Popüler Konu Düşünce Gücü/Pozitif Düşünce/Olumlamalar

Selamlar...
Daha önce de olumlalar,düşünce gücü ile iç içe olduğumu burada belirtmiştim.Küçüklüğümden beri istediğim Amerika'da yaşamak fikrini geçen sene temmuz sonu itibari ile çok ciddi bir şekilde kafama koymuştum.Ve hemen hemen 1 yıl süre vermiştim, olmayacağından zerre şüphem yoktu;yok ya nasıl olur demedim.Rabbime tevekkülümü yaptım,hayal panomu da yapmıştım.İnanın ortada hiçbir şey yoktu Amerikaya dair.Ama Allahım ol dedi ve oldu :)Veeee dün itibari ile haberi aldık, Amerika-Los Angeles a yerleşiyoruz 2-4 yıl arası şimdilik.
neler yaptınız? detaylandırabilir misiniz?
bu arada hayırlı olsun :KK66:
 
neler yaptınız? detaylandırabilir misiniz?
bu arada hayırlı olsun :KK66:

Teşekkür ederim canım.11 12 yaşından beri olumlu düşünmeyle ilgili bir çok kitap okudum,hayat felsefesi haline getirdim diyebilirim.Her şeyde bir hayrın olduğunu düşünürek yaşamak lazım, hastalıkların hatta ölümlerin bile. İkinci önemli şey ŞÜKÜR.Damarlarda hissetmek lazım :) Mesela yeni çok iyi bi iş istiyorsunuz, ama şu anki işinizden kurtulmayı planlayarak,bir an önce şu lanet olası işten kurtulayım derseniz;gelen gideni aratacaktır.O anki işinizle ilgili iyi güzel şeyler bulacaksınız,bulduracaksınız şükredeceksiniz ama aynı zamanda yeni işinizin de hayalini kuracaksınız.Diğer tüm konular için de böyle.3. kısım gönülden istemek;gönülden derken coşkuyla isteyeceksiniz.O olsa hissedeceğiniz duyguyu,hissiyi önceden hissetmelisiniz.Bunun içinde imajinasyon yapmanız gerekir.İmajinasyon 5 duyu organınızla hayalinizi yaşayacaksınız, ama dışardan bakarak değil,içinde olarak.Kokusunu almalısınız,dokunmalısınız,sesini duymalısınız,görnelisiniz rengini.Yani onu daha önceden yaşamış gibi olmalısınız ki yasalar dileğinizi gerçekleştirmek için can atsın.Ve bence en önemli olay hayalinizi gerçekleşinceye kadar içinizde saklamalısınız,ben eşime bile söylemem mesela çünkü anlattığınızda enerjisi düşüyor,hele bir de negatif insanlara anlatırsanız sömürürler.2 yıldır hatta 3 yıldır çevremdeki tüm olumsuz insaları çıkardım hayatım değişti :)

Size önerebileceğim dediklerimi fazlasıyla içeren ve benim baş ucu kitabımı tavsiye edeyim: Sandra Anne TAYLOR ın "KUANTUM BAŞARI" kitabı.11 yaşından beri okurum bu tarz kitaplar, benim için en iyisi en dolusu buydu.
 
Teşekkür ederim canım.11 12 yaşından beri olumlu düşünmeyle ilgili bir çok kitap okudum,hayat felsefesi haline getirdim diyebilirim.Her şeyde bir hayrın olduğunu düşünürek yaşamak lazım, hastalıkların hatta ölümlerin bile. İkinci önemli şey ŞÜKÜR.Damarlarda hissetmek lazım :) Mesela yeni çok iyi bi iş istiyorsunuz, ama şu anki işinizden kurtulmayı planlayarak,bir an önce şu lanet olası işten kurtulayım derseniz;gelen gideni aratacaktır.O anki işinizle ilgili iyi güzel şeyler bulacaksınız,bulduracaksınız şükredeceksiniz ama aynı zamanda yeni işinizin de hayalini kuracaksınız.Diğer tüm konular için de böyle.3. kısım gönülden istemek;gönülden derken coşkuyla isteyeceksiniz.O olsa hissedeceğiniz duyguyu,hissiyi önceden hissetmelisiniz.Bunun içinde imajinasyon yapmanız gerekir.İmajinasyon 5 duyu organınızla hayalinizi yaşayacaksınız, ama dışardan bakarak değil,içinde olarak.Kokusunu almalısınız,dokunmalısınız,sesini duymalısınız,görnelisiniz rengini.Yani onu daha önceden yaşamış gibi olmalısınız ki yasalar dileğinizi gerçekleştirmek için can atsın.Ve bence en önemli olay hayalinizi gerçekleşinceye kadar içinizde saklamalısınız,ben eşime bile söylemem mesela çünkü anlattığınızda enerjisi düşüyor,hele bir de negatif insanlara anlatırsanız sömürürler.2 yıldır hatta 3 yıldır çevremdeki tüm olumsuz insaları çıkardım hayatım değişti :)

Size önerebileceğim dediklerimi fazlasıyla içeren ve benim baş ucu kitabımı tavsiye edeyim: Sandra Anne TAYLOR ın "KUANTUM BAŞARI" kitabı.11 yaşından beri okurum bu tarz kitaplar, benim için en iyisi en dolusu buydu.
Allah razı olsun ya, tek tek anlatmış bir de kitap tavsiyesi vermişsiniz. Allah razı olsun, ne diyeyim. :KK68::KK37:
 
