- 18 Ocak 2018
- 2.734
- 7.097
- 32
Diziler için ayrı bir başlık açmışsınız görmemişim:) filmleri izlerseniz sonrasında yorumunuzu da okumak isterim:)Unbelievable'ı eklemiştim mini dizi ama ben de sizin gibi çok beğendiğimden eklemiştim. Diğer iki filmi izlememiştim haftasonu filmlerim bu ikisi olsun madem. Öneriler için çok teşekkür ederiz, umarım benden başka yararlananlar da olur. :)
Merhaba şu belgeseli izlemek istedim izle diye yazdım google a ama bulamadım.. siz hangi siteden izlediniz.. şu kızını hasta gösteren anneyi anlatan belgeselMerhaba, mesajınız gözümden kaçmış kusura bakmayın. İlk sayfada var aslında Fatal Attraction, Türkçesi Öldüren Cazibe. Tam bir Borderline örneğini Alex karakterinde görebilirsiniz orada. Bunun dışında Ingrid Goes West var, yine aralarda bir yerde olacaktı. Sosyal medya bağımlılığının hayatımıza olan korkunç etkilerini muhtemelen bağımlı ya da Borderline kişilik bozukluğuna sahip, tam emin değilim, Ingrid üzerinden görmek yine mümkün, eğlenceli bir film aynı zamanda.
Merhaba şu belgeseli izlemek istedim izle diye yazdım google a ama bulamadım.. siz hangi siteden izlediniz.. şu kızını hasta gösteren anneyi anlatan belgesel
Teşekkürler googla yazınca çıkması lazımdı normalde youtube da varsa ama göremedim.. birde youtube a yazayım belki cikarMerhaba. Film olanı Youtube'tan izlemiştim. Baktım şimdi hala duruyor. Dizisi de beIN connect'te var. Üye olup içerikleri 30 gün ücretsiz izleyebilirsiniz.
Arka pencere johnny deep in oynadigi versiyonmu? Psyco zaten bi klasik, ve donemin ilk korku filmlerinden ,dus sahnesi baya bi yankı bulmustu.Uzun bir zamandan sonra burayı takip edenler varsa selam olsun. :) Kahvemi alıp yeni önerilerle geldim.
Son zamanlarda Alfred Hitchcock'ın filmlerine sardım ve diyorum ki neden daha önce izlememişim. 50li-60lı yılların filmleri ama zamanın ötesinde, harika psikanalitik çözümlemeler ve psikopatolojik vakalar var. Hitchcock özellikle Freudyen çözümlemeleri olan filmler yapması ile biliniyormuş, ben bunu geç keşfettim ve izlerken gerçekten pek çok Freudyen göndermeye denk geliyorsunuz. İlgisini çeken olursa mutlaka izlemeli. Netflix'te ultra HD kaliteyle izleyebiliyorsunuz da üstelik, kaçırmayın derim. :) Muhtemelen daha fazla Hitchcock filmi izledikçe önerilerim de artacak. İzlerken bazı aksiyonlu sahnelere "Ehehe ne saçma burası" diyebilirsiniz ama 50li yıllarda çekilmiş, bu zamanın teknolojisi yok, olur o kadar diyelim ve önerilere geçelim.
Filmlerin altına italik olarak yazacağım psikanalitik çözümlemeleri film hakkında spoiler vererek yapacağım, dolayısıyla filmleri izleyeceklerin izledikten sonra açıklamaları okumalarını tavsiye ederim.
Bu arada sayfada gösterilen mesaj sayısının artmasıyla sayfa sayısı azalmış, en başta filmlerin hangi sayfada bulunduğunu belirten sayfa sayılarını da güncelliyorum.
62. Psycho (Sapık)
IMDB Puanı: 8.5
Yılı: 1960
Tür: Korku, Gizem, Gerilim
Süre: 1 sa 49 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: Anthony Perkins, Janet Leigh, Vera Miles
Konusu: Marion Crane’e patronuyla iş yapan zengin bir adam 40 bin dolar emanet eder ve Marion parayı bankaya yatırmak yerine yanına alıp şehirden ayrılır. Bir polis Marion’un şüpheli davranışları üzerine peşine takılır. Ancak Marion’un peşine takılan sadece polis değildir. Sevgilisi ile buluşmayı planlayan Marion şiddetli yağmur yüzünden geceyi bir otelde geçirmeye karar verir. Otelden içeri girer girmez garip şeyler olduğunun farkına varan Marion uyumadan önce otel sahibi Norman Bates ile biraz sohbet eder. Norman’ın kişiliğinde sorunlar olduğunu, annesine ve kuşlara karşı garip bir takıntısı olduğunu öğrenen Marion, sohbeti kısa kesip odasına giderek duş almaya karar verir ve olaylar gelişir.
(Bu film insan zihnine fazlasıyla odaklanan, karakterleri psikanalitik olarak epey irdeleyen bir film. Zaten filmin isminde geçen Psycho, "psikopat" ya da Türkçe'ye çevrilmiş "sapık" anlamında değil bildiğiniz "psychoanalysis" yani psikanalizin psycho'sudur. :) Film, ilk başta bize Marion'u sevgilisi ile birlikte gösteriyor. Marion artık sevgilisi ile otel odasında gizli saklı buluşmalardan rahatsız ve evlenip aile olma niyeti var. Bu otel sahnesinde Marion'ı iç çamaşırları ile görüyoruz. Burası önemli aslında çünkü başta Marion'ı saflığın simgesi beyaz iç çamaşırı ile görürken, parayı aldıktan sonra kaçmaya hazırlanırken artık o sevgilisiyle evlenmek isteyen saf ve masum kız yerine hırsız bir kadın olarak siyah iç çamaşırı ile görüyoruz.
