- 20 Mart 2008
- 140.600
- 210.771
- 60
evet anlamalarıda çok zor artık biz biliyoruzya yeter
Bizlerin bilmesi tamamda,keşkeeee diyorum yaa keşkeee
Follow along with the video below to see how to install our site as a web app on your home screen.
Not: This feature may not be available in some browsers.
evet anlamalarıda çok zor artık biz biliyoruzya yeter
Eeee bu ülkede üniversite sorununu cözen hükümet bu hükümet, üniversite harclarini kaldiran bu hükümet daha bircok destegi veren bu hükümet ama kalkip böyle bir eylemi en cok sahiplenen bazi üniversiteler ve üniversitelileri.
Bilgi eksikliği hemen düzeltelim 2. öğretim öğrenci harcı 1.200 TL kalkmadı bu çocuklar bu vatanın evladı değilmiydi ?
Diğerlerine cevap vermeye gerek yok.Dön dolaş aynı mevzu insanlar gördü 1500 polis yolsuzluk operasyonu yapıldı diye
kış kıyamet yerlerinden sürüldü.Neden doğa tabiat ağaç diyen insanlar öldürülürken hatalar yapılırken görevden alma
sürgün yapılmadı.
Yazılanlara ayrı ayrı verecek cevabım var ama maalesef ki ben ve benim düşündüklerimin tercümanı diğer arkadaşlarımın sorduğu sorularımızın hiçbirinin cevabı olmadığı gibi müthiş bir kaçış, alaya aldığını zannederken dibe batma durumu ve bilimum saptırma olayları var...
O zaman ben sosyal medyada gördüğüm şu kayıtsız şartsız başbakanseverlerimizin hazırladığı gözlerini ne bürüdüğünü bile çözemediğim afiş ile sonlandırmak istiyorum...
Bu afiş herşeyi açıklıyor...
Biz 'hırsızlık, yolsuzluk' diyoruz. Adamlar ise...
Neyse...
Şimdi o zaman Recep Tayyip Erdoğan'ı da Basbakan yapanlarla Teyyip yapanlar aynı mı ki ? Bilirsiniz Erdogan'ın meşhur bir Amerika seyahati vardı iktidar öncesi.
Haber 7 com/20/12/2011
Eceviti kimler niçin devirmek istediler?
Ne olduysa 15 Ağustos 2002de oldu. Kemal Derviş ani bir karar değişikliğiyle YTPye girmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Troyka Komplosu & Bülent Eceviti kimler niçin devirmek istediler?
15 Şubat 1999da Öcalanın yakalanmasıyla Türk siyasetinden yeni bir dönem başladı. Öcalanın yakalanması dönemin Başbakanı Bülent Ecevite büyük bir halk desteği sağladı ve DSP 18 Nisan 1999da yapılan seçimlerden yüzde 22,19 oy olarak birinci parti çıktı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999da DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetini kurdu.
Koalisyon hükümeti pek başarılı olamadı. 2001 Şubatındaki ağır ekonomik krizi toparlaması için Kemal Derviş Türkiyeye çağrıldı. Ancak Ecevit, 4 Mayıs 2002de rahatsızlanarak Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesine kaldırıldı. Ecevit tam 58 gün hastanede kaldı. Tedavisi sırasında durumu iyileşmek yerine gittikçe kötüleşince Recai Birgün ve Rahşan Ecevit tarafından hastaneden çıkartılarak evine geri getirildi. Kısa sürede sağlığına kavuştu. Ecevitin rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri siyasi gündeme damgasını vurdu. Ecevit, göreve devam edince Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, 8 Temmuz 2002de görevinden ve partiden istifa etti ve başka istifalarla parti ikiye bölündü. Acaba Ecevitin hastanede kaldığı 58 gün boyunca ne oldu? Ne gibi planlar yapıldı?
Ecevitin koruma müdürü Recai Birgün 57. Hükümetin gitmesi için bir dizi plan yapıldığını ortaya koydu. Birgüne göre Ecevit bir şekilde gitmeliydi. Niçin hedefti sorusunu Birgün şöyle açıklıyordu: 2000lerden itibaren. Amerika Iraka girmek istiyordu, Ecevit direnince operasyonlar yapıldı. Ecevite karşı fiziken bir saldırı olmadı ama siyasi saldırılar oldu. Ecevite yapılan komplo bir suikasttır. Bir öldürerek ortadan kaldırabilirsiniz bir de başbakanlığını elinden alarak... Biz ikincisini yaşadık, canına kastedilmedi ama elindeki güce kastedildi. Operasyon süreci yaşadık ve gücü de kaybettik.
Ecevitin hastalığı bahanesiyle merkez medyada harekete geçmişti. Ecevitin hastalığı üzerinden DSP-MHP-ANAP iktidarının artık bittiğine dair birçok şey yazılıp çizilmeye başlanmıştı.
Hürriyet gazetesinden Emin Çölaşan Ecevitin artık tırnaklarını kesemediğini, temizliğini yapamadığını ve Başbakanlık görevini bırakması gerektiğini yazıyordu. Radikal gazetesinden Enis Berberoğlu, 16 Mayıs 2002de Kemal Dervişi, Hüsamettin Özkanı ve İsmail Cemi övüyor; Avrupa Birliği, küresel ekonomi ve yerel siyaset için bu iç ismin bir araya gelmesi gerektiğini söylüyordu. Hatta yazısında isim vermeden İstanbullu patronların da bu üç isme çok olumlu baktıklarını ve Troyka yönetiminin Türkiye için çok hayırlı olacağını söylediklerini yazıyordu.
Sonra devreye yeniden Hürriyet gazetesi girdi. 11 Temmuz 2002de Hürriyet Yeni Partiye il adım manşetiyle çıkmıştı. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de ilk kez bir partinin özveri üzerine kurulmaya başlandığını yazmıştı.
Artık oynanan oyun net bir şekilde ortadaydı. Yeni bir siyasi parti kuruluyor ve eteklerdeki taşlar dökülmeye başlanıyordu.
