işin vicdani ve dini boyutunu bir kenara bırakıp okumayı tavsiye ediyorum..yazı uzun ama yavaş yavaş ve sindirilerek okunursa bize çok şey katacak...okumaktan erinmeyin çünkü okuduğunuza değiyor, size yeni kapılar açıyor...
ET YEMEDEN YAŞAYABİLİR MİYİZ?
.................
Birkaç onyıldır beslenme alışkanlıklarının önemli kronik hastalıkların gelişmesini
etkileyebileceğini gösteren çok sayıda araştırma, beslenme bilimi doğrularıyla ilgili iyi desteklenmiş giderek büyüyen şüpheyi daha da çoğalttı. Zengin (bolluk) diyeti dediğimiz, tuz ve şeker eklenerek üretilen besinler ve hayvansal kaynaklı enerji yoğun besinlerin çokça tüketiminin hastalıklarla ilgisi hakkında artık elimizde kuvvetli kanıtlar var. Et içermeyen besinlerle beslenen toplumlarda kan basıncı ve kan kolesterol düzeyinin düşük olması nedeniyle bu toplumlarda kalp ve beyin damarı hastalıklarına bağlı kalp krizleri ve inmeler daha az görülüyor. Aynı şekilde bu insanlarda şişmanlık ve buna bağlı kalp damarı hastalıkları, şekerli diyabet, halk arasında kireçlenme ve yaşlılık romatizması denen dejeneratif eklem iltihapları ve osteoporoz, safra kesesi taşları ve mide bağırsak sorunlarına da daha az rastlanıyor. Toplumda çok görülen önemli kanser gruplarından olan kalın bağırsak, prostat, meme, mide, akciğer ve yemek borusu kanserleri de bu toplumlarda ve vejetaryenlerde daha az ortaya çıkıyor. (Dünya Sağlık Örgütü-WHO, 1991.)
Aynı şekilde, özellikle hayvansal proteinlerin, menapoz sonrası kadınlarda ve yaşlı erkeklerde önemli kemik kırıklarına ve yaşam kalitesi azalmasına yol açan osteoporozun oluşumunu arttırdığı anlaşıldı. (Toomey, J., 2001). Toomey, "20. yüzyıl sonlarında Avusturya'da ortaya çıkan diğer dejeneratif hastalıkların (Oluşumunda travma, tümör veya yangı gibi unsurların etkili olmadığı, sadece dejenerasyona veya diğer bir ifadeyle dönüşümlü hücre zedelenmesine bağlı olarak biçimlenen hastalıkların genel adı. ) sayısına bakarak, bedenimizin belki de çağdaş yaşam biçimimize yenik düştüğü gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini", söylüyor. Yazar, "Bu savın, Afrika'da yaşayan, yaşamları boyunca ortalama dokuz çocuk doğuran ve günlük kalsiyum alımları bizim günlük kalsiyum alımımızın dörtte biri (350 mg) olan Bantu ırkından kadınlarda osteoporoz belirtisi ve kemik kırığı görülmediğini; aksine bu
Bantu kadınlarının kemik yoğunluğunun olağanüstü olduğunu bildiren araştırmalarla desteklendiğini", belirtiyor. "Sonuç: Bunun basit açıklaması, osteoporozun kalsiyum alımıyla hiçbir ilişkisinin olmamasıdır", denilerek şöyle devam ediliyor:
" Sormamız gereken; neyin kemiklerimizden kalsiyum çekilmesine neden olduğudur. Problem, tükettiğimiz protein, özellikle et, süt ürünleri, kümes hayvanları ve balıkta bulunan hayvansal protein miktarından kaynaklanmaktadır... Ne kadar çok protein alırsak, kan o kadar çok kalsiyumu kemiklerden çeker. Sonuç, idrarda yüksek düzeyde üre asidi, kalsiyum ve magnezyum demektir. Bu çok basit bir biyokimyadır. Yıllardır kanıtlanmıştır ki, kadınlar, hayvansal protein bakımından yüksek bir yemekle beslendikleri zaman, yemeği izleyen birkaç
saat içinde, bu yaşamsal minerallerden büyük miktarlarda idrarda kaybolup gitmektedir. Bitkisel ürünlerle zengin bir yemekten sonra, kalsiyum idrarda hiç görülmemekte ya da çok az görülmektedir.
O halde, neden bilinçli, bağımsız doktorların doğru önerilerde bulunmadıklarını
sorabilirsiniz. Yanıt oldukça basit; önce, çoğu doktor üniversitede, eğer beslenme üzerin bir ders almışsa, fazla bir şey öğrenmiyor. İkinci olarak, pratikte her gün yüz yüze kaldıkları zaman kısıtlaması ve tecimsel baskılar yüzünden, aldıkları tek eğitim ya ilaç firmalarının desteklediği dergiler veya aynı firmalar tarafından desteklenen ve düzenlenen (kongre ve) konferanslar oluyor.
Gerçek şu ki; vejetaryenlerde osteoporoz görülmüyor. Osteoporozu önlemek için, gerçek, dört besin grubundan oluşmuş bir diyet işe yarıyor. Bunlar, tahıllar, baklagiller, meyve ve sebzeler. Böylece, yeterli proteini ve ihtiyacınız olan bütün diğer besinleri bolca almış olursunuz. Ham besinler yediğinizden, işlenmiş seçeneklerden uzak durduğunuzdan emin olun ve eğer mümkünse, organik olarak yetiştirilmiş, genetik olarak müdahaleye uğramamış ürünler seçmeye dikkat edin."
Acaba hayvansal besinlerden fakir ve et yenmeyen vejetaryen besidüzeni (diyet) başka hastalıkların artışına neden olur mu? Günümüzde beslenme önerileri yağlardan, özellikle doymuş yağlardan fakir, birleşik şekerlerden zengin nişastalı karbonhidratların bol tüketildiği bir besidüzenine döndü. Böyle bir diyet, tüm süt kökenli ürünler, yağlı etler ve rafine şekerlerden gelen önemli ölçülerdeki enerjiyi içeren alışılagelmiş şimdiki beslenme alışkanlıklarımızla taban tabana zıt; sebze, meyve, tahıl ve baklagillerin sıkça tüketilmesiyle özellikli bir besidüzenidir. Bu yeni beslenme biçimi tuz dışında tipik Japon diyetidir (Japonlar çok tuz tüketirler ki fazla tuzun zararları vardır). Bu diyet Japonya'da yaşam süresinin yıldan yıla uzamasının ana nedenlerinden birisidir. Yani vejetaryen besidüzeni başka hastalıklara yol açmaz. Yine de ençok tartışılan iki konudan "esansiel (elzem) amino asitlerden bazılarının sadece hayvansal besinlerde bulunduğu" meselesine açıklık getirelim. 1970'lerde bu görüşle desteklenen "protein yetmezliğinin küresel kötü beslenmenin asıl nedeni olduğu düşüncesi" yaygındı, ama bu anlayış artık eskidi. Besin çeşitliliğine sahip tam bir vejetaryen besidüzeninde bile bitkisel kaynaklar, amino asit depolarında birbirini tamamlama eğilimindedir. Şayet çocuk ve yetişkinlerin enerji gereksinimi bu diyetler tarafından karşılanamıyorsa o zaman amino asit gereksinimi fazladır ve vejetaryen diyetteki amino asitlerin yeterli alınımını sağlamak için diyetteki toplam bitkisel protein miktarını daha fazla artırmak gerekebilir (WHO, 1991).
B12 vitamininin 'sadece hayvansal besinlerde bulunduğuna' gelince: İşte bu şimdilik doğru, ama 'hayvansal besin' demek ille de 'et' demek değil. Sinir sistemi bozuklukları ve pernisiyöz anemi oluşmasıyla özellikli bu vitaminin eksikliği veganlarda oluşuyor. Ayrıca total gastrektomi ve yaşlılık gibi emilim bozukluğu hastalıkları, doğum kontrol hapları, bazı ilaçlar, pankreas yetmezliği, bağırsak bakterileri ve parazitleri B12'nin emilimini düşürürler. Ortalama erişkinde günde 2,8 mcg B12'yi verecek miktarda hayvansal besin tüketmek örneğin günde 100 gr peynir, iki yumurta sarısı vb. yemek; 500 g süt içmek veya vitamin B12 (tabletleri ve enjeksiyonları) almakla B12 eksikliği engellenebilir (Baysal, A.,1996).
