- 27 Mayıs 2013
- 4.845
- 8.817
-
- Konu Sahibi bogurtlenkusu
- #1
Evet, kadın travma oldu benim için, ne zaman kötü bir gün geçirsem ne zaman alakasız bir konuda stresli bir akşam geçirsem, o gece gözlerimi kapatıp uyuduğumda kadını görüyorum kabusumda. bana bakıyor, laf sokuyor, rezil etmeye çalışıyor.
bazı geceler karşılık olarak cevap verebiliyorum, bazı geceler rüyamda dahi cevap veremiyorum ezikçe, susuyorum.
bu kadın dediğim, 50 yaşına merdiven dayamış, kırklarının sonunda olan süslü yengem efendim.
buraya bu konuyu açacağımı düşünmezdim ama, en son dün gece yine rüyama girince dayanamadım bugün, aklımdan çıkmadı.
Ben yetiştirilme tarzı gereği, sessiz, sakin bir tarzda yetiştirildim. Anneannemler, aman çocuğum yüksek sesle konuşma, insanlar rahatsız olur, aman çocuğum kimseyle kavga etme, herkesle iyi anlaş, aman çocuğum sen sus, Allah'a havale et gibi cümlelerle büyütüldüm.
Çocukluğumu maddi sıkıntılar içinde geçirdik ailemle. Belki bunun da ezikliği kazınmıştır biraz bünyeme.
Gelgelelim, haksızlığa uğradığımda, hakkımı savunabilmeyi bile üniverstede tek başıma kalınca öğrendim. Sesimi ancak çıkartabilmeye başladım.
18-19 yaşıma kadar eve giren insanlara "merhaba veya hoşgeldin" diyemeyen biriydim. O klasik laflar ağzımdan çıkamıyordu, eğreti duruyordu, samimiyetsiz ve resmi geliyordu. Oysaki en yakınım bile neden hoşgeldin demediğime dair saatlerce azarlıyordu beni.
bu resmi sözcüklere olan düşkünlüklerini anlayamıyordum.
nitekim hala anlayamıyorum; ama otoatik olarak hoşçakalın ve merhaba demeye alıştırdım kendimi. İnsanlara istediklerini veirir oldum.
Üniverste yıllarımda kendimi bu konuda oldukça geliştirdim, asosyal, çekinik tarzdaki çocuk gitti, normal, hatta sesini duyurmaktan zevk alan biri geldi. Neticede olağanüstü bir çabayla başardım, normal bir insn oldum neticede.
Üniversiteye yeni başladığım ikinci sene, henüz çok başarılı değilken bu konuda, ailemizde hastalıklar ve ölüm korkuları baş göstermeye başladı. Beni büyüten çok sevdiğim anneannem ve dedem büyük kalp ameliyatları olmaya başladı, ameliyathane kapısında korkuyla bekleyerek geçen saatlerin dehşet verici korkusunu hissettiğimiz, büyüdüğümüzü anladıgımız zamanlar başlamıştı.
Bu yengem dediğim insan, en büyük dayımın eşi. İki adet dünya tatlısı küçük kuzenim var onlardan.
Kuzenlerimi çok seviyorum orası ayrı. Dayım da her zaman örnek aldıgım, kariyerinde ve hayatında başarılı olmuş çok zeki bir adamdır, muhabbeti dinlenir, kafası uygundur, genç bakışlıdır filan ne bileyim işte her yönüyle sever ve örnek alırım.
Ancak eşi, yani yengem, ben beş yaşında evlendiklerinden beri, bizim ailemizi hor gören, küçümseyen, fazla umursamayan ve sevmeyen bir kadındı. kibirliyi, bencildi.
daha doğrusu bunları hep çevremdekiler söylerdi, ben inanmazdım konduramazdım. çocuk bakış açısı işte, ben daha yedi sekiz yaşındayken hayatımda hiç görmediğim malzemelerle aynanın karşısına geçip sürdüğü kırmızı rujlar, her ay kızıla boyadığı saçları, senelerdir hiç değişmeyen parfümüyle çocukluğumdan beri imrendiğim, güzl minyonlu hafif toplu bir kadındı. iki kere yüzüme gülse, naber okul nasıl gidiyor dese sevinirrdim.
dayımla ikisine çok özenir, hatta çocukluk aklıyla işte keşke bunlar benim anne babam olsa diye içimden geçirmişliğim bile olurdu.
Gelgelelim bu modern kadın, kaynanalık yapmak nedir bilmeyen, tıpkı bize öğütlediği gibi sessiz sakin, herkesle iyi anlaşan kaynanası yani anneanneme bile evinde misafir ettiği zamanlarda zulmeden birisiydi.