Teşekkür ederim canım.11 12 yaşından beri olumlu düşünmeyle ilgili bir çok kitap okudum,hayat felsefesi haline getirdim diyebilirim.Her şeyde bir hayrın olduğunu düşünürek yaşamak lazım, hastalıkların hatta ölümlerin bile. İkinci önemli şey ŞÜKÜR.Damarlarda hissetmek lazım :) Mesela yeni çok iyi bi iş istiyorsunuz, ama şu anki işinizden kurtulmayı planlayarak,bir an önce şu lanet olası işten kurtulayım derseniz;gelen gideni aratacaktır.O anki işinizle ilgili iyi güzel şeyler bulacaksınız,bulduracaksınız şükredeceksiniz ama aynı zamanda yeni işinizin de hayalini kuracaksınız.Diğer tüm konular için de böyle.3. kısım gönülden istemek;gönülden derken coşkuyla isteyeceksiniz.O olsa hissedeceğiniz duyguyu,hissiyi önceden hissetmelisiniz.Bunun içinde imajinasyon yapmanız gerekir.İmajinasyon 5 duyu organınızla hayalinizi yaşayacaksınız, ama dışardan bakarak değil,içinde olarak.Kokusunu almalısınız,dokunmalısınız,sesini duymalısınız,görnelisiniz rengini.Yani onu daha önceden yaşamış gibi olmalısınız ki yasalar dileğinizi gerçekleştirmek için can atsın.Ve bence en önemli olay hayalinizi gerçekleşinceye kadar içinizde saklamalısınız,ben eşime bile söylemem mesela çünkü anlattığınızda enerjisi düşüyor,hele bir de negatif insanlara anlatırsanız sömürürler.2 yıldır hatta 3 yıldır çevremdeki tüm olumsuz insaları çıkardım hayatım değişti :)

Size önerebileceğim dediklerimi fazlasıyla içeren ve benim baş ucu kitabımı tavsiye edeyim: Sandra Anne TAYLOR ın "KUANTUM BAŞARI" kitabı.11 yaşından beri okurum bu tarz kitaplar, benim için en iyisi en dolusu buydu.
Merhabalar. Tam adi bu mu acaba kitabin?
 
Teşekkür ederim canım.11 12 yaşından beri olumlu düşünmeyle ilgili bir çok kitap okudum,hayat felsefesi haline getirdim diyebilirim.Her şeyde bir hayrın olduğunu düşünürek yaşamak lazım, hastalıkların hatta ölümlerin bile. İkinci önemli şey ŞÜKÜR.Damarlarda hissetmek lazım :) Mesela yeni çok iyi bi iş istiyorsunuz, ama şu anki işinizden kurtulmayı planlayarak,bir an önce şu lanet olası işten kurtulayım derseniz;gelen gideni aratacaktır.O anki işinizle ilgili iyi güzel şeyler bulacaksınız,bulduracaksınız şükredeceksiniz ama aynı zamanda yeni işinizin de hayalini kuracaksınız.Diğer tüm konular için de böyle.3. kısım gönülden istemek;gönülden derken coşkuyla isteyeceksiniz.O olsa hissedeceğiniz duyguyu,hissiyi önceden hissetmelisiniz.Bunun içinde imajinasyon yapmanız gerekir.İmajinasyon 5 duyu organınızla hayalinizi yaşayacaksınız, ama dışardan bakarak değil,içinde olarak.Kokusunu almalısınız,dokunmalısınız,sesini duymalısınız,görnelisiniz rengini.Yani onu daha önceden yaşamış gibi olmalısınız ki yasalar dileğinizi gerçekleştirmek için can atsın.Ve bence en önemli olay hayalinizi gerçekleşinceye kadar içinizde saklamalısınız,ben eşime bile söylemem mesela çünkü anlattığınızda enerjisi düşüyor,hele bir de negatif insanlara anlatırsanız sömürürler.2 yıldır hatta 3 yıldır çevremdeki tüm olumsuz insaları çıkardım hayatım değişti :)

Size önerebileceğim dediklerimi fazlasıyla içeren ve benim baş ucu kitabımı tavsiye edeyim: Sandra Anne TAYLOR ın "KUANTUM BAŞARI" kitabı.11 yaşından beri okurum bu tarz kitaplar, benim için en iyisi en dolusu buydu.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/kua...igin-ve-basarinin-sasirtici-bilimi/97778.html
Kitap bu galiba ama satışta değil :KK43: Hiçbir yerde bulamadım. :'(

Merhabalar. Tam adi bu mu acaba kitabin?
 
Her sabah uyandıktan sonra yollayacağınız mesajın özü şöyle olacak:

" Selam ideal eşim, eş ruhum. Ben buradayım. Sana sesleniyorum."Sonra o gün neler yapacağınızı ona anlatacaksınız. Örneğin: "Sabah onbirde kuafördeyim. Saat beşte istasyonda bir arkadaşımı karşılayacağım. Akşam köşedeki kafede oturacağım. Eğer benimle karşılaşmak istiyorsan, bugün beni nerede bulacağını biliyorsun."

Tamam, kabul. Böyle okuyunca insana komik geliyor; ama Erhard F. Freitag, spiritüel olarak hazır olan bazı insanlar için sonuçların tecrübeyle sabit olduğunu söylüyor.



Alıntıdır

Bu adamin kitabini daha yeni aldim. Tabi ki ruh esimi bulmak icin degil. :KK70:

Bilinc alti ile ilgili kitaplar her zaman ilgimi ceker. :KK8:
 
Her sabah uyandıktan sonra yollayacağınız mesajın özü şöyle olacak:

" Selam ideal eşim, eş ruhum. Ben buradayım. Sana sesleniyorum."Sonra o gün neler yapacağınızı ona anlatacaksınız. Örneğin: "Sabah onbirde kuafördeyim. Saat beşte istasyonda bir arkadaşımı karşılayacağım. Akşam köşedeki kafede oturacağım. Eğer benimle karşılaşmak istiyorsan, bugün beni nerede bulacağını biliyorsun."

Tamam, kabul. Böyle okuyunca insana komik geliyor; ama Erhard F. Freitag, spiritüel olarak hazır olan bazı insanlar için sonuçların tecrübeyle sabit olduğunu söylüyor.

Aslında denemekten kimseye zarar gelmez. Bu yöntemi uygulamak için aşmanız gereken tek engel mantığınız. O size daha şimdiden, hiç tanımadığınız birini bu şekilde çağırmanın mümkün olmadığını, " ruhsal telefonla " böylesi bir randevulaşmanın zırvalamaktan öte anlam taşımadığını söylemeye başladı bile değil mi? Oysa binlerce yıllık birikime sahip olan bilge filozoflar, sadece kendi üstünlüğünü tanıyan mantığın bu konuda da dar kalıplar içinde sıkışıp kalmış olduğunu söylüyorlar.