"Bu kadarcık kusur kadı diyetinde de olur", deyip devam edelim. Bu yazı öncelikle etyemeden yaşanıp yaşanamadığını bilimsel kanıtlarıyla sorguluyor. Göründüğü kadarıyla bu sorunun yanıtı: Et yemeden de yaşanabildiği; hatta etsiz bir yaşamın et yiyenlerin yaşamına göre daha sağlıklı ve uzun olduğu yönündedir. Konunun bu yönü açıktır ve bilimseldir. Hislerim ve yaşam deneyimlerime ek olarak, bir bireyi olduğum tıp biliminin osteoporozu önlemede başarılı olamaması bu makalede söylenenlerin doğru olduğu yönündedir. Bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de osteoporozlu insanlar süt ve yoğurt yedirilerek ve ilaçlar kullandırılarak oyalanmaktadır. Bantu kabilesinde olup da bizde olmayan şey; sportif ve bedensel hareket anlamında hareketli yaşamdır. Ekonomik krizler ve bozulan gelir dağılımı dengesiyle iyice beli bükülen aileler "Çocuklarımıza et yediremiyoruz", stresini artık bir yana atmalı ve bitkisel proteinlerle zenginleştirilmiş, peynir ve yumurta gibi hayvansal ürünleri dışlamayan bir vejetaryen besidüzeninin sağlıklı oluşundan şüphe etmemeliler. Ortalık deli dana ve şap hastalığından geçilmezken bir psikolojik stres kaynağını yok etmek ailemizin sağlığı açısından az şey midir?
Şimdi yaşamın streslerini bir an olsun unutalım. Unutalım akşam yemeğinde ne pişireceğimiz veee Can Yücel'e öykünerek, haydi, hep beraber neş'eyle bağıralım: Yaşasın Türk danaları!!!
KAYNAKÇA
Baysal, A. (1996), "Beslenme", Yenilenmiş 6. baskı, Ankara: Hatipoğlu Yayınevi.
Toomey, J. (2001), "Osteoporoz ve Kalsiyum Efsanesi", Çev: Güngör, F., Cumhuriyet Bilim
Teknik, 3. 02. 2001:16
Türk Tabipleri Birliği (2000),"Sayıların Dili-Türkiye'de Gelirin % 1'lik Hanelere Göre
Dağılımı", Toplum ve Hekim, Türk Tabipleri Birliği Yayını, 15 (6): 478-479.
WHO (1991), "Meat-can we live without it?", World Health Forum, WHO, 12 (3): 251-283.
Etin Zararları
İnsan yiyeceği üzerine kapsamlı araştırmalar yapan birçok doktor etin insan bedeni için gerekli olmadığına, aksine öldürücü nice hastalığın müsebbibi olduğuna inanmaktadır. Bu hastalıkların tedavisi için etten uzak durulması yeterlidir. Gut, ishal, romatizma, kanser, verem, apandisit vs hastalıklar özellikle et tüketimiyle ortaya çıkar. İnsan için kaçınılmaz ve yararlı olduğu sanılan bu besinin yiyeceklerin en yararsızı olduğu ve bedendeki hücreleri öldürdüğü kanıtlanmıştır. Kasapların insanlık onurunu ayaklar altına alan kesim işine göz yumsak bile hayvanlar bu yolla intikam alırlar.
Özgürce yaşayan hayvanların hastalandıkları az görülmüştür. Onlarda çürük diş yoktur. Ama insanın evcilleştirdiği, yani kendisi gibi soyunu bozduğu hayvanlarda çürük diş vardır. İlk insanların çeneleri, dişlerinin çok işlemiş olduğunu ama çürük bulunmadığını göstermektedir. Bu da besinlerinin oldukça basit ama sert olduğuna, kuru meyve ve bitki tanesi gibi çok çiğnenmesi gerektiğine, ancak besinlerin sağlıklı ve doğal olduğuna delalet etmektedir.
Bodvan bu konuda şöyle der: "Mağara insanını etobur olarak gösterenlerin görüşlerini kabul etmemek gerekir. Onlar besinlerini özellikle bitkilerden sağlıyorlarmış."Et erken yaşlanmaya neden olur. Çünkü et insan bedeninden olağanüstü çalışma bekler. Üstelik içindeki zehirin bir kısmını bedende bırakır. Bu zehir zamanla vücutta her türlü hastalığı doğuracak ortamı hazırlar.
