Aman Allahım! Bu nasıl bir film, nasıl bir hastalık böyle, inanılmaz bir şey. 1-2 gün içinde izleyeceğim. Astoria, siz olmasaydınız, böyle bir belgesele hayatta denk gelemezdim. Çoook teşekkürlerBurayı takip edenler. :) Size pek denk gelmeyeceğiniz bir psikopatolojik vakayı anlatan, gerçek hayatta var olduğunu da bilmenizle birlikte tüylerinizi diken diken edecek bir belgesel önerisiyle geldim.
55. Mommy Dead and Dearest
Eki Görüntüle 2292828
IMDB Puanı: 7.4
Yılı: 2017
Tür: Belgesel, Polisiye
Süre: 1 sa 22 dk
Yönetmen: Erin Lee Carr
Oyuncular: Gypsy Rose Blanchard, Dee Dee Blanchard, Jim Arnott
Konusu: Gerçek bir hikâye üzerine çekilen belgesel, kızına epey düşkün olarak tanınan bir annenin evinde ölü bulunması, olayın akabinde kanser ve çeşitli beyin hastalıkları bulunan 23 yaşındaki kızı Gypsy Rose’un ortak Facebook hesaplarından “Sürtük geberdi” yazan bir paylaşımda bulunması nedeniyle olayların derinine inilmesi ile başlıyor ve şoke edici gerçekler açığa çıkıyor.
(Belgesel İngilizce, Türkçe alt yazısı da yok. Dil bilmeyenler isterlerse aynı ceğim. olayın uyarlanmış mini dizisi olan 2019 yapımı The Act'i izleyebilirler, 8 bölümden oluşuyor.)
(Öncelikle Google'a yazmanız gereken şey: Münchausen by Proxy Sendromu. Ne olduğunu bilmeniz gerekiyor bu belgesel için. İnanılmaz bir şey, izlerken dehşete düşmemek elde değil. Anne Dee Dee bu hastalığa sahip bir kadın ve kızını 20 yıl boyunca hasta olduğuna inandırarak istismar ediyor. Çocuğa kanser olduğunu söyleyip saçlarını kazıtmaktan tut, besinleri yutamadığını iddia ederek beslenme tüpü taktırmak, nefes alamadığını iddia ederek oksijen tüpü taktırtmaya kadar ileri gidiyor. Tekerlekli sandalyeden kaldırtmıyor. Doktorlar hiçbir hastalık belirtisi bulamasalar da Dee Dee inatla kızının hasta olduğunu söyleyerek sahte belirtiler uyduruyor. Bu şekilde insanlardan bol bol ilgi, sevgi, destek görmekle beraber pek çok hayır kurumundan da para yardımı, ev yardımı gibi destekler alıyor. Ancak kızı Gypsy büyüyor haliyle ve annesinden gizli gizli internet kullanıp sosyal medya hesapları açmaya başlıyor ve bu şekilde dış dünyayla bağlantı kurabiliyor. En sonunda netten edindiği sevgilisiyle beraber annesini öldürmesi ile bu kızın korkunç gerçekliği de açığa çıkıyor. İnanılmaz, tek kelimeyle inanılmaz. Muhakkak izlemenizi tavsiye ediyorum, belgeselini izleyemezseniz bile dizisini muhakkak izleyin derim.)
Aman Allahım! Bu nasıl bir film, nasıl bir hastalık böyle, inanılmaz bir şey. 1-2 gün içinde izleyeceğim. Astoria, siz olmasaydınız, böyle bir belgesele hayatta denk gelemezdim. Çoook teşekkürler
Merhaba. Uzmani oldugunuz konuda güzel bir başlık açıp faydali bir sey yapmissiniz :) Teşekkürler. Bu aksam bir film varmis, onu izleyecegim. Izlediniz mi bilmiyorum ama isterseniz diye paylasmak istedim. İsmi Icimdeki Milyonlarca Sevgi. Yaşanmış olaydan uyarlanmis. OKB'yi anlatiyormus.
Eki Görüntüle 2295786
Burayı takip edenler. :) Size pek denk gelmeyeceğiniz bir psikopatolojik vakayı anlatan, gerçek hayatta var olduğunu da bilmenizle birlikte tüylerinizi diken diken edecek bir belgesel önerisiyle geldim.