Spritüel dünyada aslında " rüzgara seslendiğiniz " pek çok şeyi, başkalarının ve özellikle buna ihtiyacı olanların algıladıklarından emin olabilirsiniz. Peki bu mesajlar doğru alıcıya nasıl ulaşıyor? "Bu sadece bir dalga boyu meselesi" diyor, Erhard F. Freitag ve şöyle devam ediyor: "Aynı frekanslar buluşur, birbirlerine uyum sağlar ve güçlenirler. Alıcı ve verici, tıpkı geceyle gündüz, kadınla erkek, yaşamla ölüm gibi birbirlerine aittirler. "

"Bir eş arıyorsanız bilin ki buluşmanız, ilk önce ruhsal boyutta olur, sonra bedensele geçer. Yani onunla cismen karşı karşıya geldiğinizde aranızdaki ruhsal bağlantı aslında geçmişe dayanmaktadır. Birbirini sevenler, yeni karşılaşmış olsalar bile uzun zamandır tanışıyormuş gibi hissederler."

Ancak eş ararken kesinlikle yapmamanız gereken bir yanlış var: İlle de sahip olmak istediğiniz bir insana kendinizi odaklamak. Çünkü özellikle kadınlar, nedense son zamanlarda bir eşi olan ya da kendilerine ilgi göstermeyen şu ya da bu erkeği kafalarına takmaya çok eğilimliler. Sizin yapmanız gereken tek şey, ruhen uyumlu bir beraberlik kurabileceğiniz bir eş istemek. Çünkü belirli bir insanı zorla kendinize yöneltmeye çalışırsanız, büyük olasılıkla ideal eş ruhunuzun size gelmesine de engel olacaksınız.

Alıntıdır


:KK200::KK48::KK51::KK22:

Deneyeceğim :KK52::KK68:
 
:KK54::KK54::KK54::KK54::KK54::KK200::KK200:

Dünyanın bir yerinde sizin de en iyi yanlarınızı ortaya çıkaracak, birlikteyken kendinizi tamamlanmış hissedeceğiniz, sizi olduğunuz gibi kabul edecek bir erkek/kadın var. Eğer siz onu aramaya başladıysanız, buluşma vaktiniz gelmiş demektir. Onu simdi bulmaya ne dersiniz? .

Kimi çiftler "birbirlerinin en iyi yönlerini" ortaya çıkarırlar. Düşük bir olasılık ama belki siz de rastladınız; onları birlikte gördüğünüz her seferinde şeffaf bir sevinçle çevrelenmiş olduklarına ve ışıklı bir hale içinde olduklarına yemin edebilirdiniz. İnsan varlığının fiziksel, duygusal ve mental boyutlarının dışındaki diğer alanlarıyla da ilgilenen "ezoterik" bilim filozoflarına göre onlar ideal eşlerini bulmuş olan çiftler.

Bu çiftlerin birlikteyken, tek başlarına ulaşabileceklerinden çok daha yüksek gelişim düzeylerini yakaladıkları, insan doğasını yakından gözlemleyen ezoterisyenler tarafından iddia ediliyor. Ancak bu çiftler birbirlerinden ayrıldıklarında neredeyse sönükleşiyor ve kuruyorlar.

Onların çoğu kez normal düzeyin altında sürdürülen bir yaşama tahammül ettiklerini görebiliyorsunuz. İnsan varlığının farklı planlarının iletişimi konusunda literatüre geçmiş araştırmaları bulunan, "Aşkın ve Evliliğin Ezoterik Felsefesi" kitabının yazarı Dion Fortune'a göre aslında çiftler iki ayrı varlıklar değiller; tek bir bütünün iki yarısını oluşturuyorlar. Önemli olan diğer yarınızı bulmak. Bunu başarabilmiş olanlarda, iki insanın arasındaki yakın duygudaşlık ve mükemmel bağlantı, birindeki duyguların diğerine yansımasını sağlıyor.

Birinin üzüntüsü her ikisini de acıya boğarken, birinin neşeli olmasından her ikisi de haz duyuyor. Bilinçli ya da bilinçsiz hepimizin içinde ideal eş arayışının olduğunu belirten Dion Fortune, "Aslında genelde her yürekte bu duruma ulaşma umudu saklıdır. Hayal kırıklığıyla sonuçlanmış deneyimleriniz her ne kadar bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bugüne kadar göstermiş olsa da, bu umudun her zaman yeniden doğması, kökleri çok derinde yatan bir güdüden kaynaklandığını gösterir" diyor.

Bu isteğin gerçekleşmesi için neler gerektiğini Dion Fortune şöyle özetliyor: "Başkasıyla tam birleşmenin olabilmesi için benlikten tam anlamıyla vazgeçilmesi gerekir. Bunu yapabilen insan sayısı o kadar az ki, şaşırırsınız." Bu tür bir birliktelik benliğini aynı derecede göz ardı eden iki ruhun bir araya gelmesini gerektiriyor. Ancak ideal eşleşmenin söz konusu olması için, örneğin eşlerden birinin kendini tümüyle vermesi ve diğerinin yalnızca alması yeterli değil. Hatta her ikisinin kendilerini bütünüyle vermeleri de önemsiz.

İdeal eşleşme ancak eşlerden birinin, diğerinin sadece gereksindiğini vermesi durumunda gerçekleşiyor. Tersi durumda her tür özveri yararsız hale geliyor.

İDEAL EŞİNİZİ BULMAK İÇİN

Peki o zaman siz ideal eşinizi nasıl bulacaksınız? Eşinizin erkeğin/kadının ya da hayatınızdaki yakışıklının/güzelin sizin için ideal olduğunu nereden bileceksiniz? İnsanın kendi çabalarıyla ideal eşini bulması olanaklı mı, yoksa bu durum öylesine kendiliğinden mi oluşuveriyor?

Aslında sizin de kolayca tahmin edeceğiniz gibi ideal evliliklere nadiren rastlanıyor. Buna karşın evlilik kararını veren herkes, bunun kendisine yeryüzündeki en büyük mutluluğu getireceğine inanıyor. İnsanlar umutlarını bu tek maceraya bağlıyor ve nadiren ruhlarının arzu ettiğini elde ediyorlar. Evliliklerin çoğu, karşılıklı hoşgörüden başka bir şeye dayanmıyor.

