Rüyamdaydın yine. Karın ağrısı oluyorsun sadece uyandığımda. ıçinde senin olduğun rüyalarım ise hep aynı; yüzünü gördüğümde kalbimi sıkıp buran bir el....
....
Bir evdeyiz. Sen, ben ve küçük çocuklar varız evde. Saklambaç oynuyoruz. Sonra ben 'oynamayacağım artık' diyorum. Sen de oynamıyorsun. ıkimiz kaldığımızda kalbimin atışları değişiyor. Bu kez aşktan sevgiden değil, ne konuşacağız diye düşünüyorum. 'Artık olamaz ki, artık -biz- diye bir şey yok ki' diye endişeleniyorum. Aynı anda kalbimi sıkıp buruyor görünmeyen bir el, o kadar ki kalbimin atışları bile yavaşlıyor, bradikardik biçimde atıyor. Gerçekte de hissediyorum acısını sanki.
....
Neden hep acı veriyorsun bana? Neden onca güzel günlerimiz geçmişken ben seni hep kötü hatırlıyorum. Bu kadar karaktersiz olman olabilir mi acaba sebep? Bi düşün istersen.
Oysa ben bekledim... Seni her halimle, başka bir şehirde, hem de gecelerce bekledim. Bazen umutla, bazen hüzünle bekledim. Bazen gözüm telefondaydı, bazen de msnden yazacağın bir çift sözde. Gelmedin, o telefon hiç çalmadı. O telefonda hiç senin adın yanıp sönmedi. Ve bugün, son kez kalbimin kırıklarını toparlıyorum. Sıkı sıkı yapıştırıyorum incilttiğin yerleri. Ve bunları yaparken mıh gibi beynime kazıyorum beni üzdüğün her bir saniyeyi. Son sözlerin hala hafızamda. Üzerime maloz yığını gibi bırakıp, savunmasız yaralanışımı izlediğin sözlerin nasıl unutulur ki?...
Dediklerimi, diyeceklerimi, yarım kalmışları, susmaları, sessiz çığlıklarımı, duyamadığın ve de duyamayacağın haykırışlarımı, yerle bir ettiğin umudumu, kırık hayallerimi, kanlı bıçağını, bakışlarını... Her bir şeyi aldım, gömdüm toprağa. Bugün sen kazanmış olabilirsin ama, yarın ne olacağını bilemezsin, unutma.
Sanırlar ki; sen beni biricik yar saymıştın,
Oysa ki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres ne bir hatıra bırak.
Zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak!!!