Hem yaşlı kadını dayım yurtdışına çıkıyor gel de bebeğe bakmaya yardım et diye evlerine çağırırlardı, hem de gelin hanım anneanneme psikolojik zulüm ederdi.
Öyle ki, anneannem çocukla ilgilenip bir yandan arada bir tv ye bakarken çocuk durduk yere ağladı diye mutfaktan koşarak gelip çocuğu yaşlı kadının kucağından kaptıgı gibi alan, televizyonu pat diye kapatıp "tv izle diye mi çağırdık seni buraya!" diyip çocuğu a alıp giden çirkef bir karakteri vardı. Yazık anneannem de, cebinde parası olmadıgından o hareketin üstüne kalkıp da orayı terk edemediğini, dayımı arayıp gel beni götür oğlum dediğini, ancak dayımın tüm ısrarlarına rağmen dayım üzülmesin diye olanı biteni anlatmayıp sessizce evine döndüğünü anlatmıştı bize. Ancak elden ne gelir.
Bu örnekler belki yüz tane olabilir şimdi saysam. Pek kıymetli evlerine misafir oldugumuzda en ufak bir bardağa bile çarpsak üç gün laf eden söylenen bir insan... Kendi akrabalarına yapmaz ama, komşularıyla falan konuşurken güleryüzlü, taptatlı şirindir filan..
Böyle bir kadın işte ne kadar anlatabildiysem..
Evine misafir gelen insanı kendi akrabası değilse "iş yapmaya gelmiş, köle" olarak gören bir kadın. Onun evi çünkü. Onun kuralları.
Neyse, bu kadın, o bahsettiğim sene anneannem bir ağır ameliyat olmuştu yine. Ameliyattan sonra çok hijyenik standartlarda bakılması gerekiyordu. Bu gelin hanım da dayımın ısrarıyla ameliyattan sonra bizde kalsın bir ay biz bakarız dedi. Anneannem de ameliyattan sonra onlara gitti haliyle. Dedem de yanında. Yaz tatilindeyiz.
Ben de tatile gelmişim okuldan, memlekette ne dede ne anneanne var. Benim için oraya gitmeye sebebim yok. annemler de kardeşimle beraber babamla beraber bu yenge hanımların oldugu şehirde bir akrabada kalıyolar yatılı. O sırada taşınma sürecindeler onların da işleri karışık.
Ben ya anneannemin yanına gidicem ya da o akrabalarda kalıcam babamlarla..
Ben de anneannemle kalmayı seçtim haliyle, kadın ameliyatlı, yatakta yatarken sağdan sola dönerken bile yardım alması gerekiyor tek başına bırak kalkmayı, yatakta dönemiyor bile. 10 dakkada bir dönmesi gerekiyor beli ağrıdığından ötürü.
Dedem de namaz falan kılıyor günde beş kere, camiye bakkala falan gidiyor. yenge hanım full mutfakta, ya da çocukları kursa yüzmeye aktiviteye götürme işleriyle uğraşıyor. Ve anneannem gündüz evde yalnız kaldıgı nadir de olsa anlar çok oluyor. Kısacası, ben orada anneannemin yanında oturmaya ona moral vermeye yardım etmeye çalışıyorum. Lazımım orda yani.
İlk babamlarla falan gittik, anneannemi gördük. Babamlar akrabaların evine döndüler. Ben kaldım tabi.
Neyse üç gün oldu beş gün oldu kalıyorum.
Kadından deli gibi çekiniyorum tabii ki, elimi bir şeyine sürsem kırılır birşey olur da azarlar surat yapar falan diye ödüm kopuyor çocukluktan beri öyle aşılamış çünkü.
Üç günden fazla kalan misafir sayılmaz evet, ama ben o kadar çekindiğimden ötürü, elimi birşeye süremiyorum.. İş olarak, sabah kalkınca yatağımı topluyorum, çocugun odasında kaldıgımdan dağınıksa odayı topluyorum.. hoş çocuk her gün dağıtıyor ama mümkün mertebede topluyorum.. kalkar kalkmaz kahvaltı hazır oluyor tabi, gidip kahvaltı yapıyoruz, o çayını alıp balkona çıkıyor, o balkondayken ben fırsat bu fırsat diyip o yokken hemen masayı topluyorum, siliyorum. bulaşık tabakları makinaya yerleştiriyor o elde yıkatmıyor. ben de yanlış yerleştiririm endişesiyle yine o işi bırakıyorum suya tutup kenara koyuyorum.
Kaldıgım iki hafta boyunca hiç çamaşırımı yıkatmadım ona, çamaşır vermeye korkuyorum, yük olacağım diye. yaz günü, iki günde bir duş alıyorum ama çıkardığım üstümü elmde yıkayıp kendim bi kenara asıyorum gizlice, az kıyafetim var yıkayıp yıkayıp giyiyorum..