Çoğu çift yalnızca toplumun baskısı nedeniyle bir arada olmayı sürdürüyor. Bunlar birbirlerine karşılıklı uyum ilkesinden daha yüce bir bağla bağlanmış değiller. Evliliklerde tutkunun ateşinin, fiziksel güzelliğin çekiciliğinin azalması veya yitirilmesiyle birlikte sönmesinden sonra, çoğu erkek ve kadının bekleyebileceği en iyi şey, geriye iyi bir arkadaşlığın kalması oluyor.

Böylesi arkadaşlık dünyanın en soylu ve güzel birlikteliklerinden olmasına karşın, bu durumu paylaştığınız insan, ideal eşiniz demek değil. Ezoterik bilimlerle uğraşanlar bunun için ideal eşini bulmuş olanları "eş ruhlar" olarak adlandırıyor; bu birliğin evlilikteki sevgiden çok daha büyük boyutlara ulaştığını söylüyorlar.

BİLİNÇALTI GERÇEK EŞİNİ TALEP EDİYOR

Evlilikteki sevginin yakın ve yaşam boyu süren bağı, karşılıklı binlerce gereksinim, şefkat duyguları, anılar ve arkadaşlıktan doğan duygudaşlık temeline dayanıyor. Oysa eş ruhların birbirlerine duydukları aşk, herhangi bir oluşuma bağlı değil. Bu aşk, tam olgun olarak doğuyor ve diğer tüm bağları aşıyor. Araştırmaları sırasında bu deneyimi yaşamış pek çok insanla tanışmış olan Dion Fortune bu bağı şöyle tanımlıyor: "Bu o denli kuvvetli bir bağ ki, yeni bir oluşum olarak kabul edilemez.

Bu daha çok geçmiş yaşamlarda gelişen bir tutkunun reenkarnasyonudur. Bilinçli zihin her ne kadar bunun farkında olmasa da bilinçaltı bunu anımsar ve eşini talep eder."
Peki diyelim ki, birlikte olduğunuz insana aşıksınız, onunla uyum içindesiniz; aranızdaki hiç bir tarz farkının sizin için önemi yok. Her an birbirinizi düşünüyor ve arzuluyorsunuz. Acaba o sizin eş ruhunuz mu? Değilse aradaki farkı nasıl anlayacaksınız?

Dion Fortune, çoğu kez sıradan tutku ya da ani duygusal çekiciliklerin, kolayca abartılarak olduğundandaha yüksek bir düzeydeymiş gibi algılanabildiğini söylüyor. Ruhsal evrimin alt süreçlerinde olan bireyler, ani ve denetlenemez tutkulara fazla eğilimli oluyorlar. Herhangi biriyle sürekli ve uyumlu bir beraberlik sürdüremeyecek kadar benmerkezci, kendi sınırlamaları ve tensel zevklerine bağımlı olan bu insanların eş ruhlarını bulma yolunda katedecekleri çok fazla aşama var.

Eğer onlardan biriyle birlikteyseniz ve ideal eşinizi arıyorsanız, onunla hemen "belki başka zaman" diyerek vedalaşın. Çünkü bu tiplerin arzuları karşılığında verebilecekleri pek az şeyleri oluyor ve bunları yönlendirmeyi üstlenen biri çok geçmeden karşılığını alamadığı bu ilişkiden bıkıyor. Ezoterik felsefeye göre insanların çoğu kendileriyle aynı "ışın düzeyinde" olan herkesle mükemmel ve tatmin edici bir birliktelik yaşama gücüne sahip.

Kendi ışın düzeyimizde olan herhangi biriyle karşılaştığımızda da temel bir uyum duygusu oluşuyor. Çünkü ruhsal evrim sürecinin aldığı yol ve spritiüel nitelikler, bunlar ister gelişmiş, isterse ilkel düzeyde olsunlar, temelde aynı içeriğe sahipler. Ancak spiritüel eşleşme, yalnızca aynı ışın renginde olanlar arasında gerçekleşebiliyor. Dion Fortune, "Gelişim sürecinin farklı yönlerde oluştuğu bireylerde bu bağın güçlenmesini beklemek yararsızdır. Bir insan yaşamını askerlik mesleğine adamışsa, yaşamını ülkeler arasında barışın sağlanmasına adayan eşiyle yan yana yürümesi mümkün olmayacaktır" diyor.

RUHEŞİNİN DE ZAMANI VAR

Ezoterisyenler insan varlığının spiritüel gelişiminin yedi aşaması olduğunu söylüyorlar. Fiziksel dünya bunlardan yalnızca biri. Oysa ezoterik felsefe tarafından tanınan eşleşme yasaları, fiziksel birliktelikten daha fazlasını kapsıyor. Buna göre bir insan, işlev görecek aşamaya ulaşan yedi bedenini de aynı kişiyle eşleştiremediği sürece yaşadığı her birliktelik eksik kalıyor ve cinselliğe aç biçimde eşini aramayı sürdürüyor. Çünkü doğal olarak tüm insanlar eşit şekilde gelişmiyorlar.

Günümüzde ortalama bir insanın ancak ilk üç bedeni yani fiziksel bedeni, sezgisel bedeni ve duygusal bedeni eşleşmeye yatkın oluyor. Fiziksel beden ergenlik çağında daha aktif hale geliyor. Şefkat duyguları 10'lu yaşlardan itibaren aktifleşirken, somut mental beden 20'li yaşlarda gelişiyor. Soyut düşünce 30'lu yaşlarda oturmaya başlıyor ve spritüel yapı 40'lı yaşların sonuna kadar tüm yönleriyle olgunluğa ulaşmış olmuyor. Bu nedenle gelişim derecesi yüksek kişilerin, gelişimlerinin aldığı yön belli olana kadar evlenmeyi geciktirmelerine sıkça rastlanıyor.

Çoğu insan ne yazık ki, arzu-bedeninin kendine eziyet eden baskısına dayanamayarak sürekli birliktelik kurmakta acele ediyor ve karşı cinsten ilk uygun kişiyle evliliğe sığınıyor. Fiziksel olan ilk planda birleşme, üreme organlarının karşılıklı etkileşiminle bağlı. İkinci planda eşleşme, arzular karşılıklı olarak tutuştuğunda, bir erkek kadına şehvetle baktığında ve kadın da ona benzer bir tutku duyduğunda gerçekleşiyor.