Hazırlanan plan artık uygulamaya konulmalıydı. DSPde hareketli günler yaşanmaya başlanmıştı. Ancak 7 Temmuz 2002 tarihinde MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli partisinin düzenlediği 11. Kocayayla Türkmen Kurultayında yaptığı açıklama ile 3 Kasımda erken seçim istedi.
Ertesi gün Bülent Ecevit, kendisiyle görüşmeye gelen Hüsamettin Özkanla yollarını ayırdı. 8 Temmuzda Hüsamettin Özkan DSPden ve hükümetten ayrıldı. Özkanın ardından İstemihan Talay ve devlet bakanı Hasan Gemici de partilerinden istifa ettiler. DSPden kopuşlar hızlanmaya başladı. İstifalar ardı ardına geliyordu. 9 Temmuzda Hüsamettin Özkan ile Kemal Derviş biraraya geldiler. Aynı günün akşamı TÜSAİD heyeti ile İsmail Cem buluştu. 10 Temmuzda bu kez İsmail Cem ile Kemal Derviş görüştü. Ve İsmail Cem partisi DSPden istifa etti.
DSPden kopuşlar tam gaz sürüyordu ve yeni partinin hazırlıklarına başlanmıştı. Kamuoyunda Troyka olarak bilinen ve İsmail Cem-Hüsamettin Özkan-Kemal Derviş üçlüsü harekete geçmişlerdi. Her şey umdukları gibi mi olacaktı, yoksa devreye başka hesaplar mı girecekti?
DSPden kopuşlar hızlandı ve bu arada Dışişleri Bakanı İsmail Cem de, hem hükümetteki görevinden hem de DSPden ayrıldı.
DSPden ayrılan milletvekilleri Kemal Dervişin telkinleri, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkanın liderliklerinde 21 Temmuz 2002 tarihinde Yeni Türkiye Partisini (YTP) kurdular. Artık Kemal Dervişin de istifa edip partiye katılması bekleniyordu.
Bu arada Kemal Derviş 15 günlüğüne ABDye gitti ve Yeni Türkiye Partisine ha bugün ha yarın katılacağım diyerek zaman kazanmaya çalıştı. CHP lideri Deniz Baykalla da görüşen Derviş olası bir CHP-YTP ittifakından medet umdu. Ancak YTP yöneticileri buna pek sıcak bakmadı.
Ne olduysa 15 Ağustos 2002de oldu. Kemal Derviş ani bir karar değişikliğiyle YTPye girmesinin mümkün olmadığını söyledi. YTPnin sağ liberallere hitap ettiğini söyleyen Derviş arayışlarının devam edeceğini belirtti. Herkes şoktaydı.
Asıl sürpriz daha sonra geldi ve Derviş CHPye katılacağını açıkladı. Dervişin niçin böyle bir karar aldığı bilinmiyordu, ancak iddilardan biri Tarhan Erdemin Dervişe YTPnin seçimlerde barajı geçmesinin mümkün olmadığını söylemesiydi.
YTP bu seçimde topu topu üzde 1.1 oy almıştı. Eceviti siyaset sahnesinin dışında bırakmak isteyen yerli ve yabancı güçler başarısız olmuştu. Seçimlerde AK Parti yüzde 34le birinci parti olurken CHP yüzde 19la ikinci parti olmuştu. Barajı geçen başka parti yoktu.
YTP istediğini alamamış, bütün planları bozulmuştu. 2004 yerel seçimlerindeki acı hüsran ve İsmail Cemin hastalığıyla birlikte YTP kendini feshetti ve CHPye katıldı.
Ecevit'siz ve MHP'siz yeni hükümet modeli ve bu model için gerçekleştirilen kuşatma aslında tam bir sivil cuntaydı. İşin içine askerlerin de karıştığı, onların da Hüsamettin Özkan'ı başbakan olarak görmekten memnun olacakları; Hüsamettin Özkan'ın o günlerde nasıl tatlı bir heyecan içinde olduğu; TÜSİADın bu operasyona nasıl dahil olduğu; merkez medyanın nasıl manipülasyon yaptığı ve bu işi kurguladığı; Rahşan Ecevit'in eşini Hüsamettin Özkan'ın da "darbeciler"le birlikte olduğu konusunda uyardığı ve nihayet Ecevit için alınması düşünülen "çürük raporu"na kadar her şey ince ince hesaplanmış ama plan tutmamıştı.
Şimdi Ergenekon savcıları Ecevitin hastalığı bahanesiyle oynanan bu oyunları sorgulamaya aldı. Altından neler çıkar bilinmez, ama Türkiyenin çok vakit kaybettiği aşikâr.
1999 yılına kadar Türkiye'ye PKK'nın liderini ele geçirmesi için verilmeyen dünya kamuoyu
desteği o yıl verilmiş ve Suriye'de Şam yönetiminin desteği altında PKK terör örgütünü villasından
konfor içinde yönetmekte olan A.Öcalan, Suriye'yi terk etmeye zorlanmıştır. Bu durum Suriye'ye
karşı Türkiye'nin savaş tehdidi sonrasında meydana gelmiştir. Suriye Türkiye'nin sınıra askeri
yığınak yapması neticesinde durumun kendisine zarar vereceğini görmüş ve Öcalan'dan vaz
geçmiştir. Bilindiği gibi Öcalan Suriye'den çıktıktan sonra dünyanın çeşitli yerlerinde kısa süreli
barındıktan sonra, son olarak Kenya'da olduğu ABD ve İsrail gizli servislerince Türkiye'ye
bildirilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri Öcalan'ın Kenya'dan alarak Türkiye'ye getirmişlerdir.
.....
