• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Yeni Başlangıçlara

$kuþ.jpg
Sen uçmak için yaratılmışken neden dalda tünemiş haldesin?
Bir zamanlar bir krala iki tane doğan hediye edilir. Bunlar kralın şimdiye kadar gördüğü en güzel kuş türü olan aladoğanlardır. Kral, bu değerli kuşları eğitmesi için onları kuşçubaşına verir.

 Aylar ayları kovalar ve bir gün doğancıbaşı kralın huzuruna gelip, doğanlardan bir tanesinin mükemmel bir şekilde çok yükseklerde süzülerek uçtuğunu fakat diğerinin geldiği günden beri tünediği daldan kımıldamadığını söyler. 

Bunun üzerine kral, ülkenin her yerinden şifacılar ve büyülcüler getirtip doğanı iyileştirmelerini emreder ama hiçbiri doğanı iyileştiremez.
Kral daha sonra bu görevi saray çalışanlarına verir fakat ertesi gün baktığında doğanda hala bir iyileşme gerçekleşmemiştir. Bildiği her yolu deneyen kral en sonunda şöyle düşünür: “Belki de bu problemin kaynağını anlayabilmesi için dağlık bölgeleri tanıyan birine ihtiyacım var,” der. Böylece saray çalışanlarına emreder: “Gidin ve bana bir çiftçi bulun!”


Ertesi sabah doğanı göklerde uçarken gören kral şaşkına döner ve emrindekilere seslenerek “bu mucizeyi yapan kişiyi getirin bana” diye buyurur. Görevliler hemen gidip çiftçiyi bulup getirirler. Kral sorar,”Ne yaptın da doğan uçmaya başladı?” Masum çiftçi şöyle cevap verir: “Çok basit yüce kralım. Sadece kuşun tünediği dalı kestim…”


Hepimiz uçmak için yani bir insan olarak içimizdeki mucizevi potansiyelin farkına varmak için yaratıldık. Fakat bunun yerine, dallarımıza tüneyip, bize tanıdık gelen şeylere tutunmayı tercih ediyoruz. Sınırsız olasılıklar mevcut ama birçoğumuz onların neler olduklarını keşfedemiyoruz bile. Tanıdık şeylerin, bize konforlu gelen alanın ve dünyevi meselelerin dışına çıkmadan yaşıyoruz. Bu nedenle çoğu zaman hayatlarımız heyecandan, tatminkarlıktan yoksun bir hal alıyor. 

Öyleyse, var mısınız tutunduğumuz korku dallarını kırıp kendimizi uçmanın mutluluğuna ve özgürlüğüne bırakalım?
 
Son düzenleme:
$safe_image.jpg
Allahım, bugünüme ve yaşadıklarıma şükürler olsun. Farkındalık için girdiğim gelişme yolunda özgürleşiyorum ve özgür bırakıyorum. Hissettiğim acı ve üzüntülerin farkındalık için geçilen yolun sınavları olduğunu farketmemi sağladığın için teşekkür ediyorum. Kalkmak için düşmenin, yağmurdan sonraki gökkuşağının bilincine varıyorum. Artık gelen herşeyi sevgiye kabul etmeyi, gelişmeyi, özgürleşmeyi ve farkındalığımın daha da fazla artmasına niyet ediyorum. Bu andan itibaren benim ve bütünün en hayrına olacak şekilde özbenliğimin gücünün farkında olduğumu bildiriyorum ve daha fazlasını kabul ediyorum. Özgürleşme yoluma hizmet etmek için varolan, anlarımın kesiştiği herkesi ve herşeyi affediyorum ve sevgiyle uğurluyorum. Geçmişte korkularımdan dolayı yaptıklarım için kendimi kısıtlayıcı kararlar almış olsam da kendimi derinden seviyor ve kabul ediyorum. Onların bana o zaman en doğru gelen şeyler olduğu için yapıldığını, artık şartların değiştiğini, geçmişte beni tüketen tüm bu olumsuzluklara yatırdığım enerjiyi tamamen serbest bırakıyorum, bu enerjiyi kendimi tam olarak ifade etmeye kullandığımı, yaptığım bütün bilinçsiz anlaşmaları iptal ettiğimi ve geçersiz kıldığımı bildiriyorum. Her geçen gün daha iyiye gidiyorum ve sonsuza dek bu böyle...
Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim.
 
$379700_10152071762144114_1371703357_n.jpg

“Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.

Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı.

Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. “Strese girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar.

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!

Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.
“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:

“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.

“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
“Henüz değil!”
“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek”
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”
“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu.
“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!”
“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”
Ona “Evet” dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”
“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”

Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.”
Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek


ALINTI
 
Son düzenleme:
Yukarıdaki yazıya katılıyorum.Tabi ki hayatta hep acı çekmek,sıkıntılar olacak,olmalı diye bir şey yok.Ama bazen oluyor.
Şahsen,yaşadıklarıma baktığımda,ne kadar sıkıntı verici olsa da her olayda hayrıma olan şeyler oldu.Daha az sıkıntıyla atlatabilir miydim?Belki...Şayet önceden bazı işaretlerin farkına varıp değerlendirebilseydim durumu.
Bu şuna benziyor,vücudunuz bazen çeşitli rahatsızlıklarla yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu haber verir.Ya işinizi değiştirmeniz,ya taşınmanız,ya da sadece dinlenmeniz gerekiyordur.Siz bunlar üzerinde düşünmeyip hayatınıza devam ederseniz,vücut bazı rahatsızlıklarla sinyal vermeye başlar.Sonuçta bakmışsınız yapmanız gerekeni uzun ve sancılı bir süreç sonrası yine yapmışsınız.Oysa zamanında farkına varsaydınız,yapmanız gereken değişiklikleri daha kolay ve mutluluk verici şekilde yapardınız.
Başıma gelen iyi ya da kötü tüm şeyler için Allah'a şükrediyorum.Beni ben yapan her şey için.Bir zamanlar cesaretim sayesinde her sıkıntıdan sonra doğrulmayı başarabilmiştim.Şimdi yine o cesaretin bana yoldaş olmasını diliyorum.Önümdeki fırsatların farkına varabilmem için,gözümü hayata dört açmam için.
Her günün sonunda yaşadıklarıma ve yaşayacaklarıma şükrediyorum.
 
$step.jpg
ATALET, FIRSATLARIMIZI VE HAYALLERİMİZİ GÖMDÜĞÜMÜZ MEZARDIR...
Yapmamız gereken ileri ertelediğimizde, atalet içine düştüğümüzde hayallerimizi gömüyoruz demektir. Ya da Victor Clam’ın dediği gibi: “Atalet fırsatların katilidir .”

