Hoş, biz de ağaç kovuğundan çıkmadık azizim!
Tamam anladık; sen insansın da, biz neyin nesi oluyoruz?
Nasıl olsa, ağzımızdan çıkan laflara gümrük vergisi koyan yok...
Bol keseden konuşması güzel...
Salla babam salla...
Kim kırılır, kim üzülür; hiç takma kafana!
Önüne kim çıkarsa, sok çomağını; durmadan eleştir...
Ne gerek var azizim; eleştirdiğin noktalarda, dönüp kendini tartmaya?
Yok canım; niye ayıp olacakmış!
ılahi sen de!
Günümüzde açıksözlülük, moda oldu artık; bilmiyor musun?
Ağzına ne gelirse " Dan Dan " söyleyeceksin ki, insanlar sana: " ıçinde kötülük barındırmıyor, içi dışı bir." desinler...
Öyle ya!
"Aman belki kırılır, düşüncelerimi kendime saklayım." diyenler iki yüzlünün teki zaten...
ıçi soğan, dışı kabuk...
Sözde "Karşımdaki kırılmasın." diye çenesini tutan gösteriş meraklıları...
Bu hale nasıl geldik, anlayamıyorum.
ıncitmemeyi, ölçüp tartarak konuşmayı; ne zaman bıraktık?
Açıksözlülük ardına sığınıp, nasıl bu kadar duyarsızlaştık?
Her işin; bir yolu, yordamı olduğunu nasıl da unuttuk?
"Düşüncelerimizi söylemeyelim." demiyoruz ama; daha yapıcı, daha ılımlı, daha az incitici olamaz mıyız?
O zaman, daha mı az etkili oluyor konuşmalarımız?
Vurdumduymaz davranınca, başımız göğe mi eriyor, ?
Hadi insanı patavatsızca eleştiren, kalp cellatlarını bir kenara bırakalım da; dedikodu tarikatçılarına ne demeli?
ıki kişi, bir araya geldiğinde; neden her zaman bir üçüncü kişi mevzubahis olur?
Aramızda olmayan bir insanı masaya yatırmaktan, neden haz duyarız?
Kazancımız nedir?
ıyi yada kötü...
Hiç farketmez...
Hep birilerinden bahsedilir; orada olmayan kişilerden...
"ıyiyse, iyiliği kendine; kötüyse kötülüğü yine kendine..." diyen olmaz hiç.
Oysa biliriz ki, küçük insanlar, insanlarla uğraşır; büyük insanlar, düşüncelerle...
Biliriz de; yine de insanlarla uğraşmaya devam ederiz...
Komik bir handikap aslında:
Bazen "büyük olma" damarımız tutar; düşünceleri konuşmaya kalkarız...
Fikirleri masaya yatırırken bile, üçüncü kişilerin söylemlerinden alıntı yaparız; tezimizi sağlama almak için...
Halbuki, baştan kaybetmişizdir....
Kendi düşüncelerimizin gücüne değil; başka düşüncelerin hayaleti ardına saklanmışızdır...
Yahu birader!
Onda olan kafa, sende yok mu?
Neden insanın önüne; delilli, ispatlı bir belge sunuyormuş gibi havaya girerek, başka kafaların ürettiğini önüme seriyorsun?
Senin kendi fikrin nerde?
Başkalarının ürettiği fikirlerden elbette bahsedilmeli...
Ama, kendi inandığımıza, ispat bulma çabasıyla değil; düşüncelerimizi renklendirmek, çiçeklendirmek maksadıyla olmalı...
Yoksa sığ bir taklitçilikten öte, ne elde edebiliriz ki?
Onun bunun dedikodusunu yaparak, hayatını ziyan edenlere ise; hiç diyecek lafım yok...
Öyleleri, Azrail' le karşılaştığında bile; kalkar Cebrail' in dedikodusunu yapar...
Tamam anladık; sen insansın da, biz neyin nesi oluyoruz?
Nasıl olsa, ağzımızdan çıkan laflara gümrük vergisi koyan yok...
Bol keseden konuşması güzel...
Salla babam salla...
Kim kırılır, kim üzülür; hiç takma kafana!
Önüne kim çıkarsa, sok çomağını; durmadan eleştir...
Ne gerek var azizim; eleştirdiğin noktalarda, dönüp kendini tartmaya?
Yok canım; niye ayıp olacakmış!
ılahi sen de!
Günümüzde açıksözlülük, moda oldu artık; bilmiyor musun?
Ağzına ne gelirse " Dan Dan " söyleyeceksin ki, insanlar sana: " ıçinde kötülük barındırmıyor, içi dışı bir." desinler...
Öyle ya!
"Aman belki kırılır, düşüncelerimi kendime saklayım." diyenler iki yüzlünün teki zaten...
ıçi soğan, dışı kabuk...
Sözde "Karşımdaki kırılmasın." diye çenesini tutan gösteriş meraklıları...
Bu hale nasıl geldik, anlayamıyorum.
ıncitmemeyi, ölçüp tartarak konuşmayı; ne zaman bıraktık?
Açıksözlülük ardına sığınıp, nasıl bu kadar duyarsızlaştık?
Her işin; bir yolu, yordamı olduğunu nasıl da unuttuk?
"Düşüncelerimizi söylemeyelim." demiyoruz ama; daha yapıcı, daha ılımlı, daha az incitici olamaz mıyız?
O zaman, daha mı az etkili oluyor konuşmalarımız?
Vurdumduymaz davranınca, başımız göğe mi eriyor, ?
Hadi insanı patavatsızca eleştiren, kalp cellatlarını bir kenara bırakalım da; dedikodu tarikatçılarına ne demeli?
ıki kişi, bir araya geldiğinde; neden her zaman bir üçüncü kişi mevzubahis olur?
Aramızda olmayan bir insanı masaya yatırmaktan, neden haz duyarız?
Kazancımız nedir?
ıyi yada kötü...
Hiç farketmez...
Hep birilerinden bahsedilir; orada olmayan kişilerden...
"ıyiyse, iyiliği kendine; kötüyse kötülüğü yine kendine..." diyen olmaz hiç.
Oysa biliriz ki, küçük insanlar, insanlarla uğraşır; büyük insanlar, düşüncelerle...
Biliriz de; yine de insanlarla uğraşmaya devam ederiz...
Komik bir handikap aslında:
Bazen "büyük olma" damarımız tutar; düşünceleri konuşmaya kalkarız...
Fikirleri masaya yatırırken bile, üçüncü kişilerin söylemlerinden alıntı yaparız; tezimizi sağlama almak için...
Halbuki, baştan kaybetmişizdir....
Kendi düşüncelerimizin gücüne değil; başka düşüncelerin hayaleti ardına saklanmışızdır...
Yahu birader!
Onda olan kafa, sende yok mu?
Neden insanın önüne; delilli, ispatlı bir belge sunuyormuş gibi havaya girerek, başka kafaların ürettiğini önüme seriyorsun?
Senin kendi fikrin nerde?
Başkalarının ürettiği fikirlerden elbette bahsedilmeli...
Ama, kendi inandığımıza, ispat bulma çabasıyla değil; düşüncelerimizi renklendirmek, çiçeklendirmek maksadıyla olmalı...
Yoksa sığ bir taklitçilikten öte, ne elde edebiliriz ki?
Onun bunun dedikodusunu yaparak, hayatını ziyan edenlere ise; hiç diyecek lafım yok...
Öyleleri, Azrail' le karşılaştığında bile; kalkar Cebrail' in dedikodusunu yapar...
Son düzenleme: