Müthiş doyurucu, güzel ve yararlı bir çalışma yapmışsınız. Harika !! Emeklerinize sağlık.
Kısa bir süredir film izlemeye sarmıştım ve zamanımın çoğunu filmin kendisini izlemekten çok, Google'da aramakla yapmakla geçiriyordum. Yine bir film araması yaparken biraz önce denk geldim sayfanıza. Nasıl sevindim, bilemezsiniz. Henüz 45 sayfayı okumam mümkün olmadı. Sadece birazcık göz gezdirebildim ve seçtiğiniz filmler çok ilgimi çekti. Eminim hepsi öyledir. Yarından itibaren hepsini izleyeceğim.
Acaba arama yaptığım film konusu ile ilgili öneriniz var mıdır? Konu; narsisist insan. Google'da, bu konuda hazırlanmış en iyi listeleri çıktı ama özetlerini okuduğumda, içime sinip izlediğim biri olamadı henüz.
Arama yaptığım, ikinci bir konu; çiftlerden birisinin kanser hastası olduğu, bu hastalığın ilişkilere yansımasını konu alan bir film? (Love Story tadında bir şey kasdetmiyorum) Veya şöyle de olabilir; kanser hastası ve yakınlarıyla arasındaki ilişkilerin nasıl sürdüğü?
Çooook teşekkürler
Bir de, bir psikolog olarak, uzmanlık bilgilerinizle yaptığınız film yorumları var ya....bayıldım gerçekten...harikasınız.
Sayfalarınızı görünce altın madeni bulmuş gibi hissettim kendimi:)Merhaba, öncelikle ben teşekkür ederim. Onur duydum, biraz da mahcup oldum iltifatlarınızdan dolayı. Filmleri beğenmenize de çok sevindim. :) Narsisistik KB ile ilgili film önerilerim olmuştu listeyi biraz tek tek sayfalara gidip kurcalamanız gerekecek ama aklıma gelenler To Die For, American Psycho, Sunset Blvd. gibi filmler. To Die For'da Nicole Kidman saf narsisizmi olan bir karakteri canlandırıyor. Neredeyse narsisizmin çoğu özelliğini birebir yansıtmış diyebilirim. American Psycho biraz antisosyal kişilik bozukluğuyla karışık narsisistik kişilik bozukluğu içeriyor. Sunset Blvd'ta Norma karakteri hem narsisist hem de histriyonik denebilir. Şimdi bilgisayarımı açıyorum, orada eğitimler için kullandığım bazı filmler oluyor oradan bir şeyler çıkarabilir miyim diye bakacağım.
İkinci sorunuza gelince, ben daha önce kanserli hastalarla hiç çalışmadım. Kanser hastası kişilere psikodrama uygulama eğitimlerine katılmıştım ancak ne yalan söyleyeyim, pratikte bir bilgim yok. Ama kanserli hastalarla çalışan arkadaşlarım var, onlara bir danışayım sizin için. Biliyorlarsa film önerisi de rica ederim. Bilmiyorlarsa ben biraz bakınayım :)
Sayfalarınızı görünce altın madeni bulmuş gibi hissettim kendimi:)
To Die For hariç, diğer önerilerinizi google'da bulup özetlerini okumuştum ama izlememiştim. Zaten henüz 3-4 saattir araştırdığım bir konu idi. Siz de önerdiğinize göre yarın izleyeyim.
Kanser hastası, çok zor bir vaka. Aslında filmi yapılabilecek o kadar fazla yönlü bir konu ki. Sizden NKB ile ilgili film önerisi isterken, kanser konusu birden aklıma geliverdi, onu da yazıverdim. İsterseniz, boşverin, bu konuda film araştırması yapmayın benim için lütfen. Samimi ilginiz için çok çok teşekkür ederim.
