SENİN ADIN NEDEN ÇINAR?
"Çınar" ağacını bilirsiniz. Hani tarihimizle bütünleşen, bazen bir iz bazen bir işaret, bir mühür gibi simgeleşen ağaç...
Canlılar içerisinde mesela at, köpek insan ile iç içe olabiliyor. Dost gülümsemelerini sezebiliyorlar. Sahibini tanıyor vefa gösterebiliyorlar.
Nebatat içerisinde (ki bunlarda aslen canlıdırlar) çiçeklerle, ağaçlarla dostluk kuran, onlarla sohbet eden nazik canlar vardır.
Yunus Emre'nin Bülbül'ü ve Sarı Çiçeği aslında anlatmaya çalışacağımız; (ruh bahçemizdeki sevgi tomurcukları ile) tabiata hayranlıkla bakışı ve bu bakıştaki canlılığı görmekten başka birşey değildir.
"Çınar" denince ilk aklıma gelen "Osmanlı" oluyor. Koskoca bir devlet ile bütünleşmiş özdeşleşmiş bir ağacın özellikleri ne ki "Osmanlı Çınarı" denmiş. Yeryüzünde bu kadar ağaç varken 700 yıllık Osmanlı'nın yanına konmağa, kıymete, seçilmişliğe hak kazanmasının hikmeti nedir?
Ben inanıyorum ki Osmanlı hak ve adaleti, sevgi ve müsamahayı, iman ve ihlası... medeniyet kasnağına öyle güzel işledi ki bu aksiyona dağlar da, ağaçlar da, gökler de şahit olup imza attılar. Siz hala bir medeniyetin gerisinden bakıp izini göremiyor musunuz?
Çınar ağacı, diğer ağaçlardan daha yükseklere çıkmak ister. Bunun için, ulu çınar, Yüksek Çınar'dır. Başını göklere değdirme sevdasını taşır. Sabırlıdır öyle hemen pes etmez. "Burnundan kıl aldırmaz" cinsinden değildir. Sebat edip köküne, özüne yaslanır. Nereden geldiğini unutmaz.
"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmiştir..." (Cum'a: 1) ayet–i kerimesiyle kendini yaratanı bilir ve zikreder.
Çınar sadece göklere doğru yükselmeyi ince bir çubuk olup yıkılmayı asla bilmez o enlemesine de gelişir. Bazen bir, bazen iki ve bazen üç kişi kollarını açarak ancak kucaklayıverir.
Öyle mükemmel bir asaleti, ihtişamı, güzelliği vardır ki ağaçların kralı gibi heybetle durur…
Kökler... Ah kökler...
Çınar'ı gidin köklerinden tanıyın. Gün gelir asırlar geçer. Çınar'ın köklerini artık toprak gizleyemez. Tutamaz. Hele yamaçlarda dikili çınarın kökleri ısrarla boyunlarını uzatır "bakın bize bu çınarı asırlarca biz besledik. Sakın fazileti ondan ve hep kendinizden bilmeyin" derler.
Çınar ağacının dalları da neredeyse bir ağaç gövdesi kadar gelişir. Dalların filizleri sanki bir resim çizerler. Yahut bir bayramın, bir zaferin, bir yavrunun doğuşunu kutlarcasına çubuk çubuk, mahyalar gibi, o milletin coşkusunu yazmak isterler.
Yakından baktınız mı koca çınar ağacına. Kabukları dökülür. Merak edip alırsınız. O kadar naziktir ki. Zarif ve yumuşaktır. Belki gövdenin kabuklarının külüdür. Belki de ipeği. Bu yücelikte böylesine mutevazı olmak çınara yakışır. Ama yeri geldi mi dallarında dünyanın yuvarlığını temsil eden sert ve tüylü meyveleri ile kaşlarını çatmasını bilir. Bunu da insanlık duygularını yitirenlere yapar.
Beş parmağı andıran yaprakları avuçları temsil ediyor. Kalem tutan, duaya kalkan elleri... Düşmanın, harim–i ismetine (namus ve iffetine), bağımsızlık ve imanına uzanan bileğini tutmak, hürriyet ve adaleti korumak için kalkan ellerin parmaklarıyla bir kara sevda gibi bütünleşmiş.
Ah keşke meyveleri de yenseydi?
Böyle demeyin. Herşey çınar da olsaydı diğer ağaçlar ne olacaktı. Çınarı varın çınar gibi görün. Onu olduğu gibi kabul edin.
Çınar ağacı enli ve yüksek olduğu için gölgesi de geniş ve uzundur. Osmanlı bir şemsiye gibi gittiği her yere yürüdüğü yollara çınar ağacını dikmiş.
Çınarın ömrü de uzundur. Kolay kolay yıkılıp çürümez. Güçlü olduğu için sineklerin, kurtların, solucanların saldırısından korkmaz. Onlar bile sonunda gelip ayak izindeki tozlarından yalanmak isterler.
Öyle çınarlar vardır ki tam yıkıldı eskidi bitti denildiğinde yeni bir filiz verir ve aslını devam ettirir.
Çınarların en önemli özelliklerinden biri de göğsünü kuşlara yuva olarak açar. Hangi çınar ağacına baksanız içi oyulmuş, etrafı sırma gibi çizilmiş, şekil şekil, desen desen yuvalar görürsünüz. Bir ana gibi bir baba gibi kucak açarlar kuşlara.
İşte çınar bu... Bir medeniyetle yaşamış canlı komşu, arkadaş ve dost. Siz öyle bir hakkaniyet, sevgi, vefa, arkadaşlık, kardeşlik yaşayın ki kuşlar da, ağaçlar da size dost olsun. Göklerde size nameler dizsinler, yerde sizlere renk olsunlar, serinlik olsunlar. Sizin methiyelerinizi dizsinler.
