Sene 1997...
Üniversite birinci sınıftayım henüz.
Ailemden ayrılmış; diyar-ı gurbete tahsil için gelmişim.
Özel bir kız yurduna ait; öğrenci evlerinden oluşan bir apartmanda kalıyorum.
Çok sevdiğim yatağımda uzanmışım...
Neler düşünüyorum kim bilir?
Evin içinden, ney sesleri yükseliyor...
"Aman Allah'ım! Ne güzel bir terennüm bu böyle! " diyorum...
Nerden bilebilirdim, bu duyduğum terennümün; hayatımın bambaşka bir penceresini açacağını...
Duyduğum bu güzel nağmeleri üfleyen; aynı evde kaldığım bir arkadaşımdı...
Böylece; benim de hayat kitabımın, yeni bir sayfası açılmış olacaktı.
Bu sayede, kısa bir süre içinde; ney kurslarına başlamıştım.
Kurs gördüğüm hocam; son dönemin en büyük ney virtüözü, Niyazi Sayın'ın öğrencilerinden biriydi.
Elime ilk aldığım ney; bir "kız neydi".
Adana' lı bir ustanın ellerinden çıkmaydı...
Kurs hocamın söylediğine göre; büyük ustaların sahip olmak isteyeceği kadar, kaliteli bir neye sahip olmuştum.
Neyler; 7 çeşit olup; "kız ney" bunlardan sadece bir tanesidir...
Aslına bakacak olursak; hemen her şehirde, neredeyse bütün müzik marketlerde, karşımıza çıkan neyler; bu işin hikayeden tarafı...
Gerçek, ney yapım ustaları; Adana, İzmir, Adıyaman gibi bir kaç büyük şehirde, bir elin beş parmağını geçmeyen isimlerden ibaret...
Derler ki; "Bir insan, 40 gün içinde neyden ses çıkartamazsa, bir daha hiç teşebbüs etmesin..."
Bırakın nota çıkartmayı, ondan ses çıkartabilmek bile o kadar zordur ki; belki günlerce uğraşmanız gerekir.
Delicesine aşıktım ben neyime...
Bu, öyle bir sevdaydı ki; üflerken, sanki içinden bütün ruhum akıp gidiyordu...
İçimi, saran ayrılık rüzgarları, tüm hücrelemi kasıp kavuruyordu...
Sanki ben onu değil de, o beni üflüyordu...
"Huuu" diyerek üflediğim her nefes, delip geçiyordu beni...
Aynı, sazlıktan toplanan sazların dağlanan bağrı gibi...
Neyin ayrılık acısı da; asıl vatanından, sazlıklardan koparılmasıyla başlar.
Sazlıklardan koparılan sazlar, bağrı delinip; ayrılık ateşiyle hemhal olduğunda, ortaya çıkan terennümün karşısında, hiç bir yürek dayanamaz...
Benim, ney üfleme şekilleri arasında, en çok hayran olduğum; "Tekke Tarzı" dediğimiz, Halil Dikmen şeklidir...
Üfleme bakımından, diğer tarzlardan ayrılır...
Alt ve üst perdedeki notaların, birbirine girift olarak üflenmesinden ibarettir.
Hele bir de "Saba" taksimini, Halil Dikmen tarzıyla dinleyen bir insanın; kendinden geçmemesi mümkün değildir...
( "Saba" makamını merak edenler için: "Sabah ezanının okunuşunu" ve "Aman doktor, canım cicim doktor, derdime bir çare... " şarkısını örnek verebiliriz...)
3. sınıfa geldiğimde ise, kurs hocamın yönlendirmesiyle; Bursa Devlet Konservatuarı bünyesinde açılmış olan, Erdinç Çelikkol yönetimindeki Amatör Gençlik Korosu' na başlamıştım.
Erdinç Bey, o senelerde yeni emekli olmuştu...
Yaklaşık bir yıl boyunca, Amatör Geçlik Korosu' nda makam ve nota dersleri gördüm...
Neyimi geliştirme açısından, çok büyük bir imkandı bu benim için...
Ne zaman ruhum daralsa, içimin bir yerleri acısa, kimselere anlatamadığım sıkıntılar kaplasa yüreğimi; elime alır, içimi akıtırım ona.
Ardından bir serinlik duyarım.
Buz gibi soğuk şerbetlerin tadı gelir, damağıma...
Ağlarım...