"Bilgilerinize sunmak istediğim ikinci konuya gelince... Bankamızca zirai kredi faiz
oranları yürürlükteki kararnameye göre tahvil faiz oranlarından aşağı olmamak
üzere yönetim kurulumuzca belirleniyor... Ama bu son krizde faizlerin olağanüstü
yükselmesi kaynak maliyetimizi yüzde 100'ün üzerine çıkardı. Bu durumda zirai
kredi faizlerini bu güne kadar yaptığımız gibi gösterge faizi düzeyinde tutmamız
mümkün değil, mutlaka kaynak maliyetimizin üzerine çıkarmamız gerekiyor. Bu ise
küçük çiftçilere verilen kredilerin faizlerini yüzde 100 artırmak demek..." diyor.
Tunaboylu, Derviş'in bu sözlerine tepkisini de şöyle anlatıyor: "Ne diyeceğini bilemedi. Peki yükseltmezseniz ne olur?"
diye sordu.
Bakanın bu sorusu üzerine Tunaboylu da "Görev zararı doğar, sorumlu oluruz" cevabını veriyor. Bunun üzerine Bakan
Derviş bir şey söylemiyor ve Tunaboylu "Talimatınız nedir Sayın Bakan" diye soruyor. Olayın devamını da şöyle anlatıyor:
"Ondan cevap beklerken, birkaç dakika önce girip lafa karışmadan konuşmamızı dinleyen Hazine Müsteşar Vekili "Siz
artırın, yetki sizde kim karışır ki" dedi.
Tunaboylu bunun üzerine "Doğru, doğru da Sayın Başbakan da beklesinler demiş... Hükümet belki çiftçiyi korumak için
faizlerin bu kadar yükselmesine izin vermeyecek" diyor. Kitapta bu konuşmalar uzun uzun anlatılıyor. Merak edenler
kitabın 517-523'üncü sayfalarına bakabilir.
Gelelim asıl soruna... Tunaboylu, Bakan Derviş'le yaptığı ve kitabında aktardığı bu konuşmanın ardından
ertesi sabah gazeteleri karıştırırken bir köşe yazısında bu olayın anlatıldığını görüyor ve soğuk duşun
büyüğünü yaşadığını belirtiyor.
"O gün bu yazıyı kaç defa okudum bilmiyorum. Ama her defasında yazıklar olsun dedim. Ben devletle konuştuğumu
sanıyordum, meğer içeride gazeteci varmış. Madem varmış keşke olan biteni olduğu gibi yazsaymış. Ama onu da
yapmamış, çarpıtmış. Yeni bakanı kurtarıcı, kahraman göstermiş, eskileri kötülemiş. Ben de bunlara malzeme olmuşum."
Anlayacağınız devlet bankasının genel müdürü, bankanın sahibi olan devlet hazinesinden sorumlu bakana, devlet
memurlarının maaş ödemeleriyle ilgili olarak eksik kalan tutarı istemeye gidiyor. Çiftçi kredi faizleriyle ilgili sorunu anlatıyor.
Anlattıkları ertesi gün bir köşe yazısında çıkıyor.
O günleri hatırlayın! Basında çıkan bu yazıların ardından bu ülkede gecelik faizler yüzde 7 binlere kadar
çıkıyordu. Bu anlatılanlara göre, demek ki birileri o dönemde bu işlerden epeyce para kazanmış.
Tabii bir de aklımıza hemen şu soru geliyor, Devlet Bakanı Derviş, devlet bankası genel müdürünün devlete anlattığı bir
sorunu nasıl gazeteciye aktarıyor ya da gazeteci bu konuşmanın tüm ayrıntısını nasıl bilebiliyor?
Acaba Derviş'in odası mı dinleniyordu? Yoksa... En iyisi, Derviş'in konuşması ve bu konulara açıklık getirmesi.
Aksi takdirde bu ülkede şeffaflık olamayacağı gibi haksız kazançların da hesabı sorulamaz. Bülent Ecevit Hükümeti'nin nasıl
zora düşürüldüğü ve bu işi kimlerin yaptığı, kimlerin o soygun sürecini yönettiği gün ışığına çıkartılama
Ecevit nasıl zora düşürülmüş?-SÜLEYMAN YAŞAR-Sabah
Ecevit: Ateş Paşa çekilmemi istedi
Bülent Ecevit, emekli orgeneral Atilla Ateşin başbakanlığı bırakması için kendisine mesaj gönderdiğini, bunu Özkanın çekinerek söylediğini belirtti
http://www.milliyet.com.tr/ecevit--...haberdetayarsiv/16.03.2005/108756/default.htm
bir arkadaşım bu ülke vatandaşının çoğu dindar başbakan istşyor dediğimde diğerleri dinsizmi istiyor demişti. işte bakın Rahmetli Ecevit'in başbakanı olduğy DSP-MHP-ANAP koalisyonunda aşağıdaki dini kısıtlamalar getirildi. bende bizzat bu dönemin mağdurlarından biryimdir. o dönem neler çektiğimizi "en basitinden" başörtüsü takmayan birisi bilemez. Lütfen kelimelerimi cımbızlayıp mevzuyu başörtüsüne getimeyin alıntılarınızla ben en basit örneği verdim. bu baskılar özellikle yaşatıldı , halk bunaltılmak istendi. bu ülkenin yakın tarihi boyunca görürüzki ülke halkı bir tercih yapmaya zorlamış , kutuplaşmalar yaşatılmaya çalışılmıştır. tıpkı şimdi olduğu gibi. işte o dönemde de halk Tayyip erdoğan hükümetine hazırlandırıldı.1999 yılına kadar Türkiye'ye PKK'nın liderini ele geçirmesi için verilmeyen dünya kamuoyu
desteği o yıl verilmiş ve Suriye'de Şam yönetiminin desteği altında PKK terör örgütünü villasından
konfor içinde yönetmekte olan A.Öcalan, Suriye'yi terk etmeye zorlanmıştır. Bu durum Suriye'ye
karşı Türkiye'nin savaş tehdidi sonrasında meydana gelmiştir. Suriye Türkiye'nin sınıra askeri
yığınak yapması neticesinde durumun kendisine zarar vereceğini görmüş ve Öcalan'dan vaz
geçmiştir. Bilindiği gibi Öcalan Suriye'den çıktıktan sonra dünyanın çeşitli yerlerinde kısa süreli
barındıktan sonra, son olarak Kenya'da olduğu ABD ve İsrail gizli servislerince Türkiye'ye
bildirilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri Öcalan'ın Kenya'dan alarak Türkiye'ye getirmişlerdir.
