlarımız üzerinde şekillendirici etkiler yapıyor.Annem özverili bir kadındı,bizler okurken,iş yaptırıp derslerimizi engellemek istemezdi,bugün utanarak bizim en ufak bir şeyimiz için bile bakkala gittiğini dahi hatırlıyorum.Eğitimli,bilinçli değildi,kendince iyisini yapıyordu.Belki çekingen yetişmemde bunların etkisi büyüktü.Babamsa kendi ayaklarımız üstünde durabilelim diye okumamız için uğraşıyordu.Okuduk,evet ama keşke (genelde keşkeleri sevmem) bazen övseydi beni,bana şunları söylediğini hiç unutmuyorum:"zengin değilsin okumdan olsa desem,güzel değilsin koca bulasın,o halde okumaktan,meslek sahi olmaktan başka çaren yok." Babam beni güzel bulmuyordu,evet çok çekici değildim,ama bu şekilde yüzüme vurulması?Sonradan sürekli sevgi aramamın altında belki de bunun yattığını düşünüyorum. Benim iç yüzümde bir düşünce oluşmuşmuştu işte,ben bir şey beceremem (annem öğretmemiş,ya da yapmama bırakmamış), güzel değilim, Uzun süre bunlarla yaşadım.Lisede kalıp sınıf tekrarı yaptım.Lise boyunca neredeyse sessiz,içe kapanıktım.Kendimi beğenmiyor,aynalara bakmıyordum. Üniversiteye geçince sanki bir şeyler değişti,daha konuşkan olmuştum,bazı lise arkadaşlarım bunu görünce şaşırıyorlardı.Ben de şaşırıyordum kendime.Güzellik konusunu biraz olsun takmamaya başladım,diğerleri kendi güzelliklerine baksınlardı değil mi?Okul düşüncelerimi oraya vermemi engellemişti. İş yaşamına gelince,kendimi daha çok beğenmeye başladım.Yaptığım işi seviyor ve iyi yapmaya çalışıyordumEvet hala çekingendim,ama bunun öyle hemen söküp atılacak bir şey olduğunu düşünmüyordum. Son yaşadığım depresyonlar kendime güvensizlik ortaya çıkardı ise de bunu da telafi etmeye çalışıyorum.Şimdi kendimde beğenmediklerim diye sıralayacak olsam,azcık kendime güvensizlik (giderek bitiyor)-bazı ortamlarda biraz çekingenlik-........ Beğendiklerim:hayata bağlılık,olumlu düşünme,yardımseverlik,toplumsal ve çevreye duyarlılık............... Ara ara olumsuz düşünceler hepimizi yoklar,önemli olan bunların kalıcı hale gelmesine meydan vermemektir.