Dr. Oldfild şöyle yazar: "Bugün bilim, insanın etobur hayvanlardan olmadığını, aksine meyve yiyen canlı olduğunu kanıtlamıştır. Kimyasal işlemlerle ortaya çıkmıştır ki bitkilerin insan bedeni için gereken maddeleri bulundurduğunu kimse inkâr edemez. Et doğal bir yiyecek değildir ve yeni uygarlıkta tüketildiği şekliyle bedensel işlevlerde kargaşaya yol açar. Et, insana kolayca geçebilen ve kanser, verem, ateş, bağırsak kurtlanması gibi korkunç hastalıklara neden olan çok fazla mikroskopik canlı ihtiva eder. Aynı şekilde et yeme alışkanlığının insanların yüzde doksan dokuzunda görülen hastalıklara yol açtığına şaşılmamalıdır."
Dr. Bonjuy kendi üzerinde yaptığı deneylerden sonra görüşünü şöyle açıklar: "On beş yıl önce bende bir çıban çıkmıştı. Buna karşı eczacılıkta kullanılan zehirleri boşu boşuna kullanıyordum. İyot, ava, brom, arsenik ve bunların bileşiklerini çok kullandımsa da hastalık kökünden kazınmadı. Mikrop sürekli çoğalıyor, hastalık, mikrop ve ilaçlardan dolayı hep kuvvetten düşüyordum. Umutsuzluk içinde değişik yiyecekleri denedim ve vejetaryenlik sayesinde çabucak iyileşmeme çok şaşırdım. Bu en etkili ilaçtı. Çünkü ilaçlan kullanmadığım zaman etkisini gösteriyor ve et yer yemez hastalık nüksediyordu."
Et kuvvet verici bir gıda değildir ve sanıldığı gibi kasları kuvvetlendirmez. Et yer yemez bir kuvvet hissedilse de bu yapay bir heyecanlanmadan ileri gelir. Sinirleri harekete geçiren alkol kadar tehlikelidir. Halk inancının aksine et, bedeni zehirleyen bir maddedir. Bağırsaklarda bozularak türlü mikroplar üretir. Hemen hemen sindirim sistemi ile ilgili tüm hastalıklar etin bozulması ile bağlantılıdır.
Dr. Gaston Dorvil der ki: "Tıbbi deneyler etin zararlarını tamamen kanıtlamıştır. Hemen hemen sindirim organlarındaki hastalıkların yegâne müsebbibi ettir. Hazımsızlık, bağırsak iltihabı ve apandisite yol açtığı gibi tifüsün gelişmesine yardım eder. Verem ve kanser parazitlerini güçlendirir. Karaciğer ve
bağırsak hastalıkları ile veremde et perhizi yapmak hastalığın geçmesinin en önemli şartıdır."
Alkol ve et tüketimi birbiriyle iç içedir.
Dr. Huşyar, "Vejetaryenlik taraftan olmak alkol alışkanlığı ile mücadele etmekle aynıdır. Bu, günümüz dünyası için bir afettir" demiştir.
Şimdi de bazı doktorların etoburluk hakkındaki düşüncelerini kısaca açıklayalım:
Dr. Ceyms, "İnsanın sinir sistemini et kadar anormal bir şekilde tahrik eden bir yiyecek bilmiyorum" der.
Dr. Paskul, "Aldanmayalım. Et daha çok uyarıcıdır. Besleyici olmadığı gibi zehirlidir de" der.
Dr. Lö Gran, "Şunu bilmeliyiz ki, ölü eti ancak bir murdardır ve etoburluk yoluyla ve isteyerek bir miktar toksini (zehiri) bedenimize sokuyoruz" der.
Dr. Viktor Puşe, "Vejetaryen birinin hiçbir zaman apandisit olmayacağından ve et yemenin buna yol açacağından emin olabiliriz" demiştir.
Dr. Papus, "Çiftçiler her gün et yemeye başladıklarından beri gut hastalıklarının sayısı arttı ve aynı şekilde şehirliler bir tabak mercimek yemeği ve güzel bir çorba yerine patatesli biftek yemeye başladıktan sonra mide rahatsızlıkları ve romatizma çoğaldı" der.
Dr. Dak, "Ne kadar sade yaşarsak hastalıklara ve mikroplara karşı direncimiz o kadar artacak, aynı şekilde organlarımız daha iyi çalışacaktır" der.
Profesör Buşar görüşlerini, "Et yiyenlerin dilleri kirlidir,nefesleri kokar, dışkıları pis ve düzensizdir. Aynı zamanda mide ve bağırsak rahatsızlıkları, cilt yaraları, baş ağrısı, romatizma, aşırı derecede şişmanlık ve zayıflık onlarda görülür" şeklinde açıklar.
Çoğu zaman, satışa çıkarılan hayvanlar canlı hastalar topluluğudur. Bunlar doğal olarak ölmedikleri sürece, kesim zamanına kadar da öyle kalırlar ve hastalıkları kolayca kaparlar.
İki soyun aynı iklimde farklı besinlerle yaşadığı yerlerde et yiyenlerin kansere yakalandığı, oysa vejetaryenlerin bu hastalıktan uzak kaldıkları görülür. Hindistan'da vejetaryen insanlar arasında kanser nadir görülür, ama et yiyenler sürekli bu hastalığa yakalanırlar. Mısır'da şehirli Kiptiler et yer; fellahlar vejetaryendir. İrlanda'da güneydoğu halkı vejetaryenken, Ulster halkı İngilizlerin yiyeceğini yer ve kanser yaygındır onlarda.Yiyeceklerindeki bu kuraldışılık yüzünden ağır kayıplar verirler.
Çok et yiyen ülkelerle İngiltere'de kanser kurbanlarının sayısı milyonları aşmıştır ve doktorlara göre bu durum et ve bozuk yiyeceklerden kaynaklanmaktadır.
İngiliz doktor Robert Bel der ki: "Çiğ sebze ve meyvelerle buna eklenen cevizden oluşan bir besinin ne kadar önemli olduğuna öylesine inandım ki, yiyeceklerimiz arasında çiğ sebze ve meyve miktarının mümkün olduğu kadar arttırılması halinde çok kısa bir sürede kanserden geriye sadece tarihi bir anı kalacağını söylemekte kuşkuya düşmem."
Dr. C. Blak da şöyle yazar: "Meyve, tahıl ve sebzelerle kanser hastalarının tümünü ya da önemli bir kısmını hastalığın acı ve ızdırabından kurtarmak mümkündür. Ben bu yiyecekleri birçok kez denedim. Bu tarz besini ortaya çıkardıktan sonra mutluluk verici bir tablo ile karşılaştım. "Rahatsızlıkların önüne geçmek için en iyi yöntem az yemek ve özellikle bitkisel kökenli besinlerle perhiz yapmaktır.Açık hava, spor, banyo ve huzur insanı daima sağlıklı, zinde ve iyimser yapar.
İnsan yapay ve uydurma yiyeceklerle sağlığını yitirerek bedensel olarak çökmeye başlar. Kısa zamanda türlü hastalıkların tohumlan gelişme gösterir, beden fizyolojik yönden uyumunu yitirir.
Yaban hayvanının güzelliği ile evcil hayvanın çirkinliğine ise, şehirli uygar insan ile doğanın kucağında yaşayan köylü insan arasındaki oran da o ölçüdedir.
Bazı kişiler görürsünüz.Küp gibi şişmişlerdir. Yüzlerinden kan damlar. Gözlerinin çevresinde mor halkalar oluşmuştur. Başları kel, karınları sarkmıştır ve yürüyemezler. Terlerler ve nefes nefesedirler. Ya da kansızlıktan yüzlerinde renk yoktur ve mezar kaçkını gibidirler. Eski zamanlarda insanlar gösterişsiz köy hayatı sürdürürlerdi. Uğraşır, didinirler, açık havada soluk alıp verirler, güne sin doğusuyla kalkar, gurup vakti yatarlardı. Göğüs hastalıkları yoktu. Tuhaf tuhaf ilaçlar kullanmaz en iyi şekilde yaşarlardı.Kadın, erkek bir arada, çıplak ayakla çiftçilik yaparlardı. Onların çocukları da sağlıklı, zinde ve mutluydu. Yaban hayvanlarının nasıl mamaya ihtiyaçları yoksa onların da yoktu.
yazı, frmtr.com' dan Gionnis adlı kullanıcının yazısından kopyalanmış,buna ek olarak bazı terimler parantez içinde açıklanmıştır..
fikirlerinizi bekliyorum..yazı benim çok hoşuma gitti açıkçası..