Biriciğim!
Cennet kokulum!
Yürekli kadın!
Annem!
Anneciğim!!
Bir köy ağasının tek kızıydı annem.
Dedem, hatırı sayılır bir kişilkti...
Kapısında ziyaretçisi, sofrasında misafiri asla eksik olmazdı..
Bir kızı sevmişti dedem, vaktiyle. Adı Zeynep... Zeynep anneanne...
O da tutulmuştu, yakışıklı köy ağasına. Dedeme...
Evlendiler...
Her şey güzeldi onlar için; bir eksikleri dışında... Çocukları olmuyordu.
Neredeyse, köyün topraklarının yarısına sahipti dedem...
Ama o bereketli topraklar; kendisine bir çocuk bile verememişti işte...
Çözüm var mıydı, ikinci bir eşten bakşa?
Benim zavallı anneanneciğim... Kahırlarla dolu hayatın, çilekeş kadını...
Daha önce, başka bir adamla evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu.
Genç yaşta gelen ölüm; anneanneciğimi, iki çocukla yapayalnız bırakıvermişti...
Anneannem tarafından, bildiğim kadarıyla, Yürüklere dayanıyordu soyumuz...
Yürükler; bir nevi göçebe hayatı yaşayan insanlar...
Anneannem ise, bir oba başının kızı... 2 çocuklu, dul bir kadıncağız...
Çocuğu olmadığı için; anneannemi , ikinci eş olarak alıyor dedem...
Zaman içinde, 4 çocukları oluyor.
Ama talih zebun; talih gaddar...
Zeynep kadın, rahatsız bu durumdan.
İçin için duyduğu kıskançlık, peşini bırakmıyor...
Nasıl kıskanmasın?... Sevdiği adama bir çocuk bile verememişti...
Ahhh aşk, yuvaları dağıtan aşk...
Dedemin ocağında, sığıntıydı anneannem. Sonradan gelen, davetsiz bir misafir...
Bir ev üstüne kurulmuyordu işte, iki yuva.. Olmadı da...
Sonunda dedem koyuvermişti, talihsiz anneannemi kapıya.
Bunu yaparken acımış mıydı içi? Kimbilir, belki de...
Çaresizlik; anneannemi, 20 dakika uzaklıkta olan başka bir köye sığınmaya itti. Kendi köyüne...
Gel gelelim; içinde barınacağı bir damı bile yoktu... 5 - 6 haneli köyün hemen sınırında kalan; yaklaşık bir oda büyüklüğünde bir mağaraya sığındı.
Ne soğuklar, ne korkular, ne acılar gördü orda kimbilir!
Ahhh çileli anneannem!
Derme çatma bir dam yaptı kendine, köylülerin yardımıyla.
Ufak tefek desteklerle, kendi hayatını, sil baştan kurmaya çalıştı; ne kadar kurabildiyse...
Kalbi hep kanıyordu... Yaralıydı...
Dedem, kendi çocuklarını göstermek bile istemiyordu; ne yapabilirdi ki!!
Anneannem, yangınlarda; çocukları, ilikleri donduran ayazlarda...
Anne sıcağından mahrum...
Buna can dayanır mı hiç?... Dayanamadılar onlar da...
Sürekli anneannemin yanına kaçtılar. Dedem, kendi yanına alıp getirdi; gene kaçtılar...
Bir orada, bir burada... Böyle geçirdiler çocukluklarını.
Taa ki; anneannem; "Artık yeter!!" deyip; son soluğunu bırakıncaya kadar...
Daha hepsi çocuktu ve anneleri; onları bırakıp gitmişti işte...
Ne acı; kimsesizlik!
Zaman; hesabı görülmemiş defterlere, adalet mührünü vurmak için ilerledi...
Kim durdurabilirdi ki...
Dedem hastalanmıştı bir süre... Kardeşine verdiği vekalet; topraklarının çoğunu kaybetmesine yol açmıştı.
Belki de; anneanneciğimin acılarının bedeli olan, adalet kırbacının izleriydi bunlar. Kimbilir...