Üçüncü planda birleşme heyecanların duygudaşlığına bağlı. Dördüncü planda eşleşme için ortak konularla ilgili bilinç ve ilgi gerekli. Beşinci planda entelektüel duygudaşlık, altıncı planda karşılıklı spritüel idealler eşleşmeyi belirliyor. İdeal birliktelik ise yedinci planda oluşuyor.

Eş ruh birlikteliğinde ilginç bir durum daha var: Bazı planlarda eşleşmeler benzerlikler sayesinde kurulurken, bazılarında zıt olanlar birbirlerine çekiliyorlar. Birinci planda zıtlıklar, ikinci planda benzerlikler, üçüncü planda yine farklılıklar çekim gücünü yaratıyor. Dördüncü planda benzer zihinler birbirini çekerken, beşinci planda farklı yaklaşımlar çekimi artırıyor.

Bu bağıntılar sona erdiğinde eşleşme de sona eriyor. Altıncı plan üzerinde eşleşme tamamen ışın rengine dayanıyor. Benzer spritüel türde olanlar kendilerine benzeyen ruhlarla eşleşiyorlar. Işın türleri farklı olanlar arasında birleşme mümkün olamıyor.Ruhların farklı yaşamlarda birbirini beklemesini sağlayan; birbirini izleyen yaşamlarda buluşarak, bir kez oluştuğunda onları daima bir araya getirecek olan bağ ise ancak beşinci gelişim aşamasından sonra kurulabiliyor.

EŞ RUHUNUZLA KARŞILAŞTIĞINIZ AN

Birbirlerinin ruh eşleri olan insanlar, üst bedenleri'nin her biriyle karşılıklı eşleşiyor ve her eşleşmeyle de sevginin yeni boyutlarını keşfediyorlar. Karşılıklı arzulama anlamında fiziksel birliktelik, uyumu sağlıyor ve sinir sistemini dengeliyor. Sevgi, arzuları ve amaçları tek bir bütün içinde birleştiriyor ve iki kişiliği birbirine bağlıyor.

Ortak bilgi hazinesinin oluşturulması, arkadaşlığın yakınlaşmasını sağlıyor. Benzer kavram ve ilkelere duydukları inanç yaşamlarını aynı kanala yönlendiriyor, aynı düzeydeki ruhsal amaç ve idealler onların birlikteliklerini tamamlıyor. Bilinç saf ruh düzeyine yükselene dek, iki ruh arasında doğan bu büyük aşk tüm sınırlamaları aşıyor ve tüm evreni, kurdukları birliğin sınırları içine çekiyor.

Ezoterik filozoflar, o anda fiziksel planda gerçekleşebilecek en büyük uyarımlardan birinin başlayacağını söylüyorlar. Böylece çift "tüm planlarda" eşleşerek, "ışığa adım atıyor" ve bundan böyle artık yollarına ayrı ayrı devam etmiyorlar. Ezoterisyenler bu "kutsal birlikteliğin" ancak aynı evrim sürecinde olan bireyler arasında yaşanabileceğini kabul ediyor. Bu tür birliktelikler ölümle bile sona ermiyor.

Ezoterik filozoflar, eş ruhların karşılaşmasının, daha önce var olan yükümlülüklerin yerine getirilmemesine de gerekçe olarak gösterilebileceğini söylüyorlar. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız, yapmanız gereken şu: ?Her ne kadar insan yaşamının olgularıyla ya da kozmik yasalarla pek bağlantılı olmasa da, boşanmaya ilişkin yasaları çiğnemek toplumsal yaptırımlara yol açacağı ve masum birini güç duruma sokmak, kesinlikle aydınlanma yolunun bir parçası olamayacağı için durum uygun değilse vazgeçmelisiniz.

Çünkü bu dünyadaki bu yaşamınız, ruhsal evrim sürecindeki ruhun yolculuğunda sadece bir aşamadan ibaret. Bu nedenle varlığınızın bu kısa gününden, bir işin onurlu biçimde tamamlanması için özveride bulunmak en iyi yol. Böylece gelecek yaşamlar için ? karma yaratmak? olarak nitelenen "geçmiş borçlar" altına girmekten kurtulabilir ve büyük aşka uyumlu bir biçimde ulaşabilirsiniz.

EŞ RUHUNUZU BULUNCAYA KADAR

"Düşüncelerinizin Gücü" kitabının yazarı olan, 1974'ten bu yana Münih'te kurduğu Hipnoz Araştırmaları Enstitüsü'nün başında bulunan, Almanya'nın en tanınmış hipnoz terapistlerinden Erhard F. Freitag'ın ideal eşini buluncaya kadar diğer erkeklere/kadınlara burun kıvırmaya karar vermiş olan kadınlara/erkeklere önerileri var:?

Yaşamın şu yasasını aklınızdan çıkarmayın: Birisini arıyorsanız, yeryüzünde sizi de arayan biri var demektir.Eğer öyle olmasaydı siz de arayış içinde olmazdınız. Çünkü spritüel planda boşluğa giden tek bir içtepi bile yoktur. Her şey birbirine bağlıdır. İsterseniz kısa boylu, şişko ve evlilik dışı üç çocuk annesi olun. Bir erkeğin özlemini çekiyorsanız, dünyada öyle bir adam var demektir. Ufak tefek tombul kadınları seven, çocuklara bayılan ve sizin sıcak yüreğinizin ona verebileceklerini özleyen bir adam.

Bir eş isteyen ve bulamayan insanların çoğu boş yere aşağılık duygusunun pençesinde kıvranırlar. Hatta bazıları, mankenler gibi genç ve alımlı olmadıkları ya da sigara reklamlarının yıldızları gibi cool ve kendinden emin görünmedikleri için hiç kimsenin onlarla ilgilenmeyeceğine inanmışlardır. Halbuki inanılmaz güzel görünen, başarılı insanların hayatı sizinkinden, benimkinden çok daha mutlu değil ki. Onlar biraz daha şanslılar belki; ama sizin de mutlaka farkında olmadığınız ve onlarda bulunmayan avantajlarınız var.

