Beyazperde ve TV ekranına hızlı bir dönüş yapmaya hazırlanan Cansel Elçin: Tek bir hayat yetmiyor bana. Doktor, pilot veya 'James Bond' olmak istiyorum. Oyunculuk, insanları sevmeyi öğretiyor
'Hatırla Sevgili' ve 'Gönülçelen' gibi dizilerle izleyiciye kendini sevdiren Cansel Elçin, yakında 'Bizim Hikaye' ve 'Evlenmeden Olmaz' isimli filmlerle izleyicinin karşısına çıkacak. 41 yaşındaki oyuncu, yakında ATV'nin yeni dizisi 'Eve Dönüş' ile de hayranlarıyla buluşacak. İzmir'de doğan, Fransa'da büyüyen ünlü oyuncu, Esquire dergisine yeni projelerini anlattı:
Bir gün katıldığım bir seçme sonrası, Paris'in Champs Elysees Caddesi'nde bir kafeye gitmiştim; bir baktım barda Alain Delon oturuyor... Onu gördüğüm yaşında bile hâlâ çok karizmatikti.
Fransız ekolü, diğer sinema türlerine göre daha minimalist bir oyunculuk gerektirir. Oyuncuların oyunculuklarını arka planda tutup, yönetmenin anlatmak istediği şeye odaklanması gerekir. Fransız sinemasının derdi çok başka. İnsan ilişkileri ve psikolojisi, kadın-erkek ilişkileri ve aşk hikayeleri... Yurt dışından gelen oyuncular, Fransız sinemasında adaptasyon güçlüğü çekebiliyor. Türk sinemasında beden dili ve vurgular; kullanılan cümleleri ve oyunculuğunuzu destekler. İtalyanlar da böyledir. Coşkulu bir oyunculukları vardır.
Türk sineması deyince aklıma Yeşilçam geliyor. 'Selamsız Bandosu'nun benim hayatımda özel bir yeri vardır. Bence sinema; eğlence filmleri ve festival filmleri olarak ikiye ayrılıyor. Gerçekten sinema filmi yapmak isteyenlerin giderek azaldığını düşünüyorum. Bu, dünyanın gidişatıyla ilgili bir şey.
'SİNEMA KART' UYGULAMASI ŞART
Sinema filmi çekenlere saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Fakat Türkiye'de dizilerle sinema filmlerinin aynı terazide tartıldığını görüyorum. Türkiye'de sinema bir sanat dalı olarak görülmüyor. Halbuki Fransa'da yılda 70 milyon kişi sinemaya gidiyor. Bunu sürekli dile getiriyorum; lütfen artık Fransa'daki gibi sinema kart sistemi çıkarılsın. Belli bir ücret ödeyerek aldığınız sinema kartı ile dilediğiniz kadar filme gidebiliyorsunuz. İzlediğiniz film kötü de olsa, en azından sosyal kültürünüze bir şey katmış oluyorsunuz. Popüler sinemadan 'düşündüren' sinemaya çekmek gerekiyor izleyiciyi.
Oyunculuk büyük bir mücadele gerektiriyor. Bir insan niye oyuncu olur? Her şeyden önce; var olmak, beğenilmek ve sevilmek için! Yani ego için. Ego olmalı zaten. Sadece oyunculuk yapanların değil, normal hayatta herkesin egosunun farkında olması gerekir. Aynaya baktığınızda kendinizi beğenmeniz gerekir, beğenmiyorsanız zaten bir sıkıntı var demektir. Biraz da kendinize güveninizin yerinde olması gerekiyor, bunun için de ego lazım. Ama işte bu tamamen farkındalıkla ilgili bir durum. Egon var biliyorsun, her şeyin farkındasın ve davranışlarını da buna göre adapte edersin. Bilmiyorsan; 'egosantrik adam' derler arkandan!
Saygılı olmayı, tevazu göstermeyi ve en önemlisi de empati kurmayı bileceksin. Oyuncu olmanın en güzel yanı bu; empati kurabilmeyi öğreniyorsunuz. Çünkü insanları gözlemleme, daha sonra da kendinizi onların yerine koyma şansınız oluyor. Böylece farklı farklı karakterlere bürüne bürüne insanları anlamaya başlıyorsunuz. Sonra da affetme ve anlaşma aşaması geliyor. Ve böylece insanları sevmeye başlıyorsunuz. İNTERNET KULLANMAK İSTEMİYORUM
Tek bir hayat yetmiyor insana. Ben doktor olmak istiyorum, 'James Bond' olmak istiyorum, pilot olmak istiyorum... Hepsini birden aynı anda nasıl olayım? Ya da mesela gerçek hayatta evlenmeden önce tam dört kez evlendim. Normal bir insanın hayatında tecrübe edeceği şeylerden çok daha fazlasını tecrübe edebiliyorsunuz. Dünyayı gezebiliyorsunuz her şeyden önce. Ben Fransa'da oyunculuk yapmaya başladığımda Cape Town'a reklam filmi çekmeye gittik. Cansel olarak hayatta gitmezdim.
