- 22 Temmuz 2008
- 8.822
- 105
.ExternalClass .EC_hmmessage P{padding:0px;}.ExternalClass body.EC_hmmessage{font-size:10pt;font-family:Tahoma;}Anne-baba olma sanatı tabiri ise, ilk bakışta garipsenebilir. Oysa, ‘sanat’ olmaya en ziyade lâyık meslek, annelik ve babalık mesleğidir.
En ciddi meslek olan anne-babalık, aynen sanatta olduğu gibi, ince ve derin düşünmeyi, sabır ve şefkatle hareket etmeyi gerektirir. Yapılacak en küçük hataların bile bedeli çok büyüktür. Bu yüzden, kişilerin çocuk sahibi olmaları, tek başına, onları anne-baba haline getirmez. Annelik ve babalık, sorumluluk sahibi olmaktır. Çocuk gibi değerli ama aciz bir emaneti omuzlamaktır.
Anne-baba olma sanatı, çocuğu aile hayatını tamamlamak üzere gönderilmiş kusursuz ve mükemmel bir hediye olarak görmekle başlar. Kişi, dünyada bulunuşunu Rabbine kulluk etmek olarak; çocuğunu ise, kendi terbiyesi için lüzumlu şirin bir mahluk olarak tanımlamazsa, anne-baba olma sanatını öğrenemez. İnsan, bu dünyaya getiriliş sebebini ve kendisine ne amaçla çocuk verildiğini anlayamazsa, bu soruları kendisine sormazsa, anne ve babalık eziyetten öte birşey olmaz.
Çocuk küçükken fiziksel bakımının ağırlığı, hayatının her anında kendisiyle fiilen meşgul olmanın güçlüğü; büyüdüğünde ise, istediği gibi yetiştirememiş olmanın verdiği sıkıntı ile, tam bir baş belasıdır. Elbette, tatlı bir bela olsa gerek ki, herkes çocuk sahibi olmak istiyor.
Oysa, yukarıda sorduğumuz soruların cevaplarını vermeden çocuk sahibi olmak, hem anne-baba, hem de çocuk için büyük sıkıntılara neden oluyor. Güzel bir nimet olan çocuk, bir eziyete dönüşüyor. Terbiye olmaya bir vesile iken, öfke ve sinir nöbetleri içinde tedenniye vesile oluyor.
Böyle olmaması ise, insanın elinde…
Bu konudaki genel tavrımızı anlamak için, öncelikle iyi bir anne-baba olmak için yaptıklarımıza bir bakalım. Oradan buradan çocuk eğitimi ve terbiyesiyle ilgili duyduğumuz yalan yanlış, eksik aksak bilgilerle çocuklarımızı yetiştirmeye çabalıyoruz. En çok gördüğüm yanlışlıklardan birisi ise, “Ben annem gibi, babam gibi olmayacağım” diyerek başlayan, ama sonu hüsranla biten tavırlardır. Bu tavrı takınan kişiler, anne ve babalarından gördükleri olumsuzlukları kendi çocuklarında uygulamak istemezler. Bu kez, tefrit dediğimiz, anne-babasının yaptığının tam zıddı haller husule gelir. Meselâ, çocukluğunda her yaptığına sınır konmuş, oturması, kalkması, kiminle oynayıp oynamayacağı kurallarla belirlenmiş bir hanım, çocuğuna olabildiğine serbest davranır. Bir yanlıştan kaçmayı düşünmüş, ama neyin doğru olduğunu düşünmemiştir. Düşünmediği için, yine yanlış yapar. Hiçbir kural koymaz. Çocuk her istediğini istediği şekilde yaparsa, istediği zaman uyur, istemediğinde uyumazsa, annesine göre iyi yetişmiştir. Çünkü, sıkı bir disiplinden bunalan anne, çocuğunu gevşek bırakması gerektiğine inanmış ve öyle de yapmıştır. Ama aile içindeki sorunlar böylesi bir davranış tarzıyla değişmez. Bir süre sonra, kuralsızlıktan gelen dağınıklık, anneye yanlış yaptığını hatırlatır.