O dönem PKK yandaşları İsrail'i Öcalan'ın Kenya'daki yerini Türk makamlarına bildirdiği için
hedef olarak görmüşler ve Avrupa'da bulunan bazı elçiliklerini işgal girişiminde bulunmuşlar,
hatta bu teşebbüslerinden birinde Berlin'de bulunan İsrail konsolosluğundan açılan ateş
ile 3 PKK yandaşı öldürülmüştür[1].
Bütün bu gelişmeler olmasına ve üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen, Öcalan Türkiye'ye
neden 1999 yılında verildi diye sağlıklı bir analiz halen Türkiye'de yapılmış değildir.
Kendisi ile çelişen pek çok iddiada bulunulmuştur. Bu nedenle dönemin başbakanı olan rahmetli
Ecevit dahi 2005 yılında yaptığı açıklamalarda "Öcalan'ı ABD bize neden teslim etti halen
anlamış değilim" diye kamuoyuna bu konuda kendisinin dahi planlanan küresel oyunu
göremediğini açıklamıştır[2].
Aslında bugüne, 1999'dan sonra yaşanan gelişmelerin kronolojisi ile baktığımızda
"ABD'nin A. Öcalan'ı neden Türkiye'ye teslim ettiğine ama PKK'nın askeri ve yapısal
olarak bitirilmesine asla müsaade etmediğine" çok net cevap bulmaktayız. Detayları ile
izah edelim
- PKK 1999'a kadar, yani A.Öcalan Şam'da terör örgütünü yönetirken çok büyük oranda Suriye
devlet yönetiminin politikalarından onay almaktaydı. Atlantik ekseninin oluşturduğu
küresel güçlerin emirlerine tam uyum sağlayacak durumda (Şam'ın kontrolünde
olduğu için) değildi.
- Bunun yanında Barzani'nin liderliğinde küresel güçlerin desteği ile Irak kuzeyinde kurulan Kürt
yönetiminin PKK üzerinde bir otorite kurması küresel güçlerin çıkarları açısından daha uygundu.
Barzani'nin peşmergeleri CIA tarafından ABD'nin Guam adasında gelecekte kurulacak kukla yapı
için eğitilmekte[3] ve Barzani babası Molla Mustafa Barzani'nin İsrail'den 1960'lı yıllardan
itibaren aldığı askeri ve mali yardım geleneğini devam ettirerek Ortadoğu'da İsrail'e müttefiklik
potansiyeli bulunmakta idi. [4]
- A.Öcalan Şam'dan çıktığı andan itibaren PKK'nın Şam yönetimi onaylı politikalara
devam etmesi için bir nedeni kalmamış dolayısı ile PKK ve Şam yönetimi bağlantısı
koparılmıştır. PKK'nın bundan sonrası için çizgisi küresel güçlerin kendisine
Ortadoğu coğrafyasında verdiği rolü oynamak olmuştur. Bu esnada Barzani PKK'nın
A.Öcalan sonrası yönetici kadrolarını bu politikaların devamlılığının, PKK'nın Irak Kuzey'inde
yaşamaya devam etmesi için gerekli olduğuna ikna etmiştir. Bu anlaşma sağlandığı için
Barzani, PKK'ya 1999 sonrası süreçte hiçbir şekilde düşmanca tavır sergilememiştir.
- Bu duruma paralel olarak, Irak'ın 2003'te ABD tarafından işgali sonrası askeri faaliyetlerini
1999'dan beri durdurmuş olan PKK, önce İran'a karşı faaliyet gösteren PJAK (türev PKK) terör
grubunu kurmuş ve onu İran'a karşı kullanmaya başlamıştır. ABD ve İsrail, İran'ın PJAK ile
baskı altına alınmasından son derece memnun olmuş ve İran'a karşı yapılacak olası
bir askeri taarruzda da PJAK'ı operatif askeri güç olarak kullanmayı
düşünmektedirler. A.Ocalan 1999 yılında Türkiye'ye teslim edilmemiş yani Şam'da
kalsaydı, PKK Şam'ın gözü önünde onun müttefiği İran'a karşı bu girişi asla
yap(a)mazdı.
Devam eden bu süreçte, eş zamanlı olarak ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak Kuzey'inde
PKK'ya karşı operasyon geliştirmesinin önünde engel oluşturmuş, önce kamuoyunda Çuval
hadisesi diye bilinen olayla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak Kuzey'indeki ileri istihbarat
imkanlarına darbe vurmuş daha sonra da PKK terör yuvalarına sonuç getirici kara harekatı
yapmasını siyasi yöntemlerle engellenmiştir. ABD'nin bu konudaki bilinen engeli, Türk
Genelkurmay başkanları tarafından da açıkça kamuoyu ile paylaşılmıştır.[5] Bununla birlikte
Türkiye'de PKK terörü tırmanmıştır.