55. Mommy Dead and Dearest
Eki Görüntüle 2292828
IMDB Puanı: 7.4
Yılı: 2017
Tür: Belgesel, Polisiye
Süre: 1 sa 22 dk
Yönetmen: Erin Lee Carr
Oyuncular: Gypsy Rose Blanchard, Dee Dee Blanchard, Jim Arnott
Konusu: Gerçek bir hikâye üzerine çekilen belgesel, kızına epey düşkün olarak tanınan bir annenin evinde ölü bulunması, olayın akabinde kanser ve çeşitli beyin hastalıkları bulunan 23 yaşındaki kızı Gypsy Rose’un ortak Facebook hesaplarından “Sürtük geberdi” yazan bir paylaşımda bulunması nedeniyle olayların derinine inilmesi ile başlıyor ve şoke edici gerçekler açığa çıkıyor.
(Belgesel İngilizce, Türkçe alt yazısı da yok. Dil bilmeyenler isterlerse aynı olayın uyarlanmış mini dizisi olan 2019 yapımı The Act'i izleyebilirler, 8 bölümden oluşuyor.)
(Öncelikle Google'a yazmanız gereken şey: Münchausen by Proxy Sendromu. Ne olduğunu bilmeniz gerekiyor bu belgesel için. İnanılmaz bir şey, izlerken dehşete düşmemek elde değil. Anne Dee Dee bu hastalığa sahip bir kadın ve kızını 20 yıl boyunca hasta olduğuna inandırarak istismar ediyor. Çocuğa kanser olduğunu söyleyip saçlarını kazıtmaktan tut, besinleri yutamadığını iddia ederek beslenme tüpü taktırmak, nefes alamadığını iddia ederek oksijen tüpü taktırtmaya kadar ileri gidiyor. Tekerlekli sandalyeden kaldırtmıyor. Doktorlar hiçbir hastalık belirtisi bulamasalar da Dee Dee inatla kızının hasta olduğunu söyleyerek sahte belirtiler uyduruyor. Bu şekilde insanlardan bol bol ilgi, sevgi, destek görmekle beraber pek çok hayır kurumundan da para yardımı, ev yardımı gibi destekler alıyor. Ancak kızı Gypsy büyüyor haliyle ve annesinden gizli gizli internet kullanıp sosyal medya hesapları açmaya başlıyor ve bu şekilde dış dünyayla bağlantı kurabiliyor. En sonunda netten edindiği sevgilisiyle beraber annesini öldürmesi ile bu kızın korkunç gerçekliği de açığa çıkıyor. İnanılmaz, tek kelimeyle inanılmaz. Muhakkak izlemenizi tavsiye ediyorum, belgeselini izleyemezseniz bile dizisini muhakkak izleyin derim.)
Bayadır bakmıyordum buraya, bir film çıkarayım diye geldim Astoria (Daha inceleyeceğim sayfalar almış yürümüş maşallah)
Bu olayı haber olarak okuduğumu hatırlıyorum, içim kaldırmamıştı... Bir lanet gibi aman Allah'ım...
Ya bu kızın cinayetten yargılanmaması gerekiyor bile dedim ya; yargılanmamalı, artık özgür kalmalı dediğimi.
Belgesel/film şeklinde konu alınıp çekileceğinin mi çekildiğinin mi artık onun da haberini okumuştum ama "İzlerim" diyememiştim. İzleyesim var, izlemeye çekiniyorum vallahi, çok acı, uç bir gerçek...
Bunun başka örneklerini de okumuştum, yeni doğan çocuğunu ölmeyecek kadar ara ara yastık bastırarak nefessiz bırakıp, hastaneye götüren ve orada cefakar anne rolünü oynayan... Doktorun biri hatta bunun farklı bir hastalık olduğunu düşünüp araştırmak istiyor, bir başka hastalığa benzeterek; genetik bir durum olduğunu (Yeni doğanlarda ani bebek ölümleri-nefes durmalarının araştırıldığı sıralar sanırım) ve kadınla birlikte ailesi incelemeye alınıyor, diğer çocuklarında da benzer şeyler vb... Kadın ilk doğan çocuğundan itibaren sanırım 4 çocuk yapıyor ve hepsi bebeklik-çocukluk süreçleri boyunca buna maruz kalıyorlar, sonuç ölüm oluyor filan öyle bir şeylerdi.