Şimdi ne yapılacaktır? Anne, annesinin kendisine davrandığı gibi davranmayı yanlış buluyordu. Tersini denedi, ama yine olmadı.
İşte burada, anne-baba olma sanatı dediğim şeye ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Bir annenin sadece kendi gözlemlerini ve bu gözlemlerden vardığı sonuçları eksen alarak çocuk yetiştirmeye kalkması büyük bir yanılgıdır.
Anneye düşen, yaptığı işi ciddiye almasıdır. Onun, bu konuda nelerin yazılıp çizildiğini, nelerin düşünüldüğünü bilimesi gerekir. Bunların da üstüne çıkarak, öğrendiği bilgilere mantığını ve vicdanını eklemelidir. Çünkü, her disiplin, ayrı birşey söyleyecektir. Bazı durumlarda, bu disiplinlerin çeliştiğini bile görebiliriz.
Bu noktada, kâinatta cari olan kurallar yolumuza ışık tutabilir. Örneğimizdeki anne, kurallar ile kuralsızlık arasında bocalıyordu. Kendisi üzerinde, esneklikten mahrum sert kurallar denenmiş; ve bu, onda bir reaksiyon oluşturmuştu. Tepki olarak, çocuğunu kuralsız yetiştirdi. Bu defa, ipe sapa gelmez, dağınık, haşarı, aykırı bir tip ortaya çıktı.
İnsan kâinata vahyin ışığında baktığında, hiçbir kuralsızlık, dağınıklık yahut katı bir kuralcılık görmez. Mahlukat arasında belli bir düzenin ve de şefkat ve merhametin geçerli olduğunu görür. Biliyoruz ki, Allah sünnetini değiştirmez. Yani, kâinatta koyduğu kanunlar herkes için geçerlidir. Sabah olduğunda güneş doğar, Mayıs ayı geldiğinde nefis bir ilahî hediye olarak çilekler gönderilir, çalışan emeğinin karşılığını görür. Bütün bu kanunların getirdiği düzen ve istikrar, hepimize bir güven hissi verir.
Çocuk, güven hissinin olduğu, belli prensiplerin aile içindeki herkesi bağladığı bir yuvada gözlerini açarsa, anne-babanın hayatındaki nizam çocuğa çok şey kazandırır. Anne ve baba da, çocukla beraber, kemale doğru ilerler. Prensip sahibi olmak, bazı kurallar koymak, despot olmakla karıştırılmamalıdır. Böyle olması için de, kuralların çocuğun ihtiyaçlarına ve fıtratına göre ayarlanması gerekir. Ama, önemli olan birşey var ki, onu muhakkak belirtmek gerekiyor: Prensipler çocuğun keyfi isteklerine göre değil, ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Kararlılık ve tutarlılık, prensipler belirlendikten ve işlerliğe konulduktan sonra, çocuğun uyumunu kolaylaştırır. Unutmayalım ki, biz ne kadar kararlı ve tutarlı olursak, çocuğumuz da ruhen o kadar sağlıklı ve dengeli olacaktır.
Kuralsızlığa ve disiplinsizliğe alışan bir çocuğun sonraki hayatı da zordur. İstediği zaman anne ve babasını kendi arzularına boyun eğdirdiğini gördüğü için, büyüdüğünde de kâinattaki prensiplerin kendisine boyun eğmesini bekler. Oysa, bu mümkün değildir. Onların değişmediğini görünce de, kaderi tenkit etmeye başlar. “Niçin bunlar başıma geldi? Neden herşey istediğim gibi olmuyor?” türünden sorular, kaderi tenkidin ifadeleridir. Böyle yetiştirilmiş bir insanın Allah’a teslim olması, O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşaması çok zordur.
Velhasıl, anne-baba olma sanatı, daha ziyade nasıl kul olduğumuzda, kâinata nasıl baktığımızda düğümleniyor. Galiba, iyi bir anne veya baba olmanın yolu, kendini kulluk ve tefekkür çizgisinde sürekli yenilemekten geçiyor.
Kişilerin çocuk sahibi olmaları, tek başına, onları anne-baba haline getirmez. Annelik ve babalık, sorumluluk sahibi olmaktır. Çocuk gibi değerli ama aciz bir emaneti omuzlamaktır.
En ciddi meslek olan anne-babalık, aynen sanatta olduğu gibi, ince ve derin düşünmeyi, sabır ve şefkatle hareket etmeyi gerektirir. Yapılacak en küçük hataların bile bedeli çok büyüktür. Bu yüzden, kişilerin çocuk sahibi olmaları, tek başına, onları anne-baba haline getirmez. Annelik ve babalık, sorumluluk sahibi olmaktır. Çocuk gibi değerli ama aciz bir emaneti omuzlamaktır.
Anne-baba olma sanatı, çocuğu aile hayatını tamamlamak üzere gönderilmiş kusursuz ve mükemmel bir hediye olarak görmekle başlar. Kişi, dünyada bulunuşunu Rabbine kulluk etmek olarak; çocuğunu ise, kendi terbiyesi için lüzumlu şirin bir mahluk olarak tanımlamazsa, anne-baba olma sanatını öğrenemez. İnsan, bu dünyaya getiriliş sebebini ve kendisine ne amaçla çocuk verildiğini anlayamazsa, bu soruları kendisine sormazsa, anne ve babalık eziyetten öte birşey olmaz.
Çocuk küçükken fiziksel bakımının ağırlığı, hayatının her anında kendisiyle fiilen meşgul olmanın güçlüğü; büyüdüğünde ise, istediği gibi yetiştirememiş olmanın verdiği sıkıntı ile, tam bir baş belasıdır. Elbette, tatlı bir bela olsa gerek ki, herkes çocuk sahibi olmak istiyor.
Oysa, yukarıda sorduğumuz soruların cevaplarını vermeden çocuk sahibi olmak, hem anne-baba, hem de çocuk için büyük sıkıntılara neden oluyor. Güzel bir nimet olan çocuk, bir eziyete dönüşüyor. Terbiye olmaya bir vesile iken, öfke ve sinir nöbetleri içinde tedenniye vesile oluyor.
Böyle olmaması ise, insanın elinde…
Bu konudaki genel tavrımızı anlamak için, öncelikle iyi bir anne-baba olmak için yaptıklarımıza bir bakalım. Oradan buradan çocuk eğitimi ve terbiyesiyle ilgili duyduğumuz yalan yanlış, eksik aksak bilgilerle çocuklarımızı yetiştirmeye çabalıyoruz. En çok gördüğüm yanlışlıklardan birisi ise, “Ben annem gibi, babam gibi olmayacağım” diyerek başlayan, ama sonu hüsranla biten tavırlardır. Bu tavrı takınan kişiler, anne ve babalarından gördükleri olumsuzlukları kendi çocuklarında uygulamak istemezler. Bu kez, tefrit dediğimiz, anne-babasının yaptığının tam zıddı haller husule gelir. Meselâ, çocukluğunda her yaptığına sınır konmuş, oturması, kalkması, kiminle oynayıp oynamayacağı kurallarla belirlenmiş bir hanım, çocuğuna olabildiğine serbest davranır. Bir yanlıştan kaçmayı düşünmüş, ama neyin doğru olduğunu düşünmemiştir. Düşünmediği için, yine yanlış yapar. Hiçbir kural koymaz. Çocuk her istediğini istediği şekilde yaparsa, istediği zaman uyur, istemediğinde uyumazsa, annesine göre iyi yetişmiştir. Çünkü, sıkı bir disiplinden bunalan anne, çocuğunu gevşek bırakması gerektiğine inanmış ve öyle de yapmıştır. Ama aile içindeki sorunlar böylesi bir davranış tarzıyla değişmez. Bir süre sonra, kuralsızlıktan gelen dağınıklık, anneye yanlış yaptığını hatırlatır.
Şimdi ne yapılacaktır? Anne, annesinin kendisine davrandığı gibi davranmayı yanlış buluyordu. Tersini denedi, ama yine olmadı.
İşte burada, anne-baba olma sanatı dediğim şeye ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Bir annenin sadece kendi gözlemlerini ve bu gözlemlerden vardığı sonuçları eksen alarak çocuk yetiştirmeye kalkması büyük bir yanılgıdır.
Anneye düşen, yaptığı işi ciddiye almasıdır. Onun, bu konuda nelerin yazılıp çizildiğini, nelerin düşünüldüğünü bilimesi gerekir. Bunların da üstüne çıkarak, öğrendiği bilgilere mantığını ve vicdanını eklemelidir. Çünkü, her disiplin, ayrı birşey söyleyecektir. Bazı durumlarda, bu disiplinlerin çeliştiğini bile görebiliriz.
Bu noktada, kâinatta cari olan kurallar yolumuza ışık tutabilir. Örneğimizdeki anne, kurallar ile kuralsızlık arasında bocalıyordu. Kendisi üzerinde, esneklikten mahrum sert kurallar denenmiş; ve bu, onda bir reaksiyon oluşturmuştu. Tepki olarak, çocuğunu kuralsız yetiştirdi. Bu defa, ipe sapa gelmez, dağınık, haşarı, aykırı bir tip ortaya çıktı.
İnsan kâinata vahyin ışığında baktığında, hiçbir kuralsızlık, dağınıklık yahut katı bir kuralcılık görmez. Mahlukat arasında belli bir düzenin ve de şefkat ve merhametin geçerli olduğunu görür. Biliyoruz ki, Allah sünnetini değiştirmez. Yani, kâinatta koyduğu kanunlar herkes için geçerlidir. Sabah olduğunda güneş doğar, Mayıs ayı geldiğinde nefis bir ilahî hediye olarak çilekler gönderilir, çalışan emeğinin karşılığını görür. Bütün bu kanunların getirdiği düzen ve istikrar, hepimize bir güven hissi verir.
Çocuk, güven hissinin olduğu, belli prensiplerin aile içindeki herkesi bağladığı bir yuvada gözlerini açarsa, anne-babanın hayatındaki nizam çocuğa çok şey kazandırır. Anne ve baba da, çocukla beraber, kemale doğru ilerler. Prensip sahibi olmak, bazı kurallar koymak, despot olmakla karıştırılmamalıdır. Böyle olması için de, kuralların çocuğun ihtiyaçlarına ve fıtratına göre ayarlanması gerekir. Ama, önemli olan birşey var ki, onu muhakkak belirtmek gerekiyor: Prensipler çocuğun keyfi isteklerine göre değil, ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Kararlılık ve tutarlılık, prensipler belirlendikten ve işlerliğe konulduktan sonra, çocuğun uyumunu kolaylaştırır. Unutmayalım ki, biz ne kadar kararlı ve tutarlı olursak, çocuğumuz da ruhen o kadar sağlıklı ve dengeli olacaktır.
Kuralsızlığa ve disiplinsizliğe alışan bir çocuğun sonraki hayatı da zordur. İstediği zaman anne ve babasını kendi arzularına boyun eğdirdiğini gördüğü için, büyüdüğünde de kâinattaki prensiplerin kendisine boyun eğmesini bekler. Oysa, bu mümkün değildir. Onların değişmediğini görünce de, kaderi tenkit etmeye başlar. “Niçin bunlar başıma geldi? Neden herşey istediğim gibi olmuyor?” türünden sorular, kaderi tenkidin ifadeleridir. Böyle yetiştirilmiş bir insanın Allah’a teslim olması, O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşaması çok zordur.
Velhasıl, anne-baba olma sanatı, daha ziyade nasıl kul olduğumuzda, kâinata nasıl baktığımızda düğümleniyor. Galiba, iyi bir anne veya baba olmanın yolu, kendini kulluk ve tefekkür çizgisinde sürekli yenilemekten geçiyor.
Kişilerin çocuk sahibi olmaları, tek başına, onları anne-baba haline getirmez. Annelik ve babalık, sorumluluk sahibi olmaktır. Çocuk gibi değerli ama aciz bir emaneti omuzlamaktır.