İstanbul Film Festivali başladı hanımlar... Yarın ilk film olarak Aşkın Karanlık Yüzü'nü izleyeceğim kısmetse...
ALTYAZI'NIN FESTİVAL TAVSİYELERİ
KAÇIRMAYIN
Alpler (Alpeis): Köpek Dişinin (Kynodontas) yönetmeni Yorgos Lanthimos bu filminde de yine mış gibi yaparak yaşayan insanlarla dolu karanlık, soğuk ve yalnız bir dünya portresi çiziyor.
Aşkın Karanlık Yüzü (The Deep Blue Sea): İngiliz usta Terence Daviesden bazılarına demode gelebilecek olsa da, zanaatkarlığı ve zerafeti tartışılmayacak dört başı mamur bir yasak aşk melodramı.
Babamın Sesi: İki Dil Bir Bavulun yönetmenlerinden Orhan Eskiköyün Zeynel Doğanla beraber yönettiği Babamın Sesi, filmde başrolü de üstlenen Zeynel Doğanın ailesinin hikâyesinden yola çıkarak Kürt-Alevi bir ailenin 30 yıllık tarihine ışık tutuyor.
Barbara: Berlinalede En İyi Yönetmen ödülünü alan Christian Petzold imzalı Barbara, 80lerde Stasi tarafından küçük bir köye sürülen bir dokturun hikâyesini anlatırken, yarattığı kuvvetli atmosfer ile öne çıkıyor.
Başkaldıran Toprak 1: Kirli Altın (Land in Revolt Part 1: Impure Gold) & Başkaldıran Toprak 2: Kara Altın (Land in Revolt 2: Black Gold): Arjantinin vicdanı Fernando Solanas, ülkesinde gerçekleştirilen neoliberal yağmanın kaydını tutmaya devam ediyor. İlk filmde madencilik sektörünü ve yarattığı kirliliği ele alırken, ikinci filmde ülkenin petrol kaynaklarının özel şirketlere satılmasının sonuçlarını belgeliyor.
Bir Dilek Tuttum (Kiseki): Günümüz Japon sinemasının yeni auteurlerinden Hirokazu Koreeda, Hiç Kimse Bilmiyordan (Dare mo shiranai) sonra tekrar, bu kez daha Ozu-vari bir sinema diliyle, çocukların dünyaya bakışını resmediyor.
Crazy Horse: Usta belgeselci Frederick Wisemanin kamerasından Parisin meşhur gece kulübü Crazy Horseun hikâyesi.
Faust: Rus usta Aleksandr Sokurov, Hitler, Lenin ve Hirohitonun ardından, Goethenin şeytana ruhunu satan kahramanını da inceleyerek, iktidar üçlemesine (Moloch, Taurus, Güneş) edebi bir ekleme yapıyor.
Küreselleşme Üçlemesi (Globalization Trilogy): Küresel kapitalizmin gündelik hayat üzerindeki tahakküm ve tahribatını farklı örnekler üzerinden gözler önüne seren üçleme Dükkân Savaşlar, Mavi Çin ve Acı Tohumlar belgesellerinden oluşuyor.
Lal Gece: Reis Çelik Berlin'in Generation 14+ bölümünde gösterilen ve Kristal Ayı ödülünü alan son filminde çocuk gelin meselesini irdeliyor.
Oslo, 31 Ağustos (Oslo, 31 August): İstanbul Film Festivalinde 2007 yılında Altın Lale kazanan Tekrarın (Reprise) yönetmeni Joachim Trier, tedavi gören genç bir uyuşturucu bağımlısının hayatından bir günü perdeye taşıyor.
Sezar Ölmeli (Cesare deve morire): Geçtiğimiz Şubat ayında düzenlenen Berlin Film Festivali'nde Altın Ayıyı kazanan Caesar Must Die, Shakespearein Julius Caesarını sahnelemek üzere seçilen bir grup mahkûmun öyküsünü anlatıyor. Oyunun provalarını, günlük hapishane yaşamını ve sahne performanslarını iç içe geçiren Taviani Kardeşler, ilerleyen yaşlarına karşın son derece yaratıcı bir filme imza atıyorlar.
TahrirÖzgürlük Meydanı (Tahrir-Liberation Square): İtalyan belgeselci Stefano Savona, Tahrir Meydanında gerçekleşen devrimci ayaklanmayı, ilk günlerinden Mübarekin devrilmesine kadar gözlemci bir üslupla aktarıyor.
Tepenin Ardı: Rıfat ve Mektup adlı kısa filmleriyle tanınan Emin Alperin Berlinde iki ödül birden (Caligari Ödülü ve En İyi İlk Film-Özel Mansiyon) alan ilk uzun metrajlı filmi.
Turuncu Kış: Andrei Zagdansky, Sovyet sonrası tarihin en büyük kitlesel hareketinin, Turuncu Devrimin hikâyesini, tarihin ironilerini yakalamayı ihmal etmeyerek perdeye taşıyor.
Uçuruma Doğru (Into the Abyss): Üst üste akla zarar belgeseller çekerek, uzay, Antartika, uygarlığın kökenleri ve tabiat arasında mekik dokuyan Werner Herzog bu kez de dosdoğru ölüme bakıyor ve idam mahkumlarının sayılı günlerini perdeye taşıyor.
Uğultulu Tepeler (Wuthering Heights): Emily Brontënin zamansız klasiği, Akvaryumun (Fish Tank) yönetmeni Andrea Arnoldun gözünden beyazperdede.
Yeraltı: Zeki Demirkubuz, Dostoyevskinin Yeraltından Notlarını serbest bir uyarlamayla Ankaraya taşıyor, Engin Günaydın yeraltı adamına can veriyor.
Yukarıdaki Çocuk (Lenfant den haut): Ursula Meier otobanın kenarında yaşayan bir ailenin öyküsünü anlattığı Yuvanın (Home) ardından lüks bir kayak merkezine çeviriyor kamerasını ve kendine özgü sivri-mizahi bakışıyla sınıfsal uçurumları irdeliyor.