Belki de bunları kullanmayı öğrenmeniz gerekiyor." Erhard F. Freitag 'n, eş ruhunu bulmak isteyenler için basit önerileri var. Bunun için önce, verebileceklerinizi kafanızda netleştirmelisiniz. Kim olduğunuzu bilin, olmadığınız bir insanmış gibi davranmak için boş yere kendinizi yormayın. Kalitenizin bilincinde olun, hangi yönünüzle başka insanları çektiğinizin farkına varın. Mizahi yanınız mı, cazibeniz mi, zekânız mı, sadakatiniz mi, güven uyandıran kişiliğiniz mi, anaçlığınız mı, sportifliğiniz mi, duyarlılığınız mı, pratik yönünüz mü?

Kişiliğinizin sandığının gizli köşelerini karıştırdığınızda hazine bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Erhard F. Freitag, bunu dostlara sormanın da iyi bir yöntem olacağını söylüyor. Çünkü o zaman ortaya çok şaşırtıcı sonuçlar çıkabiliyor. Doğal gördüğünüz için sizin farkında bile olmadığınız bazı özelliklerinizi onlar yüceltiyor olabilirler. Sonra sıra pratik çalışmaya geliyor. Kendinizi dünyaya, kozmosa mesaj yollayan bir verici gibi farz edin.

Her sabah uyandıktan sonra yollayacağınız mesajın özü şöyle olacak:

" Selam ideal eşim, eş ruhum. Ben buradayım. Sana sesleniyorum."Sonra o gün neler yapacağınızı ona anlatacaksınız. Örneğin: "Sabah onbirde kuafördeyim. Saat beşte istasyonda bir arkadaşımı karşılayacağım. Akşam köşedeki kafede oturacağım. Eğer benimle karşılaşmak istiyorsan, bugün beni nerede bulacağını biliyorsun."

Tamam, kabul. Böyle okuyunca insana komik geliyor; ama Erhard F. Freitag, spiritüel olarak hazır olan bazı insanlar için sonuçların tecrübeyle sabit olduğunu söylüyor.

Aslında denemekten kimseye zarar gelmez. Bu yöntemi uygulamak için aşmanız gereken tek engel mantığınız. O size daha şimdiden, hiç tanımadığınız birini bu şekilde çağırmanın mümkün olmadığını, " ruhsal telefonla " böylesi bir randevulaşmanın zırvalamaktan öte anlam taşımadığını söylemeye başladı bile değil mi? Oysa binlerce yıllık birikime sahip olan bilge filozoflar, sadece kendi üstünlüğünü tanıyan mantığın bu konuda da dar kalıplar içinde sıkışıp kalmış olduğunu söylüyorlar.

Spritüel dünyada aslında " rüzgara seslendiğiniz " pek çok şeyi, başkalarının ve özellikle buna ihtiyacı olanların algıladıklarından emin olabilirsiniz. Peki bu mesajlar doğru alıcıya nasıl ulaşıyor? "Bu sadece bir dalga boyu meselesi" diyor, Erhard F. Freitag ve şöyle devam ediyor: "Aynı frekanslar buluşur, birbirlerine uyum sağlar ve güçlenirler. Alıcı ve verici, tıpkı geceyle gündüz, kadınla erkek, yaşamla ölüm gibi birbirlerine aittirler. "

"Bir eş arıyorsanız bilin ki buluşmanız, ilk önce ruhsal boyutta olur, sonra bedensele geçer. Yani onunla cismen karşı karşıya geldiğinizde aranızdaki ruhsal bağlantı aslında geçmişe dayanmaktadır. Birbirini sevenler, yeni karşılaşmış olsalar bile uzun zamandır tanışıyormuş gibi hissederler."

Ancak eş ararken kesinlikle yapmamanız gereken bir yanlış var: İlle de sahip olmak istediğiniz bir insana kendinizi odaklamak. Çünkü özellikle kadınlar, nedense son zamanlarda bir eşi olan ya da kendilerine ilgi göstermeyen şu ya da bu erkeği kafalarına takmaya çok eğilimliler. Sizin yapmanız gereken tek şey, ruhen uyumlu bir beraberlik kurabileceğiniz bir eş istemek. Çünkü belirli bir insanı zorla kendinize yöneltmeye çalışırsanız, büyük olasılıkla ideal eş ruhunuzun size gelmesine de engel olacaksınız.

Alıntıdır
 
Ben de cok ilgilrniyorum bu konuyla hatta yapmaya calisiorum ama birseyler hemn olmaynca hemn negatif oluyrm olumsuzluk bana yapismis sanki hani ustune olu topragi serpilmis derz ya oyleyim iste ne yapicm bilmiyorm ama kurtulmak istiyorum
 
Ve bunu basaranlarin nasil yaptigini merak ediyorum banada yardım edin lutfen cunku hayatimdan ve olumsuzluklardan yoruldum
 
herkese merhabalar hatunlar :)
bayadır girmiyorum daha doğrusu okuyorum ama yazamıyorum uzun uzun
ama artık burdayım
hemen sizi güzel bir yazı ile başbaşa bırakıcam :) okumanızı ve mümkün ise yapmanızı tavsiye ediyorum :)
 
bu birinci yazım mümkünse uygulamaya çalışın :) ben denedim ve küçük de olsa başardım

Kuantum Enerjisi

Şimdi bu yüksek enerji ile neler yapabilirsiniz ?
İstediğiniz her şeyi.

Artık bu enerjiyi bilinçli olarak kullanma zamanınızdır..Unutmayın enerji yaratır..

Sizin nazar dediğiniz sizin büyü dediğiniz negatif enerjinin belli bir yere yada kişiye odaklanmasından başka bir şey değildir..ve bunun tam tersi yapılabilir yani yaşamınızda istediğiniz her şeyi çekmek üzere kullanılabilir.

Kalp krizinin en büyük nedeni nedir ?.Tüm doktorlar “ stres “der.Peki stres dediğimiz nedir ?Kötü düşünce değil mi ?