Kızkardeşimin Hikayesi'ni izlemiş ve beğenmiştim. Ben daha çok hasta kardeşe üzüldüğümü hatırlıyorum. Oyunculuğu ve ağır hasta makyajı da çok iyiydi. Şimdi düşünüyorum da, ilik, kan vs veren diğer kardeş için de çok ağır bir sorumluluk yaratıyor evebeynleri. Yani sadece kardeşinin hayatını kurtarmak için tasarlanmış bir çocuk olduğu duygusu, muhtemelen çok ezici ve hayat boyu iz bırakan türdendir. Gerekli organı, verseydi de vermeseydi de, pek birşey fark etmeyecekti. Her 2 durumda da, bu kardeş çok olumsuz etkilenecekti. Kardeşinin hayatını kurtarmış olsaydı bile, bu kez eksilen organıyla bedenen güçsüz kalacaktı. Anne, baba, iki kardeş...her biri kendi içinde haklı; haksız olan hiç kimse yok gibi.Ne demek, bana da faydası olur hem. Umarım vardır güzel bir iki film. Bugün pek bakabilme fırsatım olmadı; yarın mutlaka bakacağım. :)
Bir tane film geldi aklıma aslında ama o biraz daha etik konular tarzı bir şey içeriyor. My Sister's Keeper filmin adı. Kanser hastası bir kız var filmde, küçük. Bu çocuğa ilik olsun diye bir kardeş daha yapıyorlar ama bu kardeş, hasta kız için doğmuş gibi bir şey. Sürekli kan veriyor ablasına, ilik veriyor, vesaire. En son organ bağışlaması gerekince, bir de 13-14 yaşında tam ergenlik çağları, artık dayanamıyor, "Benim de bir hayatım var, ben de insanım ablam için yaşayan bir canlı değilim" tarzında ailesine artık onu kullanmamaları için dava açıyor. Bu sırada abla da riskli bir durumda, öldü ölecek. İki tarafa da ayrı üzüldüğünüz güzel bir filmdi. Psikolojik açıdan kanser hastası bir çocuğa bakmanın zorluklarını da görebiliyorsunuz. Kitabı daha güzeldi gerçi bence filmden, yazarı Jodi Picoult.
Aslında kanserin sonucukısa zamanda alınabilecek bir hastalık. Yani kısa sürede ölüm çoğu kez. Bir de şöyle aileler var; mesela ilk ve tek çocukları, zihinsel özürlü. Bu çocuğun gelecekte kendileri artık var olmadığında nasıl hayatını sürdürebileceğinden büyük endişe duyan ana-baba, ikinci bir çocuk yapmaya karar verebiliyorlar. Ve bu 2.ci çocuğun kardeşine kol kanat germesi gerekliliği, hayat boyu sürebiliyor.
Bir ana-baba, benzer bir durumda, 2.ci çocuğu yapıp yapmama kararı veremediklerinde, danışmak için size gelselerdi, onlara ne önerirdiniz? Ben, kendi adıma, bir cevap bulamıyorum.
Dün gece To Die For'la başlangıcı yaptım. Nicole'un karakteri bana daha çok bir psikopat gibi geldi. Kocasını öldürtmesi nedeniyle böyle düşündüm. Bir yandan da merhametsizlik, durumlara uygun olmayan duygulanım bozuklukları da narsistik özellikler sanırım. Ama diğer taraftan, böylesine merhametsiz, hırslı bir kişiliğin köpeğine sevgi ve bağlılık duyması da çelişki yaratıyor gibi. (Ya da kedi köpek severlerle ilgili benim kafamda bir prototip var:)) Bir de şu ilginç oldu benim için; N.Kidman'ın güzelliği, filmde anlatılanların önüne geçti. Daha çok bu kadının kusursuzluğunu izledim. İnanılmaz kusursuz bir bedenin varlığı, beni şaşırttı. Belki birazcık defolu bir oyuncu, daha iyi olabilirdi.
Yakın zamanlarda Closer ve N.B. Ceylan'ın İklimler'ini izlemiştim. İklimler'deki İsa, Closer'daki Dan, ne kadar birbirlerine benziyorlar. Narsistik özellikler değil mi; haz düşkünlüğü, sadakatsizlik, hayatta loser olmak, sevgi, şefkat duyamama, gözlerdeki donukluk, her ikisinin de yanlız kalmayı beceremeyip, bir ayrılıktan hemen sonra diğer kadına yönelmeleri...
Dünyada kanserden ölenlerin sayısı hızla artmaktayken, buna dair film sayısı galiba pek fazla değil. Belki de konunun çok ortada kalmasından kaynaklı. Hasta olmak bir dert, hasta yakını olmak ayrı bir dert. Ayrıca sanırım, böyle bir durumda kendisine başvurulan psikolog ve psikiyatrist olmak da başka türlü bir dert. Bir filmde sempati-antipati duyulabilecek karakterler olması gerekmez mi? Ya da izleyicide bir yargı oluşturacak bir film akışı, finalde bir çözüm, fikir, öneri getirecek bir son olması gerekmez mi? Ama bu konuda bence, hiç biri yok. Bir senarist, yönetmen, olsa olsa kanser ile ötanazi veya intiharla bağlantı kurarak böyle bir film çekebilirler diye düşünüyorum.
Bunun arkasından tesadüfen Her'i izledim. Sanki 3'ü bir dizi gibi oldu. Sonuçta gelecekte bir zamanda insanlar artık yapayalnız. Yalnızlık, etkileşim yoksunluğunu, entellektüel fakirleşmeyi, yavanlığı, yüzeyselleşmeyi getiriyor. Tabi yine maddi olanın gücü de çok etkili. Duygusal mektuplar bile artık ticarileşmiş ve muhtemelen insanlar artık duygu ve bunun ifadesi bakımından çok yavanlaştıklarından, bu işi profesyonellere devretmişler. Yıllardır süren özel ilişkiler, evin düzeninde anlaşma sağlayamamaktan dolayı hemencecik bitebiliyor. Eski zamanların yüksek değerleri olan özveri, sabır, evliliğin kutsallığı gibi şeyler yeni zamanlarda artık yok. Ama insanların içinde belki ufak da olsa sevme, sevilme ihtiyacı sürdüğünden bu bakımdan da işletim sistemi yaratıcıları devreye giriyor. Harika bedensiz insanlar yaratılıyor ve herkesin bir işletim sistemi sevgilisi, arkadaşı, eşi var. Bence çarpıcı olan; işletim sistemiyle aşk ve cinsellik gayet mümkün ve hatta tercih edilebilir görünüyor. Öyle gerçekçi ki, işl. sistemi aynen bir insan gibi, terk etmeyi bile yapabiliyor. Ben olsam kesinlikle işletim sistemiyle aşk yaşıyor olmayı tercih ederdim. Çok kolay ve doyurucu. İşletim sistemiyle yaşanabilecek tartışmaları halletmek bile çok kolay olabilir. Zaten yönetim de işl. sisteminde artık. Onu edinen bir insan, işl. sistemi tarafından yönlendiriliyor olmaktan hoşnut. Hayat kolay kolay akabiliyor böylece. Çünkü insanlar artık çok yorgun ve umutsuz. İçsel mutluluk, bedenle değil, kelimelere dayalı anlatımlarla, tatlı tatlı iletişmekle sağlanabilecek bir şeydir..mi diyor bu film? O halde, bugünkü teknolojik olanaklarımıza göre sanal ortamlarda eş/sevgili/arkadaş olabilmemiz mümkün ve tavsiye edilebilir bir tercih mi oluyor bu durumda?
Bu durum, insanlık için vahim bir nokta mıdır, bilemedim?? Siz, bir danışanınıza sorunlu eşini bırakması ve tatlı bir işletim sistemi edinmesi gibi bir alternatif de olduğunu kendisine gösterir miydiniz? Bu arada erkek oyunculara eski zamanların yüksek belli pantolonlarının giydirilmesini anlayamadım. Bunun anlamı ne olabilir ki?