Kısacası, orada benden memnun olmadıgını biliyorum ya, elimden geldiğince yük olmadan orada yokmuşum gibi hafif olup, sadece anneannemin yanında oturuyorum elimden geldiğince. Daha fazla bir iş çekindiğimden yapamıyorum dediğim gibi.. O da gelip birşey demiyor bana, sanki gelip böğürtlen bugün temizlik yapıcam yardım et dese ben yok yapamam diycem sanki.. ondan bi işaret bekliyorum ben de işte çekingenlikten.. koltukta otururken bile gündüzleri, fazla rahat oturmuyorum ki göze batmasın.. Bişey yapmadıgım zamanlarda kitap okumaya zararsız olmaya çalışıyorum vs vs..
Bu birkaç gün sonra acayiip davranışlarda bulunmaya başladı. Kahvaltıda dedeme çaktırmadan önümden yemeğimi aldığı oldu.
Akşam dayımlarla otururken, salonda ortada meyve çerez varken, ben yediğim halde gelip tabağı elimden kaldırdığı oldu, dayımdan da çekinmiyordu da dayım "napıyosun ya kız yiyo daha" deyince trip atarak yerine bırakmıştı.
Kısacası gidecek yerim yok, anneannemi bırakasım yok, katlanıyorum.. yanlış anlamışımdır öyle yapmamıştır falan diye düşünüyorum..
En son artık bir gün bu mutfakta. Çocuklar her zamanki gibi birbirine girdiler oyuncak meselesinden. ben de yanlarındayım, elimde kitap var okuyorum.
çocuklarla ilgileniyorum ben zaten gerektiğinde am ao an gerek görmedim. küçük olan kız çok şmarık oldugundan abisinin her hareketine ağlıyor zırlıyor deli gibi bağırıyor.
o anda da yine bişeyden kavga çıktı, kız bağırmaya başladı, ama ben meselenin oyuncak oldugunu bildiğimden karışmak istemedim bilerek, aralarında halletsinler diye. kendilerinin de önlerinde kavga çıktıgında karışmadıkları çok oluyor anne babalarının..
o an yenge hanım koşarak mutfaktan geldi, çocukları susturdu ve benim üstüme yürüdü. elimdeki kitabı aldı fırlattı, neredeyse suratıma vuracak zor tutuyor sinirden titriyor ama.
çocuklar kavga ediyormuş bn elimdekine dalmışım, ne biçim insanmışım.. insanlığım mı kaldı hayvanlığım mı.. çocukluğumdan beri insan değilmişim.. zaten evinde kalırken ondan izin almamışım.. izin aldın mı? diye soruyor bir de ciddi ciddi. cevap bekliyor.
ben şaşkınım, neye uğradıgımı şaşırmışım.. hayır izin almadım diye cevap veriyorum.. neden neye dayanarak diye soruyor, bağırıyor.. cevap bulamıyorum, yanaklarım kızarıyor gözlerim doluyor.
"sordum, dayından da izin almamışsın" diye bir cümle kuruyor, ki asıl o yaralıyor beni.. dayım da mı öyle düşünüyor, yoksa kadın mı uyduruyor?
buraı benim evim, benim kurallarım diye bağırıyor.. ben cevap veremiyorum. halbuki verecek o kadar çok cevap var ki.
en son cümlesinde beni evden kovuyor. çık git diyerek kapıyı gösteriyor.
ben kalıyorum koltuğa gömülüp.
sinirle çıkıp gidiyor salondan. ben ne yapacağımı bilemez oturuyorum. ilk kez bir yerden kovulmuşum, gitmeli mi? kalıp gerçekten de hata yapmış olabilir miyim diye düşünüp özür mü dilemeli? karar veremiyorum.
Önce çocuğun odasına gidiyorum, kapıyı kapatıp yarım saat sessizce ağlıyorum, susmaya çalışıyorum. yüzüm gözüm kızarıyor ama kendime yediremiyorum. çocuk yine odayı dağıtmış bi yandan onu topluyorum.
sonra kendimi susturup yüzümü silip çıkıyorum odadan. kadını salonda buluyorum. kendime yediremediğimden, kötü biri değilim ben diye bağırmak geliyor içimden.
iyi biri oldugumu onun beni yanlış anladığını kanıtlamak için var gücümle sesimi düzeltip " yenge, bugün temizlik yapacakmışsın, yardım edebilir miyim?" diyorum otomatik bi cümleyle.
cevap vermiyor, yüzüme bakmıyor. iki dakka sonra süpürgeyle geliyor yanıma, o gün akşama kadar bana evi temizletiriyor.
ben bi yandan iyi davranıp alttan alıyorum ki anlasın, beni yanlış anladıgını.. işten kaçmadıgımı, sebebimin farklı oldugunu..
