Aslı'nın başucu defterinden seçmeler..

Paylaşımlarımı beğeniyor musunuz arkadaşlar?


  • Ankete Katılan
    71
Hayatınızın Seyir Defterine " TIRNAK AÇARAK" Yazdığınız İnsanlar Belki de, Tırnağınız Kadar Bile DEĞERLİ Olmayabilirler...
 
Çaresiz kalmıştı Leyla’da…
Kavuşmak imkansızdı…
İhtiyar, tatlı-sert yol gösterdi;
“Gir şu odaya; çağır Leyla’yı..”
Aklı almadı önce..... Pek de inanmamıştı..
.Ama yapacak da başka bir şey yoktu…
Çaresiz adam, çaresiz girdi odaya…
Sayıkladı günler boyu, geceler boyu…
Çıkmadan o odadan, çağırdı Leyla’yı..
Kırk asırdır yandığı aşkı,Daha kırk vakit dolmadan…İşte geliyordu…İşte görüyordu;Leyla, kendisini çağıranı ararcasına geliyordu…
Korktu genç adam..Anladı genç adam..Unuttu genç adam..
Gidip sarıldı ihtiyarın eline..
“istersem olduğuna göre.. Çağırırsam geldiğine göre..Bana AŞK’ı öğret!..”
Dedi ki ihtiyar:“Bu kainat..Aşkına yaratıldı Sevgili’nin..Sen AŞK’ı ne sandın?”
-AŞK…Öyle istemek ki…Kavuşmak mecbur kalsın…-
 
İstisna bir yara ol, kal bende.Hayra yorulan düşlerim ol, böl gecemi . destursuz gir mabedime şifa niyetine dokun yüzüme...Gel be gel işte ! Küfrüm tövbeme karışsın, aklım fikrime.Öyle bir gel ki bana; Nefes nefese..
Şafak Yolcu
 
"Kırk kere söyledim bir daha söylerim
Savaşta ve barışta, karada ve denizde,
Düşkünlükte ve esenlikte
Zamanımız apayrı bize göre
Yanyana olduk mu elele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum..."
 
Bir Gün Yavuz Sultan Selim
pazarın birini gezmeye karar verir
ve saka kuşlarının satıldığı bir tezgaha yönelir....
Bütün sakalar 1 altındır fakat bir tanesi
ayrı bir kafes içinde ve 50 altındır.
Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 50 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 50 altınlık olan ötüşüyle
diğer saka kuşlarını kendine çeker
ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp
adama verir ve' o kuşu bana' ver der.
Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba
koca padişah bi saka kuşunu diye düşünürken
Yavuz Sultan Selim
kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir
ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR !!!!
 
Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Bir Rus köyü'nde iki balık yaşarmış. Biri turuncu ve İri, öbürü korkak ve İnce.
Bütün çiftler de böyledir biraz düşününce.

İri sormuş birgün.
'Madem bütün bu denizler birbirine bağlı,
niye biz seninle sadece bu kıyıdan ötekine yüzüp duruyoruz?
Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni sularda yüzsek,
başka balıklar yesek daha mutlu olmaz mıydık?'
Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf.
Çünkü onun mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterlidir.
Gerisi hava su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez.
Balıklar hiç...

Katıldı yine de, düştü İri'nin peşine. Akıntıya bıraktı kendini.
Bunlar beraberce, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler.
Fakat bir balıkçı, akşam yavrularına balık götürmek için suya ağ atmıştı.
Ve bizimkiler farkına varmadan bu ağa takıldılar.
Daha doğrusu İri takıldı. İri ya.
İnce de sıyrılıp çıktı. İnce ya, bırakıp gitmedi.
Hem inceydi hem aşık. Kemirip ağları, kurtardı İri'yi.
'E tabi, ben bu ağlara takılacak kadar güçlü kuvvetli değilim, eriyip gidecek gibiyim'
diyerek, onun gururunu da okşadı.
Aşkta, en yanlış şeyler bile mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da...
Çünkü aşk, suyun içinde de aşktır.

Derken, bizimkiler soğuk denizlere kavuştular.
Fakat İnce, alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı.
Pulları dökülüyordu hergün ve gün geçtikçe daha da yavaşladı.
Hatta durdu birgün. Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklerdi ve İnce kurtulacaktı. Ya da tek bedene düşeceklerdi.
Çünkü herkesin Küba'ya kadar yüzecek nefesi kalmayabilir. Hele hastaysa.
İri, Küba'ya gitmeyi seçmeden önce, biraz düşündü.
O düşündüğü süre kadardı sevgisi, ki o da çok sayılmazdı.
En başta sıkılan oydu köyün kıyısından.
Demek aslında gitmek istiyordu İnce'sinin yanından.
Ama bizimki bu durumu anlamadı.
Ve onunla Küba'ya varmak için son çabalarla yüzdü.
İnsan, sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar aşıktır. Balıklar da...

'İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına sağlığına kavuşmaktan iyidir'
bile dedirtir aşk insana. Dedirttiği gibi İnce'ye...
İki dakika kadar yüzdü ve öldü.
Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi, kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu.
Koca bir balina onu yuttu, bunu da biliyordu.
İri, tek kaldı ama, suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü.
İnce'yi unuttu. İnce'yi unuttuğu kötü oldu.
Çünkü onlar birbirlerine 5 saniyede bir, nereye gittiklerini hatırlatıyorlardı
ve şimdi 10 saniye geçmişti ve katiyen hatırlamıyordu.
Ne İnce'yi, ne Küba'yı ne de adının İri olduğunu.
İnsana adını başkaları hatırlatır, balıklara da...

O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin.
Ve koca bir balina onu da yuttu.
Fakat mucize bu ya, balinanın midesinde İnce'yi buldu.
Meğer onları yutan aynı balinaymış, İnce ölmemişmiş,
tam tersi midenin sıcaklığında dirilmişmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek.
İri de oradan giderse, nereye gittiğini ve adını unutucak.
O yüzden, artık ikisi de buradalar.
Ne fark eder.
İnsana sevdiğinin yanı cennettir.
Sevmeden hiçbir şeyin tadı olmadığını, bu hikayeyi bilen bütün balıklar bilir.

Ya insanlar?
 
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...
...
Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir .
 
Onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin
Titreme daha fazla kalbim
Bağışla kendini artık onu da
Bırak gitsin..
Bırak gitsin..
O senin ezel gününden kaderin
Sen onu nasılsa bin kere daha
Seveceksin.
 
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız O'na verdim ben.
Elverir ki, bir gün bana, derinden
Ta derinden bir gün bana "gel" desin... (A.K.Tecer)
 
Bir insan kızmak istiyorsa;
Dünyanın en iyi insanı dahi olsanız bir neden bulabilir.
Aynı şekilde bir insan, sizi affetmek istiyorsa,
Dünyanın en kötü insanı dahi olsanız bir mazeret bulabilir.
Aradaki fark, sizin iyiliğinizde yada kötülüğünüzde değil,
karşınızdakinin gözünde ne kadar değerli olduğumuzula alakalıdır!..
 
Seni düşlerime aldım,
Uykusuz kaldım.
Seni uykularıma aldım,
Düşsüz kaldım.
Başıma aldım, sensiz;
Gönlüme aldım, başsız,
Sensiz, yollarda pulsuz,
Pullarda mektupsuz kaldım.
Sana adlar aradım..
Ardında adsız kaldım.
 
Sevgilim ben şimdi
büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem
cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz,
su içmelerimiz,
öpüştüklerimiz
Ağlarım
aklıma geldikçe gülüştüklerimiz
 
Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek.
 
Şu kainat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir.
 
Back