"Çınar" ağacını bilirsiniz. Hani tarihimizle bütünleşen, bazen bir iz bazen bir işaret, bir mühür gibi simgeleşen ağaç...
Canlılar içerisinde mesela at, köpek insan ile iç içe olabiliyor. Dost gülümsemelerini sezebiliyorlar. Sahibini tanıyor vefa gösterebiliyorlar.
Nebatat içerisinde (ki bunlarda aslen canlıdırlar) çiçeklerle, ağaçlarla dostluk kuran, onlarla sohbet eden nazik canlar vardır.
Yunus Emre'nin Bülbül'ü ve Sarı Çiçeği aslında anlatmaya çalışacağımız; (ruh bahçemizdeki sevgi tomurcukları ile) tabiata hayranlıkla bakışı ve bu bakıştaki canlılığı görmekten başka birşey değildir.
"Çınar" denince ilk aklıma gelen "Osmanlı" oluyor. Koskoca bir devlet ile bütünleşmiş özdeşleşmiş bir ağacın özellikleri ne ki "Osmanlı Çınarı" denmiş. Yeryüzünde bu kadar ağaç varken 700 yıllık Osmanlı'nın yanına konmağa, kıymete, seçilmişliğe hak kazanmasının hikmeti nedir?
Ben inanıyorum ki Osmanlı hak ve adaleti, sevgi ve müsamahayı, iman ve ihlası... medeniyet kasnağına öyle güzel işledi ki bu aksiyona dağlar da, ağaçlar da, gökler de şahit olup imza attılar. Siz hala bir medeniyetin gerisinden bakıp izini göremiyor musunuz?
Çınar ağacı, diğer ağaçlardan daha yükseklere çıkmak ister. Bunun için, ulu çınar, Yüksek Çınar'dır. Başını göklere değdirme sevdasını taşır. Sabırlıdır öyle hemen pes etmez. "Burnundan kıl aldırmaz" cinsinden değildir. Sebat edip köküne, özüne yaslanır. Nereden geldiğini unutmaz.
"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmiştir..." (Cum'a: 1) ayet–i kerimesiyle kendini yaratanı bilir ve zikreder.
Çınar sadece göklere doğru yükselmeyi ince bir çubuk olup yıkılmayı asla bilmez o enlemesine de gelişir. Bazen bir, bazen iki ve bazen üç kişi kollarını açarak ancak kucaklayıverir.
Öyle mükemmel bir asaleti, ihtişamı, güzelliği vardır ki ağaçların kralı gibi heybetle durur…
Kökler... Ah kökler...
Çınar'ı gidin köklerinden tanıyın. Gün gelir asırlar geçer. Çınar'ın köklerini artık toprak gizleyemez. Tutamaz. Hele yamaçlarda dikili çınarın kökleri ısrarla boyunlarını uzatır "bakın bize bu çınarı asırlarca biz besledik. Sakın fazileti ondan ve hep kendinizden bilmeyin" derler.
Çınar ağacının dalları da neredeyse bir ağaç gövdesi kadar gelişir. Dalların filizleri sanki bir resim çizerler. Yahut bir bayramın, bir zaferin, bir yavrunun doğuşunu kutlarcasına çubuk çubuk, mahyalar gibi, o milletin coşkusunu yazmak isterler.
Yakından baktınız mı koca çınar ağacına. Kabukları dökülür. Merak edip alırsınız. O kadar naziktir ki. Zarif ve yumuşaktır. Belki gövdenin kabuklarının külüdür. Belki de ipeği. Bu yücelikte böylesine mutevazı olmak çınara yakışır. Ama yeri geldi mi dallarında dünyanın yuvarlığını temsil eden sert ve tüylü meyveleri ile kaşlarını çatmasını bilir. Bunu da insanlık duygularını yitirenlere yapar.
Beş parmağı andıran yaprakları avuçları temsil ediyor. Kalem tutan, duaya kalkan elleri... Düşmanın, harim–i ismetine (namus ve iffetine), bağımsızlık ve imanına uzanan bileğini tutmak, hürriyet ve adaleti korumak için kalkan ellerin parmaklarıyla bir kara sevda gibi bütünleşmiş.
Ah keşke meyveleri de yenseydi?
Böyle demeyin. Herşey çınar da olsaydı diğer ağaçlar ne olacaktı. Çınarı varın çınar gibi görün. Onu olduğu gibi kabul edin.
Çınar ağacı enli ve yüksek olduğu için gölgesi de geniş ve uzundur. Osmanlı bir şemsiye gibi gittiği her yere yürüdüğü yollara çınar ağacını dikmiş.
Çınarın ömrü de uzundur. Kolay kolay yıkılıp çürümez. Güçlü olduğu için sineklerin, kurtların, solucanların saldırısından korkmaz. Onlar bile sonunda gelip ayak izindeki tozlarından yalanmak isterler.
Öyle çınarlar vardır ki tam yıkıldı eskidi bitti denildiğinde yeni bir filiz verir ve aslını devam ettirir.
Çınarların en önemli özelliklerinden biri de göğsünü kuşlara yuva olarak açar. Hangi çınar ağacına baksanız içi oyulmuş, etrafı sırma gibi çizilmiş, şekil şekil, desen desen yuvalar görürsünüz. Bir ana gibi bir baba gibi kucak açarlar kuşlara.
İşte çınar bu... Bir medeniyetle yaşamış canlı komşu, arkadaş ve dost. Siz öyle bir hakkaniyet, sevgi, vefa, arkadaşlık, kardeşlik yaşayın ki kuşlar da, ağaçlar da size dost olsun. Göklerde size nameler dizsinler, yerde sizlere renk olsunlar, serinlik olsunlar. Sizin methiyelerinizi dizsinler.