Dikkatli bir hemşire ortaya çıkarıyor, son bebek kurtuluyor mu ölüyor mu hatırlamıyorum.
Doktora "Bakın bu çocuk da ölecek, bir an bile gözetimden ayırmamalıyız" gibi bir diyalog yaşanıyor.
Hemşire takip ediyor ve işte fark ediliyor filan ama bu süreçte çocuklar, doktorun kendini, hastalığın genetik olduğu fikriyle "Buluyorum galiba" heyecanına kaptırıp çabuk ayılamaması ve annenin vekaleten Münchausen sendromu yüzünden ölüyor.
Değişik bir olaydı, okurken kanım çekilmişti, yanlış hatırlıyor da olabilirim, olay hemen hemen buna benzer diyeyim, baya oluyor okuyalı.
Allah korusun ya.
Çok zor izlemesi, dediğin gibi benim de izlerken kanım çekildi. Dizisine başlayıp başlamama konusunda tereddütteyim mesela. Yani işin garip yanı, anne dışarıdan tek başına, babasız, hasta çocuğunu büyütmeye çalışıyor gibi algılanıyor. Komşuları duyunca şok oluyorlar "Nasıl olabilir çok iyi biriydi" falan diye. Bazen hasta çocuğunu büyütmeye çalışan single mom'ları görünce "Lan acaba?" oluyorum yani çünkü kadın dışarıdan hiç uç bir şey göstermiyor. Bir-iki kişi kıllanıyor sadece ama kadının psikolojik sorunlu olduğu ortaya çıktığı için mi bunu diyorlar o da meçhul. Belki kadın ve kızı normal çıksalar akıllarına söyledikleri durumdan kıllandıkları gelmeyecek. Değişik vakalar Munchausen sendromları. Nişanlımla konuşmuştuk da o da Türkiyede az buz sayıda olmadığını söylemişti, dediğin gibi özellikle vekaleten olan türü yenidoğan vakalarında gözlemleniyormuş. Ama bizde tanı çok geç konabiliyormuş ne yazık ki. Bu vakada da tanının konması 20 yıl alıyor. :/
Bu aralar TRT 2'nin filmlerine sardik ailecek :) Bugün hem cekik gözlü oyunculari görünce hem de psikolojik konu gecince daha da ilgimi cekti :) obsesif kisilige sahip ex pdr'ciyim ben de :) Hazir aktif calisan sizi bulmusken ozelden bir sey soracagim.Merhaba, hoşgeldiniz. Yok izlemedim, ben de izleyeyim. TRT 2 güzel filmler yayınlıyor zaten. Bilgilendirme için çok teşekkür ederim. :)
Kuzum, ben bu vakaları vaktinde cahil kafamla bir miktar okudum nette search ede ede.
Avrupa Yakası'nda bir Makbule sahnesi var ya; o hesap "Beni kimler hasta etti la?" diye.
Konuna bir espri olsun ekleyeyim:
Kendi annemden şüphelendim de vakti zamanında açık açık söyleyeyim sana bak, ondan biraz araştırdımdı (O da yarım yamalak tabi işte), çünkü destekleyen olaylar vardı. Ama sonunda -genç anne olmasının ve çok evhamına/başıma bir şey gelecek korkusuna yenilmesinin bir sonucunda kendisini fark edemeyip, kendisi çocuğuna zarar veren bir hale gelen, bir miktar cahil kalan- bir kadın olduğunu anladım. Çünkü annemle konuştum yani bunu ciddi ciddi "Bak sen vekaleten Münchausen sendromu olabilirsin, minik bir dozda, bi gidelim mi doktora" filan diye. :))
Bizim ülkemizde de olduğuna inanıyorum ben evet, vardır, insanın olduğu yerde her şey oluyor ve tanı neden gecikiyor onu söyleyeyim: Kültürümüz içinde bunun fark edilmesi daha da güç, çünkü psikolog tikli bir milletiz ve sağlıklı psikolojiye önem vermiyoruz. İhtimal vermeyiz yani, psikolojik sorun da neymiş? Aslında bunlar yok, hep maneviyat eksikliğinden ve yenmek tamamen insanın elinde, desteğe gerek yok deli misin sen kendin aşarsın, ilaçlar seni mahveder zaten(!). Anladın sen demek istediğimiYani böyle uç ve gizlenişi kolay bir hastalığa gelene kadar çok yolumuz var daha... Zaten bunu sen benden daha iyi biliyorsundur, ben de laf olsun diye işte. :))
Bu yavaş yavaş aşılıyor ya, ona seviniyorum bir yandan.