Marion paraları almış sevgilisine giderken şiddetli yağmurda araba kullanamayınca Bates Motel'de duruyor. Otelin hemen karşısındaki köşkün karşısında bir kadın figürü görse de karşısına Norman Bates adında bir adam çıkıyor. Norman evde hasta annesi olduğunu ve adının "Norma" olduğunu söylüyor. İlginç değil mi? :) Norman, Marion'ı kendisiyle akşam yemeğine davet ettiğinde köşke gidiyor ve annesinin, aslında kendi zihninin ona söylediği sesleri duyuyoruz. Yemeğe nasıl yabancı kızlar getirirsin, ucuz erotik bir ortam mı hazırlayacaksın, bu iğrenç bir şey tarzı cinsel arzuları kötüleyen ve kıskanç sesler. Marion Norman'ın kuşlara karşı takıntısını da fark eder yemekte. Bu da aslında bir sembolizmdir. Norman ofisinde içi doldurulmuş kuşlar saklar, oysa kendisi en büyük kuştur. Film boyunca dikkatinizi çekerse kuş gibi yemek yiyip kuş gibi yürüdüğünü görürsünüz. Norman kendi kafesini kendi inşa eden, annesinin kanatlarının altından ayrılmak istemeyen bir kuştur aslında ve o otel-köşk alanından çıkamaz bir türlü. Marion da Norman'ın bu garip tavırlarından kıllanıp onunla fazla vakit geçirmek istemeden odasına gider ve o meşhur duş sahnesinde bıçaklanarak öldürülür. Katili yaşlı bir kadın gibi düşünmemiz sağlanıyor film boyunca.
Film ilerledikçe Norman'ın annesi öldükten sonra bir alter ego olarak annesini benimsediğini, anne figürünün Norman'ın kişiliği üstünde olan baskısını net olarak görüyoruz. Ve bu anne gerçekte başkasıyla evlenen ve Norman'ı yalnız bırakan annenin aksine Norman'ı kimseyle paylaşamayan, onu kıskanan bir anne. Norman belli ki annesini kimseyle paylaşmak istememiş ve annesinin de ona karşı öyle olmasını isteyerek onu içinde yaşatmış. Filmin sonunda Norman'ın sırf Marion'ı değil, iki kızı daha öldürdüğünü görüyoruz -ki gayet planlı bir şekilde delilleri ortadan kaldırıp arabayı bataklığa atmasından da bu işleri daha önceden yaptığı belliydi. Norman oteline gelen kadınlara bir cinsel arzu duyduğunda (id), annesi kıskançlıkla devreye giriyor (süperego) ve bu hislerinin ortadan kalkması gerektiğini söylüyor ona zihninde. Norman da annesi kılığında bu kızları öldürüyor.
Ek bilgi olarak Norman'ın yaşadığı 3 katlı köşkün katları Freud'un klasik insan zihninin katmanlarını oluşturan id, ego ve süperego olarak dizayn edilmiş. Filmin giriş katı ego, meşhur otelimizin sahibi Norman Bates burada dışarıya nasıl görünüyorsa öyle, biraz içe kapanık ve anlamsız hareketleri olması dışında normal bir insan gibi görünüyor. Ancak üst katta istekleri bitmeyen, yasak arzulara karşı olan, memnun edilemeyen bir anne figürü var, Norman'ın içinde yaşattığı bir anne figürü. Burası süperego. En alt katta ise normalde de Freud'un buzdağının en alt kısmı diye nitelendirdiği id var, arzularımızın, isteklerimizin hemen olmasını istediğimiz en ilkel kısım. Norman içindeki anneyi süperegodan id katına taşırken annenin hemen ilkelleştiğini, toplumsal kuralları hiçe saydığını, "Kaçık mıyım ben?" gibi laflar ettiğini görürüz.)
63. Vertigo (Ölüm Korkusu)
IMDB Puanı: 8.3
Yılı: 1958
Tür: Gizem, Duygusal, Gerilim
Süre: 2 sa 8 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: James Stewart, Kim Novak, Barbara Bel Geddes
Konusu: Bir suçluyu kovalarken çatıdan düşen ortağını kurtaramayan dedektif John “Scottie” Ferguson’da, bu olayın ardından yükseklik korkusu baş gösterir. Vertigo hastalığına dönüşen bu korku nedeniyle mesleğini bırakıp emekli olan dedektif, eski bir arkadaşı tarafından ruhsal sağlığından şüphe ettiği karısı Madeleine Elster’i izlemesi için kiralanır. Scottie kadını daha yakından izledikçe bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder; dahası kadının intihara meyilli olduğunu görür. Artık işleri yoluna koymak için uzaktan takip etmek yetersiz kalacak, Scottie’yi kendi korkularıyla da yüzleşeceği bir mücadelenin içerisine sürükleyecektir.
(Bu Hitchcock'ın izlediğim filmleri içinde en sevdiğim film oldu. Gerçekten afişinde de yazdığı gibi bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Freudyen bir bakış açısıyla çekilmiş olsa da bazı yerlerde Jung bakış açısını da görmek mümkün. Filmin en başında dedektifimiz Scottie ortağıyla çatıdan çatıya atlıyor ve bir adamı yakalamaya çalışıyor. Bu sırada Scottie'nin yükseklik korkusu olduğunu ve yüksekte başının döndüğünü (vertigo) öğreniyoruz -ki burada "kastrasyon anksiyetesi"ne vurgu yapılmış. Kastrasyon anksiyetesinin her erkekte olan bir korku olduğunu söyler Freud. Aslında şudur, erkek çocuk fallik dönemde anneye aşırı ilgi duyar. Annesinin babasıyla olan ilişkisini görür, annenin bir penisi olmadığını ve babasıyla da kendisinde olmayan penisten dolayı birlikte olduğunu düşünür. Babası çocuğun temel rakibidir ve annesine duyduğu ödipal arzuyu babası fark edince kendisinin de hadım edileceğini düşünür. Daha sonra çocuk babayla kendini özdeşleştirir. Bir tür iktidarsız olma kaygısıdır. Scottie yükseklik korkusu nedeniyle ortağını kaybedince işini doğru yapamadığını, yani "iktidarsız" olduğunu düşünür ve emekli olur. Her şey de burada başlar.
Scottie'nin hayatında bir kadın görüyoruz daha sonra, Midge. Midge ile üniversitedeyken nişanlılarmış ama sonra Midge nişanı atmış ve görünüşe göre Scottie bunu kendine yedirememiş, yine kastrasyon anksiyetesi ile bağlantılı olabilir. Midge her ne kadar sonradan aklı Scottie'ye biraz kaymış gibi olsa da burada bir anne figürü gibidir ve burada Midge'in "penis hasedi"ne vurgu yapılır. Yine Freudyen bir tanımdır bu. Freud'a göre penis bir iktidar ve güç sembolüdür ve kadınlar bilinçdışlarında içten içe güce yani penise sahip olmak isterler. Kadınların çocuk sahibi olmayı istemesini de penis hasedine bağlar Freud, bu sayede kıskançlıklarını giderdiklerini söyler. Midge bağımsız, sonradan anlatacağım Madeleine'in tersi bir kadındır ama bir "penise" sahip değildir yani tam anlamıyla güce sahip olamamıştır ve Scottie'ye olan takıntısı buradan gelir.
Scottie emekli olduktan sonra bir arkadaşı ondan karısını takip etmesini ister ve Scottie anksiyetesinden kurtulmak, görevini doğru yapmak için ikinci bir şans yakalar. Madeleine'in intihara meyilli, tek başına, korunmaya muhtaç, aynı zamanda gizem dolu bir kadın olması Scottie'nin arzularını tetikler ve erkekliğini, iktidarını geri kazanmak için bir basamak olur. Tam bir "erkek" olarak var olmaya çalışan Scottie, kaçan kovalanır hesabı Madeleine'in peşinden koşar sürekli. Onun gizemini çözmeye çalışır, tam anlamıyla bir erkek olarak kendi korumasına almaya çalıştığı ancak bir türlü alamadığı Madeleine'i hepten saplantı haline getirir. Ancak Madeleine kuleden atlayarak Scottie'nin kurtarmaya çalıştığı erkekliğine darbeyi vurur. Atlayan Madeleine ile birlikte erkekliği de gitmiştir.
Scottie yoğun bir depresyona girer, Midge Madeleine'e hala aşık olduğunu fark ederek anne figürü haline geri döner. Scottie Madeleine'i takip ederken gittiği yerleri tekrar ziyaret eder ve buralarda muhakkak Madeleine'e benzettiği bir kadın olur -ki burada da bir tür fallik dönem saplantısı yaşadığı söylenebilir Scottie'nin. Erkekliğini aşırı abartır, herkesi Madeleine'e benzetir, aşırı kıskançlık yaşar, cinsel problemleri de varsa şaşırmayız. Sonra Judy ile tanışır. Judy'nin yüzünün Madeleine'e ne kadar benzediğini fark eder ve onu tamamen bir nesne olarak, erkekliğini kazanmak için üçüncü şans olarak kullanır. Madeleine'e o kadar saplanıp kalmıştır ki Judy'i Madeleine gibi giydirir, saçlarını onun renginde boyatır, ondan bir Madeleine yaratmaya çalışır. Bu aslında Jung'un anima arketipinin de birebir yansıtmasıdır. Sonradan Madeleine'in aslında gerçek Madeleine'in kılığına girmiş Judy olduğunu öğreniriz, yani yaratmaya çalıştığı kadın aslında en baştan beri Judy'dir. Judy, Scottie'ye aşık olmuştur o yüzden sırf Scottie yanında kalsın diye kendi kimliğini yok sayarak Scottie'ye izin verir. Film boyunca Judy'nin sürekli kimliği değiştirilir, acınası bir şekilde hiçbir zaman Judy kendisi olduğu için sevilmemiştir. Scottie, ne yaparsa yapsın Judy'den aşık olduğu Madeleine'i yaratamaz. Judy saçını sarıya da boyatsa onun gibi de giyinse üstünde eğreti durur, Madeleine gibi gizemli ve seksi değil; daha silik, "Beyim ne derse o" kıvamında bir kadındır.
Scottie en sonunda Judy'nin Madeleine olduğunu öğrenince onu en başa, Madeleine'in intihar ettiğini sandığı, erkekliğini kaybettiği kuleye götürür yeniden. Merdivenleri çıkarken Scottie'nin vertigosunun da kaybolduğunu görürüz. Erkekliğini kaybettiğini sandığında aslında kaybetmemiştir, dolayısıyla vertigo da ortadan kaybolmuştur bu esnada. Scottie'nin Judy'i oraya götürmesi tesadüf değildir. Judy üzerinde eğreti duran, istemediği Madeleine kimliğinden kurtulmak istiyordur bir bakıma; Scottie de Judy'de hiçbir zaman idealize ettiği Madeleine'i bulamayacağını biliyordur. Rahibenin oraya gelmesi iffetin sembolüdür ve Judy gerçek benliğine kadar her şeyini kaybetmeye dayanamayarak kendini aşağı atar. Scottie ise dimdik ayakta durur çünkü artık her şey çözümlenmiştir ve erkekliği yerindedir.)
64. Rear Window (Arka Pencere)
IMDB Puanı: 8.4
Yılı: 1954
Tür: Gizem, Gerilim
Süre: 1 sa 52 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: James Stewart, Grace Kelly, Wendell Corey
Konusu: Fotoğrafçı L. B. “Jeff” Jeffries, geçirdiği kaza sonucunda bacağını kırar. New York’taki apartman dairesinde zorunlu tatili sırasında arka penceresinden komşularını dürbünle seyrederek zaman geçirmektedir. Jeff, yine bir seyri sırasında komşusunun, karısını öldürdüğünden şüphelenir. Olayı araştırmaları için fotomodel sevgilisi Lisa Carol Fremont ve hasta bakıcısı Stella’dan yardım ister.