Bu aşamaya kadar Barzani'nin küresel güçlerden aldığı emirleri perde arkasından PKK'ya nasıl
aktardığını gördük. Bu arada Barzani, Suriye toprakları içinde Arap Baharı etkisi ile meydana
gelen terör ve istikrarsızlık ortamını fırsat bilerek Suriye'deki Kürt grupları Erbil'de toplamış ve
onların Suriye PKK'sı olan PYD örgütlenmesi altında birleştirmiştir.[6] Arap Baharı sürecinde
Şam Yönetiminin Türkiye'ye karşı sıkıştığı ve gerilimin yükseldiği bu durumda Türkiye ile Şam
güçleri arasına PYD'nin girerek tampon kuvvet olarak yerleşmeleri sağlanmış, böylelikle Barzani
Şam yönetiminin de kendisine bağımlı olmasını sağlayarak bu cepheyi de kendi lehine
şekillendirmiştir. Arap Baharı süreci olmasaydı, Şam yönetimi ne Suriye'de Barzani'nin
PYD üzerinde Kürt grupları silahlandırmasına ne de bu grupların Suriye'nin kuzey
bölgesini fiilen işgal etmelerine müsaade ederdi. Burada ek olarak vurgulamak
istediğimiz bir konu, Türkiye'nin Beşar Esad'a karşı Suriye topraklarına bir askeri
harekat yapmasına küresel güçlerin, kuzeyde oluşan bu Kürt gruplarının güvenliği
zedeleneceği için asla izin vermeyeceğidir. Beşar Esad ve Türkiye'nin arası bozulunca
Suriye Kuzeyine Kürt grupların PYD çatısı altında Barzani kontrolünde toplanması
hedefi zaten gerçekleştirilmiştir. Bu sebep ile ABD başkanlık seçimleri sonrasında da
ABD'nin Suriye'de Türkiye'nin askeri operasyonuna izin vermesi söz konusu
olmayacaktır.
Bu noktaya kadar anlattığımız süreci bir sentez etrafında değerlendirecek olur isek karşılaştığımız
tablo şudur:
PKK, A.Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi sayesinde Şam yönetiminin onaylayacağı
politikalar ekseninden çıkarılarak, Barzani üzerinden ABD-İsrail yönetimlerinin
onaylayacağı politikaları uygulaması tesis edilmiştir.
Konu burada kapanmayacaktır. PKK'nın ABD ve İsrail tarafından kullanım süresi henüz
bitmemiştir. Barzani, PKK üzerinden Irak'taki Kürt milislerini ABD ve İsrail'in
tasarladığı İran saldırısında kullanacak ve "İran'ın Kürt bölgesinde de Barzani'ye
bağlı bir Kürt oluşumu" tamamlaya çalışacaktır.Aslında Barzani 4 parçalı yapbozun 2
parçasını, Irak Kuzeyi ve Suriye Kuzeyi üzerine monte etti. İran ve Türkiye üzerindeki parçalar
henüz konjonktürel olarak yerleştirilmedi. İlk önce İran'a saldırı ile mi, yoksa Türkiye'de PKK
terör ayaklanması çıkarılmak sureti ile bu parçalar da birleştirilecek bunu önümüzdeki süreç
gösterecekti
Türkiye olarak daha dikkatli olmak zorunda kalacağımız bir aşamaya girdik. Buradan geri
dönüşün maliyeti her geçen gün Türkiye için artmaktadır. Biran önce Irak Kuzey'ine kara
harekatı gerçekleştirerek PKK'nın silahlı yapılanmasının büyük ölçüde yok edilmesi
ve Suriye Kuzeyi ile Irak Kuzeyi arasına girilmesi, Türkiye açısından sürecin kendi
aleyhine gelişimini engelleyebilecek tek çıkış noktasıdır.
www.21yyte.org-08/10/2012
Blent Ecevit dneminde yaanan olaylar
Başörtülü milletvekili Merve Kavakçıya karşı TBMMde yaptığı antidemokratik hareketiyle hafızalarda yer edinen Ecevitin iktidarda olduğu dönemlerde toplum; yoksulluk, ekonomik kriz ve yasaklarla boğuşmak zorunda kaldı. Son olarak Danıştaya yapılan saldırıda da laiklik vurgusu yapan Ecevit; ABD Başkanı Bill Clinton karşısındaki görüntüsü, Kıbrıs çıkarmasında siyasi davranışı, Sezere fırlatılan kitapçık olayı, İHLlerin kapatılması, Güneş Moteldeki milletvekili transferi ile hiç unutulmayacak
Erdoğan ABD tarafından keşfedilmi bi kereO devir,28 Şubat devri..
Cunta,PKKyı bile öncelikli konu olmaktan çıkarmış,her köşede irtica tehdidi olduğunu dayatıyor..
Onlara göre Türkiye irticai saldırı ile burun buruna
Erbakanın tasfiyesi yeterli değil,partisinin bütün kurmayları da acil tehlike..
Hele hele Tayyip Erdoğan..
Bir de üzerine bu şiir,işte tuz biber!..
Görüntü,çizilen yaygın imaj,teslim alınmış medya ile dayatılan bu..
Gelgelelim,derinde daha büyük bir ayrıntı var..
Tayyip Erdoğan ,İstanbul Belediye Başkanı olunca,Türkiyenin krema tabakasını oluşturan malum egemen medyanın tekerine taş sokulmuş oldu!..Bir devlet bütçesine sahip olan İstanbul Belediyesinin bütün ihaleleri,alım satım işleri bu egemen sermayenin elindeydii.
Hemen vurgulayalım,egemen sermaye de dönemi kilitleyen 28 Şubat Cuntasının en önemli müttefikiydi!..
Tayyip Erdoğan Başkanlığındaki İstanbul Belediyesi,bu parababalarının belediye ihalelerini de İstanbuldaki ayarsız teşebbüslerini de setlemeye başladı..
Yani inceden inceye savaş çıktı..Hakim sermaye Tayyip Erdoğanı yeme hesaplarına başladı..
Bardağı taşıran damla,Maltepedeki bir çimento fabrikası ile oldu..
Bu fabrika Fransızlar tarafından işletiliyordu..
Fransız şirketinin burada işlerini gören yönetici avukata gelince..
O da o dönemin en tepede oturan siyasetçinin yakınıydı..
İşin içerisinde bir takım akrabalarında adı geçiyordu..
Gelgelelim,söz konusu fabrika,dumanı-atıklarıyla etrafa ölüm saçıyordu..