Ayy yine unuttuğum bir şey daha; bu konularda belgesel film önerileriniz de var mıdır acaba?
İzlediklerimden Aşk ve Küller'deki Cindy'e sizce psikolojik bir sorun atfedilebilir mi? Kötü bir babası var ve evlenmeden önce de zaten mutsuz , cansız görünen bir kadındı. KOcası ise aşırı sahiplenmeci bir kişilikten ziyade, kolay ve geleneksel, hayat dolu ve canlı bir karakterdi Ben, Cindy'nin kocasını ve hatta çocuğunu kurban ettiğini düşündüm.
Amour'u hem konusu, hem de görüntüler, sadelik, doğallık ve oyuncular bakımından çok beğendim, çok sevdim. Böyle bir gerçeği, ileri yaşlardaki çiftlerin tamamı yaşıyordur sanırım. Gerçi böyle bir hastalık gerçekliği sadece yaşlı çiftlere değil, genç olanlar için de geçerli. Genç olanlarda, yaşlı olanlara nazaran, sağlıklı eş, hasta olan eşi daha kolay ve hızlıca terk eder diye tahmin ediyorum ?? Bu arada filmdeki çiftin kızının tutumu bence üzücüydü. Annesine mesafeli, soğuk, annesinin bakımında babasına destek olma anlamında isteksiz ve misafir gibi eve gelip giden bir evlat. Annesinin elini tutmakta bile tereddüt ediyor. Yaşlı babasının, güvercine sarılması karşısında ne kadar tezat oluşturuyor kızın davranışları.
Bu kız için ne düşüneceğimi bilemedim. Pragmatik bir kişilik mi? Zamanımız koşullarına göre normal bir evlat mı? Yoksa o da mı psikolojik sorunları olan biri? Hele damat...daha bir aşmış, daha bir mekanik varlık.
Estağfurullah..çok naziksiniz. Ama övgünüzle gönlümü okşadınız. Çok teşekkür ederim. Ayrıca aydınlatıcı, öğretici ve filmde göremediklerimi gösteren detaylı yanıtlarınız için daha çok teşekkür ederim. Ben bu şekilde film izlemekten ve sonra bir uzmanla karşılıklı yorumlamaktan çok keyif alıyorum.Rica ederim, ne demek. Sizin gibi kültürlü, bir o kadar da sıkı film tutkunları konuma pek uğramıyor (muhtemelen sitede sayıca fazla değil) o yüzden ben de sizi görünce sorularınıza baştan savma cevaplar vermek istemiyorum, PC başına geçip uzun uzun yazıyorum. Cevaplarımda o yüzden biraz gecikmeler olabiliyor, affınızı diliyorum bu yüzden.
Freud amca bunu "Kişinin başına gelen travmatik bir tecrübeyi bir şekilde benzer koşullarda tekrar yaratıp tekrar yaşayarak travmanın yol açtığı nevrotik etkileri gidermeyi amaçlaması" olarak tanımlıyor.
Freud'un anlattığı süreç, bilinçdışının yönettiği bir süreç öyleyse? Bize üstüste manyakları seçtiriyor ki canımız artık en sonunda, dayanılamaz ölçüde yansın ve bu sayede silkelenip neden hep manyakları çektiğimizi fark etme şansı yakalayalım. Böylece bilinçdışındakiler, artık bilinçli bilgiye dönüşsün. Bu mekanizma böyle mi?"Acı yok Rocky" dedikçe bilinçdışı, al sana daha da fazlası kurtul artık bu döngüden der.