4 kardeşin hepsi de, yollarını çizmişlerdi...
En büyük dayım ,çok zeki bir insandı... Hitabet gücü; insanı kendine hayran bırakırdı.
Edebiyatı kuvvetliydi.
Yazın tarlada çalışıp, kışın okula giderdi...
İmkansızlıklardan, imkan doğurmayı bildi...
İstanbul yolcusu; artık yola hazırdı... Önce Tarih; ardından Hukuk bölümünü bitirdi...
Üniversite yıllarında iken, boş kalan vakitlerde, geçimini sağlamak için çorap sattığını anlatır bazı zamanlar...
Bir müddet Devlet Arşivi' nde görev almıştı dayım...
Görevli olduğu dönemde, soy kütüğümüzü araştırma imkanına sahip olmuş ve nihayet soyumuzun Yunus Emre Dergahına (tekkesine) kadar ulaştığını keşfetmişti...
Sanırım, oradaki öğrenci dervişlerden biriydi, benim büyük dedem...
[ İ.Hakkı Konyalı 1930'larda, daha yıkılmadan evvel bu tekkeyi görmüş. (Konyalı, 374; Öztelli, 38).
Kirişçi Baba Camii'nde yatan Yunus Emre'nin, bizim büyük şair Yunus olduğunu, ilk defa ve açık seçik, Evliya Çelebi söylemiştir. ]
Tekkenin yıkılmasıyla kaybolan arşivler yüzünden, daha gerileri araştırma imkanı bulamamıştı dayım...
Hukuk bölümünü bitirmesiyle beraber, uzun süre İstanbul barosunda avukatlık yaptı...
Hatırı sayılır, güçlü avukatlardandı.
Evlendi...
Ne acı tecellidir ki, onun da hiç çocuğu olmadı.
Ömrünün sonuna kadar, yoksun kaldı bu duygudan...
20 yıl gibi bir süre yaptığı mesleğini bırakarak, turistik bir yere yerleşti...
İkinci dayımın gençliği ise, deli dolu bir yaşantıyla geçti. Ta ki askere gidene kadar...
Askerden çok değişmiş, dini duyguları daha ağır basan bir insan olarak geldi.
Ticarete atıldı ve öyle devam etti...
Sigarayı çok severdi... Hiç ağzından düşürmezdi...
Geçirdiği hastalık, gözünü oldukça korkutmuş olacak ki, bıraktı çok sevdiği sigarayı.
Evlenip, çoluk çocuğa karıştı...
Annem! Anneciğim!
Babamla evlendi genç yaşta...
Daha 17 yaşındayken, en büyük ablam kucağındaydı...
Ardından bir kız, ve bir kız daha...
Ben 4 yaşındayken; bundan 25 sene evvel, erkek kardeşimin doğumuna 20 gün kala, dedem rahmetli olmuştu...
Bir Pazartesi günüydü. Dedemin üst kısmı çıplaktı. Kelime-i Şehadeti fısıldıyordu sessizce...
Dayım, işaret parmağıyla dedemin göğsüne Allah lafzını yazıyordu...
Bir ara; tek kızının, annemin adını söyledi dedem.
Ölürken, kızı da yanında olsun istiyordu...
Ama günlerdir, dedemin başında beklemekten yorgun düşen annem, o gün abilerinin ısrarıyla, eve istirahat etmek için gitmişti.
Doğum yapmak üzereydi ve yorgundu...
Kendisine haber verildi; ama babasını ölmeden önce, son defa görmek; kendisine nasib olmadı... Yetişemedi...
Dedem öldüğü gün; yanında biz vardık... Hala bugün gibi canlı duruyor, o geçmiş önümde.
Yüz ifadesi bile o kadar net ki; hatırladığıma şaşırıyorum bazen...
En küçük dayım; bir çok özelliğiyle dedeme benzer.
Akrabalık duyguları, çok gelişmiştir. Herkesi toplayıcı bir özelliği vardır...
Dedem vaktiyle, en küçük dayımın okumasına izin vermemiş, yanında kalsın istemişti...