Ya garibim kıza o kadar üzüldüm ki; dile kolay 20 yıl. Olmayan hastalıkları var gibi göstermek de kolaylaşıyor tabi o ilaç döngüsüne girince. Normal nefes alıp verebilen bir kıza oksijen bağlarsan eh hasta edersin zaten vb. Ondan da zorlaşıyor tanı; anne ile çocuğu ayırıp gözlemlemeleri gerekiyor sürekli hastalanıp duran ve sebebi net bulunamayan durumları. E bu da ne kadar mümkün, anneden başka refakat edecek kim var güvenilip?
Zor bir döngü...
Bir kaç film eklemek istiyorum. Yazılmamıştır umarım tekrar olmaz :)
Funny games
Piano teacher
Ma soeur
Martyrs
Hayli gerilimli psikolojik filmler :)
Estağfurullah, ne cahili. Bazı konular hakkında benden daha bilgilisin hatta. İkimizin de birbirimizden öğreneceği birçok şey var. :) Koyduğun sahneyi biliyorum, Avrupa Yakası'nı baştan sona hatmettim zaten bu "tatil" dönemimde ehehe.
Münchausen evhamlılıktan çok çok başka ya. Annenin korumacı davranmasının sebebi orada evladını korumak olmuyor, kendini korumak oluyor. Gypsy Rose ve annesinden örnek vereyim, belgeselden yani. Gypsy Rose büyüdükçe artık yardımsız yürüyebildiğini, şeker yiyebildiğini keşfediyor ve annesinden gizli olarak bunları yapıyor. Annesi başka insanlarla konuşmasını yasaklıyor, annesinden gizli Facebook hesabı açıp oradan başka erkeklerle konuşuyor falan. Annesi bu durumları fark ettiğinde Gypsy Rose'a ağır cezalar veriyor. Evhamından yapıyor olsa ceza vermez, en fazla panikler ve kaçınmasını rica eder. Ceza vermek aslında bu durumun ortaya çıkmasından korkmaktan kaynaklı.
Psikologlarla ilgili söylediklerine katılıyorum. Sigorta işine bağlansa daha iyi olur aslında Avrupa ve Amerika'daki gibi. Bununla ilgili bir düzenleme de yok, belli eğitimler de yok. Felsefe mezunu olup aile danışmanlığı sertifikası alan adam da terapi yapmaya kalkıyor, İstanbul E-5 Otoban Üniversitesi Klinik Psikoloji bölümünde parayı bastırıp yüksek lisans yapmasının yeterli olduğunu düşünen adam da terapi yapmaya kalkıyor. Biri 50 liradan yapıyor biri 350 liradan. Sınırları belirlenmiş değil, mesela en az 300 saat Sağlık Bakanlığı onaylı süpervizyon almak mecburi olsa ne güzel olur.
Yazılmamıştı :) Çok teşekkürler, ben de izleme listeme kaydediyorum hemen. Dilerim benim gibi yararlanan başkaları da olur.
Rica ederim :) izledikten sonra yorumlarınızı öğrenmek isterim beni etiketleyebilirsiniz :)
Astoria merhaba. Epey bir zaman oldu buraya yazmayalı. Ama boş durmuyorum; sizin önerilerinizden izlemeye devam ediyorum:))Rica ederim ne demek. :) Kan dondurucu gerçekten. Detayları gördükçe şoklardan şok beğeniyorsunuz. Kız ayrı bir vaka, annesi apayrı bir vaka zaten. Hoş böyle bir annenin yanında sağlıklı bir çocuk yetişemez keza.