Olive de,Henry'den başka 2 kişiyi seçiyor. Birisi kazada ölen adam ve diğeri de, filmin sonuna doğru tanıştığı adam. Bu 2'si de Henry'den çok farklı. Olive karşısında dik ve kararlı durabilen, açıksözlü ve gerektiğinde Olive'in canını sıkma bahasına tepkilerini açıklıkla koyabilecek adamlar. Buna göre, Olive, kendisi farkında olmasa da, artık iyileşme isteği içinde, umut veriyor, diyebilir miyiz?Bu aslında bir iyileşme isteğidir de denebilir. Acıyı arttırdıkça değişime yönelmek istersin, istemelisin.
Freud'un anlattığı süreç, bilinçdışının yönettiği bir süreç öyleyse? Bize üstüste manyakları seçtiriyor ki canımız artık en sonunda, dayanılamaz ölçüde yansın ve bu sayede silkelenip neden hep manyakları çektiğimizi fark etme şansı yakalayalım. Böylece bilinçdışındakiler, artık bilinçli bilgiye dönüşsün. Bu mekanizma böyle mi?
Evet, şimdi anladım. Haklısınız. Dean, babanın belli olmadığı bir hamileliği, bir bakıma kendisi için fırsata dönüştürüyor. Cindy, Dean'e muhtaç kalmış gibi. Böyle olunca Dean, sizin dediğiniz gibi Cindy'nin kendisini hiçbir zaman terk edemeyeceğini sanıyor. Ama böyle bir fedakarlık, daha sonra gelip kendisini vuruyor. Hatta, terk edilmemek, boşanmamak için haddinden fazla özverili, hep alttan alan bir tipe dönüşüyor. Cindy, seks sırasında Dean'in coşkusuna katılamıyor ve nerdeyse eziyet çeker gibi. Bunun üzerine Dean'e, bana vur, diyor. Dean ise, seni seviyorum, vurmam, diyor. Kendisini dövmesini istemekle, Cindy ne yapmış oldu burada? Dean'den ayrılma kararını daha kolay ve kesin bir şekilde verebilmek için mi şiddet görmek istedi?
Olive Kitteridge'i izledim. Yine, o kadar güzel bir film önermişsiniz ki. Ben, Olive'in babasının intiharı ile karakter özellikleri arasında bağlantıyı çıkartamadım. Belki filmde babasının da biraz tanıtılması gerekirdi. Olive, sadece babasının intiharından dolayı değil, çocukluğunda-gençliğinde başka ve uzun süreli travmalar yaşamış olmalı ki, bu kadar hınç dolu, öfke dolu, mutsuz bir kadın olsun diye düşündüm. Ailesi dahil, küçük-büyük her insandan nefret ediyor. İnsanları kırmak, üzmek bakımından hiçbir çekincesi yok. Sivri diliyle, sert otoriterisiyle insanları, çocukları, ailesini silindir gibi ezip geçiyor ve hiç pişmanlık duymuyor. İstediği an, şiddet uygulamaktan hiç kaçınmıyor. Hiç kimse umurunda değil. Oğlunun düğününü bile pek sallamıyor. (Düğündeki sıkılgan, neşesiz hali, tören sırasında fındık atıştırması, ) Böyle bir tip, kazada ölen sevgilisini de bir süre sonra mutsuz ederdi. Zaten bir araya gelebilselerdi, Olive'in yapay mutluluğu, uzun süreli olmazdı.
Olive, o kadar kendine yabancı ki. Bir yanı hassas ve duygusal, bir yanı haşin diyemiyorum. Diyemiyorum, ama kocasının hastalığı sırasında birden bire, şefkatli bir eşe dönüşmesini de bir yere oturtamıyorum. Neden birden iyi ve sevgi dolu bir eşe dönüştü ya da bunu nasıl becerebildi? Çünkü hasta kocasına gösterdiği ilgi, sevgi içten görünüyor. Gerçekten bu kadının iyi yanları vardı da, hep güçlü ve dimdik (intihar eden babasının aksine) ayakta durabilmek için mi insanlara aydınlık yüzünü göstermiyordu? Duygusal ve hassas olmayı, belki de zayıflık olarak görüyordu. Muhtemelen babası için de zayıf birisi olduğunu düşünüyor ve babası gibi olmamaya çalışıyordu. Böylece Olive, babası gibi intihar etmek zorunda kalmayacaktı. Olive, hayatta kalabilmenin, ancak hassalıklardan arınarak mümkün olabileceği fikrini bilinçsizce edinmiş olmalı.