(Psycho ve Vertigo kadar etkilenmediğim ancak yine güzel bilinçdışı çözümlemeleri olan bir Hitchcock klasiği. Röntgencilik üzerine kurulu gibi görünse de kadın-erkek ilişkilerine epey vurgu yapıyor. Jeff bacağı kırıldıktan sonra komşularını dürbünle izleme takıntısı geliştiriyor ve biz de onunla birlikte izliyor, onun gibi röntgencilik yapıyoruz. Sinema zaten bir bakıma öyle değil mi, başkalarının hayatlarını dikizliyor gibiyiz aslında :) Hiç de utanmıyoruz izlerken, Hitchcock en sonunda katil komşu Jeff'in kapısına geldiğinde gerilimi hissediyoruz, suçu onunla birlikte paylaşıyoruz.
Jeff'in dürbününden pek çok insanı ve onların ilişkilerini gözlemliyoruz. Tartışan yaşlı bir çifti, yeni evlenmiş ve hayatları çok monoton geçen bir çifti, Bayan Yalnızkalpler'in yalnızlığı ve yalnızlığını paylaşabileceği müzisyeni, güzel balerinin pek çok zengin adamla ilişkisinden sonra askerden dönen sevgilisini heyecanla karşılayışını ve katil koca ile kurbanı eşini... Yine Jeff ve Lisa'nın ilişkisine de yakından bakıyoruz. Jeff'in gözlemlediği ilişkilerin hepsi aslında Jeff'in aşk ve evlilik hakkında bilinçdışını da yansıtıyor. Mesela Lisa, balerin komşusu gibi çok güzel ve onu bırakırsa peşinde yığınla erkek olabilir. (Bu arada rahmetli Grace Kelly... utanır insan böyle güzel olunur mu, heteroseksüel kadın halimle ağzım açık izledim) Lisa'yı başka erkeklere kaptırmayıp evlense o yeni evli çift gibi monotonlaşacaklar, tutkuları kalmayacak. Ayrılırlarsa Bayan Yalnızkalpler gibi yalnızlıktan patlayıp bir başkasıyla yalnızlıklarını gidermek için uğraşacaklar. Belki de Lisa ile Jeff'in ilişkisi o kadar kötüye gidecek ki karşı komşusu gibi Jeff, Lisa'yı öldürecek. Jeff bu ihtimalin gerçekleşmesinden çok korkuyor ve bu yüzden o cinayeti çözmeyi kafaya takıyor.
Filmin sonunda ise Jeff ve Lisa bir aradadır yalnız Lisa ilişkisi yürüsün diye kendinden vazgeçiyor belli ki, zira baştaki zarif elbiseleri yerine bir kot pantolon ve mokasen giydiğini ve Jeff'in sevdiği gibi macera dolu kadın havalarında bir seyahat kitabı okuduğunu görüyoruz. Ancak tam anlamıyla vazgeçmiyor zira Jeff'in uyuduğunu görür görmez elindeki seyahat kitabını fırlatıp bir moda dergisini eline alıveriyor. :) )
Arka pencere johnny deep in oynadigi versiyonmu? Psyco zaten bi klasik, ve donemin ilk korku filmlerinden ,dus sahnesi baya bi yankı bulmustu.
Fractured muhteşemm! Bastan sona tahmin edemedigim bi film... Her an fikrin degisiyor. Ama gorunmez adami biraz saçma buldum ben ya, sonu özelliklee.. 2 kisinin uzerinde döndü filmm.Önerildi mi bilmiyorum ama sizlere 2 film önereceğim.
Eki Görüntüle 2677095
Vasat ama çok daha vasat ve sıkıcılarını gördüğümden, bu film en azından seyretmek için şans verilebilir türden.
Şükran günü ziyaretinden eve dönmek üzere yola çıkan Ray, eşi ve kızı mola verdikleri benzinlikte bir kaza geçirirler, kaza sonrası gittikleri hastanede bir takım gariplikler yaşanır, hastane içinde kaybolan kızı ve eşini aramaya başlayan Ray'in kafa karışıklıklarını anlatan bir film, aslında psikolojik gerilimden ziyade içinde dram var.
Eki Görüntüle 2677096
Filmin ilk 40 dakika kadarlık bölümünde ana karakterlerden Cecilia'nın varlıklı, karizmatik bilim adamı olan sevgilisini neden terk ettiğini, paranoyak tavırlarını anlayamadığınızdan sıkıcı ama ilk 40 dakikayı öf bu da seyredilir mi diye kapatmadan bitirirseniz sonraki sahneler daha seyredilebilir hale geliyor, filmin sonu doyurucu değil ama bir insanın aklıyla nasıl oynanır, psikolojik şiddet nedir görmek isteyenler için fena bir film değil.
Evet fractured şaşırtmacalıydı gerçekten, görünmez adam ilk 40 dakika sıkıyor, sonu zaten böyle mi bağlanır dedirtiyor.Fractured muhteşemm! Bastan sona tahmin edemedigim bi film... Her an fikrin degisiyor. Ama gorunmez adami biraz saçma buldum ben ya, sonu özelliklee.. 2 kisinin uzerinde döndü filmm.
Supriz sonlari seviyorsann, bu filmi muhakkak izle derim, bastan sona araliksiz gerilim..Evet fractured şaşırtmacalıydı gerçekten, görünmez adam ilk 40 dakika sıkıyor, sonu zaten böyle mi bağlanır dedirtiyor.
Psikolojik gerilim tarzı tavsiye edebileceğiniz bir film var mı? Bu ara yine psikolojik gerilim filmi izliyorum ama sıkılmadan izlenebilecek çok film yok.