Bu da bir başka güzel film öneriniz. İzledim. Beğendim. Ama eşcinsel dönüşüm terapisi denen şey, pek komik bir şeymiş. Ciddiye alınır hiç bir yanını göremedim. İnternette G. Conley'i ve filmi araştırdım. İlginç şeyler çıktı. Filmin sonunda geçen yazıda gördüm; dönüşüm terapisi veren terapist (gerçi belgesi filan yok ya, işte lider diyeyim), gerçek hayatında bir gay'miş ( terapilerde o da ters yönlü bir dönüşüme uğramış:)) ve kendi cinsiyetinden birisiyle evlenmiş. Çok sinsice sürdürmüş terapistliği.Önermek istediğim başka bir film ise bu "dönüşüm terapileri" şarlatanlığı ile ilgili. Cinsel yönelimi heteroseksüelliğin dışında olan (gay, lezbiyen vs.) çocukları alarak Tanrı'nın onları sevmediğine, hissettiklerinin "Şeytan'ın isteği" olduğuna inandırarak bu çocukları heteroseksüel yapmaya çalışan "eşcinsellik dönüşüm terapileri"ni konu alan, bu dönüşüm terapilerine ailesi tarafından gönderilmiş Garrard Conley'in anılarından uyarlanmış gerçek bir hikaye. Bu konuda önyargınız varsa kırabileceğinizi düşündüğüm bir film de ayrıca.
51. Boy Erased
IMDB Puanı: 7.0
Yılı: 2018
Tür: Biyografi, Dram
Süre: 1 sa 55 dk
Yönetmen: Joel Edgerton
Oyuncular: Lucas Hedges, Nicole Kidman, Russell Crowe
Konusu: Garrard Conley’in aynı adlı otobiyografik kitabından uyarlanan film, ABD’nin Arkansas kasabasında görevli bir papazın oğlu olan ve tıpkı ailesi gibi dindar olarak yetiştirilen Jared’in 19 yaşında gay olduğunu itiraf etmesi üzerine ailesinin yoğun baskıları sonucunda zorla bir “eşcinsel dönüşüm terapisi”ne gönderilmesini ve orada yaşadığı dramatik olayları konu alıyor.
In treatment!! Bayıldım, çok sevdim. 3 sezonu da izleyiverdim. Her bölüm ayrı bir hikaye, her biri ayrı bir tartışma konusu. Keşke her bir hastanın seansları itibariyle size yazsaydım da fikirlerinizi alsaydım. Ama arka arkaya ve saatlerce bölümleri izlemeye dalınca böyle bir fırsat yaratamadım.Dizi olarak In Treatment var. Bir psikoterapistin hastalarıyla olan seanslarını içeriyor her bir bölüm. Onu önerebilirim. Filmlerde genelde terapi sahneleri çok kısa tutuluyor ama güzel sahneleri olan birkaç tane önerebilirim.
Jimmy P. (2013)
A Dangerous Method (2011): Çok iyi sahneler yok ama Freud ve Jung ilişkisini anlayabilmek açısından fena değil.
Mad to be Normal (2017)
Dönme Dolap'ı da izledim. Güzeldi. Çocuğun yangın çıkarmasının bir bozukluk olarak tanımlandığını bilmiyordum. Böyle yangın çıkartan, bir şeyleri geri dönülemez şekilde harap eden bir insan, aslında nasıl bir mesaj vermektedir sizce? Yani neden bunu, bu yok etmeyi yapar? Özellikle bir çocuktan ziyade, bir yetişkin neden böyle bir şey yapar? Öyle kişiler var ki, yangın yoluyla olmasa da, başka yollarla (sözleriyle, tavırlarıyla, tercihleriyle veya fiziksel şekilde uygulayarak) bir şeyleri kül haline getirebiliyorlar. İşin garibi de benim bildiğim bu insanlar, bir şeyi kül haline getirmekteyken kendileri de çok acı çekiyorlar, hatta nerdeyse kendilerini de kül yığınına dönüştürüyorlar. Yeniden doğmanın veya yeniyi oluşturmanın tek yolunun, mevcudu kül etmekten geçtiğini düşünmelerinden midir acaba? Gerçi, bu örneklediğim durum, filmdeki çocuğun yangın çıkarmasından farklı bir durum.Burayı biraz boşlamışım. Biraz Woody Allen filmlerinden önerilerde bulunmak istiyorum. :)
43. Wonder Wheel (Dönme Dolap)
IMDB Puanı: 6.2
Yılı: 2017
Tür: Dram
Süre: 1 sa 41 dk
Yönetmen: Woody Allen
Oyuncular: Kate Winslet, Justin Timberlake, Juno Temple
Konusu: Film, 1950’lerde Coney Adası’ndaki bir lunaparkın kalabalığı içinde hayatları kesişen dört karakterin hikayesini anlatıyor. Daimi duygusal dalgalanmalar yaşayan, bir dönemin aktrisi, şimdilerin garsonu nevrotik Ginny, onun atlı karınca operatörü, kaba saba kocası Humpty, babası Humpty ile uzun yıllar konuşmamış olsa da şimdi onun evinde gangsterlerden saklanan 26 yaşındaki güzeller güzeli Carolina ve oyun yazarı olmanın hayaliyle yaşayan, yakışıklı ve genç cankurtaran Mickey Rubin. Wonder Wheel, 1950’lerin tablo gibi güzellikleri ile dolu Coney Adası’nı fon alan bir ihtiras, şiddet ve ihanet hikayesi.