Demek görünmeyen bir şey yani kötü düşünce gidip kalp damarlarımızı tıkayarak bedenimizde görünen bir etki yaratabiliyor. Peki neden tam tersi olmasın..
Depak Chopra diye doğuda Hindistanda doğmuş ama batıda tıp bilimi almış meşhur bir bilim adamı var..5-7 yaşındaki çocuklardaki kanser –kalp gibi rahatsızlıkları nasıl tedavi ediyor biliyor musunuz ?

“Her gece uyumadan önce elinize bir altın bir kürek alın ve kalbinizin içindeki siyah ve kötü görünen kumları su birikintilerini temizleyip öyle yatın” diyor küçük çocuklara..

“Sonra altın bir iğne iplikle temizlediğiniz yerleri dikin ki ,tekrar oraya o siyah şeyler girmesin.”.

Biliyor musunuz çocuk hastalıklarının iyileşmesinde ki en umutsuz vakalarda bile % 90 gibi bir başarı oranına sahip..

Çünkü çocuğun inanması daha kolaydır..Onun kutusu henüz dolu değildir..Zihni olumsuz korku ve inançlarla lekelenmemiştir.Doktor ona ne derse inanır ve yapar..

İşte inancın gücü..

Yaşamınızda sadece inanabildiğiniz şeylere ulaşır yada sahip olursunuz..
Ben size trilyonluk bir yalı alabilirsiniz dersem buna inanma oranınız çok düşük olduğu için gerçekleştirme durumunuz da çok sınırlıdır.Ama küçük taksitlerle bir araba sahibi olabileceğinizi söylersem buna inanma olasılığınız ve dolayısıyla gerçekleştirme olasılığınız daha yüksektir.

Yaşamlarında en büyük hayallerini gerçekleştirebilenler bunu yapabileceklerine inananlardır.Onların zihni farklı çalışır.Olamaz yada imkansız kelimelerini bilmezler bile..

İşte o nedenle her ne istiyorsanız bunu hiçbir engel ve sınır koymadan

istemeniz çok ama çok önemlidir..

Yeterince param yok yada yaşım ilerledi ,bunu başaracak gücüm yok ,zamanım yok vs vs dediğiniz müddetçe zaten hiçbir şeyi ortaya koyamazsınız..
İsteyebileceğiniz şeylere ulaşmanızı engelleyecek tek şey sadece ve sadece sizin ona dair kendi düşüncelerinizdir.

Bir silkelenseniz bakın neler çıkacak ortaya..kendinizi ne kadar çok konuda sınırlamış kendinizi nelere inandırmışsınız ?.

Bir avcı titizliğiyle çalışıp tek tek bulun onları..Tek tek yakalayıp yok edin..
Dışarıda sizin hayatını değiştirecek hiç ama hiçbir şey yok.Tek anahtar sizin elinizdedir ve kullanmayı bilirseniz her şeyi değiştirebilirsiniz.

Sonra ne istediğinizi” netleştirin.”.Netleştirin ki ,ona enerji göndermeniz kolay olsun..

Netleştirme konusu çok ama çok önemlidir .Çünkü ne istediğinizi net bir şekilde belirlemezseniz düşünce enerjinizi belli bir noktaya kanalize etmediğiniz için bilinçaltınız tam olarak ne istediğinizi bilemeyecek ve dağınık olarak sizi hedeflerinizden uzaklaştıracaktır.Bunu daha iyi anlatmak için size bir örnek vermek istiyorum.

Örneğin zihninizle düşünürken “ben bir ev istiyorum “ ya da “ bir araba istiyorum “ demeniz yeterli değildir. Bu bir taksiye binip “Avrupa yakasına gitmek istiyorum” demenize benzer. Şoför sorar “ Tamam da Avrupa yakasında hangi semte gitmek istiyorsunuz ?”..Cevap verirsiniz ; “ Sarıyer’e gitmek istiyorum “..

Bu cevap şoför için yine yeterli değildir.Tekrar sorar ; “Sarıyer çok büyük bir bölge ..hangi mahallesinde hangi numaralı eve gitmek istiyorsunuz ?”
İşte Bilinçaltınızda sizden böyle net bilgiler ister..Örneğin bir istiyorsanız ,hangi semtte ,hangi büyüklükte ve özelliklerde bir ev istediğinizi net olarak belirlemeniz gerekir.Örneğin şöyle ;

“Ben Üsküdar semtinde denize bakan 150 metrekarelik sakin havadar güzel bir daire istiyorum..Sonrasında salonundan odalarına kadar hatta kullanacağınız eşyalara kadar detaylandırmanız ve “şimdi “ zamanında istemeniz önemlidir.

Eğer sadece bunu gelecekte istiyorum derseniz bilinçaltınız bunu sürekli erteleyecektir.

Ev,araba,para ,güzel bir ilişki her ne istiyorsanız bunu sürekli zihninizde tutmanız ve bilinçli olarak imgelemeniz istediğiniz şeye hızla enerji yükleyerek size doğru gelmesini sağlayacaktır.Burada önemli olan isterken ,kendinizi sınırlamamanız ve olacağına dair olumsuz inanç ev engeller oluşturmamanızdır.

Unutmayın ! Sadece inandığınız ve elde edebileceğinize inandığınız şeylere kolayca erişebilirsiniz.Size bir ferrari imgeleyin desem belki bunu uzak bir olasılık olarak düşüneceğiniz için inancınız dolayısıyla enerjiniz zayıf kalacaktır..Bu nedenle daha küçük basit şeylerle başlayabilirsiniz..Bir mobilya ,bilgisayar vs..Bunları bilinçli olarak imgelediğinizde ne kadar çabuk elde edebildiğinizi görebilmeniz sizin daha inançlı olarak istediklerinize yönelmenizi sağlar.

Evet !..Gelelim..imgelemenin nasıl yapılacağına..

İmgelemenin zamanı önemlidir..Hayal gücünüzü çalıştırmayı ve bir noktaya konsantre olmayı öğrenmeniz gerekiyor..Günde 10 dakika sakin sessiz bir mekanda tek bir nesneye (mum yada bir çiçek ) odaklanıp bunu bir hafta süreyle yaparsanız kısa zamanda konsantrasyon yeteneğinizin çok arttığını fark edeceksiniz.