ama kadında, yüzünde hiç değişiklik olmuyor. ben akşama kadar yer süpürüp siliyorum ama kadın zerre yumuşamıyor. nedensonra anlıyorum ki kadındaki anlık bi kızgınlık değil ki yumuşasın. meğer ezelden beri nefret ediyormuş yeni patlamış.
kadında yumuşama olmayınca ben yine kendime yediremiyorum, bu sefer kendimi savunmamış olup sustuguma kızıyorum. kendimi dışarı atıyorum. iki kilometre yürüyüp bi avm buluyorum, biraz alışveriş yapıyorum, kraker falan alıyorum. niye aldıgımı ben de bilmiyorum. telefonla birkaç kişiyi arıyorum, ama diyecek bişey bulamıyorum. hala gidecek bi yerim yok.
babamların yanına gideyim diyorum, şans mı tesadüf mü, o gün akrabalarla beraber toplanıp uzak bir yere iftara gidecekleri tutmuş. evde yoklar, şehir dışındalar. gidemiyorum. marketten tıpış tıpış geri dönüyorum.
akşam yemeği vakti olmuş dayım iştn gelmiş. bir şeyden haberi yok tabii, anlatmıyor kadın. ben de susuyorum.
yemeğe katılmıyorum, dayım ısrar ediyor yok diyorum. odaya kapanıp krakerlerimi yiyorum.
sonraki üç dört gün ne kahvaltıya ne yemeğe katılıyorum. yalnızca dayım şüphelenmesin diye akşamları bi çorba içiyorum.
3-4 gün daha geçiyor. bu arada o günkü olayı dedemle anneannem duymamışlar, ev baya büyü oldugundan en arka odadaydılar. ben de anlatmadım. anlatsam biliyorum, ameliyatlı kadın o haliyle kalkıp gitmek isteyecek. ona kıyamıyorum susuyorum, ama her gün gözüm yaşlı. kendime yediremediğimden.
en son 4 gün sonra anneannem soruyor, sen niye hiç genç kız gibi değilsin ya sürekli yüzün asık.. bişey mi var diyor? yok diyorum ama gözüm doluyor.
dedem durumu hissetmiş olacak, birşey sormuyor ama o pazar dayımın yanına gidip "oğlum sen bizi eve götür" diyor. dayım başta istemiyor, itiraz ediyor falan ama dedem ikna ediyor.
ameliyatlı kadını da alıp biniyouz arabaya, götürüyor dayım bizi. ben mutluluktan sırııtıyorum. kapıda yengemle vedalaşmıyoruz. yüzüme bakmıyor. ben de bakmıyorum.
yakın bir şehirdeyiz neyse ki. üç saate dönüyoruz. eve girince anneannem sevinçten ağlıyor, ben de mutluluktan sırıtmayı kesemiyorum..
Ben hala baktığımda, anlamaya çalışıyorum kadını, ama anlayamıyorum. Kanşı bıçaklı olduğum düşmanıma yapamazdım ben öyle. Hayır bir de genç olan benim, güya iki çocuk annesi, olgun olan o. Göya. Yarım yaşımdaki bi kıza, eşimin yeğeni üstelik, kadına ne zararım dokundu ki, hayır evine bile zaten en sıl gidişim iki senede birdir, düşündükçe hala üzülüyorum. Öyle sık sık gidip rahatsız ettiğim de yok. Meraklı da değilim zaten o kadar çekindiğim bir eve gitmeye.. Nasıl bîr egoistse kadın evini nasıl kıymetli görüyorsa artık, oraya tatile gidiyoruz falan sanıyor. En hassasolduğum konu, insanın önünden yemeğini almak nedir? Ne kadar düşmanım da olsa evime 15 günlüğüne gelmiş insana yapmam, ben yapamam. Hala da aklım almıyor.
üstünden yıllar geçti, kadınla hala karşılaştıgımız yerlerde konuşmuyoruz. ben bu meseleyi dayıma hiç anlatmadım. ama karısı kendi gözünden anlatmış. beni kötülemiş, iş yapmaktan bunalıma girdiğini dayanamadıgını da ekleyerek duygu sömürüsü yapmış. falan filan.
ben hiç konuşmadım. konuşmaya başlayacak olsam ağlamaktan anlatamıyorum çünkü.
garip gelebilir size ağlamam falan ama, çok dokunmuş içime. çok batmış içime, atamıyorum.
bazen kendi kendime konuşurken anlatmanın provasını yapayım diyorum, ilk üç sene boyunca kendi kendime provasını yaparken dahi ağlamaktan konuşamadım.