Modası geçmiş bir yapıydı..Fransızlar,fabrikanın bu haline hiç aldırmıyorlar,yapılan uyarıları dinlemiyorlardı!..Çünkü,temsilcileri olan avukat,Babam gibi dediği siyasetçi ile engellerin aşılacağı teminatını veriyordu..
Tayyip Erdoğan,bu fabrikayı yıkma kakararı aldı,tebligatını yaptı..
Ortalık ayağa kalktı..
Söz konusu siyasetçi,Burayı yıkma diye kendisine telefonj edip,inceden inceye,Senin için iyi olmaz uyarısında bulunudu,Tesadüfen Tayyip Erdoğanın yanındaydım,bu konuşmaya şahidim..
Birkaç gün sonra yıkım başladı,zehir saçan fabrika yerle bir oldu..
iir Bahaneydi Erdoan' Neden Hapse Attlar?!- haber365.com
Amerikanın Türkiye büyükelçisi ve CIAnın ünlü darbe uzmanı Morton Abramowitz, Tayyip Erdoğan ile 15 ekim 1996′da görüştü. Abramowitz, Tayyip Erdoğanı Türkiye çapında liderliğe teşvik ediyordu. Yıllar öncesinden bu bilgiye ulaşmış olan Aydınlık Gazeteside temiz bir kaynak olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Zira böyle gizli bilgiler nasıl, kimin aracılığıyla bu veya buna benzer gazetelerin eline geçmektedir.20 Ekim 1996: Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor | Halk Haber
Burada bitmez
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, hakkındaki 10 aylık mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onanmasının ardından dün Belediye Sarayı Tören Salonu'nda basın toplantısı düzenledi. Erdoğan, FP Genel Başkanı Recai Kutan ve FP Başkanlık Divanı üyelerinin de katıldığı toplantıda şunları söyledi:
VARSIN TAYYİP MAHKÛM OLSUN
Karar yalnızca ülkemizin hukuk anlayışını değil, bütün bir milletin adalete inancının üzerine gölge düşürdü. Yine de ben umutluyum. Çünkü milletim mahzun olmadığı sürece ben mahzun olmam. Varsın Tayyip Erdoğan mahkûm olsun. Yeter ki bu aziz millet hiç bir zaman mahkûm ve mahzun olmasın. Duygularımı paylaşanlara teşekkür ediyorum ve tekrar ediyorum: İşte ben buradayım. Sevgili yurdumun ve dünya kamuoyunun gözleri önündeyim ve müsterihim. Siz de müsterih olunuz. Bu şarkı burada bitmez. Çünkü biz bir maraton koşucusuyuz ve biz bu aziz milletin kara sevdalılarıyız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum ve diyorum ki Allah'ın dediği olur ve sizi Allah'a emanet ediyorum.
HUKUK ADINA TRAJEDİ
Bir şiir okuduğum için mahkûmiyet kararı almış bulunuyorum. Öncelikle bu kararın hukuk tarihimiz adına bir trajedi, bir utanç sayfası olduğunu belirtmek isterim. Mafyalaşmanın, çeteleşmenin, kokuşmuşluğun dibe vurduğu bir ortamda, benim yolsuzluktan değil, cinayetten değil, kul hakkı yemekten değil, sadece ve sadece okuduğum bir şiir nedeniyle ceza almam beni değil, sadece bu ülkenin hukuk anlayışını küçültür.
YARGIYA GÖLGE DÜŞTÜ
Bu ceza milyonların bana olan güvenini değil, adalete olan güvenini sarsmıştır. Yargının üzerine siyaset gölgesi düşüp, siyasallaşmaya başladığının endişesini uzun zamandan beri kapatılan partilerden, içeri tıkılan düşünce ve siyaset adamlarından, aydınlardan, gazetecilerden biliyorduk. Ama bir taraftan da yüreğimizin bir köşesinde adaletin eninde sonunda tecelli edeceği, hukukun yalnızca adalet ilkelerine göre işleyeceği ve bu karanlık döneme ait olumsuzlukları geride bırakacığımız günlere de içten içe inanıyorduk. Fakat, bu son karardan sonra görüyoruz ki adli yılın açılışında bizzat Sayın Yargıtay Başkanı'nın ifade ettiği gibi, yargı gerçekten bağımsız değil.
ÇOCUKLARINIZA İZAH EDEMEZSİNİZ
Siyasi rakiplerimiz, kendilerini iyi bilen güç ve çıkar odakları, seçim sandıklarında karşımızda duramayacaklarını, önümüzü kesemeyeceklerini iyiden iyiye anlamış olmalılar ki böyle bir yola başvurdular. Bu yanlış bir yoldur. Çünkü, adalet gün gelecek, yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır. Bu kararı düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları, kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz. Yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz. Çünkü, her hangi bir zamanda, her hangi bir kimseye yapılan adaletsizliği, şimdiye kadar hiçbir hukuk anlayışı, hiçbir yönetim, hiçbir güç odağı meşrulaştıramamıştır.
UĞRAŞTIĞIMIZ KONULARA BAK
Bakınız bu ülkenin hukuk siyaset ve demokrasi tarihindeki Yassıada faciasını görünüz. Aradan 40 yıl geçmiş, dünya değişmiş ama bizim ülkemizin insan hakları ve demokrasi arayışında geldiği noktaya bakınız. 2000'li yıllara gireceğiz. Uğraştığımız konulara bakınız. Şiiri suçluyoruz, düşünceyi dışlıyoruz, özgürlükleri askıya alıyoruz. Sonra da dünya insan hakları konusunda, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda bizi neden beğenmiyor diye şikâyet ediyoruz. Bu yasaklarla nereye kadar gidebilirsiniz? Hangi gerçeği yasaklarla örtebilirsiniz?