Dayım; her şeyi göze alarak, okumayı tercih etti.
Kimsenin haberi olmadan, çalışıp kendisine yol parası edindi. Gizlice İstanbul'a gitti...
( O günlerde, sınavlar sadece birkaç büyük şehirde yapılıyordu. )
Ertesi gün sınav vardı.
Ama gel gör ki; ne o akşam kalmak için otel parası vardı; ne de geri dönebilmek için...
Kazandığı para sadece, İstanbul'a gitmesine yetiyordu. Ya dönüş...
Yatsı namazını kılmak için, bir camiye gitti. Namaz bitince, bir direğin arkasına saklandı; kimseye görünmeyecek şekilde...
Cemaat teker teker dağılırken, hiç kimsenin haberi olmadı; yaban elden, okuma aşkıyla gelen, gece başını sokacak yer dahi bulamayan o çocuktan...
İmam, kapıyı kilitleyip gidinceye kadar, gizlendi dayım; yakalanma korkusu, ensesinde...
Bütün geceyi, camide geçirdi.
En güvenilir yerde... Emanetlerin asıl sahibinde, misafir olarak...
Sabah namazıyla beraber çıktı camiiden; ve o gün sınava girdi...
Dönmeliydi artık, ama parası yoktu. Bir inşaata gidip, amelelik yaptı...
Dönüş parasını cebine aldıktan sonra; yola koyuldu memleketine doğru...
Kendisine kızıldı, bağırıldı, azarlandı; ama kazanmıştı sınavı işte...
Ve o artık, bir mühendis adayıydı.
Allah "Yürü ya kulum!!" dedi; o da yürüdü. Çok başarılı bir mühendis oldu...
Hem maddi; hem manevi olarak, hep geliştirdi kendini. Sürekli büyüdü...
Bir huyu var ki; asla bırakmadı bu huyunu... Hep toplayıcı oldu, hep birleştirici...
Bir de sürekli eleştiren tarafı olmasaydı, aslında çok iyi bir insandı.
Dedemin ölümüyle beraber, Zeynep anneanne de yapayalnız kalmıştı.
Ne bir evlat, ne başka bir eş...
Vaktiyle kendisine evlatlık olarak aldığı kız çocuğu da evlenip, yurt dışına gitmişti...
Yaz aylarında gelir; bir kaç poşet erzak ve bir miktar para vererek dönerdi geçimini sağladığı yere...
Zeynep anneanne, her ne kadar çocukları babalarından ayıran kadın olsa da; yine de dedemin emanetiydi...
Tüm yaşanılanlar bir kenara itildi.
Gözü gibi baktılar dedemin çocukları ona...
İyice elden ayaktan düşünceye kadar, ısrarla dedemle kaldığı evde yaşamını devam ettirdi...
Bazı geceler, rüyasında kendisini dedemin ziyaret ettiğini anlatırdı, gülerek...
99 yaşına kadar yaşadı. Son iki yılında, artık takati kalmamış, bakıma muhtaç hale gelmişti...
Kader, ona da öyle bir ders vermişti ki; ne kardeşleri, ne akrabaları, ne de evlatlığı değil; zamanında, kıskançlık yüzünden yerinden yurdundan ettiği kadının çocukları bakmıştı ona...
Bir müddet dayımda, bir müddet bizde kaldı; ömrü nihayete ulaşıncaya kadar...
Annem!
Yüreği geniş kadın, çok güzel ilgilenmişti Zeynep anneanne ile..
Bazı geceler canı börek istedi diye, kalkıp üşenmeden böreğini yapardı.
Zaten yaşlı kadın, ne kadar yiyebilirdi ki; ama yine de yapardı annem...
Tek bir gün bile; Zeynep kadının isteğini geri çevirdiğini görmedim, annemin...
Tek bir gün bile; sesini yükseltip azarladığını işitmedim. Bebeğe bakar gibi baktı...
Arkasından dahi, suratını asmadı.
Zeynep anneannenin yüzünde ise; hep pişmanlığın izleri vardı... Kader; onu da, böyle terbiye etmişti işte...