Korku kategorisinde MAMA'yı seyrettim lakin korkudan ziyade duygusal geldi bana, korkanların etkilenenlerin seyretmesini tavsiye etmem.
Nefesini tut filmini izledinmi? Benim izledigim en iyi gerilim filmi, kime önerdiysem çok beğendii.Evet fractured şaşırtmacalıydı gerçekten, görünmez adam ilk 40 dakika sıkıyor, sonu zaten böyle mi bağlanır dedirtiyor.
Psikolojik gerilim tarzı tavsiye edebileceğiniz bir film var mı? Bu ara yine psikolojik gerilim filmi izliyorum ama sıkılmadan izlenebilecek çok film yok.
Korku kategorisinde MAMA'yı seyrettim lakin korkudan ziyade duygusal geldi bana, korkanların etkilenenlerin seyretmesini tavsiye etmem.
Supriz sonlari seviyorsann, bu filmi muhakkak izle derim, bastan sona araliksiz gerilim..
Nefesini tut filmini izledinmi? Benim izledigim en iyi gerilim filmi, kime önerdiysem çok beğendii.
Önerildi mi bilmiyorum ama sizlere 2 film önereceğim.
Eki Görüntüle 2677095
Vasat ama çok daha vasat ve sıkıcılarını gördüğümden, bu film en azından seyretmek için şans verilebilir türden.
Şükran günü ziyaretinden eve dönmek üzere yola çıkan Ray, eşi ve kızı mola verdikleri benzinlikte bir kaza geçirirler, kaza sonrası gittikleri hastanede bir takım gariplikler yaşanır, hastane içinde kaybolan kızı ve eşini aramaya başlayan Ray'in kafa karışıklıklarını anlatan bir film, aslında psikolojik gerilimden ziyade içinde dram var.
Eki Görüntüle 2677096
Filmin ilk 40 dakika kadarlık bölümünde ana karakterlerden Cecilia'nın varlıklı, karizmatik bilim adamı olan sevgilisini neden terk ettiğini, paranoyak tavırlarını anlayamadığınızdan sıkıcı ama ilk 40 dakikayı öf bu da seyredilir mi diye kapatmadan bitirirseniz sonraki sahneler daha seyredilebilir hale geliyor, filmin sonu doyurucu değil ama bir insanın aklıyla nasıl oynanır, psikolojik şiddet nedir görmek isteyenler için fena bir film değil.
Astoria fractured psikopatolojik sayılabilir, filmdeki asıl karakter Ray, spoiler vermeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama Ray'in 8 yıl arayla yaşadığı 2 olay var ve olaylardaki gerçekle aklında geliştirdiği gerçek çok başka.The Invisible Man'i izleyeli baya oldu benim aklımda kalmamış siz söyleyince hatırladım. Evet aslında kadın ilk başta anlam verilemeyen bir paranoya ile dolu sonradan durum farklılaşıyor, psikopatoloji olarak sevgilisini sayabiliriz belki burada. :) Dediğiniz gibi psikolojik şiddetin de ilişkiye etkileri konusunda izlenecek bir film olabilir. Fractured'u izlemedim; psikopatolojik bir vaka varsa bakayım.
Bu arada sizin aracılığınızla söylemek istediğim bir şey var Mune hanım. :) Burada konuyu takip edenler tarafından başka film önerileri yapılmasından çok memnun oluyorum; öneri yapan herkese çok teşekkür ediyorum. Ama bazen psikoloji/psikopatolojik vakalar ile alakasız konularda filmler de gelebiliyor. Kişi kendi sevdiği filmi öneriyor falan. İzlemediğim için onları ayırmak zor olabiliyor. Öneride bulunanlardan başlığa uyumlu olacak şekilde film önerilerinde bulunmalarını ve içinde nasıl bir psikoloji konusu geçtiğini belirtmelerini rica ediyorum bu yüzden. Bütün sinefillere sevgiler :)
Astoria fractured psikopatolojik sayılabilir, filmdeki asıl karakter Ray, spoiler vermeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama Ray'in 8 yıl arayla yaşadığı 2 olay var ve olaylardaki gerçekle aklında geliştirdiği gerçek çok başka.
Siz Split tarzı filmlerden bahsediyorsunuz, valla bulsam seyredeceğim de bu ara doğru düzgün film üretmiyorlar:)
Eldekilerle yetinmek zorunda kalıyoruz, varsa bir öneriniz seve seve değerlendiririm, şöyle doyurucu bir psikoloji filmine hasret kaldım
Uzun bir zamandan sonra burayı takip edenler varsa selam olsun. :) Kahvemi alıp yeni önerilerle geldim.
Son zamanlarda Alfred Hitchcock'ın filmlerine sardım ve diyorum ki neden daha önce izlememişim. 50li-60lı yılların filmleri ama zamanın ötesinde, harika psikanalitik çözümlemeler ve psikopatolojik vakalar var. Hitchcock özellikle Freudyen çözümlemeleri olan filmler yapması ile biliniyormuş, ben bunu geç keşfettim ve izlerken gerçekten pek çok Freudyen göndermeye denk geliyorsunuz. İlgisini çeken olursa mutlaka izlemeli. Netflix'te ultra HD kaliteyle izleyebiliyorsunuz da üstelik, kaçırmayın derim. :) Muhtemelen daha fazla Hitchcock filmi izledikçe önerilerim de artacak. İzlerken bazı aksiyonlu sahnelere "Ehehe ne saçma burası" diyebilirsiniz ama 50li yıllarda çekilmiş, bu zamanın teknolojisi yok, olur o kadar diyelim ve önerilere geçelim.
Filmlerin altına italik olarak yazacağım psikanalitik çözümlemeleri film hakkında spoiler vererek yapacağım, dolayısıyla filmleri izleyeceklerin izledikten sonra açıklamaları okumalarını tavsiye ederim.