KESİNLİKLE SUÇSUZUM
Ben bu şiiri okumakla, herhangi bir hata yaptığımı düşünmüyor ve kesinlikle suçsuz olduğuma inanıyorum. Ben o konuşmamda, milli birliğe, sosyal barışa ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne çağrıda bulundum. Benim için değerli olan aziz milletimin vicdanının sesidir. Siyasetteki yerimi de aziz milletim tayin edecektir.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ
Bu nedenle hakkımda verilen bu haksız karar demokrasi mücadelemiz için yeni bir milattır. Yeni bir başlangıçtır. Kutlu olsun. Tayyip Erdoğan, bölücülük mü yapmış, tahrik mi etmiş, yoksa sadece ve sadece bu millete hizmet mi etmiş?
YILMAYACAĞIZ, GÜÇLENECEĞİZ
Ülkemde düşünen konuşan, hizmet eden herkese çok çektirildi. Şimdi bize de çektirmek istiyorlar. Biz çekmeyeceğiz, yılmayacağız ve daha güçlü çıkacağız. Bu mahkûmiyet kararının onaylanmasıyla herşey burada noktalanmış olmadı. Bu can bu tende oldukça, haksızlık karşısında susmayacak ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde milletimin hukukunu savunmaya devam edeceğiz.
Kutan: İkinci Tayyip daha çok oy alır
Basın toplantısında ilk konuşmayı yapan FP Genel Başkanı Recai Kutan, Erdoğan'ın mahkûmiyetini, Bir siyasi kazaya uğradı diye yorumladı. Bu kararla Başkan Erdoğan'ın yerel seçimlerde aday olamayacağını hatırlatan Recai Kutan, ancak onun yerine FP tarafından aday gösterilecek, ikinci Tayyip Erdoğan'ın çok daha fazla oy alacağını ileri sürdü.
Miting gibi
Belediye önünde ve yan caddelerde toplanan yaklaşık 30 bin kişi dün Tayyip Erdoğan'a destek verdi. Dışarıya yerleştirilen 3 dev ekrandan canlı olarak yayınlanan basın toplantısını izleyen protestoculardan bazıları ellerindeki pankartlarla serin havaya aldırış etmeden belediyenin havuzuna girdiler. Siyasi hayatı biten Tayyip Erdoğan dün belediye binasında düzenlediği basın toplantısında duygusaldı. Çok üzgün olduğu gözlenen Erdoğan'ı dışardaki kalabalığın attığı destek sloganları da teselli edemedi.
Basın toplantısından notlar
Şiir, slogan oldu
Basın toplantısı yerli ve yabancı 200'e yakın basın mensubu tarafından izlendi. Çok sayıda kameraman salonu dolduran kalabalığın arasından güçlükle görüntü almaya çalıştı.
Dışarıdaki kalabalık, Mücahit Erdoğan, Vur vur inlesin, Ankara dinlesin, Öl de ölelim, vur de vuralım, şerefsiz medya, 'Çankaya'nın şişmanı, İslam düşmanı', Başkan nerede, biz oradayız, Türkiye seninle gurur duyuyor, Hükümet istifa, İsrail, Mesutla gurur duyuyor', Başkan burada, çeteler nerede, İnadına hepimiz birer Tayyibiz', Tayyipler burada, şerefsizler nerede' sloganları attı, daha sonra tekbir getirdi.
Hep birlikte İstiklal Marşı da söyleyen kalabalık, bir ara da Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yarmurda, şimdi sıra geldiği başbakanlığa' şarkısını söyledi. Ayrıca hep bir ağızdan, Camiler kışlamız minareler süngümüz' diye bağırıldı.
Erdoğan, toplantı boyunca soğukkanlı görünmesine rağmen, konuşmasının bazı yerlerinde duygusallaştı. Suçsuzluğunu öne sürdüğü yerlerde ise sesini aşırı yükseltmesi dikkat çekti.
Erdoğan'ın duygusallaştığı anlarda FP Genel İdare Kurulu üyelerinden Oya Akgönenç ile bazı belediye görevlilerinin sessizce ağladıkları görüldü. GİK üyesi Nazlı Ilıcak da Erdoğan konuşurken sürekli olarak alkışladı, salondakilerin slogan atmalarına da tempo tutarak eşlik etti.
Yabancı basın mensuplarının da ilgi gösterdiği toplantıda, Erdoğan ceza almasına neden olan şiirden söz edince, kalabalık Bir daha bir daha' diye bağırdı. Ancak Erdoğan bu isteğe uymadı.
Basın toplantısını Amerika'nın İstanbul Başkonsolosluğu'ndan da üç kişi izleyerek, notlar aldı.
ANAP: Mahkumiyetten hüzün duyduk
ANAP Genel Başkan Yardımcısı Agah Oktay Güner, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mahkumiyetinden hüzün duyduklarını söyledi. Güner, dün toplanan Genişletilmiş Başkanlık Divanı'ndan sonra düzenlediği basın toplantısında, Erdoğan'a ilişkin karar hakkında görüşlerinin sorulması üzerine şunları söyledi: Tayyip Erdoğan'ın mahkumiyetinden, her siyaset adamının mahkumiyetinden duyduğumuz hüznü duyduk. Ancak Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde siyasiler de, diğer bütün vatandaşlar gibi mevcut kanunlara uymak zorundadırlar. Türkiye'de düşünceyi suç olmaktan çıkarmak ANAP'ın temel felsefesidir.
Avrupa: Utanç verici
İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ın cezasının Yargıtay tarafından onaylanması, Avrupa'da büyük tepkiyle karşılandı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin 30'ya yakın üyesi bu konuda yazılı bir deklarasyon yayınlayarak Yargıtay kararını kınadılar. Konu AKPM'nin Siyasi ve Hukuk Komisyonlarında da ele alındı. AKPM'nin İzleme Komitesi de dünkü toplantısının büyük bir bölümünü bu konuya ayırdı. Türkiye'yi iki hafta önce ziyaret eden ve AKPM'ye sunacakları Türkiye raporu ile ilgili bilgi veren Macar Andras Barsony ve Avusturyalı Walter Schwimmer de Erdoğan'ın düşünce ve ifadeleri nedeniyle mahkum olduğunu belirterek, bu kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddelerine aykırı olduğunu belirttiler. Avrupa Parlamentosu da Erdoğan kararına tepki gösterdi. Parlamentoya Türkiye ile ilgili Kasım ayında bir rapor sunacak olan Avusturyalı Johannes Swoboda yayınladığı bir deklarasyonda kararı, 'Türkiye gibi AB üyeliğine aday olan bir ülke için utanç verici' olarak niteledi.