4 sene boyunca ne zaman kötü bi gün geçirsem o gece kabus görüyorum, yengem. ya bana laf sokuyor, ya azarlıyor. ben de cevap veremiyorum.
kadın travmam oldu. hala ara ara gördüğüm oluyor 5 sene olmasına rağmen.
içimi döktüm.
bazı geceler karşılık olarak cevap verebiliyorum, bazı geceler rüyamda dahi cevap veremiyorum ezikçe, susuyorum.
bu kadın dediğim, 50 yaşına merdiven dayamış, kırklarının sonunda olan süslü yengem efendim.
buraya bu konuyu açacağımı düşünmezdim ama, en son dün gece yine rüyama girince dayanamadım bugün, aklımdan çıkmadı.
Ben yetiştirilme tarzı gereği, sessiz, sakin bir tarzda yetiştirildim. Anneannemler, aman çocuğum yüksek sesle konuşma, insanlar rahatsız olur, aman çocuğum kimseyle kavga etme, herkesle iyi anlaş, aman çocuğum sen sus, Allah'a havale et gibi cümlelerle büyütüldüm.
Çocukluğumu maddi sıkıntılar içinde geçirdik ailemle. Belki bunun da ezikliği kazınmıştır biraz bünyeme.
Gelgelelim, haksızlığa uğradığımda, hakkımı savunabilmeyi bile üniverstede tek başıma kalınca öğrendim. Sesimi ancak çıkartabilmeye başladım.
18-19 yaşıma kadar eve giren insanlara "merhaba veya hoşgeldin" diyemeyen biriydim. O klasik laflar ağzımdan çıkamıyordu, eğreti duruyordu, samimiyetsiz ve resmi geliyordu. Oysaki en yakınım bile neden hoşgeldin demediğime dair saatlerce azarlıyordu beni.
bu resmi sözcüklere olan düşkünlüklerini anlayamıyordum.
nitekim hala anlayamıyorum; ama otoatik olarak hoşçakalın ve merhaba demeye alıştırdım kendimi. İnsanlara istediklerini veirir oldum.
Üniverste yıllarımda kendimi bu konuda oldukça geliştirdim, asosyal, çekinik tarzdaki çocuk gitti, normal, hatta sesini duyurmaktan zevk alan biri geldi. Neticede olağanüstü bir çabayla başardım, normal bir insn oldum neticede.
Üniversiteye yeni başladığım ikinci sene, henüz çok başarılı değilken bu konuda, ailemizde hastalıklar ve ölüm korkuları baş göstermeye başladı. Beni büyüten çok sevdiğim anneannem ve dedem büyük kalp ameliyatları olmaya başladı, ameliyathane kapısında korkuyla bekleyerek geçen saatlerin dehşet verici korkusunu hissettiğimiz, büyüdüğümüzü anladıgımız zamanlar başlamıştı.
Bu yengem dediğim insan, en büyük dayımın eşi. İki adet dünya tatlısı küçük kuzenim var onlardan.
Kuzenlerimi çok seviyorum orası ayrı. Dayım da her zaman örnek aldıgım, kariyerinde ve hayatında başarılı olmuş çok zeki bir adamdır, muhabbeti dinlenir, kafası uygundur, genç bakışlıdır filan ne bileyim işte her yönüyle sever ve örnek alırım.
Ancak eşi, yani yengem, ben beş yaşında evlendiklerinden beri, bizim ailemizi hor gören, küçümseyen, fazla umursamayan ve sevmeyen bir kadındı. kibirliyi, bencildi.
daha doğrusu bunları hep çevremdekiler söylerdi, ben inanmazdım konduramazdım. çocuk bakış açısı işte, ben daha yedi sekiz yaşındayken hayatımda hiç görmediğim malzemelerle aynanın karşısına geçip sürdüğü kırmızı rujlar, her ay kızıla boyadığı saçları, senelerdir hiç değişmeyen parfümüyle çocukluğumdan beri imrendiğim, güzl minyonlu hafif toplu bir kadındı. iki kere yüzüme gülse, naber okul nasıl gidiyor dese sevinirrdim.
dayımla ikisine çok özenir, hatta çocukluk aklıyla işte keşke bunlar benim anne babam olsa diye içimden geçirmişliğim bile olurdu.
Gelgelelim bu modern kadın, kaynanalık yapmak nedir bilmeyen, tıpkı bize öğütlediği gibi sessiz sakin, herkesle iyi anlaşan kaynanası yani anneanneme bile evinde misafir ettiği zamanlarda zulmeden birisiydi.
Hem yaşlı kadını dayım yurtdışına çıkıyor gel de bebeğe bakmaya yardım et diye evlerine çağırırlardı, hem de gelin hanım anneanneme psikolojik zulüm ederdi.