Bu arada sayfada gösterilen mesaj sayısının artmasıyla sayfa sayısı azalmış, en başta filmlerin hangi sayfada bulunduğunu belirten sayfa sayılarını da güncelliyorum.
62. Psycho (Sapık)
IMDB Puanı: 8.5
Yılı: 1960
Tür: Korku, Gizem, Gerilim
Süre: 1 sa 49 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: Anthony Perkins, Janet Leigh, Vera Miles
Konusu: Marion Crane’e patronuyla iş yapan zengin bir adam 40 bin dolar emanet eder ve Marion parayı bankaya yatırmak yerine yanına alıp şehirden ayrılır. Bir polis Marion’un şüpheli davranışları üzerine peşine takılır. Ancak Marion’un peşine takılan sadece polis değildir. Sevgilisi ile buluşmayı planlayan Marion şiddetli yağmur yüzünden geceyi bir otelde geçirmeye karar verir. Otelden içeri girer girmez garip şeyler olduğunun farkına varan Marion uyumadan önce otel sahibi Norman Bates ile biraz sohbet eder. Norman’ın kişiliğinde sorunlar olduğunu, annesine ve kuşlara karşı garip bir takıntısı olduğunu öğrenen Marion, sohbeti kısa kesip odasına giderek duş almaya karar verir ve olaylar gelişir.
(Bu film insan zihnine fazlasıyla odaklanan, karakterleri psikanalitik olarak epey irdeleyen bir film. Zaten filmin isminde geçen Psycho, "psikopat" ya da Türkçe'ye çevrilmiş "sapık" anlamında değil bildiğiniz "psychoanalysis" yani psikanalizin psycho'sudur. :) Film, ilk başta bize Marion'u sevgilisi ile birlikte gösteriyor. Marion artık sevgilisi ile otel odasında gizli saklı buluşmalardan rahatsız ve evlenip aile olma niyeti var. Bu otel sahnesinde Marion'ı iç çamaşırları ile görüyoruz. Burası önemli aslında çünkü başta Marion'ı saflığın simgesi beyaz iç çamaşırı ile görürken, parayı aldıktan sonra kaçmaya hazırlanırken artık o sevgilisiyle evlenmek isteyen saf ve masum kız yerine hırsız bir kadın olarak siyah iç çamaşırı ile görüyoruz.
Marion paraları almış sevgilisine giderken şiddetli yağmurda araba kullanamayınca Bates Motel'de duruyor. Otelin hemen karşısındaki köşkün karşısında bir kadın figürü görse de karşısına Norman Bates adında bir adam çıkıyor. Norman evde hasta annesi olduğunu ve adının "Norma" olduğunu söylüyor. İlginç değil mi? :) Norman, Marion'ı kendisiyle akşam yemeğine davet ettiğinde köşke gidiyor ve annesinin, aslında kendi zihninin ona söylediği sesleri duyuyoruz. Yemeğe nasıl yabancı kızlar getirirsin, ucuz erotik bir ortam mı hazırlayacaksın, bu iğrenç bir şey tarzı cinsel arzuları kötüleyen ve kıskanç sesler. Marion Norman'ın kuşlara karşı takıntısını da fark eder yemekte. Bu da aslında bir sembolizmdir. Norman ofisinde içi doldurulmuş kuşlar saklar, oysa kendisi en büyük kuştur. Film boyunca dikkatinizi çekerse kuş gibi yemek yiyip kuş gibi yürüdüğünü görürsünüz. Norman kendi kafesini kendi inşa eden, annesinin kanatlarının altından ayrılmak istemeyen bir kuştur aslında ve o otel-köşk alanından çıkamaz bir türlü. Marion da Norman'ın bu garip tavırlarından kıllanıp onunla fazla vakit geçirmek istemeden odasına gider ve o meşhur duş sahnesinde bıçaklanarak öldürülür. Katili yaşlı bir kadın gibi düşünmemiz sağlanıyor film boyunca.
Film ilerledikçe Norman'ın annesi öldükten sonra bir alter ego olarak annesini benimsediğini, anne figürünün Norman'ın kişiliği üstünde olan baskısını net olarak görüyoruz. Ve bu anne gerçekte başkasıyla evlenen ve Norman'ı yalnız bırakan annenin aksine Norman'ı kimseyle paylaşamayan, onu kıskanan bir anne. Norman belli ki annesini kimseyle paylaşmak istememiş ve annesinin de ona karşı öyle olmasını isteyerek onu içinde yaşatmış. Filmin sonunda Norman'ın sırf Marion'ı değil, iki kızı daha öldürdüğünü görüyoruz -ki gayet planlı bir şekilde delilleri ortadan kaldırıp arabayı bataklığa atmasından da bu işleri daha önceden yaptığı belliydi. Norman oteline gelen kadınlara bir cinsel arzu duyduğunda (id), annesi kıskançlıkla devreye giriyor (süperego) ve bu hislerinin ortadan kalkması gerektiğini söylüyor ona zihninde. Norman da annesi kılığında bu kızları öldürüyor.
Ek bilgi olarak Norman'ın yaşadığı 3 katlı köşkün katları Freud'un klasik insan zihninin katmanlarını oluşturan id, ego ve süperego olarak dizayn edilmiş. Filmin giriş katı ego, meşhur otelimizin sahibi Norman Bates burada dışarıya nasıl görünüyorsa öyle, biraz içe kapanık ve anlamsız hareketleri olması dışında normal bir insan gibi görünüyor. Ancak üst katta istekleri bitmeyen, yasak arzulara karşı olan, memnun edilemeyen bir anne figürü var, Norman'ın içinde yaşattığı bir anne figürü. Burası süperego. En alt katta ise normalde de Freud'un buzdağının en alt kısmı diye nitelendirdiği id var, arzularımızın, isteklerimizin hemen olmasını istediğimiz en ilkel kısım. Norman içindeki anneyi süperegodan id katına taşırken annenin hemen ilkelleştiğini, toplumsal kuralları hiçe saydığını, "Kaçık mıyım ben?" gibi laflar ettiğini görürüz.)
63. Vertigo (Ölüm Korkusu)
IMDB Puanı: 8.3
Yılı: 1958
Tür: Gizem, Duygusal, Gerilim
Süre: 2 sa 8 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: James Stewart, Kim Novak, Barbara Bel Geddes
Konusu: Bir suçluyu kovalarken çatıdan düşen ortağını kurtaramayan dedektif John “Scottie” Ferguson’da, bu olayın ardından yükseklik korkusu baş gösterir. Vertigo hastalığına dönüşen bu korku nedeniyle mesleğini bırakıp emekli olan dedektif, eski bir arkadaşı tarafından ruhsal sağlığından şüphe ettiği karısı Madeleine Elster’i izlemesi için kiralanır. Scottie kadını daha yakından izledikçe bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder; dahası kadının intihara meyilli olduğunu görür. Artık işleri yoluna koymak için uzaktan takip etmek yetersiz kalacak, Scottie’yi kendi korkularıyla da yüzleşeceği bir mücadelenin içerisine sürükleyecektir.
(Bu Hitchcock'ın izlediğim filmleri içinde en sevdiğim film oldu. Gerçekten afişinde de yazdığı gibi bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Freudyen bir bakış açısıyla çekilmiş olsa da bazı yerlerde Jung bakış açısını da görmek mümkün. Filmin en başında dedektifimiz Scottie ortağıyla çatıdan çatıya atlıyor ve bir adamı yakalamaya çalışıyor. Bu sırada Scottie'nin yükseklik korkusu olduğunu ve yüksekte başının döndüğünü (vertigo) öğreniyoruz -ki burada "kastrasyon anksiyetesi"ne vurgu yapılmış. Kastrasyon anksiyetesinin her erkekte olan bir korku olduğunu söyler Freud. Aslında şudur, erkek çocuk fallik dönemde anneye aşırı ilgi duyar. Annesinin babasıyla olan ilişkisini görür, annenin bir penisi olmadığını ve babasıyla da kendisinde olmayan penisten dolayı birlikte olduğunu düşünür. Babası çocuğun temel rakibidir ve annesine duyduğu ödipal arzuyu babası fark edince kendisinin de hadım edileceğini düşünür. Daha sonra çocuk babayla kendini özdeşleştirir. Bir tür iktidarsız olma kaygısıdır. Scottie yükseklik korkusu nedeniyle ortağını kaybedince işini doğru yapamadığını, yani "iktidarsız" olduğunu düşünür ve emekli olur. Her şey de burada başlar.
Scottie'nin hayatında bir kadın görüyoruz daha sonra, Midge. Midge ile üniversitedeyken nişanlılarmış ama sonra Midge nişanı atmış ve görünüşe göre Scottie bunu kendine yedirememiş, yine kastrasyon anksiyetesi ile bağlantılı olabilir. Midge her ne kadar sonradan aklı Scottie'ye biraz kaymış gibi olsa da burada bir anne figürü gibidir ve burada Midge'in "penis hasedi"ne vurgu yapılır. Yine Freudyen bir tanımdır bu. Freud'a göre penis bir iktidar ve güç sembolüdür ve kadınlar bilinçdışlarında içten içe güce yani penise sahip olmak isterler. Kadınların çocuk sahibi olmayı istemesini de penis hasedine bağlar Freud, bu sayede kıskançlıklarını giderdiklerini söyler. Midge bağımsız, sonradan anlatacağım Madeleine'in tersi bir kadındır ama bir "penise" sahip değildir yani tam anlamıyla güce sahip olamamıştır ve Scottie'ye olan takıntısı buradan gelir.
Scottie emekli olduktan sonra bir arkadaşı ondan karısını takip etmesini ister ve Scottie anksiyetesinden kurtulmak, görevini doğru yapmak için ikinci bir şans yakalar. Madeleine'in intihara meyilli, tek başına, korunmaya muhtaç, aynı zamanda gizem dolu bir kadın olması Scottie'nin arzularını tetikler ve erkekliğini, iktidarını geri kazanmak için bir basamak olur. Tam bir "erkek" olarak var olmaya çalışan Scottie, kaçan kovalanır hesabı Madeleine'in peşinden koşar sürekli. Onun gizemini çözmeye çalışır, tam anlamıyla bir erkek olarak kendi korumasına almaya çalıştığı ancak bir türlü alamadığı Madeleine'i hepten saplantı haline getirir. Ancak Madeleine kuleden atlayarak Scottie'nin kurtarmaya çalıştığı erkekliğine darbeyi vurur. Atlayan Madeleine ile birlikte erkekliği de gitmiştir.