Benim gençlik yıllarımla bugünün gençliği arasında dağlar kadar fark var. O zamanlar dünya daha sakindi. Mesela gezmek heyecan veriyordu. Şimdi internet sayesinde birçok şeye hemen sahip olabiliyorsunuz. Ben bu duruma gerçekten çok üzülüyorum. Ben internet kullanmıyor muyum? Elbette kullanıyorum ama istemeyerek...
Hayatımızda bazı şeylerin yüzeyselleştirildiğini düşünüyorum. İlişkiler daha sıcak ve samimiydi. Şimdi insanlar çoğaldı, iletişimler de hızlandı. Dolayısıyla saygı kalmadı. İlişkiler sıcak gelmiyor. Adamın biri sosyal medyada hiç tanımadığı insanlar hakkında yorum yapabiliyor. Sinema da bundan olumsuz yönde etkileniyor. Etkili ve gerçekçi bir aksiyon filmi çekmek, eskisine göre daha zor artık. İnternete girip bir uçağın düşüşünü, insanların nasıl yaralandığını canlı canlı izleyebiliyorsunuz. Sonra kalkıp etkili bir aksiyon filmi çekeceksiniz de bu insanların aklını başından alacaksınız.
HAYVANLAR ÇOK ŞEY ÖĞRETİYOR
Beagle cinsi bir köpeğim ve bir kedim var. Bana hayatta insanlardan ziyade hayvanlar çok şey öğretti. Strese girdiğimde, üzüldüğümde ya da sinirlendiğimde köpeğimle göz göze geliyoruz ve bana havlıyor. İşte o anda aslında hayatın ne kadar basit olduğunu hatırlatıyor bana. Ya da sabah başımda beklediğini görüyorum köpeğimin; gözlerimi açtığımda birden seviniyor. Niye seviniyor biliyor musunuz; biz bugün de beraber olacağız diye. İşte insanlar bu içtenliği, bu samimiyeti unutuyor. Gerçek sevginin farkında değiliz. Halbuki hayat o kadar basit ki! Oysa biz insanlar otomobilimiz çizildi diye ya da bir eşyamız kırıldı diye sinirleniyoruz. Saçma sapan şeylerin peşinde koşup duruyoruz. Hayvanlar size sürekli bir şeyleri hatırlatıyor. Eğer bir hayvanınız varsa bunu çok iyi anlarsınız. Ama tabii onun dilinden de anlamanız gerekiyor.
İNSAN EVLİ OLUNCA KENDİNİ DAHA GÜÇLÜ HİSSEDİYOR
İnsanın başına ne gelirse gelsin; hayat devam ediyor. Terk edilmek... O an çok üzülürsün ama belki de hayatın çok farklı bir virajını dönüyorsundur. Bunu bilemezsin. İlişkilere dair beylik laflar edemem; bu tamamen yaşadığınız ilişkinin kalitesine bağlı bir şey. Ama bence terk etmek, terk edilmekten daha zor. Özel ilişkilerde adam gibi çıkıp konuşmak gerekir. Bir parça adam olmak lazım. 'Bir sorun var, gel beraber çözelim' demek lazım. Bazı şeyler konuşulmaya konuşulmaya insanlar 'Diş macununu niye ortadan sıktın!' diye kavga etmeye başlıyor. Oysa mevzu o değil ki!
Çok enteresan; normal hayatımda ne kadar sakinsem; spor yaparken, özellikle futbol oynarken o kadar agresif oluyorum. Mücadeleci bir ruhum var ama işin içine hırsı dahil edip kavgaya girişmem.
Evli olunca insan kendini daha güçlü hissediyor. Akşam eve gittiğinizde sizi bekleyen, sizi seven birinin olduğunu bilmek çok güzel bir his. Her zaman huzurun peşinden koştum. Benim derdim huzurla. Eşim de öyle bir kadın. Sakindir, hatta benden de sakindir. Dünyayı gezmeyi, yemek yemeyi, film izlemeyi seviyor... Animasyon yapıyor, trompet çalıyor ve çok güzel...
Başkalarının mutsuzluğu beni huzursuz ve mutsuz ediyor. Benim şöyle bir inancım var; evrende insanların henüz keşfetmediği bir enerji var. Bunu hayvanlar kesinlikle biliyor ama... Mesela bir futbolcu 30 metreden rövaşata golü atıyor. Normalde o gol milyarda bir şansla atılabilir ama adam bunu başarıyor. Hayatında bir kere bile denize girmemiş ya da balıklarla hiç karşılaşmamış kediler, nasıl bu kadar balık delisi olabiliyor! Bu enerjiyi insanlık henüz keşfetmedi, yakında çıkar karşımıza.
Bölük pörçük röpün tamamına ulaşıcaz inşallah
.