Öyle ki, anneannem çocukla ilgilenip bir yandan arada bir tv ye bakarken çocuk durduk yere ağladı diye mutfaktan koşarak gelip çocuğu yaşlı kadının kucağından kaptıgı gibi alan, televizyonu pat diye kapatıp "tv izle diye mi çağırdık seni buraya!" diyip çocuğu a alıp giden çirkef bir karakteri vardı. Yazık anneannem de, cebinde parası olmadıgından o hareketin üstüne kalkıp da orayı terk edemediğini, dayımı arayıp gel beni götür oğlum dediğini, ancak dayımın tüm ısrarlarına rağmen dayım üzülmesin diye olanı biteni anlatmayıp sessizce evine döndüğünü anlatmıştı bize. Ancak elden ne gelir.
Bu örnekler belki yüz tane olabilir şimdi saysam. Pek kıymetli evlerine misafir oldugumuzda en ufak bir bardağa bile çarpsak üç gün laf eden söylenen bir insan... Kendi akrabalarına yapmaz ama, komşularıyla falan konuşurken güleryüzlü, taptatlı şirindir filan..
Böyle bir kadın işte ne kadar anlatabildiysem..
Evine misafir gelen insanı kendi akrabası değilse "iş yapmaya gelmiş, köle" olarak gören bir kadın. Onun evi çünkü. Onun kuralları.
Neyse, bu kadın, o bahsettiğim sene anneannem bir ağır ameliyat olmuştu yine. Ameliyattan sonra çok hijyenik standartlarda bakılması gerekiyordu. Bu gelin hanım da dayımın ısrarıyla ameliyattan sonra bizde kalsın bir ay biz bakarız dedi. Anneannem de ameliyattan sonra onlara gitti haliyle. Dedem de yanında. Yaz tatilindeyiz.
Ben de tatile gelmişim okuldan, memlekette ne dede ne anneanne var. Benim için oraya gitmeye sebebim yok. annemler de kardeşimle beraber babamla beraber bu yenge hanımların oldugu şehirde bir akrabada kalıyolar yatılı. O sırada taşınma sürecindeler onların da işleri karışık.
Ben ya anneannemin yanına gidicem ya da o akrabalarda kalıcam babamlarla..
Ben de anneannemle kalmayı seçtim haliyle, kadın ameliyatlı, yatakta yatarken sağdan sola dönerken bile yardım alması gerekiyor tek başına bırak kalkmayı, yatakta dönemiyor bile. 10 dakkada bir dönmesi gerekiyor beli ağrıdığından ötürü.
Dedem de namaz falan kılıyor günde beş kere, camiye bakkala falan gidiyor. yenge hanım full mutfakta, ya da çocukları kursa yüzmeye aktiviteye götürme işleriyle uğraşıyor. Ve anneannem gündüz evde yalnız kaldıgı nadir de olsa anlar çok oluyor. Kısacası, ben orada anneannemin yanında oturmaya ona moral vermeye yardım etmeye çalışıyorum. Lazımım orda yani.
İlk babamlarla falan gittik, anneannemi gördük. Babamlar akrabaların evine döndüler. Ben kaldım tabi.
Neyse üç gün oldu beş gün oldu kalıyorum.
Kadından deli gibi çekiniyorum tabii ki, elimi bir şeyine sürsem kırılır birşey olur da azarlar surat yapar falan diye ödüm kopuyor çocukluktan beri öyle aşılamış çünkü.
Üç günden fazla kalan misafir sayılmaz evet, ama ben o kadar çekindiğimden ötürü, elimi birşeye süremiyorum.. İş olarak, sabah kalkınca yatağımı topluyorum, çocugun odasında kaldıgımdan dağınıksa odayı topluyorum.. hoş çocuk her gün dağıtıyor ama mümkün mertebede topluyorum.. kalkar kalkmaz kahvaltı hazır oluyor tabi, gidip kahvaltı yapıyoruz, o çayını alıp balkona çıkıyor, o balkondayken ben fırsat bu fırsat diyip o yokken hemen masayı topluyorum, siliyorum. bulaşık tabakları makinaya yerleştiriyor o elde yıkatmıyor. ben de yanlış yerleştiririm endişesiyle yine o işi bırakıyorum suya tutup kenara koyuyorum.
Kaldıgım iki hafta boyunca hiç çamaşırımı yıkatmadım ona, çamaşır vermeye korkuyorum, yük olacağım diye. yaz günü, iki günde bir duş alıyorum ama çıkardığım üstümü elmde yıkayıp kendim bi kenara asıyorum gizlice, az kıyafetim var yıkayıp yıkayıp giyiyorum..
