Şizofreni hastalığı ve hasta yakınları paylaşım/bilgilendirme köşesi

-31-

Oğlum yirmi beşinci yaşına girmişti. Onsekiz yaşından, yirmibeş yaşına, nasıl bir hastalıkla mücadele ederek girmişti. Hayatının baharı zindan olmuştu. Bunca yılı hastaneler ve ev arasında geçirmişti. Bir gün profesör hanıma "artık hiç umudum kalmadı" dedim. Hoca "her zaman umut vardır, sabredin, çok iyi gelişmeler, çalışmalar var yurt dışında. Çok etkili ilaçlar çıkacak" demişti. Ben çok rahatlamıştım. Onun o sözünü unutamam. Yeni ilaçları beklemekten başka hiç umudum kalmamıştı.

Artık iyice anlamıştım. Oğluma şimdilik tıbbın yapacağı fazla da bir şey yoktu. Herşey denenmişti. Çok dirençli, ağır hastaydı. Oğlumla, çaresiz, ayları, yılları, sıkıntı ve acı içinde geçiriyorduk. 'şizofreninin' oğluma verdiği acıyla, yıkımla kahroluyorduk. Yine de yeni ilaçların çıkmasını ümitle bekliyorduk. Elimizden geldikçe onu rahat ettirmeye çalışıyorduk. Bazen, keşke oğlum küçük olsaydı, yine onu kucağımda sallayarak uyutsaydım diyordum. Hep o günleri arıyordum. Fakat artık hiçbir şekilde ona gücüm yetmiyordu. Küçüklüğünde uyumadığı zamanlar beşiğinin yanına radyoyu koyardım, müzik dinletince uyurdu. Bazen gözlerimi kapatıp derin derin düşünürdüm oğlumun şimdiki yaşadıkları keşke rüya olsaydı diye... Ne yazık ki şimdi ancak iğnesi yapılınca biraz sakinleşiyordu. O zaman saçlarını okşardım, ses çıkarmazdı. Fakat kalçalarında iğne yapacak yer kalmamıştı. Kalçaları taş gibi sertti. Sık sık alkolü pamuk koysak ta iyileşmiyordu. İğne yapılırken hiç ses çıkarmıyordu artık, yıllardır alışmıştı. Fakat baldırlarından vurulunca yalvarıyordu; "bacağımdan yapmayın çok acıyor". Hemşire hanım da "üzülüyorum Serdar ama kalçaların artık ilacı almıyor çok sertleşmiş" diyordu. Kollarında da artık hal kalmamıştı. Serumları ellerinin üzerindeki damarlara yapılıyordu. Yine de bu tedaviler benim oğlumun iyileşmesi içindi. Bu kadar yoğun tedavi yapılmasaydı kim bilir daha çok hasta olurdu. Çünkü çok dirençliydi.

Yine iğnesi yapılmış, rahatlamıştı. Başucuna oturup, saçlarını okşadım. "Geçecek aslan oğlum, badem gözlüm, sabret " diye onu iyice sakinleştirmeye çalıştım. Yüzüne baktım. Ağlıyor, o güzel gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Bana bakıp; "anne neden ben, söyle neden ben hasta oldum? Ben kime ne yaptım? Karıncayı bile ezmedim" dediğinde, sanki o sözleri hançer gibi kalbime saplandı. Ben de kendimi tutamayıp, dayanamayıp ağladım. Yine de, o sıkıntılı haliyle, "ağlama anne, ben iyi olacağım" diye moral vermeye çalıştı. Eğer onbir yıl yaşadıklarımı, oğlumun ızdıraplarını yazsam, inanın onlarca cilt kitap olurdu. Sık sık ellerini tutup, "oğlum biz başaracağız, bu hastalığı doktorların ve ilaçların yardımıyla, bizim desteğimizle yenecek iyi olacaksın, başaracaksın" dediğimde bazen yüzünde bir umut belirirdi, bazen beni hiç duymazdı. Ben yılmadan sürekli tekrarlardım. "Başaracağız, ne olur hastalığa teslim olma Serdar" diye yalvarırdım.
Düşünün. Bir insanın hayatı, bir hastalıkla nasıl alt üst oluyor. Umutları yok oluyor, istikbali yok oluyor ve üstelik uzun yıllar, yirmidört saat acı içinde geçen bir ömür... Hem evladınızın hem sizin umutlarınız bir hastalıkla nasıl yok oluyor. Evladınız, yakınınız, düşünün... Bir anda kendini bir cehennemde buluyor. Ya annelerin yaşadığı acı? Cehennemden daha beter. Ben eminim ki evladı hasta olan tüm anneler benim gibi acı içindeler. Dünyada hiçbir hastalık 'şizofreni' kadar hastaya da yakınına da bu kadar acı, ızdırap ve yıkım vermiyordur. Düşündükçe kalbim kan ağlıyor.

Yavrum sürekli isyan ediyordu, beni hastaneden çıkarın diye. O haklıydı fakat iyileşebileceği tek yer hastaneydi. Hastanedeki odamızın keşke dili olsa kimbilir neler anlatır diye düşünüyorum. Yıllar boyunca ne sıkıntılarımıza şahit olmuştur. Öyle zalim bir hastalık ki en yakın akrabalarınız hastalığın adını duyunca, ne yazık ki sizden uzaklaşıyor. Desteklerine ihtiyacınız olduğu zaman hiç kimseyi bulamıyorsunuz. Yıllar geçtikçe daha iyi anladım; insanın annesinden, babasından ve kardeşinden başka gerçek dostunun olmadığını... Yeter ki sabretmesini bilelim.
Bir anne, biz şizofren hasta annelerinin çaresizliğini ve acılarını aşağıdaki dizelerle çok iyi dile getirmiş:
Biliyorum oğlum;
isteyerek üzmüyorsun beni
beyninde fırtınalar kopuyor
kurtaramıyorum seni.​
 
-32-

BİR GÜNLÜK ASKERLİK HATIRASI



Serdar ve Annesi Aysel Hanım
 
Nihil her sabah işe geldiğimde ilk buraayı açıyorum akşam bişey yazmışmısın diye. Çok büyük ilgiyle ve üzüntüyle okuyorum Serdar'ın başına gelenleri. Rabbim tüm şifa bekleyen hastalara şifa, ailelerine sabır versin. Şükürler olsun halimize. İşallah kardeşinde bu hastalığı çabuk atlatır.
 
-33-

ACABA NEREDE YANLIŞ YAPTIK?

Sürekli derin derin düşünüyordum. Biz nerede yanlış yaptık, nerede hata yaptık diye. Hep bir sebep arıyor fakat bulamıyordum. Elimizden geldiği kadar evlatlarımızı iyi yetiştirmeye çalışıyorduk. Vatana, millete, hayırlı bir insan olmasını istedik. Ama hayat süprizlerle dolu... Nedense bize hep acı süprizler sundu. Yine de beni en çok üzüntü ve kedere boğan şey, okulların açılması, yaşıtlarının askere gitmesi, evlenip yuva kurmalarıydı. Çok üzülürdüm. Allah'ım hiçbirini yavruma nasip etmedi. Her yıl okullar açıldığında derinlere dalıp düşünüyordum.

ilkokula başlaması...
Okula başlayınca ne kadar sevinçliydik. Kaderini bilemeden...

Derken ortaokul ve lise...
Okuldan eve gelişi, ders çalışması, oyun oynaması, günden güne boy atıp büyümesi...

Boyunun omuzlarımı geçmesi beni ne kadar da sevindirirdi. Çocukken her gün "denize gidelim anne" diyen oğlum ne yazık ki artık denizden çok korkuyordu.

Okulu çok sevmesi, başarıları... Şimdi ise üniversiteyi kazanmasına rağmen ne yazık ki okuma gücü ve isteğini yitirmesi...

Bunları düşündükçe sanki beynim parçalanıyor!

Hayır! Bu gördüğüm kötü bir rüya olmalı! Serdar'ım hasta olamazdı! Çıldıracak gibi oluyordum. Allah'ım sabır ver!

O yıllarda. Doğu ve Güneydoğu'da yüzlerce Mehmetçik şehit oluyordu. "Ne olurdu Allah'ım, oğlum da asker olup şehit olsaydı, bu hastalığa yakalanmasaydı. Bu ızdırabı, bu acıyı bize de, kendine de çektirmeseydi" diye çok dua ederdim. Şehit anaları ağlamasın, ben ağlayayım diye düşünürdüm. Çünkü benim yavrum çok ama çok hasta. Ben ona baktıkça her gün ölüyorum. Her gün daha da kötüye gidiyor. Allah'ım ya şifa ver, yahut ölüm diye ağlardım. Bir yandan da yeni ilaçların çıkması için dua ederdim. Küçük oğlum, biz hastaneden eve geldiğimizde o zamanlar abisinden korktuğu için eve girmeye korkardı. Zamanla onun gülmelerine, bağırıp, çağırmalarına alıştı. Artık o da abisine sahip çıkmaya başlamıştı. Evde kesici hiçbir şey bulundurmuyorduk. Sürekli intihar etmeyi düşünüyordu.

Vücuduyla ilgili takıntıları daha da artmıştı. Durmadan burnunun şeklinin değiştiğini, ayaklarının bacaklarının çok değiştiğini söyleyip, bize durmadan sorular soruyordu. Verdiğimiz cevaplarla ikna olmuyordu. "Beni kulak burun doktoruna götürün, ortopediye götürün" diye tutturuyordu. Çaresiz götürsek yine de ikna olmuyordu. Hastalanmadan önce çektirdiği resimlerine bakıp sürekli ağlıyordu. Resimdeki yüzünün, gözlerinin değiştiğini, farklı biri olduğunu söyleyip duruyordu. Ne kadar ikna etmeye çalışsak da inanmıyordu. Resimlerini yırtıp atıyordu.
 
-34-

YİNE HASTANE AMA BAŞKA BİR İLDE

Çok sıkıntılı günler geçiriyorduk. Bir gün eşimle düşünüp, çok büyük bir ilin hastanesine götürmeye karar verdik. Bir umuttur diye. Fakat benim için çok zor bir karardı, çaresizdik. Sağ olsun, doktorlar hemen yatışını yaptılar, iki ay tedavi gördü. Elektroşoklar yapıldı, ilaçlar verildi.

Taburcu oldu fakat hiç iyi değildi. Hastaneden ayrıldık ve minibüse bindik. Kardeşimin evine gelmek üzere hareket ettik. Yolda minibüs, yolcu almak için durunca, arabadan hızla inip, hastaneye doğru koşmaya başladı. Hem bağırıyor, hem de koşuyordu. Ben de peşinden koşuyordum. Yorulup bir parkta oturdu. Az ilerde de üç genç oturuyordu. O gençlere çok sinirli bakmaya başladı. Ben gizlice gençlere kalkmalarını söyledim. Gençler yavaşça kalktılar. Biraz oturduk. Yalvarmaya başladım, ikna oldu. Tekrar hastaneye döndük. Doktoru onu çok kötü bir durumda gördü. Gerçekten durumu çok kötüydü. Doktor Bey, yapacak başka birşey olmadığını, eve götürmemi söyledi. Çok zor bir yolculukla eve geri döndük. Yine iyileşme olmamıştı. Ben artık umudumu yeni çıkacak ilaçlara bağlamıştım. Evde ne kadar elektronik eşya varsa fişlerini, kablolarını kesiyordu. Uzaydan onu dinlediklerini söylüyordu. Düşüncelerinin okunduğunu, bizim onun hakkında konuştuğumuzu, 'rus ajanları' tarafından takip edildiğini, onu öldüreceklerini söylüyor ve yerinde duramıyordu. Sonra evde, balkondan kendini atmak istedi. Zor kurtardık. Aynı gece, salonda oturmuş, yine de ne olur ne olmaz diye bekliyordum. Biliyordum ki uyumuyor, yine de evin ışıklarını söndürüp oğlumun uyumasını her zamanki gibi bekliyordum.

Gece yarısı hızla mutfağa doğru koşup tedavi için aldığı ilacın bir kutusunu (50 tane) içti. Ben engel olmaya çalıştım. Beni hızla fırlatıp yere düşürdü. Kafamı çok kötü çarpmıştım. Bir yandan bana: "Neden beni dünyaya getirdin, acı çekmem için mi?" diye bağırıyordu. Babası yetişti. Fakat o ilacın hepsini içmişti. Hemen yine Tıp Fakültesi acil servisine yetiştirdik. Midesini yıkıyorlardı. Biz dışarıda bekliyorduk. Biraz sonra dayanamayıp bulunduğu yere gittim. Yanına vardığımda karnı çok şişmişti inliyordu. Kendinde değildi. Biraz sonra psikiyatri servisinden oğlumun doktoru da geldi, o gece nöbetçiymiş. Saat ikiyi geçiyordu. Bana, "burada biraz kalsın hemen yatışını yapalım, kliniğe gelsin" dedi. Sağ olsun her zamanki gibi doktor hanım çok ilgilendi ve böylece biz yine mekanımıza döndük.

Bursa Tıp Fakültesi'nin psikiyatri kliniğinin profesörlerine, doktorlarına, tüm çalışanlarına binlerce kez teşekkür ederim, hepsine minnettarım. Bize ve çocuğumuza çok destek oldular. Ve bir sekiz ay daha bu hastanede yattı. Eğer bu hastanede uzun sürelerle yatmasaydı, belki de bir ömür boyu ilaçlarını içmezdi. Buranın sayesinde ilaçlara alıştı. O çok zor dönemlerde bu insanlar bize hep destek oldular.
Profesör Sayın Bilgen Taneli Hocaya sonsuz teşekkürler. Profesör Suna Taneli Hocam o çok çaresiz yıllarımda, bana çok destek olup umut verdiniz, evladıma doktorluğun ötesinde bir anne şevkatiyle sabırla sahip çıkıp destek oldunuz size minnettarım. Sizlere ve çalışma arkadaşlarınıza sonsuz teşekkürler. Akrabalarımızdan göremediğimiz desteği, ilgiyi, sabrı bu değerli bilim adamlarından ve hastane çalışanlarından gördük. Yavruma sahip çıktılar, can siperane yardım ettiler. Eğer bu değerli insanlar da ilgilenmeselerdi, benim için artık yaşamın hiç bir anlamı kalmazdı.
Oğlum adına, ailem adına ve özellikle kendi adıma Sonsuz Teşekkürler...

Evet sonsuz teşekkür ederim o çaresizce çırpınmalarımızda evladımıza bize çok destek oldular.

Bazen düşünüyorum da, ben galiba dayanamazdım. Evladımın sürekli gözümün önünde çaresiz haykırışları, şüpheleri, anlamsız kelimeleri, saçma sapan soruları, çok tuhaf gülmeleri, duvarlara, herhangi bir yere çok şiddetli bağırması, kendisinin başka birisi olduğunu söylemesi, annesi babası olmadığımızı söylemesi, evladımın ızdırap ve çaresizliğine sabredilip dayanılması çok da kolay değildi ve ben bunlara dayanmasını uzmanlardan öğrendim. Bir gün geçeceğine inandım, inatla sabretmeyi öğrendim. Uzun yıllar sürse de bu sabrı gösteriyordum. Zaman zaman ben de kendimi bir girdap içinde hissediyordum. Sanki bu girdaptan hiç çıkamayacağız gibi geliyordu. Yine de kendimi toparlayıp sabırlı olmayı kendi kendime telkin ediyordum. Ben sabırlı olup oğluma sahip çıkıp yardım etmeliydim. Onun bana çok ihtiyacı vardı. "Allah'ım bana sabır ver" diye dua ederdim. Oniki yılı böyle sabırla, ümitle geçiriyorduk. Bazen ümitlerim bir güneş gibi, bazen de bir mum ışığı gibiydi. Bir gün bu umutsuzluğun yerini umut alacaktı.
 
-35-

İSTANBUL'A TAYİN

Eşimin tayini İstanbul'a çıkmıştı (1997). Ben çok sevinmiştim. Kardeşlerim, akrabalarımız İstanbul'daydı. Hiç olmazsa bana manevi destek olurlardı. Hemen İstanbul'a gittik, oğlumuzu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırdık. O hastanede iken evimizi taşıyıp yerleştirdik. Oğlumuz da tedavi oluyordu. Fakat benim hiç umudum yoktu. Bu hastanede yanında kalmıyordum. Dokuz yıldır ilk defa ayrı kalmıştık.

Yine de her gün ziyaretine gidiyordum. Doktoru yeni bir ilacın çıktığını, alabilirsek belki de bu ilacın oğlumuza iyi gelebileceğini söyledi. Fakat bu ilaç ta henüz ülkemize gelmemişti. Bu ilacı yurt dışından getirmemiz gerekiyordu. Reçeteyi alıp hemen eve geldim. Kısa sürede ilacı temin ettik. Doktorlar ilaca başladılar. Dört aya yakın bir süre iyiye gitti. Fakat dört ayın sonunda yine hastalandı. Zaten alevlenmeleri başladığında hemen anlıyordum. Yine kedilerle uğraşmaya, türbanlı bir kızın ruhundan ve kel kafalı siyah cüppeli bir adamdan bahsetmeye başlıyordu. Etraftan şüphelenmeye başlamıştı. Hemen hastaneye götürdük yine yatırdılar. Birkaç gün sonra doktorları yine yeni bir ilaçtan bahsettiler. Biz onu da yurt dışından getirttik. Yine hemen bu ilaçla tedaviye başlandı. Yaklaşık bir ay sonra taburcu edildi.

Fakat yine iyi değildi. Akşamları vücudunda çok şiddetli kramplar oluyordu, yine aynı halüsinasyonları başlamıştı, yine ızdıraplı günler geçiriyorduk. Her zamanki şüpheleri fazlasıyla başlamıştı. "Allah'ım sen yardımcım ol" diye dua ediyordum. Çok yoğun sıkıntısı vardı ve gergindi.

Evde yalnızdık. Bir şeyler olacak diye korkuyordum. Babası işe, kardeşi okula gidiyordu. Ben ne yapacağımı bilemiyordum.
Yavaşça korkarak, "oğlum seninle biraz dışarıya çıkıp hava alalım olmaz mı"diye lafımı bitirmeden birden fırlayıp beni dövmeye başladı. Hayır, bu benim oğlum olamazdı. Çaresiz hiç sesimi çıkarmadan, o vurdukça ben telefona doğru gidip sadece yan komşuyu çağırabildim. Telefonu elimden alıp parçaladı. Kapı zili çalınca kendisi açtı, sessizliğe gömüldü.

Komşu onu alıp evine götürdü, ben gizlice yatıştırıcı ilacını komşuya verdim, içirdi. Birkaç saat orada tuttular. Eve geldiğinde benden özür diledi ağlıyordu. "Anne ben sana vurmadım, sanki başkaları vuruyordu" diye üzülüyordu. Fakat yine sıkıntılıydı. Sürekli bir şeyler arıyor, kendini öldürmek istiyordu. Evde bulunan tüm kesici aletleri saklıyordum. Bazen banyodaki aynanın önünde saatlerce kendini seyrediyordu.

Yine günler, saatler, dakikalar çok sıkıntılı ve üzüntülü geçiyordu. Güneşin doğuşu benim için yeni sıkıntıların, yeni üzüntülerin başlangıcıydı. Oğlum hiç olmazsa geceleri bir iki saat uyuyordu. Ben biraz dinlenip gündüz soracağı sorulara ne cevap vereceğimi düşünüyordum.​
 

Beterin beteri var Elif, çok haklısın. Kardeşim Serdar kadar zor yaşamadı, yaşamıyor. Serdar, dışında da yaşamış, içsel çatışmasını dışına da yansıtmış. Kardeşim hep içinde yaşadı, ilaç kullanmadığı zamanlar biz de evde bıçakları saklıyorduk, anneme küfür ediyordu, dışarı çıkıp akşama doğru bizi arıyor,beni ele geçirmeye çalışıyorlar, bir ordu adam peşimde gelin beni alın diyordu.
İlaçlarını düzenli kullanmaya başladıktan sonra, iğnelerini düzenli vurulmaya başladıktan sonra hiçbirisi kalmadı. Tüm gün odasında oturuyor şimdi, film izliyor, kitap okuyor, bekliyor, bazen sabit noktaya bakıyor, bazen seslerle cebelleşiyor.
En zorlayıcısı sesler şimdi. Geçenlerde evde yoktum, anneme vurmuş,, sonra gelmiş özür dilerim anne, ben istemedim sesler yaptırıyor demiş. ilk defa yaşadık bunu, çok korkmuştu annem. önemsemezce yaklaştım, gelmiş gitmiş anne, ilk defa olmuş yapmaz öyle şey gibi konuştum anneme de. tedirgin olmasın korkusu artmasın diye, söz ile kalmayıp davranışlarımla da teskin etmeye çalışabildim sadece.
 

Bir anne için dayanılması çok zor bir durum...
İlaçların etkisimi azalıyor zamanla,hastalık hep ilerliyormu.?
Bağışıklık kazanıyor sanırım değilmi.?

Allah yardımcınız olsun....
 
Bir anne için dayanılması çok zor bir durum...
İlaçların etkisimi azalıyor zamanla,hastalık hep ilerliyormu.?
Bağışıklık kazanıyor sanırım değilmi.?

Allah yardımcınız olsun....

Alevlenme dönemleri oluyor şizofreni hastalarının. hastalık belirtileri artıyor. sara nöbeti geçiriyor derler ya, veya migrenim tuttu derler, gibi benzetebilirim belki.
tetikleyen birşeyler vardır, bağışıklık kazanmasından ziyade yüzeye çıkartan, taşmasına sebebiyet veren birşeyler vardır muhakkak.

İlaç alımı olmazsa hastalık belirtileri artar ve ilerler, diğer hastalıklar gibi.
süreğen bir hastalık şizofreni. başlayıp biten değil. belirtileri artan ve azalan.
Düzenlenen ilaçlar vaktinde alınıyor ise zaman zaman belirtiler şiddetlenebilir ve söner. bu dönemlerde mümkün mertebe ılımlı hoşgörülü yaklaşmak gerekiyor. hastalığının getirdiği tedirginliğini tetiklememek için.

Sağolasın Yena. Kardeşim tek başına dışarı çıkıp geliyor, ilaçlarını düzenli bir şekilde alıyor, iğnesini yaptırmaya kendisi hatırlayıp gidiyor, alışveriş yapıyor, girmek istediği sınavlara hazırlanıp çalışıp giriyor. v.s. bunları yapamayan, kendini bilmeyen, sürekli gözetime muhtaç olan hastaları duydukça şükürler olsun diyoruz defalarca.
 
-36-

OĞLUM 12 YIL UYUDUKTAN SONRA UYANDI...

Bir gün çok sinirlendi. Yine kendini balkondan atmak istedi. Zor ikna edebildik. Akşam oldu, onu uyuyor zannettim. Babasıyla ne yapacağımızı konuşurken bir ara "oğlumuzu olmazsa bağlayalım" diye ağlayarak anlatıyordum ki birden yatağından doğrulup sadece bana bakarak, "yazıklar olsun size, yazıklar olsun insanlığınıza" dediğinde sanki dünya başıma yıkıldı. Babası onu ikna etmeye çalıştı. "Oğlum, annen senin iyiliğin için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Sen haklısın. Şunu unutma çok hastasın. Belki ilaçların sana yaramıyor, belki de yeterli değil. Hastaneye gidelim doktorunla görüşelim" deyince biraz ikna oldu.

Ertesi gün hastaneye gittik. Yine yatırdılar. Bu sefer benim artık bütün ümitlerim tükenmişti. Dokuz yılı dolmuş, yolun sonuna geldiğimizi anlamış, çok daha zor günlerin bizi beklediğini düşünmüştüm. Bir gün doktoru bana, "yıllar önce oğlunuzun tedavi olduğu, fakat kan tablosunu bozduğu için verilmeyen ilacı biz tekrar denemek istiyoruz, belki bu sefer iyi gelir, inşallah kan tablosunu bozmaz, siz kabul ederseniz, imza verin, oğlunuza bir daha bu ilaçtan verelim" dediğinde oğluma bir şans daha doğduğu için çok sevindim. Bir an aklıma yıllar önce bu ilacın verildiği, fakat kan tablosunu bozduğu için doktorların bu ilacı kesmiş, bir daha kullanmamasını söylemiş oldukları geldi. Bunu düşününce bir an vazgeçmeyi düşündüm. "Fakat ya bu sefer ilacı iyi gelirse" diye içime bir umut doğdu. Kabul ettim. Sağ olsun doktorlar tedaviye başladılar. Üç ay hastanede tedavi edildikten sonra taburcu edildi.

Fakat yine sıkıntılıydı. Yine arada bir sinirlenip bağırıyordu, gülmeleri devam ediyordu. Böylece aylar geçiyordu. Sık sık kontrollere gidiyorduk. Tabii ki yollarda binbir sıkıntılarla... Doktoruna ilacı saatinde içtiği halde sıkıntılarının devam ettiğini anlatıyordum. Doktoru yeni çıkan bir ilacı da verdi. Diğer ilaçla beraber içmesini söyledi. Biz ilaçlarını muntazam içiriyorduk fakat sıkıntıları devam ediyordu. Sık sık kontrole götürüyordum. Doktoruna şikayetlerinin devam ettiğini anlatıyordum. Doktoru ilaçlarına devam etmemizi, biraz zamana ihtiyacımızın olduğunu, sabretmemizi söylüyordu, ilaca devam etmesini öneriyordu. ilaçlarına devam ettikçe oğlumda epeyce bir iyileşme olmaya başlamıştı. Arada bir sıkıntılı oluyordu, ona da razıydık.

Derken iki yıl geçti.
Sanki uykudan uyanmış gibiydi,
inanamıyorduk. Oğlum ilaçlara iki yıl sonra cevap vermişti.
Akşamları erkenden uyuyordu,
geceleri hiç uyanmıyordu.
Gündüzleri daha da rahattı.
Bize artık saldırmıyordu.
Etrafta olan biteni anlıyordu.
O hastalandıktan sonra alınan eşyaları fark etmeye başlamış, "Bunları ne zaman aldınız" diye soruyordu.
Bizimle sohbet etmeye başlamıştı.
Hastalanmadan önce bana şakalar yapardı. Mesela mutfakta yemek yaparken gizlice gelir, yemek malzemelerini saklardı. Baktım yine o şakalarını yapıyor.
Bir gün ellerimi tutup öperek, "anne başardık değil mi" dediğinde ben çok şaşırdım.
Unutmamış benim "başaracağız oğlum" dediğimi.
Şaşırdığımı anlamış olmalı ki, "anne sen bana sürekli başaracağız oğlum ne olur dayan sabret demiyor muydun" dediğinde,
Allah'ım ben sanki rüyadan değil kabustan uyanmıştım.
Sevinçten ne yapacağımı şaşırmıştım. Demek ki beni duyuyormuş. Yıllardır verdiğim mücadele ve çabalarım boşa gitmemiş.
Oğlumun beyni uykusundan uyanmıştı.
Ama ne yazık ki oğlum yine de on sekiz yaşındaki bilgisiyle kalmıştı. Bazen kendi yaşındakilere "amca" diyor, bunun gibi şeyler.
Oniki yıl uyumuş, on iki yıl sonra uyanmıştı.
Bunca yıl neler değişmişti neler.

Artık bize düşen görevin bilincindeydim.
Ona oniki yılda kaybettiklerini kazandırmaya çalışıyoruz.
Oğlum "12 yıl uyumuş, 12 yıl sonra uyandı" diye düşünüyorum.
 
-37-

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, KA/4, KAT-2'nin değerli doktorları,
Timuçin Oral, Nesrin Kocal ve çalışma arkadaşları hemşireleri ve tüm çalışanları;
bu zor savaşımızda bize çok destek oldukları için kendilerine minnettarız.

Bir insanı hayata döndürmenin haklı gururunu sizler de yaşıyorsunuzdur.
Oğlum ve ailem adına, özellikle kendi adıma hepinize sonsuz teşekkürler...

Eskiden hastanenize binbir güçlükle, korku ve umutsuzlukla evladımla gelirdik. Şimdi ise yavrumla sohbet ederek neşe içinde geliyoruz.

Bu hastalığı yaşayan ve en yakınında olan insanlar bilir ne kadar zor bir hastalık olduğunu. Oğlumu hastaneden taburcu olduktan sonra kontrollerine ne kadar zorluk içinde götürüyordum. Kendi isteğiyle geliyordu buna alışkındı, fakat yollarda ya çok sıkıntısı oluyordu yahut ta ilaçların etkisiyle çok halsiz olurdu. Sürekli dinlenerek, yollarda oturarak giderdik.
Çok şükür bu yeni ilaçlar o kadar halsizlik yapmıyor.

Yıllar önce bir gün yine hastaneye kontrole gittiğimizde merdivenleri çıkarken bayıldı. Daha o zaman yirmi üç yaşındaydı. Ben etraftan yardım isterken, yavrum gözlerini açıp "anne korkma, ben iyiyim" demişti.
Bir keresinde hastaneden hafta sonu için doktorları izin verdiler. "Biraz eve gitsin, değişiklik olsun" dediler. Ben "gidelim oğlum" dediğimde gelmek istemediğini söyledi. Fakat ben oğlumun gelmiyorum demesinden, bakışlarından, bize küstüğünü hissettim. Evet küsmüştü, üzerine gitmedim. Saatlerce camdan dışarısını seyretti, sonra bana dönüp: "Anne ben size ne yaptım? Yıllardır hayatım kaydı, gençliğim hastanelerde geçiyor, ben hiç yaşamadım. Neden beni sürekli hastanede tutuyorsunuz?"
dedikten sonra sustu. Bir süre konuşmadı.
"Doktor hanım Serdar bize kusmuş diye ağlamaya başladım. Doktor hanım da üzgün bir şekilde "Üzülmeyin, başka zaman gidersiniz" demişti.

Bunun gibi çok hatıralar var. Halen aklıma gelince çok üzülür, zaman zaman ağlarım.

Evet çok genç yaşta şizofreni hastalığına yakalanan yavrumun ve onun gibi nice gençlerin yaşadığı çaresizliği, yıkımları, acı ve korkuları
ben uzun yıllar görüp bu hastalığın onlara ne kadar acı dolu yıllar yaşattığına şahit oldum.
 
-38-

NELER KAYBETTİK NELER KAZANDIK?

Uzun yıllar oğlumun, onun gibi hasta olan insanların ızdıraplarını, çaresizliklerini yakından görüp yaşadım. Bazen hastaneden eve gelirken evimin yolunu şaşırıp yanlış vasıtalara binerdim. Yarı yolda inip ağlayarak "Allah'ım bana sabır ver, bu kadar acı, bu kadar üzüntü çektim, çekiyorum, aklımı koru Allah'ım, evimin yolunu bile şaşırıyorum" diye hep dua ederdim. Dualarım kabul olmuştu herhalde. Çok şükür yeni ilaçlar çıktı oğlum iyileşiyordu. ON SEKİZ YAŞINDA UYUDU, YİRMİ DOKUZ YAŞINDA UYANDI. Ben bu yılları sanki oğlumun uyuyarak geçirdiğini düşünüyorum. Geçmişi bütünüyle unutmak istiyorum. Galiba beynim bana unutturmak istiyor. Bu kitabı yazarken bunu daha iyi anladım.

Koca oniki yılda yaşadıklarımızı ve hatırladıklarımı, yazmaya çalıştım. Allah'ım biz insanları ne kadar mükemel yaratmış. Her şeyi ne çabuk unutuyoruz, her şeye ne çabuk adapte oluyoruz. Oğlumun daha da iyi olup hastalığını kabullenmesiyle geçmişteki yaşadıklarımızı ben unuttum. Ama tek unutamadığım şey umutla beklediğim ilaçlardı. Her yeni çıkan ilaç bizler için çok önemli. Yakınlarımızın iyileşmesi için tek çare... Evet ilaçsız olmazsa olmaz. Bunu artık oğlum da, ben de, ailem de çok iyi biliyoruz. Bu nedenle bu ilaçları çıkaran firmalara, tedavi eden doktorlara, çok ama çok teşekkür ederim.

Zaman zaman düşünüyorum; çaresizlik on iki yıl bize neler yaşatmıştı. Bir de biz neler kazanmıştık;
evladımız iyileşmiş, babası alkolü tamamen bırakmıştı, babası kendini içkiyle avutmuştu. Ben de eşime bir kere bile "niçin içiyorsun" dememiştim. Bu nedenle çevremden eleştiri de alıyordum ama biliyordum ki bir gün eşim bu içkiyi bırakacak ve öyle de oldu. Sigara dahi içmeyen eşimin, kendisini yaşadığı sıkıntılardan dolayı alkole vermesini çok bulmuyor, zamanla içkiyi bırakacağına inanıyordum. Benim sabrım ve desteğim, oğlumuzun iyi olması, eşimin işini kolaylaştırdı ve alkol olayı da böylece bitti.

Eşimin zaman zaman, "sana çok teşşekür ederim, bana ve evladımıza çok sabır gösterdin, çok destek oldun" demesi beni çok mutlu ediyor. Evladım da olsa eşim de olsa ben insana yardım etmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Diğer oğlum, ağabeyi hasta olduğunda ortaokul ikinci sınıftaydı. Sonra liseyi tamamladı. Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu'nu okul birincisi olarak bitirip üniversite sınavına tekrar girip kazanıp Alman Dili ve Edebiyatını bitirdi. Şimdi Almanya'da, bir teknik üniversitenin bilgisayar mühendisliği bölümünde öğrenim görüyor.

Yarabbim yıllar ne çabuk geçmişti. Ben de ne yazık ki bu kadar acı ve stresli yıllardan sonra yüksek tansiyon hastası oldum. Yıllar önce çok ağır hasta olmuştum. Eşim beni hastaneye götürdüğünde acilen yatırmışlardı. Doktorlar eşime benim çok hasta olduğumu söylemişler. Gerçekten çok hastaydım. On gün hastanede yattım. Sadece "Allah'ım beni Serdar'a bağışla" diye dua ediyordum. Çünkü ben ölürsem yavrum çok perişan olurdu. Böylece zor günler geçirdim. Ben bir hastanede, oğlum başka bir hastanede yatıyorduk. On gün sonra ben iyi olmaya başladım. Doktorlar bu bir mucize demişlerdi. Yine de taburcu olur olmaz oğlumun yanına gittim. Yollarda zor yürüyordum. Ağır bir hastalık geçirmeme rağmen oğlumu yalnız bırakmak istemiyordum. Beni gördüğünde bir çocuk gibi sevinmişti. "Anne" diye koşarak gelmesi, beni de hemşire hanımı da ağlattı. Her gün "annem neden gelmiyor" diye sorup üzülüyormuş.
Oniki yıl acı, üzüntü ve çaresizlik bizi çok yıpratmıştı, fakat şimdi sabır ve sevginin ve azmin zaferini yaşıyoruz.
 
-39-

Zaman zaman hastalığı hafif de olsa dalgalanıyor. Ona her zaman söylediğimi yine söylüyorum. "Bak oğlum sen yalan söylemiyorsun senin beynin sana yalan söylüyor, tekrar düşün, bu düşünceler senin düşüncelerin, hastalığından dolayı daha da yoğunlaşıyor". Biraz sonra haklı olduğumu söylüyor. Biraz düşününce, "anne bu sesler galiba benim beynimde bilinç altında kalan şeyler, çünkü daha çok küçükken izlediğim çizgi filmlerin konuşmalarına benziyor" diyor. "Biraz daha düşün, bu sesler ve düşünceler senin düşüncelerin, tekrar düşün" dediğimde, "anne haklısın, tamamen benim düşüncelerim, ben yanlış algılıyorum, bu da hastalığımdan kaynaklanıyor". Yine de bunca acı dolu yıllardan sonra bugünleri bizim için bir bayram diye düşünüyorum. En önemlisi "SERDAR'IMI TEKRAR KAZANMIŞTIK BİZE VE DÜNYAYA YENİDEN MERHABA DEMİŞTİ"

Beni en çok üzen, küçük oğlumun da aramızda üzülmesiydi. Yine de bize belli etmemeye çalışıyordu. Ailece oniki yıl biz hiç bayram yapmadık. Anlamadık daha doğrusu. Ben hiç bayram yapmadım, bayramı yaşamadım. Özel günler bizim için artık bitmişti. Benim için en güzel bayram yavrumun iyileşmesiydi. Onun o sıkıntılı hali, dünyadan, bizden zaman zaman uzaklaşması, beni kahrediyordu. Çaresizlik çok zor. Allah insanı çaresiz bırakmasın. Bilemiyorum; insanın kaderi kendi elinde değil değil ki. Ne acılar yaşamış, nelere katlanmıştım. Bazen bu yaşadıklarımı hak etmediğimi, bu acıların bana çok büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ama kaderin önüne geçilmiyor. Demek ki benim yavrumun alın yazısı buymuş, bunu iyice anladım.

Dünyaya evladınız sapa sağlam geliyor. Siz emek veriyorsunuz, büyütüyorsunuz, o yıllarca okuyup emek veriyor, siz artık evladım büyüdü kendini koruyacak yaşa geldi derken ne yazık ki kader ona en acımasız tokadını vuruyor. Yavrum, vurgun yemiş gibi bir düşüyor yıllarca kalkmıyor. Anne ve baba için, tüm aile bireyleri için çok zor yıllar başlıyor.

Bazen düşünüyorum, bilseydim hasta olacağını belki ilkokula bile göndermezdim. Bazen de bu düşüncemin yanlış olduğunu söylüyorum kendi kendime. Böyle olacağını kimse bilemezdi. Galiba biraz ben de haklıyım çünkü her insanın bir dayanma gücü vardır. Zaten yıllarım hep keşkeleri düşünerek geçti. Yine Allah yardım etti. Oğlum hiç olmazsa bizi dinleyip konuşuyor, gülüyor şaka yapıyor. Bundan daha güzel ne olabilir? İşte bayram bu!
Hastalığının ağır geçen yıllarında zaman zaman yürürken yerlere kadar eğilerek yürürdü. Omuzlarından tutup doğrultmaya çalışınca, doğru yürüyemeyeceğini, çünkü beynindeki seslerin böyle yürümesini istediklerini söylüyordu, insanların yüzüne bakınca gözlerinden çok şüpheleniyordu. Çok şükür bunların hepsi geçti.​
 
Çok şükür ki Serdar iyileşmiş ağlayarak okudum inanın çok etkilendim.......
 
Alllah yardımcınız olsuuuuun coook cok duygulandım hemde çoookkkkk
 
Çok şükür ki Serdar iyileşmiş ağlayarak okudum inanın çok etkilendim.......
Alllah yardımcınız olsuuuuun coook cok duygulandım hemde çoookkkkk
yaşanmış ve yaşanabilir durumlar. etkilenmez mi insan.
etki bıraktığı kadar duyarlılık, bilinç ve farkındalık da geliştirmesini dilerim.

bilhassa ilkokul öğretmenleri. lise öğretmenleri. çocukların sınıftaki tavır ve davranışlarında alışılmamış aykırılıklar gördüklerinde
aile ile iletişime geçilse. aile de öğretmen de çocukluktur, ergenliktir ezberinden sıyrılarak değerlendirse.

biz aile olarak, yazdıklarımın varlığından haberdar olsaydık
kardeşimin doğumundaki ağlamamasının aslında problem olduğunu bilseydik, (ki burada doktorun bilgi vermesi gerekirdi)
kardeşim yirmi yaşına gelinceye kadar hastalığı yerleşmeden çok daha evvel hekime gitmez miydik. davranışlarını terslik zıtlık olarak algılamaz, hoşgörülü yaklaşmaz mıydık.
kardeşim yanıma gelip, ablacım çok sıkıntım var bu sesler ne zaman bitecek dediğinde midemin ağrıdığını hissediyorum. 29 yaşında delikanlı, ama bir bebeğe üzülür gibi kalbim acıyor kardeşime.
yeni yeni alışıyoruz biz birbirimizle. yeni yeni dinliyor beni, ben de yavaş yavaş kendimi dinletmeyi öğreniyorum. kabullense kendisini, hastalığını,, sesler en aza inse,hiçe inse,, ve/ya işittiklerini gerçek ile ayırabilse, ses komutlarını yapmak zorunda hissetmese,,
üniversite mezunu kardeşim. masabaşı bir işe girse,, psikolojik güveni yavaş yavaş dirilse,, ilerisi için dualarımızda bunlar var.

-birileri başlığı okuyup iyi ki okumuşum diyorsa, ne mutlu bana-
 
ARKADAŞLAR İŞTE HAYAT !!!!


nihilcim Allahım yardımcınız olsunnn


ben okb sebebiyle ruh ve sinir hst yattım cok kotu donemlerim oldu intihara yaklaştım ama ilaçlarımın sayesinde kurtuldum suan gayet iyiyim ki bnm hastalıgım devede kulak onlara göre. asırı takıntı hastalıgı bnmki..... o bile bni mahfetti annem cnm nsl üzülürdü eşim herşeyim çok zor şeyler yaşadık SINAVIMDI iyiki ölmedim iyiki yaşadım
 
-40-

YALNIZ BIRAKMAYALIM

Yalnızlık hasta yakınlarımız için belki de en ızdırap veren sorun. Oğlumu küçükken bir yere gittiğimde eşe dosta bırakabiliyordum. Şimdi ise otuzüç yaşında olmasına ve iyileşmesine rağmen hiç yalnız bırakmıyorum. Yakınlarımız her zaman çok sevdiğimizi ve destek olduğumuzu bilmeliler. Biz onlara destek olursak daha da iyiye gideceklerine ben inanıyorum. O yıllarca hastalığından dolayı çok ızdırap çeken, zaman zaman bizden uzaklaşıp kendi dünyasına dalan, sanki beni hiç duymayan oğlum, bizi hiç sevmediğini, annesi babası olmadığımızı söyleyen yavrum iyileşince, "anne senin hakkını nasıl öderim" diyor. Demek ki çok ağır hasta zamanlarında dahi herşeyin farkındaymış. Bu sözü beni çok sevindirmiş, mutlu etmişti. Ben her anne gibi sadece görevimi yapmıştım, ona sevgi ve sabır göstermiştim.

17 Ağustos 1999 depreminde ilk uyanan o olmuştu. Biz şaşkınlıktan ne yapacağımızı düşünürken o bize bağırıp "anne, baba haydi dışarı çıkalım!" dedi ve sıkışan kapıları açan oğlum oldu.
Ben çok korkmuştum. Ya oğlum bu korkuyla yine hasta olursa diye endişelenmiştim. Çok şükür bu korkuyu yenmeyi daha o gece başarmıştı. İnşallah bir gün bu hastalığı yenmeyi tamamen başaracak, ben buna inanıyorum. Yine de bu haline şükrediyorum. Hiç olmazsa beni duyuyor. Yıllarca iğne yapıldı. Kalçaları artık taş gibi olmuştu ve hala geçmedi. Biz neler yaşadık yavrumla! Büyük oğlum ve Hakan'ım gibi ellerimi bırakmadı beni terketmedi. Şimdi Serdar beni artık hiç bırakmaz. Gencecik yaşımda iki evlat acısı birden yaşamıştım. Yıllar geçtikçe unutmaya çalışırken Serdar'ın hastalığı bana en büyük darbe oldu. Bu acıları yaşamam yıllarca Serdar'ın hastalığıyla uğraşmam, mücadele etmem, beni duyarlı, sabırlı ve sevgi dolu kılmıştır. Sevgi, sabır ve zaman her derdin ilacıdır. Bunca acı yıllar geçirmiştim; tek tesellim yavrumun iyileşmesi bize geri dönmesi... Sevgi ve sabır olmasa hiçbir şekilde bu hastalıkla baş edemeyiz sanırım. Her şeyin ilacının sevgi olduğuna inandım. Hele şizofreni gibi bir hastalıkla mücadele eden gencecik evlatlarımızın bizim sevgimize, desteğimize ne kadar da çok ihtiyaçları var. Bu hastalık iyileşebilir bir hastalık. Fakat biz ailelerin de görevleri var. Bunca yıllık deneyimlerim bana şunu öğretti; evet iyileşebilir fakat doktor ve ilaç olmazsa olmaz. Ya biz aileler? Biz de sevgimizle, sabrımızla desteğimizle onları, evlatlarımızı, yakınlarımızı yalnız bırakmamalıyız. Onlara sevgimizle, sabrımızla, destek olmalıyız. Hastalıklarını saklamamalıyız.

Oğlumun hastalığının üçüncü yılında, hastanede bir hasta kızcağız vardı. Kimya Fakültesi'nde öğrenciymiş. O masum yavru da çok hastaydı. Birgün benim yanıma gelip, "siz ne iyi annesiniz, benim ailem benim yanıma sık gelmiyor" dedi. Ona biraz moral verdim. Bana, "teyze söyle, bize ne oldu, niye hastayız" dediğinde cevap vermekte çok zorlandım.
Bu kızı hiç unutamam. Her zaman o sözünü hatırlarım. "Bize ne oldu?" Zaman zaman hastanelerde tedavi gören gençleri hatırlayıp üzülüyorum.

Afganistan'lı çok genç birisiydi "Muhammed" Türkiye'ye üniversite okumak için gelmiş, şansızlık hastalanmıştı. Sürekli annesini babasını anlatıyor, üzülüyordu. O yıllarda Afganistan'da savaş vardı. Babası orada öğretmenmiş. Anlattığına göre savaş nedeniyle ailesi dağlarda yaşıyormuş ve haber alamıyormuş. Bu gence çok üzülüp etkilenmiştim.

Adanalı Ali de bir tıp öğrencisiymiş. Son sınıfta hastalanmış, okulunu ne yazık ki bitirememiş.

Yine bir gün, oğlumun odasına bir genç hasta geldi. Oğlumun oda arkadaşı oldu. Bu genç te yıllar önce Tıp Fakültesi ikinci sınıfta okurken rahatsızlanmış ve okulunu bırakmak zorunda kalmış. Çok zeki bir insandı. Yıllar sonra tekrar sınava girip elektrik ve elektronik mühendisliğini okuyup bitirmişti. Oğluma "ah Serdar, bu hastalık zalim hastalık" derdi.

Bu gençler gibi daha nice genç insanlarla karşılaştım. Bu gençler benim yavrumun kader arkadaşlarıydı, hatırladıkça çok üzülüyorum.​
 

sağolasın ghs,

okb'nin hastaneye yatışa kadar etki bıraktığını bilmiyordum, şiddetli yaşamış olmasın. geçmiş olmuş bitmiş.
iyi misin şimdi, takıntıların devam etmiyor değil mi?
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…