Sigarasız yaşam, sigarasız yazı
--------------------------------------------------------------------------------
Sigarasız günlere hazırlanıyoruz ya, bütün tiryaki arkadaşlarımda bir şikâyet, bir isyandır gidiyor. “özgürlüklerimiz elimizden alınıyor” diye söyleniyor birisi.
“Yakında gidebileceğimiz tek bir kafe kalmayacak. Bari sigara içilen kafeler-içilmeyen kafeler ayırımı yapsalardı, biz belli mekânlara doluşsaydık.” Kendi de biliyor ya bunun iyi bir fikir olmadığını. Biliyor aslında bu yasağın en çok da onun gibi senelerdir koyu tiryaki olanlara hayrının dokunacağını.
Sigaraya başladığımda üniversite birinci sınıftaydım. Dönemin ODTü’sünde bütün okuyan düşünen, az biraz “idealist” öğrenciler baca gibi tüter, kantinlerde öğrencilerin kafalarının üzerinde yoğun sigara dumanları tortulanırdı. Hele kışın camlar da açılmayınca soğukta, gri duman tabakaları arasında el yordamıyla bulurduk birbirimizi. Bir sigara da yeni gelen yakardı tabii. Baharda kampüsteki tahta masalara oturur, çimlere yayılır, gene sigara-çay-sigara-çay eşliğinde devam ederdik hararetli tartışmalara. Sosyoloji, edebiyat, tarih, felsefe, müzik tarihi, kült filmler.. tartışacak o kadar çok şey vardı ki zaten. Sigara paketlerinin biri biter biri açılırdı. O günlerden hatırladığım “güzel bir sigara alışkanlığı” açılan her paketin paylaşılmasıydı. Hem kızılırdı “otlakçılara”, kendi paketlerini taşımıyorlar diye, hem de gene de her paket ortaya konulur, ikram edilirdi. Sigara söz konusu olduğunda özel mülkiyet albenisini yitirir, paylaşmak kıymetlenirdi. Gelenek gibi bir şeydi tiryakilik. izin veren hocaların derslerinde de içerdik. Seminer dersiyse mesela, alanımız da sosyal bilimler, bol bol tartışma ve okuma, hemen sigaralar yakılır, kantinler yetmiyor gibi bazı derslerde de devam ederdi sigara furyası. Sigara olmadan bir kitabı tartışmak, bir filmi konuşmak imkânsızdı o dönem. Giderek, sigara olmadan yazmak imkânsızlaştı.
Ama benim için tiryakiliğin katmerlendiği yer yazı oldu. Yazdığım her romanda, yazdıkça sigara tükettim seneler boyu. Artık öyle bir an geldi ki yazabilmek için, düşünebilmek için kahve ve sigara içmeye mecbur olduğumu zannediyordum. Ellerim otomatik olarak giderken pakete... Pinhan’ı, şehrin Aynaları’nı, Mahrem’i, Bit Palas’ı, Med-Cezir’i hep böyle yazdım.
Araf’ı yazdığım dönem ise başka. Boston’da, aşırı feminist ve hijyenik bir kampüsteydim o sırada. Sigaranın değil kendisi, ismi bile yasak. Kimse sigara içmediği gibi herkes yoga yapıyor, yeşil çay içiyor, içinde kafein var diye kahve bile tüketmiyorlar. Böylesine fanatik sağlık fetişisti bir kampüsün ortasında buluverdim kendimi. Araf’ı da yazmaya başlamışım. Sigara lazım. Odamdaki yangın alarmını devre dışı bırakmak için yöntemler geliştirdim. Tavandaki sarı alarma her gün dört plastik torba geçirip bantlıyor, ertesi gün temizlikçi kadın fark etmesin diye çıkarıyordum. Gene de aldılar sigaranın kokusunu. ihtar geldi hemen, “bu kampüste sigara tüketmiyoruz. Burası yeşil ve barışçıl bir yerdir” diye. işin tuhaf yanı, o zamanlar sinirime dokunan yasak epey işe yaradı. Tamamen bırakmadım, ama bariz bir hızla azalttım sigarayı. Yasakların da bir faydası olabiliyormuş meğer. Zira sigara tiryakiliği çoğu kez bir “ritim” meselesi, bir el alışkanlığı, düşünmeden yakılan tek tek tanelerin toplamı. Elin otomatik olarak gidemediğinde pakete, ister istemez başlıyorsun azaltmaya.
Sonunda bırakmayı da başardım, çok şükür. Sigarasız da kitap yazılıyormuş! Hamilelik, lohusalık.. derken zaten iki buçuk senedir zorunlu bir şekilde kesmiştim sigara tüketimini. Halbuki daha evvel de denediğim olmuştu bırakmayı. Başaramamıştım. Ne zaman ki işin içine bir başka can girdi, hooop irade küpü oldum. Ben bile. Ne tuhaf, kadınlar bu durumlarda daha kolay bırakıyorlar kötü alışkanlıklarını da kendileri için bırakmakta zorlanıyorlar sanki. Ama ister “annelik sorumluluğu”, ister “kamusal yasak” sebebiyle olsun, illa da dışarıdan bir etki ve motivasyon, içeriden de istek ve irade lazım bırakabilmek için. Başka türlü olmuyor.
elif şafak