Kısacası, orada benden memnun olmadıgını biliyorum ya, elimden geldiğince yük olmadan orada yokmuşum gibi hafif olup, sadece anneannemin yanında oturuyorum elimden geldiğince. Daha fazla bir iş çekindiğimden yapamıyorum dediğim gibi.. O da gelip birşey demiyor bana, sanki gelip böğürtlen bugün temizlik yapıcam yardım et dese ben yok yapamam diycem sanki.. ondan bi işaret bekliyorum ben de işte çekingenlikten.. koltukta otururken bile gündüzleri, fazla rahat oturmuyorum ki göze batmasın.. Bişey yapmadıgım zamanlarda kitap okumaya zararsız olmaya çalışıyorum vs vs..
Bu birkaç gün sonra acayiip davranışlarda bulunmaya başladı. Kahvaltıda dedeme çaktırmadan önümden yemeğimi aldığı oldu.
Akşam dayımlarla otururken, salonda ortada meyve çerez varken, ben yediğim halde gelip tabağı elimden kaldırdığı oldu, dayımdan da çekinmiyordu da dayım "napıyosun ya kız yiyo daha" deyince trip atarak yerine bırakmıştı.
Kısacası gidecek yerim yok, anneannemi bırakasım yok, katlanıyorum.. yanlış anlamışımdır öyle yapmamıştır falan diye düşünüyorum..
En son artık bir gün bu mutfakta. Çocuklar her zamanki gibi birbirine girdiler oyuncak meselesinden. ben de yanlarındayım, elimde kitap var okuyorum.
çocuklarla ilgileniyorum ben zaten gerektiğinde am ao an gerek görmedim. küçük olan kız çok şmarık oldugundan abisinin her hareketine ağlıyor zırlıyor deli gibi bağırıyor.
o anda da yine bişeyden kavga çıktı, kız bağırmaya başladı, ama ben meselenin oyuncak oldugunu bildiğimden karışmak istemedim bilerek, aralarında halletsinler diye. kendilerinin de önlerinde kavga çıktıgında karışmadıkları çok oluyor anne babalarının..
o an yenge hanım koşarak mutfaktan geldi, çocukları susturdu ve benim üstüme yürüdü. elimdeki kitabı aldı fırlattı, neredeyse suratıma vuracak zor tutuyor sinirden titriyor ama.
çocuklar kavga ediyormuş bn elimdekine dalmışım, ne biçim insanmışım.. insanlığım mı kaldı hayvanlığım mı.. çocukluğumdan beri insan değilmişim.. zaten evinde kalırken ondan izin almamışım.. izin aldın mı? diye soruyor bir de ciddi ciddi. cevap bekliyor.
ben şaşkınım, neye uğradıgımı şaşırmışım.. hayır izin almadım diye cevap veriyorum.. neden neye dayanarak diye soruyor, bağırıyor.. cevap bulamıyorum, yanaklarım kızarıyor gözlerim doluyor.
"sordum, dayından da izin almamışsın" diye bir cümle kuruyor, ki asıl o yaralıyor beni.. dayım da mı öyle düşünüyor, yoksa kadın mı uyduruyor?
buraı benim evim, benim kurallarım diye bağırıyor.. ben cevap veremiyorum. halbuki verecek o kadar çok cevap var ki.
en son cümlesinde beni evden kovuyor. çık git diyerek kapıyı gösteriyor.
ben kalıyorum koltuğa gömülüp.
sinirle çıkıp gidiyor salondan. ben ne yapacağımı bilemez oturuyorum. ilk kez bir yerden kovulmuşum, gitmeli mi? kalıp gerçekten de hata yapmış olabilir miyim diye düşünüp özür mü dilemeli? karar veremiyorum.
Önce çocuğun odasına gidiyorum, kapıyı kapatıp yarım saat sessizce ağlıyorum, susmaya çalışıyorum. yüzüm gözüm kızarıyor ama kendime yediremiyorum. çocuk yine odayı dağıtmış bi yandan onu topluyorum.
sonra kendimi susturup yüzümü silip çıkıyorum odadan. kadını salonda buluyorum. kendime yediremediğimden, kötü biri değilim ben diye bağırmak geliyor içimden.
iyi biri oldugumu onun beni yanlış anladığını kanıtlamak için var gücümle sesimi düzeltip " yenge, bugün temizlik yapacakmışsın, yardım edebilir miyim?" diyorum otomatik bi cümleyle.
cevap vermiyor, yüzüme bakmıyor. iki dakka sonra süpürgeyle geliyor yanıma, o gün akşama kadar bana evi temizletiriyor.
ben bi yandan iyi davranıp alttan alıyorum ki anlasın, beni yanlış anladıgını.. işten kaçmadıgımı, sebebimin farklı oldugunu..
ama kadında, yüzünde hiç değişiklik olmuyor. ben akşama kadar yer süpürüp siliyorum ama kadın zerre yumuşamıyor. nedensonra anlıyorum ki kadındaki anlık bi kızgınlık değil ki yumuşasın. meğer ezelden beri nefret ediyormuş yeni patlamış.