(Woody Allen filmlerinde genel olarak nevrotik kadın karakterleri kullanmayı sever ve daha psikanalitik bir bakış açısı vardır. Bu filmi sevenler de olmuş, sevmeyenler de. Bir Midnight In Paris değil muhakkak ama ben sevdiğimi söyleyebilirim. Kate Winslet'in muhteşem bir şekilde canlandırdığı Ginny, nevrotik biraz da histriyonik bir karakter ve genel olarak sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanan birisi. Burada daha önce önerisinde bulunduğum Sunset Bulvarı filmindeki Norma Desmond karakterine aşırı benziyor. Bununla beraber Ginny'nin oğlunda da piromani -bilerek ve isteyerek yangın çıkarma- ile bir arada davranım bozukluğu görüyoruz. Karakterlerin sahip olduğu psikopatolojik bozukluklar ve altında yatan travmaları rahatça gözlemleyeceğiniz bir film. Spoiler vermek istemedim ama izleyenler olursa kendimce bir analiz yazısı yazabilirim.)
44. Blue Jasmine (Mavi Yasemin)
IMDB Puanı: 7.3
Yılı: 2013
Tür: Dram
Süre: 1 sa 38 dk
Yönetmen: Woody Allen
Oyuncular: Cate Blanchett, Alec Baldwin, Peter Sarsgaard
Konusu: New York'lu çekici ve göz alıcı bir ev hanımı olan Jasmine Francis, milyarder kocası Hal ile birlikte son derece gösterişli bir yaşam sürmektedir. Yatırımcı olarak çalışan Hal, son işlerinden birinde battığında, parasını bu denli cömertçe harcaması nedeniyle büyük bir mali krizin içine sürüklenir ve iflas etmenin eşiğine gelir. Jasmine evden ayrılır ve bir süreliğine San Francisco'nun taşrasında yaşayan üvey kız kardeşinin yanına gider. Tek çıkış yolu burada hayatını tekrar düzene sokup, zenginlik ve lüks içerisinde yaşamaktır. Bu süreçte modacı olarak kısa yoldan zengin olmayı ya da varlıklı birileriyle tanışmayı dener ancak içerisinde bulunduğu depresyona alkol ve antidepresan bağımlılığı da eklenince kendisini büyük bir karmaşanın tam ortasında bulur.
(Cate Blanchett'e En İyi Kadın Oyuncu Oscar ödülünü kazandıran bu film, Woody Allen'ın en sevdiğim ikinci filmi. Birincisi Paris'te Gece Yarısı tabi ki ehehe. İsim neden Blue Jasmine derseniz, Blue yani Mavi psikolojide depresyonu, melankoliyi temsil eder. Jasmine zaten ana karakterimizin ismi malumunuz. Ana karakterimiz Jasmine, narsisistik biraz da histerik bir karakter. "Kocişimsiz Ben Bir Hiçim Sendromu"na yakalanmış bir kadını Cate Blanchett'in muhteşem performansı ile izleyebilirsiniz. Spoiler vermemek için o kadar kendimi kasıyorum ki, ehehe)