Hiç hoşumuza gitmese de, bazen ölümlü olduğumuzu hatırlamalıyız. Ancak bu şekilde, hayallerimizi gerçekleştirmek için harekete geçmemiz gereken zamanın tam da “bu an” olduğunu hissedebiliriz. Hayallerimizi gerçekleştirmek için yapmanız gerekenleri neden sürekli olarak gelip gelmeyeceği bile belirsiz bir zamana erteliyorsunuz. Sizi durduran ne ? sürekli hayatın kısa olduğunu vurgularken, neden zamanı ataletin bir hırsız gibi çalıp gitmesine izin veriyoruz.

Ataletin nedenlerinden biri hayata hatalı bir perspektifden bakmaktır. Örneğin “iş” kelimesini ele alalım. İş deyince çoğumuz negatif duygulara kapılırız. Hatta çoğumuzun işe “Tanrı tarafından verilen bir ödül” değil “Tanrının insanları cezalandırması” olarak gördüğüne eminim. İnsan doğası gereği “acı veren” şeylerden kaçar. Bu nedenle işten kaçmak insanın doğasında vardır diyebiliriz.

İşten kaçmak taraftarlarındansanız Picasso’yu, Michelangelo’yu ya da Mozart’ı hayal edin. Sizce onlar sabah kalktıklarında “işe gidiyorum” mu diyorlardı ? onlar sanat yapıyorlardı ve mutlaka ki bundan iş olarak söz etmiyorlardı. Siz de kendinizi yaptığınız iş ne olursa olsun bir sanatçı olarak düşünün ve ürettiğiniz işe “eseriniz” gözüyle bakmaya çalışın.

Bir arabayı yürütmek için nasıl benzin gerekliyse, başarı için de kararlılık ve azim gereklidir. Azminiz ve kararlı tutumunuz olmazsa, başarıya gidecek yolda arabanın motorunu bile çalıştıramazsınız.

Azmin ve kararlılığın zıt kavramı ise atalettir. Azim asla vazgeçmemek demektir. Atalet ise asla başlayamamaktır. Başladığınız işleri bitirmemek de ataletin diğer bir örneğidir.

Atalet içindeki kişilerin genellikle şöyle dediğini duyarsınız: “Ben mükemmelliyetçiyim. Ben bir işe başlamadan önce şartlar benim çalışmam için uygun olmalı. Dikkatimi dağıtacak hiçbir şey olmamalı, çok fazla ses olmamalı, telefonlar mümkünse çalmasın, telefon çalınca dikkatim dağılır. Elbette fiziksel olarak kendimi iyi hissetmeliyim, başım ağrıyorsa nasıl çalışabilirim ki ?” bu kişiler atalet içinde olduklarından bir işe asla başlayamayanlardır.

Bir de başladıkları işi bitirmeyenler vardır, başladıkları işi hep yarım bırakırlar ama onların da mükemmelliyetçilik kılıfıyla örtülmüş bahaneleri daima hazırdır. Şöyle derler: “ben herşeyin tam ve mükemmel olmasını isterim. Hiçbir işden tatmin olmam. Bunun “i” harflerinin noktaları mükemmel bir benek şeklinde olmalı, bütün “t” harfleri birbirinin aynı olmalı. Yoksa o iş bitmiş sayılmaz. Ben kendimin en büyük eleştirmeniyim, ne yapayım ben böyleyim. Mükemmelliyetçi olduğum işler işler bitmiyor. Ama değişemem ki...”

Burada neler olduğunu görebiliyor musunuz ? “Yanlış” bir davranış, “erdemli” bir davranışmış gibi gösteriliyor. Mükemmelliyetçi “kendi standartlarının içinde yaşadığı bu dünya için çok yüksek olduğunu” söylüyor. Hata-erdem sendromu adını verebileceğimiz bu davranış biçimi, aslında kişilerin zayıflıklarını örtmek için geliştirdikleri bir savunma kalkanıdır. Sahte bahaneler bulma çabasıdır. Elbette ki bu davranış şekli ataletin gerçek nedenlerini açıklamaz. Çünkü ataletin gerçek nedenleri çok daha derinlerde saklıdır.

Ataletin temelinde “başarısızlık korkusu” yatar. Korku sizi paralize etmiştir ve ilerlemekten alıkoymaktadır. Hiç başlayamamak ile başladığınız işi bitirememek arasındaki fark nedir ? aslında hiç fark yoktur. Her iki durumda da bir noktada takılıp kalırsınız. Her iki durumda da hiçbir yere varamazsınız. Yapmanız gereken görev ya da iş ne olursa olsun, karşısında yenik duruma düşmüşsünüzdür.

Bu davranışın gerçek nedeni ise sizin gelecekle ilgili oluşturduğunuz hatalı vizyonlarınızdır. Bu işi başaramadığınızda neler olacağını düşünmek, sizi o işi bitirmekten alıkoyan davranışı doğurur... yani ataleti. Belki başarısızlığınız karşısında insanların size güleceklerinden korkarsınız, belki alacağınız eleştirileri kaldıramayacağınızı düşünür ondan korkarsınız ya da korkunuzun nedeni, işi beklenen şekilde tamamlayamadığınızda, cezalandırılacağınız düşüncesi olabilir.

Kısaca geleceğinizle ilgili oluşturduğunuz “negatif vizyonlar” sizi ilerlemekten alıkoyar, takılır kalırsınız. Bu pek çok kişinin zihninin kendi yarattığı bir araçtır.
Öyleyse bizi ilerlemekten alıkoyan ataleti yenmek için ne yapmalıyız ? şimdi size ataleti, azme dönüştürmenizi sağlayacak bir teknik göstereceğim. Ataleti ve pasifliği, üretkenliğe ve kararlılığa dönüştürmek için temel prensip şudur.

Parçalara Ayırma Prensibi

Tamamlamaya çalıştığınız işin niteliği, bu prosesin işleyişini değiştirmez. Belki bir kitap yazmak istiyorsunuz, bir dağa tırmanmak istiyorsunuz, ya da evinizi badana yapacaksınız. Başarmak istediğiniz şey ne olursa olsun, başarının anahtarı, yapacağınız işi küçük parçalara ayırabilmenizdir. Her küçük parça işin, kolaylıkla tamamlayabileceğiniz, idare edebileceğiniz, bir bölümü olmalıdır. Tam şu anda işin ne kadarlık bölümünü bitirmeniz gerekiyorsa o kadarlık kısmına odaklanın. Daha ilerisinin düşünmeyi bırakın. Geleceği negatif bir şekilde gözünüzün önüne getirmekten vazgeçerek, tam da bulunduğunuz an için pozitif bakış açısı geliştirin. Bu teknik ataleti yenmedeki en önemli tekniklerin başında gelir. Şimdi bunu bir örnekle biraz daha açıklayalım:

Diyelim ki sizden 400 sayfalık bir roman yazmanızı istedim. Eğer siz de çoğunluk gibiyseniz, bunun tamamlanması imkansız bir görev olduğunu düşünebilirsiniz. Ama şimdi size daha farklı bir soru sorduğumu farz edin; bu kez diyorum ki: “bir yıl boyunca her gün 1.5 sayfa yazı yazmanı istiyorum” Yapabileceğinizi düşünür müsünüz ? 400 sayfalık kitap yazma fikri imkansız gibi görünürken, bu yeni teklif size biraz daha kolay gelmedi mi ? En azından yapması imkansız gibi görünmüyor olsa gerek.

Burada yaptığımız “400 sayfalık kitap yazma işini parçalara ayırmak oldu. Peki iş kolaylaştı mı, belki evet... ama inanın bana, hala bazılarınızın gözünün korktuğunu görür gibi oluyorum. Neden mi ? çünkü burada “bir yıl” boyunca sürecek bir çalışmadan bahsettim, her gün 1.5 sayfa yazın dedim. 1.5 sayfa yazma kısmı kolay. Ama bunu 1 yıl boyunca yapmanız söylendiğinde bu pek çok kişinin gözünü korkutur. İnsanlardan bir yıl boyunca sürekli aynı şeyi sürdürmesini istediğinizde, kişiler ileriye bakma ve negatif bir ruh hali geliştirme eğilimine girerler. Öyleyse ne yapmalıyız. Haydi işi biraz daha parçalara ayıralım:

Bu kez sizden, “bugün” 1.5 sayfa yazı yazmanızı istiyorum. Bunu isterken bir yıl, bir ay, bir hafta boyunca demiyorum. “Bugün 1.5 sayfa yazı yaz” diyorum, daha ötesine bakmanızı istemiyorum. Pek çok kişi bunu rahatlıkla kabul edecektir. Hatta 400 sayfalık bir kitap yazmanın kendileri için imkansız olduğunu düşünenler bile.

Yarın olduğunda bu kişilerden yine aynı şeyi isteyeceğim, ve onlara şöyel diyeceğim “düne bakma, yarına da, asıl olan bu gündür ve bugün yapman gerek 1.5 sayfa yazı yazmaktır”. Sizce yapabilirler mi ?
Buradaki teknikte yapılması gereken işin yanı sıra zamanı da parçalara ayırmış oluyoruz. Önemli bir işin için gereken zamanı bir günlük zaman dilimlerine bölüyoruz. Aynı anda yapılması gereken işin kendisini de parçalara ayırmış bulunuyorsunuz. İnanın bana bu tekniği bir yıl boyunca uygularsanız, sonunda hepinizin 400 sayfalık bir kitabı olacaktır !

Eğer gözünüzü korkutan bir işle karşılaştığınızda, içinde bulunduğunuz günü esas alır, geriye ve ileriye bakmadan günlük görevlerinizi yerine getirirseniz başaramayacağınız iş yoktur.

Unutmayın en uzun maraton koşusu bile “tek bir adım ile başlar”. Kalkın ve ilk adımızını hemen şimdi atın.

(Chuck Gallozzi, “Procrastination is the grave in which oppurtunity is buried” ve
Jim Rohn, “Ending procrastination” adlı makalelerinden çeviren ve derleyen Nüvide G. Tulgar)
 
$childsgarden222.JPG
Hayata Nasil Bakmali
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı.
Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra, son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun?
- Patates, yumurta ve kahve? diye alaylı bir cevap verdi kızı.

“Daha yakından bak bir de” dedi baba, “patatese dokun.”
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

“Aynı şekilde, yumurtayı da incele.”
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.

En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söyleneni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?

Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepki vermişti.

Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.

Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş; katılaşmıştı.

Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

- Sen hangisisin? diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?

Patates gibi, yumuşayıp ezilecek misin?

Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın?

Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?
 
$1797476_668845763186005_5451479595987103803_n.jpg
Bu sıralar olumlama cümlelerine yoğunlaştım.Sanırım hergün aynı saatte ve 21 kere okumak lazımmış.Bazılarını kendi cümlelerimle yazabilirim.Cümleleri düzenleyip yazıcıdan çıkartıp kartona yapıştıracağım.

Her gün,her şekilde daha iyi oluyorum,
Her şey bana kolay ve zahmetsizce geliyor,
Işık ve sevgi ile dolu,neşe saçan bir varlığım,
Doğal olarak aydınlandım,
Hayatım bütün bir mükemmellikte çiçek açıyor,
Keyif aldığım her şey şimdi burada,
Hayatımın patronu benim,
İhtiyacım olan her şey zaten bende,
İstediğim neşeye sahip olmam uygundur.
Bu zengin bir evren ve hepimiz için bolluk var,
Bolluk benim doğal varoluşumdur,Bunu şimdi kabul ediyorum,
Sonsuz zenginlikler şimdi hayatıma özgürce akıyor,
Her gün mali olarak bolluğa kavuşuyorum,
Daha çok verdikçe daha çok aldıkça daha mutlu hissediyorum,
Ben tam,bütün,sağlıklı bir bireyim.
Her nefes alışım beni gençleştirip,güçlendiriyor.
Yaşamım düşünce ve duygularımla gerçeğe dönüşür.
Duygu,düşünce ve deneyimlerimle yaşamımın içinde büyüdüğümün bilincindeyim.
Ben uyumlu bir bireyim.
Yalnızken yahut insanlarla iken uyumlu bir bütünün parçasıyım.
Yaşadıkça her güzelliğe layığım hepsini hak ediyorum.
Özümde mevcut olan bütün güzellikler içimden dışıma yansır.
Kendimi “olduğum gibi” seviyor,onaylıyor,affediyorum.
Bedenimi,sesimi,yüzümü,yüzümdeki ifadeyi seviyorum.
Sevgi koşulsuzdur...
Bütün insanları oldukları gibi kabul edip,affetmenin huzurunu yaşıyorum.
Kendimi rahatlıkla ve özgürce ifade ediyorum.
Kendimi ifade etmek çok güvenli ve kolay...
Hayatımın kahramanı benim!!!
Kendi kararlarımı alarak onları uygulayabilecek cesarete sahibim.
En büyük başarı sadece “kendim” olmaktır.
Kimseyi değiştirme yükümlülüğüm yoktur.
Değişime kendimden başlamanın hazzını yaşarım.
Yaşamımda bana ait olan sorumluluklarımı kabul ediyorum.
Başkalarının da kendi sorumluluklarını alarak “kendi” olmalarına izin veriyorum.
Özümde varolan dağ gibi güven her an benimledir.
Yaptıklarımı henüz yapmadıklarımı seviyorum.
Daima olumlu düşünüp,olumlu konuşuyorum.
Güzel görüp güzel düşündükçe hayatımdan lezzet alıyorum.
Hedeflerime yürümek için bütün kaynaklara sahibim.
Bir insan bir şeyi başarabiliyorsa ben de başarabilirim.
Hayallerimin gerçek olabildiği evrende yaşamaktayım.
Hedeflerimin gerçekleştiğini net olarak görebiliyorum.
Evren tamamiyle bolluktur.bu bolluğa açığım ve layığım.
para hayatıma hazla giriyor ve çok parayı hakediyorum
kendimi seviyorum kendimi olduğum gibi seviyor ve kabulleniyorum
Herkes beni seviyor ben herkesi seviyorum
Mutlu olmak bnm hakkım.
Sevmek sevilmek en doğal hakkım
Yeteneklerimin farkındayım ve bunları kullanıyorum.
İdeal kilomdayım.
Zihnim berrak ve farkındalığım açık.
Bedenim sağlıklı ve fit durumda.
 
Son düzenleme:
$1622135_549967181783810_1907305306_n.jpg
Afformasyon diye de bir yöntem varmış.
AFFORMASYON METODU

Affirmasyon ( onaylama) nedir hepimiz biliyoruz. Gerçekleşmesini istediğimiz cümleleri tekrarlayıp bunları bilinçaltımıza inandırmaktır

Daha önce affirmasyonları kullandınız mı? Aynı cümleyi tüm gün boyunca tekrar tekrar söylemek sadece zihninizde kuşku uyandırır ve bilinçaltınız her söylediğiniz affirmasyonları reddeder.

Bilinçli zihin: “ toplumda kendime güvenli davranırım.
Bilinçaltı zihin: Hayır aptal geçen sefer komik duruma düştüğün anı hatırla , tabiî ki kendine güvenli değilsin” der

Bilinçli zihin Her gün daha zeki oluyorum.
Bilinçaltı zihin: Tabiî ki değil aptal Sadece ortalama zekadasın ve yerini bil" der
Bu nedenle bilinçaltınız kendisi ile çelişen affirmasyonlar ile çalışmaz.

Sadece bilinçaltı zihninizle çelişmeyen affirmasyonlar işe yarar. Şimdi ben zenginim deyin. Ne oldu içinizdeki ses haklısın sen zenginsin dedi mi? Yoksa neren zengin borçlar diz boyumu dedi.

Affirmasyonların problemi genelde bir çoğu bilinçaltı zihin ile çeliştiği için çok kişide çalışmamasıdır. Neden? Çünkü gerçekten inanmadığınız bir şeye kendinizi ikna etmeye çalışıyorsunuz.

Hiçbir affirmasyonu çok uzun ve sık kullanıp ta sonuçta hiç bir şey olmadığını gördünüz mü?

Antropolojistlere göre insanlar anlam yapıcıdır başka bir deyişle insanlar kendi kendine soru soruculardır. Araştırmalar insan beyninin sürekli soru sorma ve cevap alma durumunda olduğunu göstermiştir. Mesela size “neden gökyüzü mavidir?” desem zihniniz hemen bunun cevabını araştırmaya başlar.
Eğer insan zihni sürekli soru sorup cevap arıyorsa neden inanmadığımız pozitif kelimeleri söyleyip duruyoruz.?

Bunun yerine neden kendimize güçlendirici sorular sormuyoruz.?

Bu sorular onlara cevap vermek yerine bizim düşünce kalıplarımızı negatiften pozitife dönüştürecekler.

“Ben zenginim” cümlesini alalım ben zenginim dediğinizde bilinçaltımız buna inanmıyor. Öyleyse bunun yerine güçlendirici sorular soralım “neden bu kadar zenginim? “

Sorun şimdi kendinize “neden bu kadar zenginim.”?

Şu anda beyniniz ne yapıyor biliyormusunuz? bu soruya cevap arıyor.

Sorularımızı değiştirdiğimizde içimizdeki gücün neler yapabileceğini hayal bile edemeyiz..

İşte bu metoda AFFORMASYON metodu denir.
 
Hayatınızı değiştirecek afformasyonları yaratmanın 4 adımı

1. adım: Hayatınızda olmasını istediğiniz şeyi kendinize sorun
Daha önce bir hedefiniz varsa onu da hedefinizi kullanabilirsiniz.
Diyelim kilo vermek istiyorsunuz ve affirmasyonunuz
“ben kolayca ve sağlıklı olarak ayda 5 kilo veriyorum” olsun

2.Adım :Şimdi gerçekmiş gibi düşündüğünüz ve istediğiniz şey için bir soru yaratın
İstediğinizi şeyin doğru olduğunu farzettiğiniz bir soru yaratmak afformasyonların anahtarıdır.
Hayatımız yaptığımız varsayımların yansımasıdır. Bu nedenle afformasyon metodu içinizdeki dünya ile iletişiminizdir .
Afformasyonlar içinizdeki dünya ve dışınızdaki dünya ile iletişimizi hemen değiştiren gördüğüm en etkili yöntemdir.
Şimdi afformasyonumuzu söyleyelim
“Neden bu kadar kolay ve sağlıklı olarak ayda 5 kilo veriyorum.”

3.Adım :Soruya odaklanın
Afformasyonların önemli noktası sorulara cevap aramamaktır. Bunun yerine daha iyi sorular sormaktır.
Daha iyi sorular sorduğunuzda zihniniz otomatik olarak sahip olmadıklarınız yerine sahip olduklarınıza odaklanır. .
Bir kere kolay ve sağlıklı olarak kilo vermeye odaklandığınızda , kendiliğinden yemenize dikkat edeceksiniz..

4.Adım : Hayatınızın bu yeni varsayımına göre yeni eylemler yapmalısınız
Daha önce kilo verme programlarını uyguladığınızda bilinçaltınız bunun olacağını varsaymıyordu ve öyle oluyordu.
Ama afformasyon metodunu uygulamaya başladığınızda göreceksiniz bilinçaltınız kilo vermeyi varsaymaya başlayacak ve siz yeni eylem programı yapacaksınız .

En az önümüzdeki 21 gün boyunca her sabah uyandığınızda kendinize değişik türde sorular sormalısınız ve yatmadan önce ve gün boyunca aklınıza geldiğinde bu soruları kendinize sormaya devam edin.
 
Avni Sevinç,sitesinde bu soruların 21 gün tekrarlanmasını,arada 7 gün mola vererek 3 ay sürdürülmesini söylüyor.Kendiniz,size uygun konularda kendi sorularınızı tekrarlayabilirsinizAşağıda örnek sorular var.Bunların hepsini kullanmanız gerekmez.Size uygun gelenleri alabilirsiniz,ya da kendi konunuza uygun sorular hazırlayın.

GEÇMİŞİMDEN ÖZGÜRLEŞİYORUM

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

- " Neden bu kadar geçmişimi olduğu gibi kabul ediyorum? "
- " Neden bu kadar geçmişimden özgürüm? "
- " Neden bu kadar geçmiş deneyimlerimde bile pozitif yönleri görüyorum? "
- " Neden bu kadar geçmişimden ayrılıyorum? "
- " Neden bu kadar kızgınlığımı arkamda bırakıyorum? "
- " Neden bu kadar kendime ait tüm kızgınlıklarımı bıraktım? "
- " Neden bu kadar beni ben yapan geçmişteki deneyimlerim? "
- " Neden bu kadar geçmişim bana güç verdi? "
- " Neden bu kadar geçmişteki reddedilmelerim beni güçlendirdi? "
- " Neden bu kadar geleceğim hakkında pozitifim? "
- " Neden bu kadar beni parlak bir gelecek bekliyor? "
- " Neden bu kadar şu anda yaşamımdaki tüm iyi şeyleri takdir ediyorum? "
- " Neden bu kadar hayatımda pek çok iyi şey var ve ileriye, geleceğe bakıyorum? "

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derinn bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.

ÇEKİM YASAMI İŞLETİYORUM

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

- " Neden bu kadar çekim yasası her gün benim için çalışıyor? "
- " Neden bu kadar ne istersem hayatıma çekme gücüm var? "
- " Neden bu kadar çekim yasamı işletiyorum? "
- " Neden bu kadar istediğim her şeye sahip oluyorum? "
- " Neden bu kadar rüyalarımı gerçekleştiriyorum? "
- " Neden bu kadar kafama koyduğum her şeyi başarıyorum? "
- " Neden bu kadar pozitif düşüncelerim pozitif durumları çekiyor? "
- " Neden bu kadar zihnim isteklerimi hayatıma geçiriyor? "
- " Neden bu kadar rüyalarım gerçeğim oluyor? "
- " Neden bu kadar paramı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar gücümü hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar güçlü ilişkilerimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar güçlü arkadaşlıklarımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar sevgimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar seksüel partnerlerimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar zevklerimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar şansımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar yeteneklerimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar yaşam başarımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar iş fırsatlarımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar iş başarımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar sağlığımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar mutluluğumu hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar huzurumu hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar refahımı rahatımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar güvenliğimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar pozitifliğimi hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar bolluğumu hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar finansal başarımı hayatıma çekiyorum? "
- " Neden bu kadar şükürlerimi hayatıma çekiyorum? "

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derinn bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.

PARA KAZANIYORUM

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

- " Neden bu kadar parayı olduğu gibi ve derinden kabul ediyorum? "
- " Neden bu kadar parayı sevgiyle affediyorum? "
- " Neden bu kadar parayı seviyorum ve parayı onaylıyorum? "
- " Neden bu kadar paraya değer veriyorum? "
- " Neden bu kadar para dostumdur? "
- " Neden bu kadar parayla mutluyum? "
- " Neden bu kadar para kazanıyorum? "
- " Neden bu kadar her an ve tamamen yeterliyimdir? "
- " Neden bu kadar sağlıklıyım, mutluyum, huzurluyum, rahatım ve güvendeyimdir? "
- " Neden bu kadar şükürle beraber param çoğalıyor? "

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derinn bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.
 
ZENGİN OLUYORUM

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

- " Neden bu kadar yaşamım için bir seçim yapıyorum? "
- " Neden bu kadar yaşamımda yeniliklere ve bolluğa yer açıyorum? "
- " Neden bu kadar düzenli, temiz, titiz biriyimdir? "
- " Neden bu kadar kendimi ve herkesi affediyorum? "
- " Neden bu kadar neyi istediğimi biliyorum? "
- " Neden bu kadar yeteneklerimi geliştiriyorum? "
- " Neden bu kadar zamanıma pozitif değer yaratıyorum? "
- " Neden bu kadar cesur ve atılganımdır? "
- " Neden bu kadar zengin arkadaşlara sahibimdir? "
- " Neden bu kadar zengin iş sahibiyimdir? "
- " Neden bu kadar zenginliğe sahip olunca mutlu oluyorum? "
- " Neden bu kadar sağlığımı, mutluluğumu, refahımı, huzurumu, rahatımı, zevklerimi önemsiyorum? "
- " Neden bu kadar sahip olduklarıma şükrediyorum? "

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derin bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.


BORÇLARIMDAN ÖZGÜRÜMDÜR

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

- " Neden bu kadar borçlarımdan kurtuluyorum? "
- " Neden bu kadar borçlarım azalıyor? "
- " Neden bu kadar heran paramı biriktiriyorum? "
- " Neden bu kadar heran borçlarımdan özgürümdür? "
- " Neden bu kadar paramın kontrolü bendedir? "
- " Neden bu kadar paramın disiplini bendedir? "
- " Neden bu kadar ani harcama dürtülerime karşı güçlüyümdür? "
- " Neden bu kadar kendi bütçemle güçlüyümdür? "
- " Neden bu kadar bütçemin kontrolü tamamen benim elimdedir? "
- " Neden bu kadar mükemmel finansal planlarım vardır? "
- " Neden bu kadar para hareketlerimi dikkatlice planlıyorum? "
- " Neden bu kadar her kuruşumun hesabını tutuyorum? "
- " Neden bu kadar para biriktirmekten hoşlanıyorum? "
- " Neden bu kadar heran para biriktirmek bana doğal geliyor? "
- " Neden bu kadar para biriktirerek mutlu huzurlu rahat oluyorum? "

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derinn bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.


İŞ BULUYORUM VE GELİŞTİRİYORUM

Derin nefes alıyoruz, sakinleşene kadar..
Her başlıktaki soru cümlelerini 33 kere sesli olarak tekrarlıyoruz.

Neden bu kadar güvendeyim?
Neden bu kadar işimi seviyorum?
Neden bu kadar sahip olduğum işi hak ediyorum?
Neden bu kadar değerli bir insanım?
Neden bu kadar değerli bir personelim/işadamıyım? (işe girmek için "personelim" yada iş kurmak için "işadamıyım" kelimesini seçiniz.)
Neden bu kadar evrende herkese yetecek kadar bolluk bereket var?
Neden bu kadar ben de bu bolluk bereketten faydalanıyorum?
Neden bu kadar kendimi güvende hissediyorum?
Neden bu kadar geleceğimde herşeyin iyi olduğunu biliyorum?
Neden bu kadar yaşam sürecine güveniyorum?
Neden bu kadar kendimi yaşam sürecin akışına bırakıyorum?
Neden bu kadar paraya saygı duyuyorum?
Neden bu kadar parayı hak ediyorum?
Neden bu kadar parayı seviyorum?
Neden bu kadar parayı kabul ediyorum?
Neden bu kadar sahip olduğum işime şükrederim?

sesli olarak tekrarladıktan sonra ve cümle sonunda derinn bir nefes daha alıyoruz ve son olarak

" teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim."

diyerek tekrarladığımız soru cümlemizde evrene şükranlarımızı sunuyoruz.

Tekrarladıklarımıza günde en az 3 tur ve 3 ay süreyle devam etmeliyiz.
 
Bu afformation konusunu ingilizce kaynaklarda araştırdım.Etkili olan örnekler vermişler. http://markettorrent.com/community/viewtopic.php?t=3484

Önceki yazılarda 3 kere 33 kere tekrar konusu kafamı karıştırmıştı.İngilizce kaynaklarda buna dair bir ifadeye rastlamadım.Sadece soruları konularına göre gruplandırmyı;günde 20 dakikadan fazla zaman ayırmamayı;istek basitse kısa zamanda sonuç alınabileceğini ama detaylıysa 3 ay ya da daha fazla zaman alabileceğini yazıyorlar.7 gün ara vermekten bahsetmiyorlar.Afirmasyonların yanısıra uygulanabilir bence.
Yarın kendi sorularımı hazırlayacağım.sabah,öğle,akşam tekrarlamayı düşünüyorum.Denemesi bedava.
 
Sorularımı hazırladım.Bakalım uygulayıp göreceğim.

-Neden her hafta 2 kilo veriyorum?
-Neden bu kadar fit bir vücuda sahibim?
-Neden sağlıklı bir şekilde kiloları kolayca veriyorum?
-Neden kilo verdikçe gençleşiyor ve iyi görünüyorum?
-Neden ideal kilomu rahatça koruyorum?
----------------------------------------------------
-Neden bu kadar çabuk ve kolay dil öğreniyorum?
-Neden yabancı dillerdeki kelime haznem bu kadar geniş?
-Neden dillerin gramerini çabuk kavrıyorum?
-Neden yabancı dlllerde,okuduğumu,izlediğimi,duyduğumu kolayca anlıyorum?
-Neden yabancı dillerde kendim kolayca ifade ediyorum?
------------------------------------------------------
-Neden yaşamımda bu kadar yeniklere ve bolluğa yer açıyorum?
-Neden borçlarımı bu kadar kolayca ve rahatça ödüyorum?
-Neden çocuklarım bu kadar bolluk ve zenginlik içnde yaşıyor?
-Neden para biriktirmekten bu kadar hoşlanıyorum?
-Neden para bana kolayca geliyor ve ben elde tutuyorum?
-Neden parayı bu kadar seviyorum?
-Neden çocuklarıma kolayca yüklü harçlıklar veriyorum?
-Neden evren bana bu kadar bolluk sunuyor v ben kabul ediyorum?
-------------------------------------------------
-Neden her gün isteyerek egzersiz yapıyorum?
-Neden vücudum günden güne daha da biçimleniyor?
-Neden egzersiz yapmak bana iyi hissettiriyor?
-Neden fit bir vücuda sahibim?
--------------------------------------------------
-Neden ben doğuştan yaratıcıyım?
-Neden kendimi sanatsal-edebi olarak ifade etmeyi seviyorum?
-Neden gördüğümü ve aklımdakini kolayca yorumlar ve kağıda dökerim?
-Neden yaratıcı ve sanatçı bir zihnim var?
-Neden resim çizmeyi ve boyamayı bu kadar seviyorum?
-Neden duygularımı,düşüncelerimi ve hayallerimi kolayca ve sanatkârane şekilde yazıyorum?
----------------------------------------------------
-Neden algılarım sürekli açık?
-Neden farkındalığım bu denli yüksek?
-Neden yeni fırsatların bu denli farkındayım?
-Neden evrendeki güzellik ve mucizeleri kolayca farkediyorum?
-Neden günlük hayatta rastlantıları,içe doğmaları,işaretleri kolayca takip ediyorum?
----------------------------------------------------------
-Neden herkesi seviyorum,herkes de beni seviyor?
-Neden herkesle kolay arkadaş oluyorum?
-Neden eski-yeni arkadaşlarımla sıkı iletişim halindeyim?
------------------------------------------------------
-Neden evimi seviyorum?
-Neden evim konusunda titiz,düzenli,temiz birisiyim?
-Neden bu kadar bolluk,refah ve huzur içindeyim?
-Neden zihnim hayallerimi gerçeğe dönüştürüyor?
 
Son düzenleme:
$10174892_711179398935054_1505525933961204578_n.jpg
(Alıntıdır)
Belirsizlik bizlerin en sevmediği şeylerin başında geliyor. Bilmeyi istiyoruz. Ne olacak, nasıl yapacağız, nereye gideceğiz, planımız ne olacak... Fakat hayat bize "Bilmeyi mi istiyorsun, al sana bilmeyi istediğin şey" deyip şrak! diye bir el hareketi çekiyor. Biz bozulunca da kulağımıza fısıldıyor "Yaşam böyle bir şey değil, evladım..." Ama biz buna inanmadığımız için küsüp, yere çöküyoruz; söyle bana söyle bana ne olacak diyen küçük çocuklar misali. Niye? Çünkü aslında korkuyoruz, korktuğumuz için kontrol etme ihtiyacındayız ve kontrol edebilmek için de bilgiye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden planlar üstüne planlar, stratejiler üstüne stratejiler geliştirip duruyoruz. Ama bunlar BEN'den değil, zihnimizden geliyor. Yani hayatta kalmak üzerine çalışan programımızdan...

Benim şahsen bugüne kadar hiç bir planım olmadı. Hele ki mesela kariyer planım hiç. Bugün yaptığım şeylerin hiçbirisini planlayarak yapmadım. Sadece kalbimden geçen niyetler, avucumda yazılı hayaller vardı; fakat bunları oldurmak için hiç kendimi kasmadım. Sadece doğru zamanda doğru yol çıktı karşıma. Tıpkı Michael Thomas'ın hikayesinde olduğu gibi, kavşağa gelene kadar ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece yürüyordum ve tam o noktada ne yöne gitmemi bana söyleyen bir işaret çıkıyordu. Hani bunu bir başka şekilde yemek pişirmeye de benzetebiliriz, hayallerimiz malzemelerimiz, ruhumuz da ateşimiz. Koyuyoruz ocağa ve biz işimize bakıyoruz. Pişme zamanı tamamlandığında yemek hazır oluyor, fakat daha önce almaya kalkarsanız ocaktan, o yemekten hayır gelmiyor.

İşte hele ki belirsizliğin dibine vurduğumuz şu dönemde durumumuz elinde boş bir haritayla yürüyen Michael Thomas'a benziyor. Kağıda bakıp duruyoruz da bir yanıt yok ve buna da sinir oluyoruz. Sinir olup da olduğumuz yere çökersek maalesef o haritadan hiç yanıt gelmeyecek, çünkü beklediğimiz yanıt için yürümemiz gerekiyor, yanıt ilerideki kavşakta... Hem ayrıca yürürken çevrenize bakın, ne güzel ağaçlar, çiçekler, manzaralar, mis gibi hava var ohhhh... Bu yolculuğa bir hedeften diğerine koşmaya da gelmedik hani. Tıpkı yemek yapmaya gelmediğimiz için... Yemeğimiz tam zamanında hazır olur ve biz onun keyifle yeriz. Eee yemeği yedikten sonra hadi şimdi sıra diğer öğünde deyip tencerenin başında mı bekliyoruz saatlerce? Hayatımızı ocak başında mı geçiriyoruz. Hayır! O yemek bize güç ve enerji veriyor. Sonra gidip yaşamımıza devam ediyoruz ve sonrasında acıkınca yeniden yemek yapıyoruz... İşte hayallerimiz bizleri böyle besliyorlar... Gerçekleştikçe bizleri doyurup, yolculuğumuza enerji sağlayarak... Böylece nice yerleri keşfediyoruz yaşamda o enerjiyle... Ve ne zaman enerjimiz düşüyor, acıkıyoruz; yeni hayaller gerekiyor bize açlığımızı doyurmak ve enerjimizi yükseltmek üzere...

Belirsizlik harika bir şey aslında... Çünkü bizlere kafayı elimizdeki haritadan kaldırıp etrafımıza bakma fırsatı veriyor. "Takma sen haritaya, plana... Etrafına bak mis gibi, zamanı geldiğinde yönün de hazır, planın da, yemeğin de..." diyor evren bizlere... Ayrıca yaşadığımız bu sonsuz büyüklükteki evren de bir zamanlar bir belirsizlikten, yani yokluktan ortaya çıktı. Bir yokluktan sonsuz bir evren hatta evrenler çıkabiliyorsa; kimbilir bizdeki yokluktan ne mucizeler ortaya çıkar... Yolumuzda yürümeye devam edelim yeter...
 
$10003198_10152237064747510_710932355_n.jpg
ilahi olan

Bir Tibet manastırında üstatları ile birlikte yaşayan bir grup keşiş ile ilgili eski bir hikaye vardır. Onların yaşamları disiplinli ve adanmış idi ve içinde yaşadıkları atmosfer uyumlu ve huzurlu idi. Uzak köylerden gelen insanlar böyle sevgiyle dolu spiritüel bir ortamın sıcaklığının tadını çıkarmak için manastıra akın ediyorlardı.

Sonra bir gün üstat dünyasal formunu terk etti. Önce, keşişler geçmişte yaptıkları gibi devam ettiler, ama bir süre sonra, günlük rutin özellikleri olan disiplin ve adanmada gevşemeler başladı.. Her gün kapıya gelen köylülerin sayısı azalmaya başladı ve yavaş yavaş manastır bir bakımsızlık haline düştü.

Kısa süre sonra keşişler aralarında tartışmaya, çekişmeye başladılar, bazıları parmaklarını uzatarak başkalarını suçladı, bazıları da suçluluk ile doldu. Manastır duvarlarındaki enerji düşmanlık ile çatırdadı. Sonunda, kıdemli keşiş artık buna dayanamaz oldu. İki günlük yürüyüş mesafesinde bir münzevi olarak yaşayan spiritüel bir üstat olduğunu duyan keşiş onu aramak için zaman kaybetmeden yola koyuldu. Ormandaki inziva yerinde üstadı bulunca, ona manastırın düştüğü üzücü durumu anlattı ve tavsiye istedi.

Üstat gülümsedi. “Aranızda yaşayan, Tanrı’nın Enkarnasyonu olan biri var. Etrafındakiler tarafından saygı görmediği için, kendisini göstermeyecek ve manastır bakımsızlık içinde kalacak.” Bu sözleri söyledikten sonra üstat sessiz kaldı ve başka bir şey söylemedi. Manastıra dönüş yolu boyunca, keşiş kardeşlerinden hangisinin Enkarne Olan olabileceğini merak etti.

“Belki o, yemeklerimizi yapan Jaspar kardeştir” dedi yüksek sesle. Ama bir saniye sonra, “Hayır, o olamaz. O pasaklı ve aksi ve yaptığı yemeklerin tadı yok” diye düşündü.

Sonra, “Belki bahçıvanımız, Timor kardeştir” diye düşündü. Bu düşünce de çok çabuk inkar edildi. “Şüphesiz” dedi yüksek sesle. “Tanrı tembel değil ve Timor kardeşin yaptığı gibi asla yabani otların marulları yok etmesine izin vermezdi.”

Sonunda, kardeşlerinin hepsini ve her birini kusurlar bulup azlederek, kıdemli keşiş hiç kimsenin kalmadığını fark etti. Üstadın söylediği gibi keşişlerden biri olması gerektiğini bilerek, yeni bir fikir ortaya çıkmadan önce buna biraz daha üzüldü. “Bu Kutsal Olan, kendisini gizlemek için kusurlu görünmeyi seçmiş olabilir mi?” diye düşündü. “Tabi ki, olabilirdi! Böyle olmalıydı!”

Manastıra ulaşınca, üstadın söylediklerini hemen kardeşlerine anlattı ve hepsi de İlahi Olanın aralarında yaşadığını öğrenince şaşkına döndüler.

Her biri, Enkarne Olan Tanrı’nın kendisi olmadığını bildiği için, her biri de kardeşlerini dikkatle incelemeye başladı, hepsi aralarından kimin Kutsal Olan olduğunu belirlemeye çalıştı. Ama hepsi de diğerlerinin hatalarını ve başarısızlıklarını görebiliyordu. Eğer Tanrı aralarında ise, kendisini çok iyi gizliyordu. Enkarne Olan’ı bunlar arasında bulmak zor olacaktı.

Birçok tartışmalardan sonra, sonunda birbirlerine karşı nazik ve sevgi dolu olmak için çaba göstermeye karar verdiler, birbirlerine Enkarne Olan’a karşı doğal olarak gösterecekleri saygı ve onur ile davranacaklardı. Eğer Tanrı gizli kalmakta ısrar ederse, o zaman her bir keşişe, o sanki Kutsal Olanmış gibi davranmaktan başka seçenekleri yoktu.

Her biri diğerlerinde Tanrı’yı görmeye o kadar yoğunlaşmıştı ki, bir süre sonra kalpleri birbirlerine karşı sevgiyle doldu, onları bağlayan negatifliğin zincirleri kopup gitti. Zaman geçtikçe, Tanrı’yı sadece birbirlerinde değil, herkeste ve her şeyde görmeye başladılar. Günler Onun Kutsal Varlığı ile sevinç içinde, keyifli geçti. Manastır bu sevinci bir deniz feneri gibi yaydı ve kısa süre içinde köylüler geri döndüler, oradaki sevgi ve sadakatın dokunuşunu arayarak daha önceki gibi kapılardan dalga dalga aktılar.

Bir süre sonra kıdemli keşiş, verdiği sır için teşekkür etmek üzere üstada bir ziyaret daha yapmaya karar verdi. “Enkarne Olan’ın kimliğini keşfettiniz mi?” diye sordu üstat.

“Evet” diye yanıtladı kıdemli keşiş. “Onun hepimizin içinde olduğunu bulduk.”

Üstat gülümsedi.
 
$10442564_681587381911843_6341323296259047409_n.jpg
Zihin Bedeni Nasıl Etkiliyor?
Zihnin bedeni nasıl etkilediği üzerine yapılan en son araştırmalar ilginç sonuçlar ortaya koydu. Hastalıkları ilaç yerine zihinle tedavi edebilir miyiz? Düşüncelerimiz hayatımızı tam olarak nasıl biçimlendiriyor?

Hayal edin. Söğüt ağacı yaprağına alerjiniz var. Dokunduğunuz anda cildiniz kabarıyor, kızarıyor, deli gibi kaşınmaya başlıyor. Doktor size bir alerji testi yapıyor. Önce gözlerinizi sıkıca bağlıyor. Ardından sağ kolunuza söğüt yaprağı sol kulunuza ise dut yaprağı süreceğini söylüyor. Ve testi uyguluyor. Tabii sağ kolunuz hemen kaşınıp yanmaya başlıyor. Sol kolunuzda ise her şey normal. Ama gözlerinizi açtığınızda doktor sürprizi açıklıyor: "Aslında kaşınan kolunuza dut yaprağı sürmüştük, alerjik olduğunuz söğüt yapraklarını ise sol kolunuza sürdük!"

Ve işte bir başka örnek: Bir Parkinson hastası ayaklarını sürüyerek zorla yürüyebiliyor ve elleri yazı yazamayacak kadar çok titriyor.
Cerrahi müdahale yapılmasını kabul ediyor. Geçirdiği beyin ameliyatı sonrası hastanın elleri ve ayakları düzeliyor, normal hareket etmeye başlıyor. Ancak doktorlar gerçeği sonradan açıklıyorlar: "Yapılan beyin ameliyatı tamamen sahte. Cerrahlar kafatasına küçük bir delik açıp, hiçbir şeye müdahale etmeden geri kapattılar."

İki deney de düşünceler ve duyguların insanın fiziksel sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran bilim adamları tarafından yeni yapıldı.Sonuç ortada: Zihin bedeni doğrudan etkiliyor!

Bu yeni bir inanış değil. Tıp dünyasında yıllardır konuşuluyordu. Ancak son yıllarda bilim adamları zihin ile beden arasındaki bağlantının sanıldığından çok daha güçlü, çok daha etkili olduğunu keşfetti. Bu yüzden de 21.yüzyılın gelişmiş tıp teknolojisiyle konuyu derinlemesine incelemeye karar verdi. Buna göre sinir, gerginlik, yalnızlık, umutsuzluk, sevgi, huzur, mutluluk ve iyimserlik sadece soyut duygu ve düşünceler değil. Bütün bu psikolojik durumlar tıpkı zayıflık ya da şişmanlık gibi bedenimizi fiziksel olarak yani somut biçimde etkiliyor. Beyin bu duygu ve düşünceler doğrultusunda bağışıklık sisteminden, kan hücrelerine, kalpten bağırsaklara kadar bütün organ, doku ve hücreler üzerinde değişiklikler yapabiliyor.


Bilim adamlarının yeni hedefi zihinsel ve fizikler durumlar arasındaki köprüleri keşfetmek tedavi amaçlı kullanmayı öğrenmek.Yakın tarihli bir araştırma da ABD"deki yetişkin nüfusun neredeyse yarısının beden ve zihni buluşturan yöntemlerle ilgilendiğini gösteriyor. Bunlar arasında yoga, derin nefes egzersizi uygulamaları, ileri kas esnetme teknikleri, hipnoz, düşleri yönlendirme teknikleri, bir de bedenle zihnin en etkili bağlantı şekli olan dini inanç ve dualar var. Hepsi temel de stresle savaşıyor. Çünkü stres günümüzde neredeyse öldürücü.

İnsanın stresli bir durum karşısında kan basıncının yükseldiği, kalp atışlarının hızlandığını, kas geriliminin arttığını ve solunumunun düzensizleştiği biliniyor. Sebep ise hormonlar ve vücut kimyasalları. Bu maddeler insanda baş ağrılarından kalp krizine kadar her türlü fiziksel hastalığı tetikleyebilecek kadar güçlü.

Negatif duygu ve düşüncelerin sağlığa olumsuz etkileri ortada. Peki pozitif duygu ve düşünceler de olumlu yönde etkili oluyor mu? Bilim adamları "evet" diyor; "Zihin gücü hastalıkların tedavisinde kullanılabilir!" Beyin, zihin gücüyle vücuttaki fiziksel ağrıyı da ortadan pekala kaldırabiliyor. ABD"deki Duke Üniversite"sinde yapılan araştırmalar dini inançları olan kişilerin daha az hastalıklara yakalandığını söylüyor; HIV hastaları üzerinde yapılan bir başka araştırma ise pozitif ve iyimser bir dünya görüşüne sahip olan AIDS hastalarının bağışıklık hücrelerinin diğerlerine nazaran daha güçlü olduğu belirtiliyor.

Peki beyin gücüyle daha sağlıklı olabilir, hastalıkları ilaç yerine zihinle tedavi edebilir miyiz? Bu araştırmalar, zihin ve bedenin gizemli ilişkisini göler önüne sermek adına sadece başlangıç. Ve daha şimdiden bilim adamlarına zihnin beden üzerinde olumlu fiziksel etkiler sağlayabilecek bir gücü olduğunu şimdiden kanıtladı. Bilim bu konu üzerinde araştırmalarını derinleştirirken beden ile zihin arasında köprü kuran yoga, zihni düşüncelerden arındırma ve dua etmek gibi tekniklerin de artık büyük önem kazanacağı aşikar.

Alıntı
 
$lovina-sunrise-dolphin.jpg

EVRENDE RASTLANTI YA DA TESADÜF VAR MIDIR?

Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar... Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan...

Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş... Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal yâda duygusal bir olayın tetikleyicisi olur.

Küçük ya da büyük... Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı, bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara... Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz, eşimiz, çocuğumuz vs. Her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.

Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları ( o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar takrar yaşamaya devam ederiz.

Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.

Özet olarak, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında. Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkûm olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan.

Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna, mutluluğa, ideal ilişkimize ve ruhsal eşimize kavuşuruz.

ALINTI…
 
Back