İstisnasız herkese kırıcı ve sert davranmakla birlikte, bir kadının kazara denize düştüğünü görünce, ani ve içten bir tepki gösterebildiğine göre, insanlara karşı tamamiyle duyarsız olduğu söylenemez. Keza, Kevin'i de işleyebileceği bir cinayette karşı engelliyor. Bu da Olive'in bir başka iyiliği. Hasta köpeğini sarıp sarmalayıp veterinere götürdüğünde, arabayla kazara köpeği ezebileceği endişesiyle kocası Henry'e sert çıktığında da Olive içten ve hassas, duyarlı, üzgün, endişeli olabiliyor. Yine parkta yere uzanmış bir adam görünce, ölmüş olabileceği düşüncesiyle endişeye kapılıyor ve adama yardımcı olmaya çalışıyor. Yani bu özellikleri içinde bir yerde gizlenmiş bir şekilde duruyor. Ama sadece, birilerinin ölüm ihtimali ortaya çıktığında Olive'in iyi insan yanlarını ve ölümü engellemeye çalışmasını görebiliyoruz. Bu da intihar eden baba travması herhalde.
Ancak, durum yukarda yazdığım gibiyse, filmin sonlarındaki intihar girişimi nedir, bunu anlayamadım. Hem başkalarının ölümlerini engellemeye çalışıyor ama kendi ölümünü kurguluyor. Üstelik planlı bir intihar da denilebilir. (Bir yerde, ölmek için önce köpeğinin ölmesini beklediğini söylüyordu. Yani eğer önce kendisi ölürse, köpeğe bakabilecek, emanet edebileceği kimse olmadığı için, önce köpeğinin ölmesini bekliyor ki sonra kendisi de intihar edebilsin. Zaten veteriner sahnesinden hemen sonra parktaki intihar girişimi sahnesini görüyoruz. Ayrıca, burada Olive'in sevgi ve merhametli yanını doğru algıladığımı sanıyorum. Çünkü benim de kedilerim köpeklerim var ve umarım ki ben onlardan sonra ölürüm diye diliyorum, çünkü onları emanet edebileceğim kimsem yok)
Olive intihar girişiminde samimi olmayabilir diye düşünüyorum. (Tabanca elindeyken, 3 çocukla yaptığı ve gülümsediği küçük konuşma, kendisi kararlı olsaydı, vazgeçirebilecek bir faktör olmazdı diye düşündüm) Belki de samimiydi ama sonradan tanıştığı adam onda bir yaşama isteği yarattı? İlaveten intihardan vazgeçerek aslında yine bir başka ölümü-belki- engellemeye çalışıyor. Çünkü karısını kaybetmiş olan o tanıştığı adam da yanlız ve Olive yanında olmazsa, bu adamın da sonu bilinçli/bilinçsiz intihar gibi görünüyor.
Henry'e gelince...ne kadar tatlı, hoşgörülü, sevgi dolu, nazik bir adam. Ama galiba, ileri derecede bağımlı bir kişilik. Belki sadece Olive'e karşı değil, herkese karşı böyle bir bağımlı kişilik sergiliyor. İnsanlardan ve onların verebileceği az veya çok sevgiden, ilgiden yoksun kalmamak uğruna hep özverili, hep alttan alan, hep insanların iyiliği için koşturan, bazı insanların haksızlıkları, yanlışları karşısında bile gerekli sert tepkiyi göstermek kaçınan, .... Böyle bir kişi olmasaydı, Olive ile evliliğini sürdürmezdi. Ama Henry'nin içinde öyle bir birikmişlik var ve Olive'i de evliliklerinde öyle doğru konumlandırıyor ki, can korkusu yaşadığı bir silahlı saldırı esnasında, nasıl altına çişini kaçırdıysa, aynen Olive ile ilgili gerçek düşüncelerini de öfkeyle ağzından kaçırıveriyor. (Ayrıca saldırı sahnesinde, diğerlerinin aksine sadece Olive çok soğukkanlı ve korkusuzca duruyor. Bu da dikkate değer. )
Filmin sonlarına doğru Olive, kendisiyle ilgili bir aydınlanma, farkındalık yaşamaya başladı mı diye düşünüyorum. Sanırım hayır. Çünkü son günlerde de, yeni tanıştığı adamla yemekteyken sözlü itişmeye girişiyor, ziyaretine gittiği oğluyla ve geliniyle hırlaşıyor, gelinin oğlunu tokatlıyor, havaalanında sorun çıkartıyor)
Bu filmle ilgili düşünecek ne kadar çok şey var...Hani sayfalarca makale yazabilirim demişsiniz ya...valla çok haklısın. Ben şu anda pes ettim, yoruldum:)) Sizin yorumlarınızı çok merak ediyorum. Son olarak, bir de şu aklıma geldi, size bir soru olarak; Olive gibi birisinin, yani hem yaşı ileri, dolayısıyla her bir özelliği kemikleşmiş ve çok inatçı, kendisine ve değerlerine sımsıkı sarılmış bir kadın/erkek uzun süreli bir terapiden faydalanabilir mi?
Olive, hayatta kalabilmenin, ancak hassalıklardan arınarak mümkün olabileceği fikrini bilinçsizce edinmiş olmalı.
Filmin sonlarına doğru Olive, kendisiyle ilgili bir aydınlanma, farkındalık yaşamaya başladı mı diye düşünüyorum. Sanırım hayır. Çünkü son günlerde de, yeni tanıştığı adamla yemekteyken sözlü itişmeye girişiyor, ziyaretine gittiği oğluyla ve geliniyle hırlaşıyor, gelinin oğlunu tokatlıyor, havaalanında sorun çıkartıyor)
Olive'e takıldım, kaldım:))
- Cindy'nin eş seçiminde olduğu gibi, Olive de galiba bir bakıma, intihar eden babası (Kabaca intiharın zayıflığı akla getirmesi nedeniyle. Gerçi bana göre intihar edebilmek bayağı bir cesaret ve güçlülük gerektiren bir eylem ama burada sadece insanların çoğunluğu tarafından algılan şekliyle, zayıflık göstergesi sayılması halinden söz ediyorum) gibi zayıf kişilikte olan Henry'i eş olarak seçiyor.
Önceki mesajınızda, cindy'den söz ederken şunu yazmıştınız;
Olive de,Henry'den başka 2 kişiyi seçiyor. Birisi kazada ölen adam ve diğeri de, filmin sonuna doğru tanıştığı adam. Bu 2'si de Henry'den çok farklı. Olive karşısında dik ve kararlı durabilen, açıksözlü ve gerektiğinde Olive'in canını sıkma bahasına tepkilerini açıklıkla koyabilecek adamlar. Buna göre, Olive, kendisi farkında olmasa da, artık iyileşme isteği içinde, umut veriyor, diyebilir miyiz?
Olive'in çiçeklerini de kesmemesi/öldürmemesi aklıma geldi ve yine bu kadın aslında iyi mi, yoksa kötü mü ikilemi içinde kaldım. Kendime hiç kimse tamamen iyi veya tamamen kötü olamaz, griler de var dedim. Amaaa, Olive'in halleri o kadar zıt ve uç kutuplarda ki, yine anlayamadım bu kadını. Koyu gri bir insanı kötü, açık gri bir insanı ise iyi diye nitelendirmek mümkün. Ama Olive, gri değil; ya beyaz, ya da siyah olabilen birisi. Olive'inki patolojik bir durum mudur ?