Scottie yoğun bir depresyona girer, Midge Madeleine'e hala aşık olduğunu fark ederek anne figürü haline geri döner. Scottie Madeleine'i takip ederken gittiği yerleri tekrar ziyaret eder ve buralarda muhakkak Madeleine'e benzettiği bir kadın olur -ki burada da bir tür fallik dönem saplantısı yaşadığı söylenebilir Scottie'nin. Erkekliğini aşırı abartır, herkesi Madeleine'e benzetir, aşırı kıskançlık yaşar, cinsel problemleri de varsa şaşırmayız. Sonra Judy ile tanışır. Judy'nin yüzünün Madeleine'e ne kadar benzediğini fark eder ve onu tamamen bir nesne olarak, erkekliğini kazanmak için üçüncü şans olarak kullanır. Madeleine'e o kadar saplanıp kalmıştır ki Judy'i Madeleine gibi giydirir, saçlarını onun renginde boyatır, ondan bir Madeleine yaratmaya çalışır. Bu aslında Jung'un anima arketipinin de birebir yansıtmasıdır. Sonradan Madeleine'in aslında gerçek Madeleine'in kılığına girmiş Judy olduğunu öğreniriz, yani yaratmaya çalıştığı kadın aslında en baştan beri Judy'dir. Judy, Scottie'ye aşık olmuştur o yüzden sırf Scottie yanında kalsın diye kendi kimliğini yok sayarak Scottie'ye izin verir. Film boyunca Judy'nin sürekli kimliği değiştirilir, acınası bir şekilde hiçbir zaman Judy kendisi olduğu için sevilmemiştir. Scottie, ne yaparsa yapsın Judy'den aşık olduğu Madeleine'i yaratamaz. Judy saçını sarıya da boyatsa onun gibi de giyinse üstünde eğreti durur, Madeleine gibi gizemli ve seksi değil; daha silik, "Beyim ne derse o" kıvamında bir kadındır.
Scottie en sonunda Judy'nin Madeleine olduğunu öğrenince onu en başa, Madeleine'in intihar ettiğini sandığı, erkekliğini kaybettiği kuleye götürür yeniden. Merdivenleri çıkarken Scottie'nin vertigosunun da kaybolduğunu görürüz. Erkekliğini kaybettiğini sandığında aslında kaybetmemiştir, dolayısıyla vertigo da ortadan kaybolmuştur bu esnada. Scottie'nin Judy'i oraya götürmesi tesadüf değildir. Judy üzerinde eğreti duran, istemediği Madeleine kimliğinden kurtulmak istiyordur bir bakıma; Scottie de Judy'de hiçbir zaman idealize ettiği Madeleine'i bulamayacağını biliyordur. Rahibenin oraya gelmesi iffetin sembolüdür ve Judy gerçek benliğine kadar her şeyini kaybetmeye dayanamayarak kendini aşağı atar. Scottie ise dimdik ayakta durur çünkü artık her şey çözümlenmiştir ve erkekliği yerindedir.)
64. Rear Window (Arka Pencere)
IMDB Puanı: 8.4
Yılı: 1954
Tür: Gizem, Gerilim
Süre: 1 sa 52 dk
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Oyuncular: James Stewart, Grace Kelly, Wendell Corey
Konusu: Fotoğrafçı L. B. “Jeff” Jeffries, geçirdiği kaza sonucunda bacağını kırar. New York’taki apartman dairesinde zorunlu tatili sırasında arka penceresinden komşularını dürbünle seyrederek zaman geçirmektedir. Jeff, yine bir seyri sırasında komşusunun, karısını öldürdüğünden şüphelenir. Olayı araştırmaları için fotomodel sevgilisi Lisa Carol Fremont ve hasta bakıcısı Stella’dan yardım ister.
(Psycho ve Vertigo kadar etkilenmediğim ancak yine güzel bilinçdışı çözümlemeleri olan bir Hitchcock klasiği. Röntgencilik üzerine kurulu gibi görünse de kadın-erkek ilişkilerine epey vurgu yapıyor. Jeff bacağı kırıldıktan sonra komşularını dürbünle izleme takıntısı geliştiriyor ve biz de onunla birlikte izliyor, onun gibi röntgencilik yapıyoruz. Sinema zaten bir bakıma öyle değil mi, başkalarının hayatlarını dikizliyor gibiyiz aslında :) Hiç de utanmıyoruz izlerken, Hitchcock en sonunda katil komşu Jeff'in kapısına geldiğinde gerilimi hissediyoruz, suçu onunla birlikte paylaşıyoruz.
Jeff'in dürbününden pek çok insanı ve onların ilişkilerini gözlemliyoruz. Tartışan yaşlı bir çifti, yeni evlenmiş ve hayatları çok monoton geçen bir çifti, Bayan Yalnızkalpler'in yalnızlığı ve yalnızlığını paylaşabileceği müzisyeni, güzel balerinin pek çok zengin adamla ilişkisinden sonra askerden dönen sevgilisini heyecanla karşılayışını ve katil koca ile kurbanı eşini... Yine Jeff ve Lisa'nın ilişkisine de yakından bakıyoruz. Jeff'in gözlemlediği ilişkilerin hepsi aslında Jeff'in aşk ve evlilik hakkında bilinçdışını da yansıtıyor. Mesela Lisa, balerin komşusu gibi çok güzel ve onu bırakırsa peşinde yığınla erkek olabilir. (Bu arada rahmetli Grace Kelly... utanır insan böyle güzel olunur mu, heteroseksüel kadın halimle ağzım açık izledim) Lisa'yı başka erkeklere kaptırmayıp evlense o yeni evli çift gibi monotonlaşacaklar, tutkuları kalmayacak. Ayrılırlarsa Bayan Yalnızkalpler gibi yalnızlıktan patlayıp bir başkasıyla yalnızlıklarını gidermek için uğraşacaklar. Belki de Lisa ile Jeff'in ilişkisi o kadar kötüye gidecek ki karşı komşusu gibi Jeff, Lisa'yı öldürecek. Jeff bu ihtimalin gerçekleşmesinden çok korkuyor ve bu yüzden o cinayeti çözmeyi kafaya takıyor.
Filmin sonunda ise Jeff ve Lisa bir aradadır yalnız Lisa ilişkisi yürüsün diye kendinden vazgeçiyor belli ki, zira baştaki zarif elbiseleri yerine bir kot pantolon ve mokasen giydiğini ve Jeff'in sevdiği gibi macera dolu kadın havalarında bir seyahat kitabı okuduğunu görüyoruz. Ancak tam anlamıyla vazgeçmiyor zira Jeff'in uyuduğunu görür görmez elindeki seyahat kitabını fırlatıp bir moda dergisini eline alıveriyor. :) )