GÜL: İKİNCİ MENDERES VAKASI
FP Milletvekili Abdullah Gül de Avrupa Konseyi'nde düzenlediği bir basın toplantısında, 'Bu karar vicdanlarda kapatılamaz bir yara açmıştır' dedi. Gül kararı 'İkinci Menderes vakası' olarak niteledi. Çeşitli çevrelerin kendilerini hukuk ve demokrasi mücadelesinin dışına çekmek istediklerini belirten Gül, 'Bu oyuna gelmeyeceğiz' dedi.
Basına saldırı
Tayyip Erdoğan basın toplantısının ardından Recai Kutan'la birlikte balkona çıkarak kalabalığı selamladı. Erdoğan'la birlikte balkona çıkan basın mensuplarına, aşağıdaki kalabalık tarafından bozuk para ve çakmak atıldı. Aşağıdakilerin bu tepkilerine balkondaki bir grup da katılınca gazeteciler tartaklandı. Yeni Yüzyıl Gazetesi muhabirleri Ahmet Dumanlı ve Adnan Gül en çok tartaklanan kişiler oldular. Belediye önünde toplanan kalabalıktan yoğun tepki gören medya mensupları, bina içine girerek görevlerini sürdürmeye çalıştılar. Balkona çıkıp görüntü olmaya çalışan kameramanlar ve foto muhabirleri de meydandaki kalabalığın hakaretlerine ve bozuk para yağmuruna hedef oldular. FP Milletvekili Mukadder Başeğmez, balkona çıkarak, bu çirkin görüntüyü engellemeye çalıştı. Atılan bozuk paralardan biri de Başeymez'in kaşının üzerine geldi. Başeymez bunun üzerine balkondaki medya mensuplarını bina içine çekerek, güvenlik altına aldı. Toplantı sonrasında belediye binasından ayrılmak isteyen medya mensupları, kalabalığın saldırısına uğradılar. İçeriye girmek zorunda kalan medya mensupları, güvenlik güçlerinin yardımıyla binadan ayrıldılar.
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/hur/turk/98/09/25/gundem/10gun.htm
'Erdoğan siyasi hayatı için mücadele ediyor''(timetürk)
Die Welt: Erdoğan hapse girebilir(dünya.com)
Yazılanlara ayrı ayrı verecek cevabım var ama maalesef ki ben ve benim düşündüklerimin tercümanı diğer arkadaşlarımın sorduğu sorularımızın hiçbirinin cevabı olmadığı gibi müthiş bir kaçış, alaya aldığını zannederken dibe batma durumu ve bilimum saptırma olayları var...
O zaman ben sosyal medyada gördüğüm şu kayıtsız şartsız başbakanseverlerimizin hazırladığı gözlerini ne bürüdüğünü bile çözemediğim afiş ile sonlandırmak istiyorum...
Bu afiş herşeyi açıklıyor...
Biz 'hırsızlık, yolsuzluk' diyoruz. Adamlar ise...
Neyse...
Usha;Öncelikle teşekkür ederim...
Ama sanırım sorularımın devamı var Gerçekten nasıl ve neden haklı bulduğunu yada desteklediğini anlayabilmek istiyorum....
Peki 11. yıldır bir ülkenin tek parti iktidarının başında olan bir insanın, bir liderin bu gibi toplumsal olaylarda danışmansız da doğru bakış açısını yakalama kabiliyetine sahip olması ya da en azından halkın fırça atıldıkça daha da kızdığını farketmesi gerekmez mi?
Ayrıca danışman portföyüne bakıldığında Bülent Arınç gibi yıllardır yan yana yürüdüğü insanlardan tutta, yıllarca önünden arkasından küfretmiş ama son dönemde ''artık ne olduysa'' kendisine biat etmeye karar vermiş insanlara kadar çok geniş bir danışman yelpazesi varken hepsinin birden yanlış yönlendirmiş olabileceğine ''gerçekten'' inanıyormusun?
Birde bir dönem ''türbanlı'' kelimesi bazı kesimlerde ''cüzzamlı'' algısı yaratıyor denilirdi...Şimdi gezi olayları sırasında Başbakan ''çapulcu'' diyerek sence farklı bir şey mi yapıyor?
Aynı şeyi yapıyorsa ve buda bir kesimi ciddi anlamda kızdırıyorsa Başbakana ''komplo kurulmuştur'' demek yerine ''zaaflarının kurbanı olmuştur'' demek daha uygun olmaz mı?
yok canım niye yorulayım , beyin fırtınası yapıyoruz şurada fenamı. ama bu fırtınaya kökleri sağlam olanların girmesini tavsiye ederim: ) zira ufak bir esintide savrulup giderizDatluCadu;
KEndini yordugunu düsünüyorum.
Zira " iste capulcu dedide, iste ötekilestirdi de" gibi söylemlerin tamamen elestirmek yada kusur olarak göstermek amaci ile yapildigini düsünüyorum.
Zira herkes kendi istegi ile "capulcu" oldu degil mi?
Sanal alemde nicklerin basina " capulcu" kelimesi eklendi, t-sirtler yaptirildi önünde capulcu yazan.
Sözcükler konusunda bu kadar hassas olan insanlarimiz nasil olurda, kendisine yazar diyen, kendini bilmezlerin bir kesime oy veren halka " koyun, satilmis, makarnaci, bidon" gibi kelimelerini, hemen kelime dagarcigina yeni anlamlari ile ekleyip karsit görüsteki insanlara bunlar araciligi ile saldirir ki.
Yani hani insanlar kelimeler konusunda cok hassasya:))