kadında yumuşama olmayınca ben yine kendime yediremiyorum, bu sefer kendimi savunmamış olup sustuguma kızıyorum. kendimi dışarı atıyorum. iki kilometre yürüyüp bi avm buluyorum, biraz alışveriş yapıyorum, kraker falan alıyorum. niye aldıgımı ben de bilmiyorum. telefonla birkaç kişiyi arıyorum, ama diyecek bişey bulamıyorum. hala gidecek bi yerim yok.
babamların yanına gideyim diyorum, şans mı tesadüf mü, o gün akrabalarla beraber toplanıp uzak bir yere iftara gidecekleri tutmuş. evde yoklar, şehir dışındalar. gidemiyorum. marketten tıpış tıpış geri dönüyorum.
akşam yemeği vakti olmuş dayım iştn gelmiş. bir şeyden haberi yok tabii, anlatmıyor kadın. ben de susuyorum.
yemeğe katılmıyorum, dayım ısrar ediyor yok diyorum. odaya kapanıp krakerlerimi yiyorum.
sonraki üç dört gün ne kahvaltıya ne yemeğe katılıyorum. yalnızca dayım şüphelenmesin diye akşamları bi çorba içiyorum.
3-4 gün daha geçiyor. bu arada o günkü olayı dedemle anneannem duymamışlar, ev baya büyü oldugundan en arka odadaydılar. ben de anlatmadım. anlatsam biliyorum, ameliyatlı kadın o haliyle kalkıp gitmek isteyecek. ona kıyamıyorum susuyorum, ama her gün gözüm yaşlı. kendime yediremediğimden.
en son 4 gün sonra anneannem soruyor, sen niye hiç genç kız gibi değilsin ya sürekli yüzün asık.. bişey mi var diyor? yok diyorum ama gözüm doluyor.
dedem durumu hissetmiş olacak, birşey sormuyor ama o pazar dayımın yanına gidip "oğlum sen bizi eve götür" diyor. dayım başta istemiyor, itiraz ediyor falan ama dedem ikna ediyor.
ameliyatlı kadını da alıp biniyouz arabaya, götürüyor dayım bizi. ben mutluluktan sırııtıyorum. kapıda yengemle vedalaşmıyoruz. yüzüme bakmıyor. ben de bakmıyorum.
yakın bir şehirdeyiz neyse ki. üç saate dönüyoruz. eve girince anneannem sevinçten ağlıyor, ben de mutluluktan sırıtmayı kesemiyorum..
Ben hala baktığımda, anlamaya çalışıyorum kadını, ama anlayamıyorum. Kanşı bıçaklı olduğum düşmanıma yapamazdım ben öyle. Hayır bir de genç olan benim, güya iki çocuk annesi, olgun olan o. Göya. Yarım yaşımdaki bi kıza, eşimin yeğeni üstelik, kadına ne zararım dokundu ki, hayır evine bile zaten en sıl gidişim iki senede birdir, düşündükçe hala üzülüyorum. Öyle sık sık gidip rahatsız ettiğim de yok. Meraklı da değilim zaten o kadar çekindiğim bir eve gitmeye.. Nasıl bîr egoistse kadın evini nasıl kıymetli görüyorsa artık, oraya tatile gidiyoruz falan sanıyor. En hassasolduğum konu, insanın önünden yemeğini almak nedir? Ne kadar düşmanım da olsa evime 15 günlüğüne gelmiş insana yapmam, ben yapamam. Hala da aklım almıyor.
üstünden yıllar geçti, kadınla hala karşılaştıgımız yerlerde konuşmuyoruz. ben bu meseleyi dayıma hiç anlatmadım. ama karısı kendi gözünden anlatmış. beni kötülemiş, iş yapmaktan bunalıma girdiğini dayanamadıgını da ekleyerek duygu sömürüsü yapmış. falan filan.
ben hiç konuşmadım. konuşmaya başlayacak olsam ağlamaktan anlatamıyorum çünkü.
garip gelebilir size ağlamam falan ama, çok dokunmuş içime. çok batmış içime, atamıyorum.
bazen kendi kendime konuşurken anlatmanın provasını yapayım diyorum, ilk üç sene boyunca kendi kendime provasını yaparken dahi ağlamaktan konuşamadım.
4 sene boyunca ne zaman kötü bi gün geçirsem o gece kabus görüyorum, yengem. ya bana laf sokuyor, ya azarlıyor. ben de cevap veremiyorum.
kadın travmam oldu. hala ara ara gördüğüm oluyor 5 sene olmasına rağmen.
içimi döktüm.
Son düzenleme: