• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Şizofreni hastalığı ve hasta yakınları paylaşım/bilgilendirme köşesi

Şizofreni'yi tanımak, hastalık sürecine vakıf olmak yakınlarımızın tavırlarını bilinçli gözlemlememize yardımcı olur.
Hastalığı tanıma ve hasta yakınına verilen destek kitapçığını da eklemek isterim.

Şizofreni Hastalığını Tanıma Rehberi- I

Şizofreni nedir?

Şizofreni, kişilerin düşünce süreçlerinde rahatsızlıklara yol açan karmaşık bir hastalıktır.

Bu hastalık, kişilerde halüsinasyonlar, delüzyonlar, düzensiz düşünceler ve alışılmamış konuşma şekilleri veya beklenmedik davranışlara yol açabilir. Bu semptomlar,
hastalıktan etkilenmiş kişilerin diğer insanlarla ilişki kurmakta zorlanmalarına ve dış dünyadan kendilerini soyutlamalarına neden olmaktadır.

Şizofreni hastalarının gerçeklik algıları etraflarındaki diğer insanlardan inanılmaz derecede farklı olabilir. Başkaları tarafından duyulmayan sesler duyduklarını iddia edebilirler,
diğer insanların akıllarını okuduklarını, düşüncelerini kontrol ettiklerini veya kendilerine zarar vermek için entrikalar peşinde olduklarına inanabilirler.

Gördükleri ve duydukları halüsinasyonlar ve delüzyonlar, şizofreni hastalarının insanlardan korkmalarına, kafalarının karışmasına,
sinirli tavırlar sergilemelerine ve kendilerini hayattan soyutlamalarına neden olur. Hastalık nedeni ile çevresindekileri yanlış yorumlayıp, yanlış davranışlar sergileyebilirler.
Konuşmaları ve davranışları öylesine düzensiz ve garip hale gelir ki, etraflarındaki insanları endişelendirebilir ve korkutabilirler. Tedavisine düzenli olarak devam etmeyen
ve alkol / madde kullananlar için çevreye zarar verme durumu söz konusu olabilir.

Şizofreninin semptomları ile baş etmek özellikle aile bireyleri açısından son derece zor olabilir. Bireyin hastalanmadan önce ne kadar aktif ve hayat dolu biri olduğunu bilmek
ve hastalık sonrasında hayatının ne derecede bozulduğunu görmek hasta yakınlarına tarif edilemez bir üzüntü yaşatır.
Hastanın bambaşka bir insana dönüşmüş olması, hastalığını kabullenmiyor ve hatta yardım etmek isteyenlere direnç gösterebiliyor olması
hasta yakınlarını derinden etkilemektedir.

Şizofreni, tedavisi hekimin tavsiye ettiği şekilde ve düzenli olarak devam ettirildiğinde, semptomların azaltılması ile kontrol altına alınabilen bir hastalıktır.
Şizofreni tedavisinde, hastaların teşhis konulduğu andan itibaren tedavilerine devam etmesi son derece önemlidir ancak hastalığın doğası gereği
hastaların bu bilinçte olması beklenemeyebilir. Bu nedenle hasta yakınlarının tedavi sürecinde sorumluluk alması gerekmektedir.
 
Tanıma Rehberi II

Şizofreni Kimlerde Görülür ve Sebebi Nedir?


Şizofreni, her 100 kişiden 1 'inde görülen bir hastalıktır. Şizofreninin ilk belirtileri tipik olarak ergenlik veya genç yetişkinlikte ortaya çıkar. Erkeklerde ve kadınlarda görülme riski eşittir. Ancak genellikle erkeklerde 16-25 yaş arasında, kadınlarda 25-30 yaş arasında şizofreni semptomları görülmeye başlamaktadır.

Şizofreninin sebebi olarak tek bir etken öne sürülemez. Şizofreninin birbirini etkileyen bir çok sayıda farklı etkene dayalı olduğu düşünülmektedir. Bu etkenler; kalıtım, doğumda ya da doğuma yakın bir zamanda anne karnındaki bebeğin beyninde oluşan bir travma, sosyal izolasyon ve/veya stres olarak sıralanabilir.

Uzmanlara göre şizofreni, beyindeki sinir hücreleri arasındaki iletişim anormallikleri ile ilişkilidir. Şizofreni hastalığında görülen pek çok belirti, beyindeki sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan dopamin ve serotonin adı verilen iki ileti sisteminin düzensizliği ile ilişkilidir. Hastaların büyük bir kısmının tedavisinde, bu maddelerin miktarını düzenleyen antipsikotik ilaçlar kullanılmaktadır.

Şizofrenide Görülen Belirtiler Nelerdir?

Pozitif semptomlar

Sağlıklı bireylerde görülmeyen, şizofreni hastalarında ortaya çıkan olgulardır.
• Halüsinasyonlar (varsam) (en yaygını olmayan sesler duymaktır)
• Delüzyonlar (sanrılar)
• Düşünme bozukluğu
• Ajitasyon

Negatif semptomlar
Sağlıklı bireylerin sahip olduğu, şizofreni hastalarında bozulmuş becerilerdir.
• Dürtü ya da girişimciliğin azalması
• Sosyal içe çekilme
• Hevesin/istencin azalması
• Duygusal olarak yanıt verememe (duygulanımda küntlük)
• Günlük etkinlikleri sürdürememe

Şizofreninin bu belirtileri genellikle zaman içinde değişkenlik gösterir. Belirtiler hastalığın yineleme (relaps) adı verilen dönemlerinde kötüleşir, düzelme (remisyon) adı verilen dönemlerinde iyileşme gösterirler. Az sayıda şizofreni hastası sadece bir psikotik atak geçirirken, çoğunluğu hayatları boyunca pek çok epizot yaşarlar. Kişiler bu ara dönemlerde nispeten normal şekilde hayatlarını sürdürürler, duygusal anlamda sağlıklı ve stabil bir tablo çizerler. Ancak kronik veya tekrarlayan tipte şizofreni hastalığa sahip kişiler uzun bir süre negatif belirtiler veya yetersizlikler ile başa çıkmak zorunda kalabilirler. Bu nedenle şizofreni hastalarının büyük bir kısmı uzun süreli ilaç tedavisine gerek duymaktadırlar.
 
Tanıma Rehberi III

Şizofreni Tanısı Almak

Tanı sonrası - duygular, sorular, endişeler ve korkular


Şizofreni tanısı alan hastaların ve hasta yakınlarının karmaşık duygular, endişeler ve korkular içinde olması, sorular sorma gereksinimi duyması son derece doğaldır.

Şizofreni, tedavisi olan ve tedavi için farklı seçeneklerinizin bulunduğu bir hastalıktır. Hastanız için gerekli olan tedavinin ne anlama geldiği hakkında kaygı duyabilir veya bu durumun sizin ve hastanızın günlük hayatınızı nasıl etkileyeceğini merak edebilirsiniz. Hastanızın hayatının bir daha eskisi gibi olmayacağı veya normal aktivitelerini sürdüremeyeceği düşüncesi ile korkabilirsiniz. Çevrenizdeki insanların konulan tanıya gösterecekleri olası tepkiler nedeniyle endişelendirebilirsiniz. Sizin ve hastanızın yaşadığı tüm bu endişeler ve korkular hekiminiz tarafından giderilecektir. Bu kitapçık tanı sonrası aklınıza gelebilecek olası soruların cevaplarını öğrenmeniz için sizlere yardımcı olmak üzere tasarlanmıştır.

Şizofreni, sizin ve hekiminizin hastanız için iş birliği yapması gereken bir tedavi sürecini zorunlu kılar. Hekiminiz tedavi sürecinde hastanız ile aşağıdaki konular üzerinde çalışacaktır.

• Hastanızın yaşadıkları ve gelecekte yaşamak istediği hayat hakkında konuşulması
• Hastanızın tedaviden beklentileri, tedavi hedeflerinin belirlenmesi ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağının tespiti
• Uzun dönem tedavi başarısının sağlanması ve belirtilerin kontrol altında tutulması için hastanıza en uygun tedavi seçeneğinin belirlenmesi
• Hastanızın durumunun ve tedavisinin düzenli olarak takip edilmesi, hastanızın durumu ile ilgili düzenli olarak bilgilendirilmeniz

Şizofreni hastaları hekim ile yaptıkları görüşmeler esnasında bazen iletişim kurmakta zorlanabilirler. Hekimin onayladığı zamanlarda hasta yakınlarının görüşme sırasında hastanın yanında bulunması, hastanın daha kolay iletişime geçmesini sağlayabilir. Bu nedenle, hastanızın tıbbi geçmişi hakkında bilgi sahibi olmanız, varsa daha önce kullandığı ilaçları bilmeniz hekime yardımcı olabilir.


Şizofreni Nasıl Tedavi Edilir?

Şizofreniyi kalıcı olarak tedavi etmek mümkün değildir. Ancak, belirtileri kontrol altına alarak ve hastaların daha iyi bir hayat sürmesini sağlamak için çeşitli tedaviler mevcuttur.

Tedavinin Amaçları

Hastanızın kendisi için uygun görülen tedaviyi sahiplenmesi için geleceğe dair bir takım hedeflerinin olması ve bu hedeflere ulaşabilmek için tedaviye ihtiyaç duyduğuna inanması gerekir. Hekiminiz öncelikle hastanız için kısa ve uzun dönem hedefler belirleyecek ve hastayı bu hedeflere ulaşması için tedavi süresince destekleyecektir.

Tedavi için kısa ve uzun dönem olası hedefler
• Semptomları iyileştirmek ya da ortadan kaldırmak
• Hastaneye yatırılmayı önlemek ya da azaltmak
• Yineleme (relaps) oluşumunu engellemek
• Yan etkilerden kurtulmak ya da en az düzeyde yan etki yaşamak
• Normal günlük aktiviteleri (iş, eğitim, kendi başına yaşamak, sosyal ilişkiler gibi) devam ettirebilir hale getirmek
• Belirtilerin hayat üzerinde artık olumsuz bir etkisinin bulunmadığı düzelme (remisyon) dönemine ulaşmak ve o düzeyde kalabilmek.

Hastanızın hedeflerine ulaşması ve ulaştığı hedeflerini sürdürebilmesi için ilaç tedavisi kadar sizin desteğinize de ihtiyacı olduğunu unutmamalısınız. Şizofreni ilaçları ne kadar etkili olursa olsun, düzenli ve hekim tarafından tavsiye edildiği şekilde kullanılmadığı sürece hastalarınıza hiçbir faydası olmayacaktır. Hastanıza verebileceğiniz en büyük destek, ilaçlarını düzenli ve sürekli kullanmasını sağlamak ve belirli aralıklar ile hekimine kontrol olmaya gitmesi için olanak yaratmaktır.
Hekiminiz hastanızın tedavisi ile ilgili ve gelecekteki öncelikleri açısından kendi kararlarını verebilmesini sağlayacak tüm bilgiyi dikkatli bir şekilde sunacaktır. Hastanızı hastalığı ve tedavisi ile ilgili sorular sorması konusunda cesaretlendirecek, tedavisi ile ilgili kendisinin de sorumluluk almasını teşvik edecektir. Ancak şizofreni hastalarının pek çoğunun hasta olduklarını kabul etmiyor olmaları, siz hasta yakınlarının tedavi sürecinde önemli bir rol oynaması gerekliliğini doğurmaktadır. Bu nedenle, hekim hastanız için en uygun tedaviyi tespit ederken, hastanızın durumu ve tedavisi ile ilgili bütün önemli süreçleri sizinle de paylaşacak ve tedavinin devamlılığına destek olabilmeniz için sizin koşullarınızı ve ihtiyaçlarınızı da göz önünde bulunduracaktır. Hastanızı tedavi eden hekim ile iş birliği içinde çalışmalı, hastanızın durumunu takip ediyor olmalı ve mevcut tedavi seçeneklerini hakkında bilgi sahibi olmalısınız.
 
Tanıma Rehberi IV

Tedavi Yaklaşımları

A. İlaç Tedavisi


Eski İlaçlar
Şizofreni tedavisindeki ilk etkili ilaçlar 1950'lerin ortalarında geliştirilmiştir. Bu ilaçlar, şizofreninin pozitif belirtilerini tedavi etmede başarılıdırlar ve hastaların hastaneye yatışını azaltmaktadırlar. Ancak, şizofreninin negatif belirtilerine karşı çok da etkili değildirler. Oysa negatif belirtiler, hastanın günlük hayatına devam edebilmesi ve sosyalleşebilmesi için kontrol altına alınması gereken son derece önemli belirtilerdir.

Yeni İlaçlar
Son on yılda şizofreni için geliştirilen ilaçlar daha etkili ve daha az yan etkisi olan ilaçlardır. Bu ilaçlar hem pozitif belirtilerin (halüsinasyonlar, delüzyonlar) hem de negatif belirtilerin (motivasyon düşüklüğü, duygulanımda küntlük, sosyal içe çekilme) tedavisinde kullanılabilir.
Bu ilaçların hap formunda olanları, solüsyon formda olanları, kısa veya uzun etkili enjeksiyon formda olanları bulunmaktadır.

Yan etkiler
Tüm diğer ilaçlarda olduğu gibi şizofreni tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçların da tedavi edici etkilerinin yanı sıra istenmeyen bazı etkileri de olabilmektedir. Daha eski ilaçlar özellikle EPS (ekstrapiramidal semptomlar) adı verilen kas spazmları ve gerginliği, titreme ve yerinde duramama gibi hareket sorunlarına neden olmaktadır. Hastaların bu hareket bozuklukları ile savaşabilmek için ek ilaçlar almaları gerekebilir. Özellikle eski ilaçların uzun dönem kullanılması durumunda ağız ve yüz bölgesinde görülen istemsiz hareketler oluşmaktadır ve bu istemsiz hareketlerin bazen tedavisi mümkün olmamaktadır.

Bu geri dönüşümü neredeyse mümkün olmayan yan etkilerin ortaya çıkma ihtimali yeni ilaçlar ile çok daha düşüktür. Yeni ilaçların bazıları kişilerin kilo almasına veya cinsel uyarılmada güçlük yaşamasına sebep olabilmektedir. Ancak bu yan etkiler nedeniyle ilaçlarını kesen şizofreni hastalarının şizofreni belirtileri ağırlaşmaktadır. Bu nedenle hastaların herhangi bir yan etki nedeniyle tedaviyi bırakmaya ya da dozunu değiştirmeye karar vermeleri kesinlikle doğru değildir. Hastalar kendilerini zorlayan bu yan etkileri hekimlerine bildirerek, hekimin alternatif bir tedavi seçeneği sunmasını istemelidirler. Hasta yakınlarının desteği bu noktada son derece önemlidir.

Bazı hastalar bu yan etkilerin hiçbiri ile karşılaşmadan tedavilerini başarı ile sürdürebilmektedirler. Bazı hastalarda ise yan etkiler sadece 2-3 hafta, hastanın vücudu ilaca alışana kadar sürmektedir. Bu süre boyunca hastanın tedaviyi kesinlikle bırakmaması gerekmektedir.

İlaç Tedavisine İlişkin Ön Yargılar
Hastalar ve hasta yakınları bazen şizofreniyi tedavi etmek için kullanılan antipsikotik ilaçlar hakkında kaygılanırlar. Kimi hasta ve hasta yakını yan etkiler hakkında endişelenirken, kimileri de bu tür ilaçların bağımlılığa yol açacağı konusunda telaşlanabilirler. Oysa, antipsikotik ilaçların bağımlılık yapma özelliği yoktur.

Antipsikotik ilaçlar hakkındaki diğer bir yanlış inanış, zihni kontrol eden kimyasal bir deli gömleği olarak çalıştıklarıdır. Eğer uygun dozda kullanılırlarsa, antipsikotik ilaçlar kişilerin özgür iradelerini ellerinden almaz. Bu ilaçların bazıları yatıştırıcı olabilir, ancak bu etkiye sakinleştirilmesi gereken bazı şizofreni hastalarının tedavilerinin başlangıcında ihtiyaç duyulmaktadır. Bilmeniz gereken, bu ilaçların faydasının yatıştırıcı etkilerine dayanmamasıdır. Bu ilaçlar, halüsinasyonları, delüzyonları ve ajitasyonu kontrol altına alma özelliği ile etkilerini göstermektedirler. Bu etkileri sayesinde, antipsikotik ilaçlar er ya da geç şizofreni hastasının çevresinde olan biteni daha doğru yorumlamasını ve insanlarla iletişim kurmasını sağlamaktadır.

Tedaviyi yarıda kesmenin sonuçları
Şizofreni ilaçlarını, hastaların semptomları ağırlaştığı zamanlarda (yineleme/relaps dönemi) kullanılarak hastayı iyileştiren ilaçlar olarak kullanmak son derece büyük bir hatadır. Şizofreni tedavisindeki en kritik başarı faktörü hastaların ilaçlarını hekimin tavsiye ettiği dozlarda ve kesinlikle ara vermeden kullanmasıdır. Hastanın durumu ne kadar iyi olursa olsun, ilaçlarını almayı bıraktığında hastalık daha ağır bir şekilde yeniden ortaya çıkacaktır. Hastanın geçirdiği her atak, hastanın durumunu daha da tedavi edilemez hale getirmektedir. Bu nedenle hastanız kendini iyi hissederken, iyileşmeyi sürdürebilmek için ilaçlarınızı almayı kesmemelidir. Genellikle, hastaların antipsikotik ilaçları oldukça uzun bir süre, bazen de tüm hayatları boyunca almaları gerekmektedir. Hastalığın yinelemesinin (relaps) en önemli sebebi ilaç alımının kesilmesidir. Hastalarınızın relaps dönemine girmelerini engellemek için ilaçlarını düzenli olarak kullanmalarına yardımcı olmanız gerekmektedir.

Elbette ki ilaçların düzenli kullanımı hastalar için olduğu kadar hasta yakınları için de başarılması zor bir durum olabilir. Ancak tedavisini kestiği zaman hastanızın neler yaşayacağını düşündüğünüzde bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabilirsiniz. Yineleme (relaps) esnasında, hastalar iyice içlerine kapanırlar ve etraflarındaki kişilerin olup biteni anlamaktan aciz olduklarını düşünürler. Kişilerin gerçek ile kendi,gerçekleri arasındaki ayrım becerisi de azalabilir. Bazı hastalar bu dönemde.hastalanmaya başladıklarını anlarlar, ancak her zaman bu konuda bir şey yapamayabilirler. Hasta yakınları hastalarını yakından gözlemleyerek relaps ile ilgili sinyalleri almaya başladıklarında hemen harekete geçmelidirler. Bu sinyallerin en belirginleri; hastanın daha az uyuması, daha az yemek yemesi, uyanamamasi veya konsantrasyonunun düşmesidir. Eğer bu semptomlara erken müdahale edilirse, kişinin daha çabuk iyileşmesi ve hayatına devam etmesi sağlanabilir.

B. Psikososyal Tedaviler

Antipsikotik ilaçlar ile tedavi şizofreninin psikotik semptomlarını hafifletmede oldukça önemlidir. Ancak, hastalık kişinin hayatında ve davranışlarında başka etkilere de yol açabilir. Şizofreni hastalarının pek çoğu nispeten psikotik semptomlar göstermezken bile, etraflarındaki kişilerle iletişim kurmak, karar vermek, motivasyon, öz bakım, ilişki kurmak ve sürdürmek gibi günlük hayat becerilerinde büyük zorluklar yaşamaktadırlar. Şizofreninin genellikle kişilerin bağımsız sosyal beceriler geliştirdikleri erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkması, hayatlarının bu alanlarını etkilemektedir.

Psikososyal terapiler, ilaç tedavisinin yerine geçmemekle birlikte, psikolojik ve sosyal açıdan kişinin hastalığını idare edebilmesine yardımcı olabilir. Bu tür tedaviler kişilerin kendileri, diğer kişiler ve olup bitenler hakkında daha doğru düşünmelerini sağlayarak hastalığın günlük hayatın üzerindeki etkisini azaltır. Psikososyal terapilerin pek çok değişik şekli mevcuttur ve çoğunun yaklaşımı kognitif/davranışsal yöndedir. Bunun anlamı, bu tür terapilerin kişinin normal bir şekilde düşünmesi ve davranması için onu desteklemek amacıyla yapıldığı, hastaların sosyal olarak işlev görebilme becerilerini geliştirmeye odaklandığı anlamına gelmektedir. Psikososyal terapi psikologlar tarafından tarafından birebir, grup ortamında, tüm aile ile veya eğitimler vasıtasıyla yapılmaktadır.

Rehabilitasyon
Pek çok hasta, problem çözme yeteneklerini geliştirmek, yaşam becerilerini kazanmak hatta tekrar işe girmek/okula başlamak için rehabilitasyon programlarından yardım alırlar. Hastaların iyileşme yolunda başka insanlarla ile tanışmasının büyük yardımı olabilir.

Psikoterapi
Psikoterapi, ilaç ve fiziksel yolların aksine duygusal ve ruhsal hastalıkların konuşma yoluyla tedavi edilmesidir. Hastaların bu yolla eğitimli bir kişi ile tecrübelerini paylaşması, kademeli olarak, kendilerini daha fazla anlamalarını ve yaşadıkları zorlukların üstesinden gelebilmek için yollar keşfetmelerini sağlayacaktır.

Bireysel Psikoterapi
Bireysel psikoterapi, hasta ile bir psikiyatrist arasında programlanmış düzenli görüşmelerden oluşmaktadır. Hekiminiz gerek duyuyorsa hastanızın durumu için en iyi terapi yaklaşımı ve bu yaklaşımın hastanın almakta olduğu diğer tedavilerin yanında nasıl uygulanacağını sizinle paylaşacaktır.

Bilişsel (kognitif) Davranışsal Terapi
Bilişsel (kognitif) davranışsal terapi, hastaların kendilerini, dünyayı ve diğer kişileri nasıl gördükleri ve yaptıkları hareketlerin düşünce ve hislerini ne şekilde ifade edeceği hakkında düşünmelerine yardımcı olur. Bu terapi kişilerin düşündüklerini ve yaptıklarını değiştirmeye yardımcı olur, kendilerini daha iyi hissetmelerine yardım edebilir. Semptomlar ve sıkıntıların geçmişten gelen sebeplerine odaklanmak yerine, kişinin şu andaki zihin durumunu iyileştirmek için yollar arar.
 
Tanıma Rehberi V

Hastanıza Nasıl Yardım Edebilirsiniz?

Şizofreni, hastaların psikolojisinde büyük değişiklikler yaratmasının yanı sıra hastaların fiziksel sağlıklarını da ciddi derecede etkiler.

Hayat tarzındaki en sık karşılaşılan değişim sigara içmeye başlamak ya da daha fazla sigara içmek olarak kendini gösterir. Bu alışkanlık kardiyovasküler rahatsızlıklar, solunum hastalıkları gibi fiziksel sağlık sorunlarında genel bir artışa yol açabilir. Bu sorunlar, yüksek derecede alkol tüketimi, uyuşturucu kullanımı, kötü beslenme ve yeterli egzersiz yapmama, kendine yeterli derecede bakmama, kişisel hijyene dikkat etmeme ve barınma koşullarının kötü olması ile daha da kötüye gidebilir.

Hayat tarzındaki bu değişimler ve kullanılan ilaçların yan etkileri kilo alımına yol açarak obezite problemini doğurabilir. Şişmanlık, kalp hastalıkları veya diyabet riskinin artmasına neden olur. Bu yüzden şizofreni hastalarının yıllık olarak genel kontrolden geçmesi gerekmektedir. Şizofreni hastaları gerekirse bir diyetisyenden yardım almalıdır.

Hastalar fiziksel sağlıkları ile ilgilerini kısmen ya da tamamen kesebilirler. Bu nedenle, yakınları hastanın tedavisine devam etmesini sağlarken, fiziksel sağlıkları ile ilgilenmelidir.


Formda Kalmak
Hastanız ruh sağlığında sorunlar yaşarken, kendisine bakması oldukça güç olabilir. Enerji düşüklüğü ve motivasyon kaybı, fiziksel olarak kendisini ihmal etmesi ile sonuçlanabilir. Kötü beslenme alışkanlığı, sigara ve alkol kullanımının artması ve egzersiz yapmaması sağlığının daha da kötüye gitmesine neden olur. Hasta yakınlarının şizofreni hastalarını sağlıklı yaşamaya teşvik etmesi, beslenmelerine dikkat etmesi ve düzenli egzersize motive etmesi önemlidir. Egzersiz yapmak, ciğerler ve kalp için yararlıdır, kas ve kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur. Antipsikotik ilaçların kilo alımı yan etkisini en aza indirgemek için iyi bir yoldur.

Fiziksel yararlarının yanı sıra egzersiz, hastaların duygu durumunda ve konsantrasyonlarında iyileşmeye yol açabilir, anksiyete ve stresi azaltabilir. Bunun yanısıra, hastaların kendine güvenini ve motivasyonunu artırabilir. Bir grup ile birlikte egzersiz yapmak, kişinin başkaları ile tanışmasını teşvik eder, sosyal izolasyonunu azaltır ve sosyal becerileri geliştirir. Egzersiz hastanızı zorlamayacak düzeyde ve eğlenceli olmalıdır. Hastanız herhangi bir egzersiz programına başlamadan önce hekiminize danışmanız gereklidir.

Cinsel Sağlık
Sağlıklı cinsel ilişki, hayatın önemli bir parçasıdır ve hayat kalitesinin bir ölçüsüdür. Ancak şizofreninin başlangıcından sonra, cinsel ilişkiler daha zor bir hale gelebilir. Şizofreninin doğası gereği veya antipsikotiklerin yan etkileri sonucunda cinsel işlev bozukluğu ve cinsel istekte azalma ortaya çıkabilir. Ancak bu durum hastaların ilaçlarını almayı kesmemeleri gereken bir yan etkidir. Utanç duygusunu yenerek, hekimleri ile bu konuyu paylaşmaları gerekir. Hekimler ilaç tedavisini kesmeden, bu konudaki olası terapötik seçenekleri göz önünde bulundurur.

Ebeveyn olmak isteyen anne adayları, şizofreni tedavisinde kullanılan bazı ilaçların hamilelik esnasında kullanıma uygun olmadıklarının ve emzirmede (laktasyonda) değişimlere yol açabileceklerinin farkında olmalıdır. Bu gibi hassas konularda da hastanızı desteklemeli, ebeveyn olmak gibi büyük bir sorumluluğun alınması ve uygulanması aşamasında, hastanızı hekimin bilgisi dahilinde karar -vermeye ikna etmeli ve hekimin tavsiyelerini yerine getirmesi konusunda yardımcı olmalısınız.

Bunun yanı sıra, şizofreninin akut belirtilerini yaşarken, bazı hastaların cinsel isteklerinin artması ya da karakterlerinin dışında cinsel istekler yaşamaları mümkün olabilmektedir. Bunun bir sonucu olarak, risk düzeyi yüksek cinsel davranışlar içerisine girmeleri ve cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanmalarının riski artabilir. Hasta yakınlarının bu gibi durumlarda son derece dikkatli davranması, hatta hekimden tavsiye alması gerekmektedir.

Şizofreni hastaları çevreye duyarsız hale geldikleri için, cinsel olarak istemedikleri bir harekete karşı koymayı başaramayabilir. Cinsel taciz vakaları ciddiye alınmalı ve gerektiği şekilde rapor edilmelidir.

Düzenli İlaç Kullanımı
Şizofreninin doğası gereği bazı kişiler ilaç kullanmaları gerektiğini anlayamayabilirler ve reçetelenen ilaçları almayı reddedebilirler veya hoşlarına gitmeyen yan etkilerden dolayı ilaç almayı bırakabilirler. Hastalığın doğası ilaç almayı hatırlamayı ya da istemeyi imkansız hale getirebilir. Bu nedenle, hasta yakınlarının tedavi sürecine dahil olmaları ile pek çok açıdan paha biçilmez yardımları dokunabilir. Bunlara, hastanın ilaçlarını alıp almadığını kontrol etmek, hastalara ilaçlarını düzenli almalarının önemini hatırlatmak veya ilaçlarını almaktan vazgeçtiklerinde daha önce bırakmak istediklerinde ne tür sorunlar ile karşılaştıklarını hatırlatmaları yararlı olur.

Şizofreni hastasının hastaneden çıktıktan sonra tedaviye devam ettiğinden emin olmak da oldukça önemlidir. Tedaviyi yarıda kesen ya da tedavinin takibi için randevulara gitmeyen bir hastada genellikle psikotik belirtilerde artış yaşanır. Hastayı tedaviye devam etmesi için cesaretlendirmek ve tedavi sürecinde ona destek olmak gerçekten önemli bir sorumluluktur. Tedaviden kopan bazı şizofreni hastaları, o kadar kötü bir hal alır ki, kişiler yemek, giyinmek ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını dahi gideremez, evsiz kalabilir ya da onları hapse düşürecek durumlara bulaşabilirler.

Hastalardaki Davranış Bozuklukları ve Şizofreni Belirtilerine İlişkin Öneriler
Hastalığın başlangıç döneminde, hastanız garip veya net bir şekilde yanlış olan ifadelerde bulundukları zaman nasıl tepki vereceğinizi bilememeniz doğaldır. Şizofreni hastası birey için, garip inançlar ve halüsinasyonlar oldukça gerçekçidir. Hastanızla bu psikotik belirtilerin gerçekliğine ilişkin tartışmaya girmeyiniz. Kişinin delüzyonları ile aynı fikirde olmak yerine, bunları aynı şekilde görmediğinizi veya onun ifade ettiklerine katılmadığınızı söyleyebilirsiniz, ancak bunları hastanızın hemen kabullenmesini beklememelisiniz. Hastanızın inançlarını sorgulamamaya dikkat etmelisiniz. Bunu yapmak kendine olan güvenini sarsarak iyice içine kapanmasına yol açabilir.

Hastanızla ilgili ne zaman ne tür semptomların ortaya çıktığının, ne tür ilaçların hangi dozlarda kullanıldığının ve tedavilerin sonuçlarının ne şekilde olduğunun kaydını tutmanız son derece olumlu olabilir. Bu sayede semptomları ve geçirilen süreçleri tanıyarak, hastanızın yineleme (relaps) için verdiği erken uyarı sinyallerini fark edebilirsiniz. Bu şekilde, psikozun geri dönüşü erken olarak tespit edilebilir ve hekiminizin müdahalesi ile tam etkili bir yineleme (relaps) önlenebilir. Ayrıca, geçmişte hangi ilaçların işe yarayıp hangilerinin sorun yaratan yan etkilere sahip olduğunu bilerek, hekiminizin en iyi tedavi seçeneğine karar vermesine katkıda bulunabilirsiniz.
 
Rehber beş bölümdü. Dilerim ışık olucak niteliktedir.
Serdar'ın öyküsüne kaldığım yerden devam ediyorum;

-25-

VE TABURCU OLDU

Bir yıl sonra taburcu olmuştu. Hastaneden eve geldik. Yattığı dönemlerde arada bir hafta sonu izinli eve geliyorduk. Fakat çok sıkıntılı olduğu için hemen hastaneye geri dönüyorduk.

Evet. Bir yılın sonunda eve gelmiştik. Fakat hiç de iyi değildi. Yaklaşık üç saatte bir iğne yapılıyordu, ilaçlarını saatinde düzenli içiyordu. Hiç te iyileşme göstermiyordu. Doktorları bize kötüleşirse getirin demişlerdi. Kısa bir zaman sonra evde daha da kötüleşti. Çok hırçınlaştı. Bir dediğini iki etmiyorduk. Geceleri yatmıyordu. Sürekli bana sorular soruyordu. Birini cevaplamadan ötekine geçiyordu. Artık takıntılarından ne yapacağımızı şaşırmıştık. Sorularına verdiğim cevabı anlamazsa, bağırıp çağırıp gece babasını ve kardeşini uykudan uyandırırdı. Hep beraber oturup onu ikna etmeye çalışırdık. Tabi ki başarılı olamazdık, o yine bildiğini okurdu. Zaman zaman "anne seni dövmek geliyor içimden, beni ya bağla yahut iğne yap çabuk!" diye bağırırdı. O bağırdığı zaman benim ellerim titremeye başlardı. Ve böylece kısa bir süre sonra hastaneye geri döndük.

Hemen yatışını yaptılar. Artık hastane bizim ikinci evimiz olmuştu. Yine ilaçlar ayarlandı. Ama oğlumu hiç etkilemiyordu, ilaçlara istenilen cevabı vermiyordu. Bir gün doktor hanım bana, "oğlunuza bir ilaç vermek istiyoruz, belki bu ilaç iyi gelir. Fakat bu ilaç ülkemizde yok. Yurt dışından getirtebilir misiniz" dedi. Çok sevinmiştim. Hemen reçeteyi alıp eve geldim. Birkaç gün içinde yurt dışından getirtmiştik. Hemen ilaca başlandı. Yavaş yavaş iyiye gidiyordu. Biraz rahatlamıştı. Bir ay olmuştu kullanalı. Hafta sonu eve gelmiştik. Ertesi gün oğlum öksürmeye başladı. Ateşi vardı. Rengi çok solgundu. Endişelenip hemen hastaneye götürdüm. Doktorları hemen tahlillerini yaptılar. İlaç kan tablosunu bozmuştu, ilacı hemen kestiler. Oğlum mikrop kapmasın diye bir sürü önlem aldılar. Başka ilaç vermediler. Bu oğlumun iyiliği içindi. Artık başka ilaç içmediği için çok kötü alevlenmeler başlamıştı. O ilaç kan tablosunu bozduğu için bir daha o ilaçtan kesinlikle verilmemesini söylediler. O zaman doktorları haklıydılar.

Evet bu ümidim de sönmüştü. Oğlum şimdi çok kötü bir durumda idi. Alevlenmeleri çok şiddetliydi. Yine yatağına bağlanıyordu. Hareketsizlikten olsa gerek, "topuklarım ağrıyor" diye arada bir sızlanıyordu. Bense sürekli ayaklarının altına (topuklarına) pamuk koyuyordum. Böylece günler geçiyordu. Ve yine eski ilaçlarına başlandı, iğneler yine vuruluyordu. Yine bizden, dünyadan uzaklaşmaya başlamıştı. Her zamanki gibi yine yanından hiç mi hiç ayrılmıyordum. Artık bizimle hiç konuşmuyor, beni hiç duymuyordu. Kendi dünyasına kapanmıştı, sadece zaman zaman bağırıyordu. Bazen korkunç bir ses tonuyla kendi kendine gülüyordu. Saatlerce dalıp bir noktaya bakıp kendi kendine konuşuyordu zaman zaman. "Sizin söylediklerinizi yapmayacağım, sizin emirlerinizi dinlemiyorum" diye kafasındaki seslere bağırıp duruyordu. Bense çaresiz onun bu haykırıp çırpınmalarını içim kan ağlayarak bazen de korkarak sabırla dinleyip, onu üzmeden yatıştırmaya çalışıyordum.

Sürekli onunla konuşmaya çalışıyordum. Onun sevdiği ve hoşlanacağını bildiğim şeyleri, ona sürekli anlatıyor, onunla konuşmaya, onu konuşturmaya çalışıyordum. Bir gün bir hasta annesi odamıza gelip, "sen duvarlarla mı konuşuyorsun" dedi. Ben, "Hayır, yavrumla konuşuyorum" dedim. O anne bana, "Oğlun seni duymuyor ki. Hiç mi bıkmıyorsun" demişti. Ben yine "oğluma bir şeyler anlatıyorum" dedim. "Oğlum şimdi belki beni duymuyor ama bir gün "o beyin" uyanacak uykusundan, oğlum beni duyacak, konuşacak" deyip, ağlamaya başladım. Korkuyordum. Köksal'ım ve Hakan'ım gibi bu yavrum da ellerimi bırakıp beni terk edecek... Bunları düşündükçe oğluma daha çok destek olmaya çalışıyordum. Hep kafamda çareler arıyor fakat bulamıyordum. Allah'ım hiç kimseyi çaresiz bırakmasın çok çok zor...​
 
-26-

Yine yılmadan, usanmadan oğluma, dünyada olup bitenleri, gazetelerdeki haberleri, akrabaları sürekli anlatmaya çalışıyordum. O benimle hiç konuşmasa da, beni hiç duymasa da...
Bir anne olarak sürekli çare arıyordum. Allah insanı çaresiz bırakmasın. Çevremdeki insanlar hacı hoca öneriyordu. Ben, isteksiz de olsa duyduklarıma gidiyordum. O maddi ve manevi sıkıntılı yıllarımızda, hemen hemen Türkiye'nin yarısını dolaşmıştık. 'hacı hoca' derken, 'biyoenerji', 'akapunktur', 'hipnoz', 'bitkisel ilaç', hepsini denemiştik.
Şimdi düşünüyorum, çaresizlik insanı nerelere sürüklüyor. Yazık! Para ve zaman kaybı. Başka da hiçbir şeye yaramıyor. Yine de en iyisi müsbet ilim, gerisi boş şeyler. Hastalığının ilk yıllarında yine çok yanlış bir şey yapmıştık.
Serdar'ı 'hoca'ya' götürmüştük 'hoca' bir tasa su koydu. Oğluma bir şeyler okuduktan sonra "suya bak bir şeyler görüyor musun" dedi. Zaten oğlum hastalığından dolayı halüsinasyon görüyordu. Serdar saçma sapan bir şeyler söyleyince, hoca "tamam" dedi "bunlar senin cinlerin". Hocanın bu saçma konuşması bizim on yılımıza maloldu.

Böylece Serdar on yıl boyunca ruhlara, cinlere inanıp bize de kendine de çok zor yıllar yaşattı. Ben kendimi bu yüzden affetmiyorum. İnşallah bu yazdıklarımı hasta yakınları okur da benim yaptığım yanlışları yapmazlar. Doktor ve ilaçtan başka şey düşünmesinler. Yine eş dost hacı hoca öneriyordu. Bir gün eşim haklı olarak isyan etti bana "Duayı kendin oku, sen Alllah'a yalvar, anasın, Allah senin duanı kabul eder. Kullardan mı medet, yardım umuyorsun. Allah ile arana elçi mi koyuyorsun?" demişti. Haklıydı. Ama çaresizlikten, her şeyden herkesten yardım bekliyor insan. Ben o zaman gökteki yıldızlara bile yalvarıyordum, belki sesimi duyarlar diye ama nafile sesim duyulmuyordu. Yine de sürekli dua ediyordum, hala da ediyorum çünkü duaya inanan bir insanım. Çaresizlik insanı hep bir umuttur diye bir takım arayışlar içine itiyor, istemeden bir takım yanlışlara yöneltiyor. Biz böylece yavaş yavaş yılları deviriyorduk. Alışması, kabullenmesi zor olsa bile...

Gerçeği ne kadar erken kabul ederse insan, o kadar daha mantıklı hareket ediyor. Birkaç ay sonra yine hastahaneden taburcu olmuştuk. Ama hiç iyi değildi. Çok mutsuz, sinirli, şüpheci ve kendi dünyasındaydı. Sanki yıllardır o kadar yoğun tedaviler oğluma yapılmamıştı. Hezeyanları aynen devam ediyordu. Uzun bir seyahate çıkmanın belki yararı olur diye düşündük. Amcası görevi nedeniyle 'Elazığ'ın maden' kazasındaydı. Oraya çok zor bir yolculukla gittik, ilk günler biraz rahattı. Birkaç gün sonra yine sıkıntıları başlamıştı ve anladım ki nereye götürsek götürelim maalesef, oğlum hastalığı nedeniyle pek te farkına varmıyordu. Yine şüphelenmeye, insanlardan uzaklaşmaya başlamıştı.

Eve döndük. Evde yine çok huzursuz. Malum takıntılar devam ediyor, ilaçlarını içiyordu. Yemeklerden şüpheleri azalmıştı, artık yemek yiyordu ama sofraya oturunca, ne yediğinin sanki farkında değildi. Çok ta sinirli oluyordu. Bazen ani bir hareketle sofrayı yerle bir ediyordu. Sürekli bir şeyler arıyordu. Ne aradığını sorduğumda kulaklarına şiş batırıp sesleri öldürmek istediğini söylerdi. Bense evde ne kadar kesici, delici alet varsa kaldırmıştım. Yine de onu en çok rahatsız eden tabii ki seslerdi. Bütün gün ruhlarla cinlerle uğraşıyordu. Kendine de bize de hayatı zehir ediyordu. Bir gün aniden balkona koştu, kendisini aşağıya atmak istedi. Ben sadece "Allah'ım Serdar!" diye bağırabildim. Ani bir hareketle geri dönüp bana baktı. Bense donup kalmıştım, vazgeçti. Balkona koştuğumda bana sarılarak ağlamaya başladı;
"Anne; kurtarın beni bu seslerden, bu hastalıktan, yaşamaktan bıktım. Ben dünyada yapayalnızım hiç arkadaşım yok, günlerim acıyla, şüpheyle, korkuyla geçiyor, yaşamak istemiyorum" dedi. Ne kadar zordu. Koca dünya oğluma da bize de dar olmuştu. Milyarlarca insanın yaşadığı dünyada oğlum yapayalnızdı. Ben de artık yaşamaktan bıkmıştım.

Bir gece çok şiddetli atak ve alevlenme geçiriyordu. Sabaha yakın uyudu. Bense çaresizlikten ne yapacağımı şaşırmış, evladımın çektiği ızdırabın belki bin katını çekiyordum. Bir anda kararımı verdim, intihar edecektim. Fakat Serdar'ımı arkamda bırakmayacaktım. Odasına girdiğimde yavrum bir melek gibi uyuyordu. Birden kendime gelmiştim. Yok Serdar'ımı bu ızdırabıyla bu dünyada bırakamazdım. Kendi hayatım benim için önemsizdi. Ama yavrumu annesiz çaresiz bırakamazdım. Hastaneye gittiğimizde doktoruna ağlayarak anlattım. Doktoru çok üzüldü, "sakın böyle bir şey yapma, Allah'tan ümit kesilmez" dedi. Sabredin belki bir gün bu hastalığın çaresi bulunur demişti. Bilim çok ilerledi, yeni ilaçlar çıkıyor sabredin demişti. Evet; 'yeni ilaçlar'... Bu kelime beni çok mutlu etmişti, yine ümit doğmuştu.​
 
Okudum hepsini okumaya da devam ediyorum.Bazen okurken birinin hayal gücü diyorum ama hayır gerçek yaşanmış ve hala bir yerlerde yaşayanlar var göğsümün ortasına kocaman bir yumru tıkanıp kalıyor...

Allah'ım büyüktür bu yolda olanlara önce sabır versin ve sağlıklarına kavuştursun...
 
Merhaba yasmi_n; kitap bittikten sonra, başka şizofreni ailelerinin, yakınlarının yaşadıklarını ve hala yaşıyor olduklarını da ilave edicem. Belki hastalığın bu kadar içinde olmasaydım yazılanları dışarıdan okuyor olsaydım inanmakta zorlanabilirdim. Bakırköy akıl hastanesi diyip geçtiğimizde, diyip geçiyor oluyoruz. Benzer üzüntüleri onkoloji hastanesinde, otistik çocukların tedavi merkezlerinde ve bilemediğim başka hastalıklar ile mücadele edenlerde yaşıyor. Birebir kardeşimde yaşadıktan sonra şizofreni ile ilgili bilgiyi, bilgileri daha da sahiplenir oldum. Öğrendikçe devamını istedim. Öğrendiklerimi neden ilk başta bilmiyordum dedim, keşke bilseydim de erken davransaydım, öyle söylemeseydim, hasta olduğunu anlasaydım farklı davranırdım dedim. Hala da diyorum.

Kadınlar kulubü'de paylaşmak istedim ki, belki biri, belki birileri, okudukları sayesinde erken farketmiş olur. Erken davranmış olur. Dernekten haberi olmayan, tüm gün evde ne yapacağını bilmeyen kişi de haberdar olur ve hem kendisi hem hastası için daha iyisi için bir adım olur okudukları.

Keza şizofreni hastaları için devlet desteğindende habersizdim. 2022 yasası adı altında üç ayda bir 1000 TL küsür maddi yardım yapılıyor. Akabinde evde bakım aylığı adı altında hastaya bakan kişiye bu yıl itibari ile ilk yarıda 632 TL, ikinci yarıda 675 TL gibi aylık maaş bağlanıyor. (evde bakım aylığı %80 oranında özür ve ağır özürlü ibaresi olan raporlular için geçerli. söylenene göre bu yıl yapılacak değişiklik ile %80 oranın olması yeterli olacak, ağır özürlü ibaresi aranmayacak.mış)

Belli bir yüzdenin üzerinde (%40) raporu olan kişilerin müracaatları değerlendirildikten sonra şartları uyanların maaşlarını bağlıyorlar.
Belediye'ye ait toplu taşımaları ücretsiz kullanabiliyor. Özürlü kimlik kartı çıkartanlar maçlara ücretsiz girebiliyor, hava yolu, kara yolu ve deniz yolu ulaşımlarında belli oranlarda indirimleri oluyor.

Bu imkanlardan yalnızca şizofreni hastaları değil, bedensel zihinsel mağduriyeti olup belli oranda özürlü raporu var olan herkes yararlanabiliyor.
 
-27-

OĞLUM ŞİZOFRENİ

Bu ümitle hastaneden eve döndük. Fakat yine süreli sorular soruyor, bazen dalıp dalıp gidiyor ve aniden bağırıp kafasındaki seslerle sanki kavga ediyordu. Artık oğlumun takıntılarını biliyordum. Hastalığını biliyordum. Onu nelerin çok rahatsız ettiğini biliyordum. Hezeyanlarını biliyordum. Ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Oğlumun malum takıntıları; kedileri, cinleri v.s. gibi bu takıntılarıyla bütün gün uğraşıyor, geceleri uyumuyor, sabaha kadar bizi de kendini de çok yıpratıyordu. Gece bile iğne yapıyorduk. Bir iki saat ancak uyuyordu. Onun için de, bizim için de günler, aylar çok sıkıntılı ve acıyla geçiyordu.

Bense artık yıllardır uykuyu unutmuştum. Bir gün rengi kıpkırmızı oldu. Ne olduğunu sordum. Nefesini tuttuğunu, kafasındaki sesleri; cinleri, ruhları öldürmek istediğini söyledi, ilaçlarını saatinde içmesine rağmen yavrum çaresizlikten ne yapacağını şaşırmıştı. Babasıyla düşündük, taşındık. Bir de başka yere götürelim dedik. Başka küçük bir ilde bulunan "Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi"ne götürmeye karar verdik ve götürdük.

Doktorlar hemen yatışını yaptılar. Oğlum bu sefer bize zorluk çıkarmadı. Ne yazık ki yıllar önce, o ilk hasta olduğunda, bu hastaneden korku ve panikle çıkardığım yavrumu bu kez kendi ellerimizle getirip yatırdık. Yıllar önce doktor bey, "çıkarmayın, tedavi olsun, sonra kendi ellerinizle getirirsiniz" demişti. Ne kadar da haklıydı.

O gün akşama kadar oğlumdan ayrılamadım. Bahçede oturduk. Ertesi gün doktoru bulup, durumu hakkında bilgi aldım. Doktoru, "sen oğlunun hastalığını ve ne kadar hasta olduğunu biliyor musun" dediğinde, "evet biliyorum, paranoid şizofren" dedim. Doktoru şaşırdı. Ben evladımın hastalığını ilk hastalandığı yıldan itibaren okuyarak, onu inceleyerek kendim öğrenmiştim. Oğlumu inceleyerek, kitaplar okuyarak, araştırıp sorarak... Okuduğum bir kitap bana her şeyi anlatıyordu. Kitaptaki anlatılanla oğlumun çektikleri aynıydı. Artık emindim oğlum 'şizofreni'di. O geceyi hiç unutmam. O anda sanki benim için 'kıyamet kopmuştu'. Ben ki ne acılara dayanmıştım ama bu acı dayanılacak gibi değildi. 'Serdar'ı' ne umutlarla büyütmüştüm. 'Köksal'ımın', 'Hakan'ımın' büyümesini görememiştim ama Serdar'ım üniversiteye kadar gelmişti. Fakat kadere bak.. Ne kadar acımasız tokat atmıştı yavruma... Hiçte hak etmediği halde... Eşime oğlumuzun ne yazık ki 'şizofreni' olduğunu söylediğimde bana gayet sakin bir halde "kim değil ki", "sen hastalığın adına, nasıl bir hastalık olduğuna değil, nasıl yardım edip ona yardımcı olacağına, nasıl tekrar hayata döndüreceğine bak" demişti. Onun bu sözleriyle bir anda kendime gelmiştim. Haklıydı. Eşime çok teşekkür ederim. Bana her zaman destek olmuş, yol göstermiştir.

Bunca yıl, sağolsun doktorlar bana oğlumun şizofren olduğunu hiç söylemediler. Herhalde çok üzülür, umutsuzluğa düşeriz diye. Haklıydılar ama ben biliyordum. Ancak böyle bir hastalık, melek gibi yavrumu bu hale getirebilirdi. Yatışının dördüncü günü erkenden hastaneye gittim. Saat dokuz civarıydı. Hemşireye oğlumu sordum. Elektroşok yapıldığını söyledi. Biraz dışarıda bekledim. Ve içeri girip oğlumun kaldığı yeri görmek istedim. Hemşire hanım şaşırdı. "Olmaz" dedi. "Neden" diye sordum. "Bu serviste çok ağır hastalar var" dedi. Ben "Neden? Onlar da insan değil mi? Benim yavrum da orada yatıyor. Oradakiler de insandır" diye ısrar edince içeriye girdim. Yavrum yatakta yatıyordu. Şok yapılmıştı. Yavrumun o badem gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendinde değildi. Ağzında kalın bir sargı bezi vardı ve çırpınıyordu. Gencecik bir hasta yavrumuzun yanına oturmuş, onu tutuyor, yataktan düşmesin diye bekliyordu. Bana, ses çıkarmamamı söyledi. "Oğlunuz şok oldu. Uyuyor. Ben de onu bekliyorum. Kalkarsa tansiyonu düşer. Yere düşmesin diye onu bekliyorum" dedi. Birazdan ağzındaki bezi alırız dediğinde çok duygulandım. Biraz sonra oğlum uyandı. Kaldığı yeri gördüm. Oradaki doktorlara, hemşirelere, hastalara ve tüm çalışanlara çok üzüldüm çünkü devletimizi yönetenlerin insana, insan sağlığına ve çalışanına ne kadar önem verdiği çok bariz bir şekilde belli oluyordu. Aslında devletimiz çok güçlü ve asil bir devlet ama şimdiye kadar bizi yönetenler de kabahat. Neyse oğlumu alıp bahçeye çıkardım. Bizim peşimizden o genç hasta geldi. Elinde bir dilim ekmek, üzerinde reçel vardı. "Teyze bunu oğlunuza yedirin. Şoktan sonra tatlı iyi gelir" dedi. işte böylece o çok ağır hasta denilen insanlarla çok iyi dost olduk. Her gün gittiğimde yanıma gelip, sohbet ederlerdi. Hemşire hanım bir gün, "siz çok cesursunuz" dedi. "Ben yıllardır burada görev yapmaktayım, bu servise kimse girmezdi, hasta yakınları bile kapıdan içeri girmezdi" dedi. Ben de "bu cesaretten değil insana olan sevgimden, buradakiler de insan, onlar bizden farklı değil, benim oğlum da burada tedavi görüyor. Ben oğlumu ne kadar seviyor üzülüyorsam o insanların anneleri de en az benim kadar üzülüyorlardır" diyebilmiştim.
 
-28-

Bir ay sonra oğlum taburcu oldu. Eve döndük. 'Şokların' etkisiyle, iki ay biraz iyiydi. O iyi günlerinde yeni bir saz almış, sazını zaman zaman çalıyordu. Bir gün Kayahan'ın "Allah'ım, neydi günahım" ve "kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime" şarkılarını çalmaya başladı. Söylerken ağlıyordu. Oğluma ağlamamasını, iyi olacağını söyledimse de fazla ikna edemedim. İki ay sonra yine Tıp Fakültesi'ne yatırdık. Yine aylar ayları kovalıyordu. Küçük oğlum ve eşim yine yalnızdı.

Bazen eşim hastaneye gelmeyince, kardeşi gelirdi. Ona yiyecek birşeyler getirirdi. Oğlum hastanenin yemeklerini yemiyordu. Şüpheleniyordu. Zaman zaman doktorlarından da şüpheleniyordu. Bir gün bana "anne" dedi ve yine sustu. "Söyle oğlum ne olur söyle" diye ısrarla sordum. Geç te olsa cevap verdi. "Ben ölürsem çok ağlama, ama bil ki ben çok acı çekiyorum, bunu bilin" dedikten sonra yine derin bir sesizliğe gömüldü. Bir anda dünya başıma yıkıldı. Ben o anda kendimi zor salona attım, fenalaştım. Hemşire hanımlar sağ olsunlar çok ilgilendiler benimle. Doktor hanım bana bir iğne yaptırdı, moral verdi. Bu hastalığın insanı öldürmediğini söyledi. "Oğlunuzun söylediklerini ciddiye almayın, o çok ızdırap çekiyor ama hastalığından öyle konuşuyor" dedi. Oğlum ve onun gibi hasta olan insanlar ne kadar acı çekiyorlar bizler bunun farkında değiliz.

Kardeşiyle bir gün onu alıp hastanenin alt katındaki kafeteryaya götürdük. Biraz oturduk. Fakat çok sinirli ve tedirgindi. Alıp odasına çıkarırken birden kardeşine sarılıp pencereye doğru sürüklemeye başladı. Sonra onu bırakıp, kendini camdan atmak istedi. Çok korkmuştuk. Zorla ikna edip odasına çıkardık. Kardeşi de çok korkup etkilenmişti. Kardeşine hastaneye gelmemesini söyledim. Artık sık gelmiyordu. Onu hep uzak tutmaya çalıştık. Etkilenmesin diye... O yavrum da hep yalnız kalmıştı. Zaten yıllardır yalnızdı. Okula gidiyordu. Babası da kendini iyice içkiye kaptırmıştı. Babası çok üzülüyor, bir türlü kabullenemiyordu. Üzüldükçe içkinin dozunu artırıyordu. Yine de o yavruma elinden geldiğince yardımcı oluyordu; yemek yapıyor, ütüsünü yapıp okula gönderiyordu.

Yine de çok üzülüyordum. Çünkü ben ona yıllardır annelik yapamıyordum. O sıcacık yuvamız ne hale gelmişti. Hafta sonları bazen eve gelirdik. Evimiz sanki cenaze evi gibiydi. Herkes suskun, üzgün. "Allah'ım sen bize sabır ver, sen bana sabır ver" diye dua ederdim. Anlıyordum ki sabır ve cesaretle bunların üstesinden gelebilirdim. Başka çarem yoktu. Bir yandan hasta oğlum, bir yandan eşimin alkolü. Gün geçtikçe alkolün dozunu daha çok artırıyordu. Zaman zaman onunla uğraşmak Serdar'la uğraşmaktan daha zordu.

O sıkıntılı çaresiz yıllarımızda, bir de eşimin alkolü... Eşim aslında uysal bir insandır, fakat alkol onu sanki esir almıştı. Ona da hak veriyordum. Çünkü acıları beraber yaşamıştık. Çok genç yaşında acıları yaşamış, evlatlarımızı kendi elleriyle toprağa vermişti. Ve Serdar'ın hastalığı onu büsbütün yıkmıştı. Alkolle kendini avutuyordu. Ömründe hiç sigara bile içmeyen bir insanın kendini alkolle avutmasını anlıyordum. Eşime de sabredip anlayış gösteriyordum. Yine de sadece dua edip, hayata dört elle sarılıyordum. Bir gün yuvamız yine eski haline dönecekti. Bundan emindim. Bu kadar çaresizlik ve yoğun sıkıntılarıma rağmen bir gün herşeyin düzeleceğine inanıyor, sabrediyordum. Bir anne, bir eş olarak benim tek silahım sabır, sevgi ve zamandı. Hele de zaman her şeyin ilacıydı.​
 
-29-

Yine bir gün akşam üstü küçük oğlum hastaneye telefon açtı. "Anne eve gel, ben hastayım" dedi. Hemen eve gittim. Yavrum diş çektirmişti. Damaklarına dikiş atılmış, iki gündür yüzü şişmiş, hiç bir şey yiyememişti. Babası da iki gündür görevli, şehir dışındaymış. Çok ızdırap çektiğini, mecburen beni çağırdığını söyledi. Fakat Serdar'ı yalnız bırakamıyordum. Ne yapacağımı düşünürken o anda odamıza annesi ve babası 'Psikiyatri Profesörü olan ve kendisi de o zaman tıp öğrencisi olan 'Tolga' geldi, ondan rica ettim. "Serdar'ın yanında biraz kalır mısın? Eve kadar gitmem gerekiyor" dedim. "Tabii ki kalırım, siz gidin" dediğinde çok sevindim. Hemen eve gittim. Oğlumla ilgilendim ve gece hastaneye geri döndüm. Döndüğümde "Tolga" hala Serdar'ın yanında oturuyordu. O anda çok duygulandım. Anladım ki "Tolga" çok iyi bir doktor olacaktı. Şimdi Amerika'da psikiyatrist. TEŞEKKÜRLER 'Tolga' Küçük oğlumsa o dişinden çok ızdırap çekmişti

Bu oğlum sessiz, sakin, uyumlu bir yapıya sahip. Kardeşiyle çok iyi anlaşan, onu iyi anlayan, hastalığını iyi bilen bir insan. Bazen düşünüyorum ya aksi olsaydı. Bir de onunla uğraşmak zorunda kalırdım. Bu yönden şanslıydım.

Birkaç ay sonra taburcu olup eve geldik. Yine aynı sıkıntılar devam ediyordu. Gecemiz, gündüzümüz yine çok sıkıntılı geçiyordu. Babası kendini içkiyle avutuyordu. Bana da sabretmemi, bu hastalıktaki en iyi ilacın sabır olduğunu söylüyordu. Benim de sabretmekten başka hiçbir seçeneğim yoktu. Hep, "Allah'ım, bize sabır, yavrumuza şifa ver" diye gece gündüz dua ediyordum. Yıllardır hep yaptığım gibi, yanından hiçbir yere ayrılmıyordum. Onun sorularına cevap bulmaya çalışıyordum. Artık yıllardır akrabalardan hiç kimse de gelmiyordu evimize. Ne arayan, ne soran... Ailece iyice yalnız kalmıştık.

Bazen düşünüyorum. İnsanlar ne kadar acımasız ve anlayışsız. Siz hastayla, hastalıkla uğraşırken insanlar nelerle uğraşıyor. En yakın akrabalarınız da sizi terk ediyor. Önceden sizi ziyarete gelenler, arayıp soranlar ne yazık ki hastalığın adını duyunca sizi terk ediyorlar. Yıllardır sizi telefonla bile aramıyorlar. Sanki bu hastalık sızın ve evladınızın seçimiymiş gibi, sanki siz günah işlemişsiniz de bu da cezasıymış gibi... Önceleri çok üzülüyordum. Ama artık üzülmüyorum. Alıştım çünki.​
 
-5-

Eşim ve yakınlarım beni psikiyatriste götürdüler. Doktor benim çaresizliğimi anlayıp bu kadar acı çekmemin yaşım itibariyle normal olduğunu söyledi. Bana en iyi ilacın zaman olduğunu, adece uyku ilacı vermelerini söylemiş. Allah'ım ani ölümü hiçbir kuluna göstermesin. Hele evlat acısını. Yavrumu sapasağlam evde bırakmıştım, birkaç saat içinde kaybetmiştim. Annemin ve babamın yokluğunu o zaman daha çok hissetmiştim. Bir anda kendimi yapayalnız, çaresiz hissettim. Allah'ım, bu dayanılmaz bir acıydı. O zaman bana bütün olanlar kötü bir rüya gibi geliyordu. Olamaz, böyle bir acı yaşanamazdı. Doktor olan komşumuz sürekli yatıştırıcı iğne yapıyordu. Ben yine herşeyin farkında idim. Tam Hakan'ı unutmaya çalışırken bu acı bana çok büyük haksızlık. Çok defa yaşamak istemiyordum, çok ağır bir yüktü çekdiğim ızdırap. Dayanamıyordum. Ölmek, evladıma kavuşmak istiyordum fakat eşim, komşular ve akrabalar buna izin vermiyorlardı. Çok acı çekmesine rağmen eşim bana destek oluyor, komşular ve akrabalar moral vermeye çalışıyorlardı. Fakat ben kendimi bir türlü toparlayamıyordum. Kendi kendime 'benim iki çocuğum daha var, eşim, yuvam var. Allahım bana sabır ver" diyordum. Fakat elimde olmadan çok özlüyordum. Mezarı Narlıdere'de, evimizin karşısındaydı. Sabahlara kadar balkonda oturup mezarını seyrediyordum. Sanki onu karanlıktan koruyordum. Sabah olunca hemen mezarının yanına gidip, akşama kadar oturup ağlıyordum. Eşim ve komşular beni zorla eve getiriyorlardı. Bu durum günlerce, aylarca sürdu. Ben nasıl unutabilirdim ki? Sapasağlam evladım bir anda ellerimin arasından uçup gitmişti. Bir daha asla göremeyecektim. Ev anılarıyla dolu, nasıl dayanabilirim? Çantasını, kitaplarını, önlüğünü ve de akşam olunca boş yatağını görmek çok acıydı, kendimi kaybediyordum.

Yavrum kara toprakta yatıyor, bense boş yatağında teselli arıyordum, işte o zaman beni kimseler teselli edemiyordu. Yakınlarım baktılar olmayacak özel eşyalarını saklayıp, odasını kilitlediler, aylarca açmadılar. Ne kadar yalvarsam da odasının anahtarını vermiyorlardı. Sadece yatağını koklamak istiyordum, çok çok özlüyordum. Demek ki zaman her şeyin ilacıymış. Üç yıl boyunca sürekli mezarına gidiyor akşama kadar oturuyordum. Mezar taşını okşuyor, onunla konuşup rahatlıyordum. Ben ne kadar konuşsam ağlasam da yavrum beni hiç duymuyordu, duyamadı, o artık yanımda yoktu, yine de oğlumla sanki hasret gideriyordum. Mezarına gitmediğim günler onu çok özlüyordum, sanki yavrum orada yalnız kalıyor beni bekliyor zannediyordum. Belki düşüyordur. Belki de karanlıktan korkuyordur diye sabahlara kadar balkonda oturuyor, onu koruyordum. Hep mezarını seyrediyordum. Sanki beni çağırıyor gibi geliyordu.

:14::14::14::14::14::14::14::14:
 
-29-

Yine bir gün akşam üstü küçük oğlum hastaneye telefon açtı. "Anne eve gel, ben hastayım" dedi. Hemen eve gittim. Yavrum diş çektirmişti. Damaklarına dikiş atılmış, iki gündür yüzü şişmiş, hiç bir şey yiyememişti. Babası da iki gündür görevli, şehir dışındaymış. Çok ızdırap çektiğini, mecburen beni çağırdığını söyledi. Fakat Serdar'ı yalnız bırakamıyordum. Ne yapacağımı düşünürken o anda odamıza annesi ve babası 'Psikiyatri Profesörü olan ve kendisi de o zaman tıp öğrencisi olan 'Tolga' geldi, ondan rica ettim. "Serdar'ın yanında biraz kalır mısın? Eve kadar gitmem gerekiyor" dedim. "Tabii ki kalırım, siz gidin" dediğinde çok sevindim. Hemen eve gittim. Oğlumla ilgilendim ve gece hastaneye geri döndüm. Döndüğümde "Tolga" hala Serdar'ın yanında oturuyordu. O anda çok duygulandım. Anladım ki "Tolga" çok iyi bir doktor olacaktı. Şimdi Amerika'da psikiyatrist. TEŞEKKÜRLER 'Tolga' Küçük oğlumsa o dişinden çok ızdırap çekmişti

Bu oğlum sessiz, sakin, uyumlu bir yapıya sahip. Kardeşiyle çok iyi anlaşan, onu iyi anlayan, hastalığını iyi bilen bir insan. Bazen düşünüyorum ya aksi olsaydı. Bir de onunla uğraşmak zorunda kalırdım. Bu yönden şanslıydım.

Birkaç ay sonra taburcu olup eve geldik. Yine aynı sıkıntılar devam ediyordu. Gecemiz, gündüzümüz yine çok sıkıntılı geçiyordu. Babası kendini içkiyle avutuyordu. Bana da sabretmemi, bu hastalıktaki en iyi ilacın sabır olduğunu söylüyordu. Benim de sabretmekten başka hiçbir seçeneğim yoktu. Hep, "Allah'ım, bize sabır, yavrumuza şifa ver" diye gece gündüz dua ediyordum. Yıllardır hep yaptığım gibi, yanından hiçbir yere ayrılmıyordum. Onun sorularına cevap bulmaya çalışıyordum. Artık yıllardır akrabalardan hiç kimse de gelmiyordu evimize. Ne arayan, ne soran... Ailece iyice yalnız kalmıştık.

Bazen düşünüyorum. İnsanlar ne kadar acımasız ve anlayışsız. Siz hastayla, hastalıkla uğraşırken insanlar nelerle uğraşıyor. En yakın akrabalarınız da sizi terk ediyor. Önceden sizi ziyarete gelenler, arayıp soranlar ne yazık ki hastalığın adını duyunca sizi terk ediyorlar. Yıllardır sizi telefonla bile aramıyorlar. Sanki bu hastalık sızın ve evladınızın seçimiymiş gibi, sanki siz günah işlemişsiniz de bu da cezasıymış gibi... Önceleri çok üzülüyordum. Ama artık üzülmüyorum. Alıştım çünki.

NE kadar doğru ve ne kadar acı...:(
 
Nihil,

inanılmaz etkilendim..KEsinlikle yaşanmış bir olay, hayal ürünü değil..
Süslü püslü cümlelere girmeden birebir dökmüş kağıda yazar..

Sizindemi kardeşiniz hasta.?
Erkenmi farkettiniz,geçmi.?

Geçmiş olsun tüm hastalara...
 
Son düzenleme:
Evet, derneğin sitesi çok atıl kalmış, forumları da keza öyle. Halbuki bedensel engeli olan arkadaşların forumlarında güncel bilgilendirmelerine kadar aktif bilgiler mevcut, hareketli bir forum. Engelliler haftasında buluşma düzenlediler, İstanbul fuar merkezinde görme engeli olan, fiziksel engeli olan, ortopedik engeli olan... buluşup birliktelik düzenlediler.
Aslında şizofreni derneği, buluşmaların sürekli olmasını sağlıyor ama katılım çok yok. Düşünki İstanbul gibi bir ilde dernek de 20 kişi yok. Belki bilinmediği için, ki burada bahsetmemin sebeplerinden biri de okuyan arkadaşların ailesinde, yakınlarında veya uzaklarında şizofreni olan kişiler bilgi sahibi olsun. N'apmalıyım diyen arkadaşa böyle bir yer var, demek olsun. Tüm gün yalnız, odalarından dışarı çıkmayan, sabit noktaya bakarak gün geçiren ve hastalıkları artan hasta yakınlarına fikir olsun.bilgi olsun.

Hollanda gezisini bu sene de yapmayı planlıyorlar. Folklor grubuna katılan arkadaşları hollanda gezisi düzenleyecekler. Aysel Hanım başlarında olmak üzere yalnızca hastalara düzenlenen bir etkinlik, evvelki sene 9 gece 10 gün kalmışlar.
Bugün de senebaşı eğlencesi yapıyorlar, yeni sene ağacı süslemişler ama biz henüz gitmek için pek hazır değiliz galiba. Birkaç gün evvel doktora gidelim bahanesi ile kardeşimi derneğe ilk kez götürdüm. Eve geldikten sonra tüm gece uyumadı. Kimbilir neler düşündü, yanına gidip biraz konuşalım mı dediğimde hayır abla konuşmayalım dedi.
İnsan kendisinde kabul etmediğini başkasında görünce sinirlenirmiş. Hatırlamak istemediği kendisini görürmüş onda. kendisini görmek istemediği için de onu görmek istemezmiş.
Zaman geçmesi gerekiyor bu aşamayı atlatmak için. Şu sıra sesleri yoğun yoğun işitiyor, bekliyorum biraz zaman geçsin seslerden uzak olduğu
keyfi yerinde olduğu bir zaman konuşucam. Gönüllü gitmesine ikna etmem gerekli. Evden çıksın biraz. Tüm gün odasında, tüm gün. Uğraştığı, zihnini meşgul eden hiçbirşey yok. Normal insan için bile bu durum yıpratıcıyken onlar için hepten geriletici.
Bursa'da dernek var mı yok mu hiç bilgim yok ama, Ankara da İzmir de var, Bursa'da da olmalıdır diye düşünüyorum. bilgim olursa yazarım burada.


Derneği çoğu insan bilmiyordur muhtemelen, çünkü genelde insanlar bu rahatsızlığı saklıyorlar, araştırmada yapmıyorlar ve ne yazıkki hasta olan insanları geçtim aileleri bile kabul etmiyorlar bu rahatsızlığı, bari aileler bilincinde olsa doğru tedavi ile az da olsa etkileri aşılacak.

Aynen öyle kardeşinde kendisi rahatsızlığıyla yüzleşmekten kaçıyor aslında, umarım düşünür taşınır kendisi için iyi bir yer olduğuna kanaat getirir, çünkü ne kadar sosyal o kadar hastalık belirtisi değil mi?
Hiç evden çıkmıyor demek üzüldüm gerçekten,değin gibi normal bir insan bile bunalıma girebiliyorken sürekli evde, hatta oda da onlar için daha da zor :(
İnşallah geçecek, bitecek, senin kardeşin de Serdar gibi aşacak...
 
benim kardeşim de malesef zihinsel engelli, aysel hanımın anlattıklarından yaşadıklarından çok etkilendim bazı cümlelerinde sanki annemin üzüntülerini dile getirmiş :(
Allahım dertli olan herkese deva,sabır ve acil şifalar versin... yazınızın devamını bekliyorum
 
Nihil,

inanılmaz etkilendim..KEsinlikle yaşanmış bir olay, hayal ürünü değil..
Süslü püslü cümlelere girmeden birebir dökmüş kağıda yazar..

Sizindemi kardeşiniz hasta.?
Erkenmi farkettiniz,geçmi.?

Geçmiş olsun tüm hastalara...


Yena,, kardeşim de lise ikinci sınıftan sonra belirtiler başlamış aslında, fakat biz çok geç farkettik. Bizim kabullenmemiz, inanmamız epey zaman aldı. Sonrasında kardeşimi ilaçlar ve tedavi süreci için ikna etmek de ayrı bir zaman kaybıydı.
Şimdi 29 yaşında. geçtiğimiz sene ikibuçuk ay kadar klinik de yattı, hastalığını fark etmesi açısından yatışı çok faydalı oldu. Tam olarak kabul etmemiş olsa da artık hasta olduğunun farkında.

Hastalığın varlığını, öyküsünü, bilseydik, kardeşim neden böyle soruları sorar sormaz hekime giderdik.
Ebeveynin ego problemi varsa o da ayrı bir handikap. 'Benim oğlum ruh hastası olmaz' diyen anne baba da var. ki o evlat nasıl iyi olma sürecine girsin.

Hastalığın doğum esnasında bebeğin beynine oksijen gitmediğinden de oluşma riski varmış. Çok zor olan doğumlarda oksijen eksikliğinden beyin zarar görür, beyin hastalığı oluşma riski olurmuş. Bebeğin doğumda hiç ağlamaması bir belirti olabilirmiş.
Kardeşim hiç ağlamamış doğarken. Dakikalar sonra bi can belirtisi sesi gelmiş o kadar.
 
Derneği çoğu insan bilmiyordur muhtemelen, çünkü genelde insanlar bu rahatsızlığı saklıyorlar, araştırmada yapmıyorlar ve ne yazıkki hasta olan insanları geçtim aileleri bile kabul etmiyorlar bu rahatsızlığı, bari aileler bilincinde olsa doğru tedavi ile az da olsa etkileri aşılacak.

Aynen öyle kardeşinde kendisi rahatsızlığıyla yüzleşmekten kaçıyor aslında, umarım düşünür taşınır kendisi için iyi bir yer olduğuna kanaat getirir, çünkü ne kadar sosyal o kadar hastalık belirtisi değil mi?
Hiç evden çıkmıyor demek üzüldüm gerçekten,değin gibi normal bir insan bile bunalıma girebiliyorken sürekli evde, hatta oda da onlar için daha da zor :(
İnşallah geçecek, bitecek, senin kardeşin de Serdar gibi aşacak...

Tereddütsüz inanıyorum buna Sevcan.. Allah'ın izni ile,, var bir zamanı demek ki.

benim kardeşim de malesef zihinsel engelli, aysel hanımın anlattıklarından yaşadıklarından çok etkilendim bazı cümlelerinde sanki annemin üzüntülerini dile getirmiş :(
Allahım dertli olan herkese deva,sabır ve acil şifalar versin... yazınızın devamını bekliyorum

Sevdiğim bir teyzem var, der ki; kızım derdimiz çok büyük ama Allah hepsinden büyük. Yaşadıklarımız sebepsiz nedensiz değil, engelli yaşayanlar boş boş yaşamıyorlar. Tanımlayamıyorum, inanıyorum sadece.
Senin kardeşin kaç yaşında? Zihinsel engelli derken, beyin ruh hastalığımı, kendi ihtiyacını görebiliyor mu? Doğuştan mı engelli?
Engelli haklarından yararlanıyor musunuz?
 
-30-

ESKİŞEHlR'E TAYIN

1995'te eşimin tayini Eskişehir'e çıktı. Sanki bu çektiklerimiz yetmiyormuş gibi anlamsız, çok zamansız bir tayin durumu idi. Çaresizdim. Oğlumuz hasta, hava çok soğuk, kış. Diğer oğlum okula gidiyor. Ne yapacağımı bilemiyordum. Eşimi ikna edip hasta çocuğumuzu evde, kardeşiyle bırakıp eşimle birlikte Ankara'ya gittik. Ertesi günü durumu Orman Genel Müdürlüğü yetkililerine anlattık ve tayini durdurdular.

Bursa'ya evimize geri döndük. Eve geldiğimizde oğlumuz ağır bir alevlenme geçirmişti. Kardeşini dövmüş, evde bir çok şeyi parçalamış, kırmış, kardeşine üç gün yemek yedirmemişti. Yemeklerde zehir var diye hep engellemiş. Hemen hastaneye götürdük, iğnesini yapıp, hemen yatışını yaptılar. Böylece sık sık hastane yatışlarıyla zaman su gibi akıyordu. Yıllar geçtikçe çok üzülüyordum. Evladımın hayatla bağları sanki günden güne kopuyordu. Yine de sabırla ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Artık hastalığını iyice öğrenmiştim ve oğlumun şüphelerine, halüsinasyonlarına çok zekice, onu yatıştırıcı cevapları vermeyi, onu kırmadan, sinirlendirmeden, dakikada bir anlamsız sorularını cevaplandırmayı öğrenmiştim. Ama yine de yeterli olmuyordum. Yıllarca hastanede, evde uyumamayı artık benimsemiştim. Adeta bir robota dönmüştüm. Yılları, ayları, günleri unutmuştum. Tek isteğim ıssız bir dağın çok yükseklerine çıkıp haykırarak ağlamaktı. Oğlumun yanında ağlayamıyor, hep sabrediyordum. Öyle bir sabır ki; bana ayların değil yılların sabrı gerekliydi, bunu biliyordum. Fakat zaman zaman sabrımın da tükendiğini hissediyordum. O zaman ıssız dağları çok özlüyordum. Rahatça ağlayabilmek için... Belki de beni dağlar anlardı diye düşünürdüm. Zaman mevhumunu çoktan unutmuştum. Saatler, günler, aylar, yıllar benim için hiç önemli değildi.

Birgün hastanede camdan dışarısını seyrediyordum. Cama kar taneleri düştü. Birden irkildim ve "hangi aydayız" diye düşündüm. Fakat aklıma gelmiyordu. Hemşire hanıma sordum. Aralık ayında olduğumuzu söyledi. Şaşırdım. Aylar ne de çabuk geçiyor diye düşündüm. On bir yıl boyunca sekiz saat uyuduğumu hiç hatırlamıyorum.

Sabahlara kadar oğlumun baş ucundan ayrılamıyordum. Biraz uzaklaşsam hemen çağırıyordu. Gündüzleri de öyleydi. Biliyordum; yanından ayrılsam hemen "anne" diye çağırıyordu. Sadece serum takılınca sesini çıkarmazdı. Sürekli dua ediyordum. Tek sahibim Allah'ımdı. Ona yalvarıyordum. Yağan kara, yağmura... Açan çiçeklerinin yapraklarını okşayıp ağlayarak "ne olur
Serdar için sen de dua et" diye ağaçlara yalvarıyordum. Ne olur sizler de benimle dua edin Serdar'a. Allah'ım onun gençliğine acısın, şifa versin. Bazen, kendimi dünyada yapayalnız hissederdim. Balkondaki çiçeklerim benim dostlarımdı. Evde onlarla dertleşirdim.

Bir gün çok yağmur yağıyordu. Ben balkona çıkıp, ellerimi gökyüzüne açıp, yağan yağmuru biriktirip, çaresizlikten yağmura, "sen de, sen de dua et yavruma" diye saatlerce ağladım. "Allah'ım yardımcımız ol" diye hep dua ederdim. Yoldan geçen insanlara, çıkan gürültüye, konuşulan her kelimeye... Arada set oluşturmaya çalışıyordum ama nafile. Ben doğrularımla ona yeterli olamıyordum. Evimizdeki kapı zilini iptal etmiştik. Telefonun fişini çekmiştik. Televizyon açamıyorduk. Bunlardan müthiş rahatsız oluyordu. Televizyondaki spikerden dahi şüpheleniyor, onun ve bizim beynimizi yıkadıklarını, düşüncelerini okuduklarını söyleyip, sinirleniyordu. Konuşulan her kelimeden bir anlam çıkarıyordu. Yine bir gün babasına çok sinirli sinirli bakıp, aniden büyük sehpayı kaldırıp tam babasının başına atarken ben sadece "Serdar o senin baban", diyebildim. Hemen sehpayı yere bıraktı, ilk defa o hareketi sabrımı taşırmıştı. Babasına, "neden Serdar'a bir tokat atmadın, ya sehbayı başına atsaydı" dediğimde babası tokatın çözüm olmadığını, aksine ona ters etki yapacağını söyledi.
Evde nasıl hareket edeceğimizi şaşırıyorduk. Yok elinizi niye öyle tuttunuz, ayağınızı niye böyle koydunuz, niye öyle baktınız. "Bana hasta olmam için işaret ettiniz", gibi saçma sapan şeylerle sürekli bizimle uğraşıyordu.
 
Back