Sonra hayal gücünüzü mümkün olduğu kadar çalıştırın..Bunu kendiliğinden rahatlıkla yapabilenleriniz vardır ama genelde insanlara çocukluklarından bu yana hayal kurmanın boş ve anlamsız olduğu insanı gerçek hayattan kopardığı ileri sürüldüğü için aslında bu yetenekleri varken kullanmaya kullanmaya körelten insanlar vardır.Bir limon düşünerek başlayın..Sapsarı sulu bir limon..Onu kokladığınızı sonra bir bıçakla kestiğinizi ,kokusunun keskinleştiğini, suyunun yüzünüze sıçradığını,sonra dilinizle tattığınızı ve yüzünüzün ekşidiğini hayal edin

İmgelemenin en önemli püf noktası onu gerçekten yaşıyormuş gibi hissedebilmenizdir.Bu bir evse örneğin, o evin içinde yaşadığınızı ,kokusunu ,pencereden içeri hafifçe giren rüzgarı,çalan müziği ,mutfaktan yükselen kokuyu ,koltuklarda oturup yatağınızda yatmanın verdiği hissi gerçekten duymanız çok ama çok önemlidir. Bu istediğiniz her şey için geçerlidir..İçindeymiş gibi hissetmek o duyguyu net olarak yakalamak..

NLP de alt modalite dediğimiz tüm duyularımızı kullanmamız gerekir.Ben bir insana baktığımda beynimde aynı bölge uyarılır.O insanın yerine bana resmini gösterdiklerinde de aynı bölge uyarılır.Keza Resmi kaldırıp sadece o kişiyi imgelediğimde de aynı bölge harekettedir. Yani benim bilinçaltım gerçekten o insana bakıyor muyum yoksa gözlerimi kapatıp imgeliyor muyum bilmez..Bu muhteşem bir bilgidir..

Bilinçaltım benim imgelediğim herşeyi gerçek olarak algılıyor..Hayatımızın % 90 ‘ı bilinçaltı tarafından yaratıldığına göre demek onun dilini kullanmayı bilirsem istediğim herşeyi yaratabilirim..

Unutmayın..bilinçaltınız gerçekle ,hayal ettiğiniz arasındaki farkı bilmez..İşte o nedenle gerçekmiş gibi inanır ve aynı tepkiyi verir..İşte limonu imgelerken ağzınız bu nedenle sulanır..İzlediğiniz bir korku filmine bu nedenle tepki verir..Bu bir nevi bilinçaltınızı kandırmak gibidir..Bilim adamlarının bu konuya dair bir çok deneyi vardır.

Koşuculara 100 metre koştuklarını imgelemelerini istediklerinde ,koşucuların gerçekten de 100 metre koşmuş gibi terledikleri ve kalp atışlarının hızlandıkları görülmüştür.

NLP ‘nin tüm temeli de bunun üzerine kuruludur.Satışçılara eğitim verilirken ..örneğin bir satışa girmeden yada işi bağlamadan önce ,sanki satışı yapmış işi bitirmiş gibi el sıkıştığını ve gülümsediğini imgeletirler..Yani daha gitmeden bu işi zihninde başarıyla tamamladığını imgeler satışçı..

Aynı şekilde profesyonel sporcuları da koçları böyle eğitir..Sürekli kazandıkların kupa ellerinde havaya kaldırdıklarını imgeletirler..Çünkü işin sırrı tam da buradadır..Zihnine ve bunu sık sık düşünerek bilinçaltına bu görüntüyü gönderen insanın işi zaten artık çok kolaydır..Bilinçaltı o noktada devreye girerek o görüntüyü yaratacaktır..

Unutmayın % 90 bilinçaltımız tarafından yönetiliriz..Dilimiz istediği şeyi söylesin biz her konuda istediklerimizi yada istemediklerimizi deklare edelim bu fazla önemli değildir..Israrla evini satmak istediğini söyleyen bir insan eğer bilinçaltında bunu istemiyorsa o evin satılması mümkün değildir..

Çeşitli nedenlerle belki manevi bağlılığı belki satılırsa bir daha alamama korkusu gibi o satışa bağladığı bir çok şey vardır..Çoğu zaman kişinin kendisi bile farkında olmaz bunun..

Ya da eşinden sevgilisinden ayrılmak istediğini söyleyen bir insan bilinçaltında bunu istemiyorsa bu da gerçekleşmeyecektir.

Tekrarlamak gerekirse imgelemenin ilk temel noktası istediğiniz şeyi şimdiden olmuş gibi yaşamanız ve hissetmenizdir.

İkinci önemli noktada bu imgelemeyi yapma yeri ve zamanıdır. Sessiz ve sakin bir yer olması önemlidir.Mümkünse dış etkenlerin sizi fazla rahatsız etmeyeceği bir mekan olmalı..Dışarıdan geçen araba yada satıcı sesleri konsatrasyonunuzu bozmamalıdır.
Aslında bunu yapmanız için en güzel zaman dilimi gece yatmadan önceki zamandır.

Teta frekansı, beynin yaydığı 4 frekansdan biridir. ( Alfa ,beta ,teta ,delta )
Bu frekans uykuya geçiş esnasında devreye girer.
Buna bazıları yakaza halide demektedir.

Bu frekansta iken, yayılan titreşim evrenle denk haldedir.
Verdiğimiz komut yada imgeleme sonuç vermektedir.

Birçok kişi bu frekansa bilinçli girerek bunu başarmaktadır.
Teta ile titreşimimiz, iyonsferle aynı olduğu için; komutumuz anında cevap verir.

Durugörü, duruişiti, telepati gibi psişik yetenekler, gerçekleşmeye başlar.

Daha da önemlisi bütün kişisel gelişim çalışmalarındaki bilincin direncini kırıp; beynin bilinçaltını kandırıp; olumlamalarla şartlayıp yeniden programlama vardır. Ama teta da bilinç devre dışıdır. Yani direk bilinçaltını programlayabilirsiniz.

Teta bir çok imgeyi gerçekleştirmede, komut göndermede, bilinç altını programlamada çok kısa sürede sonuca ulaştıran kavramdır.


İşte teta frekansında istediklerinizi imgeler ve sonrasında uyursanız istekleriniz direkt bilinçaltınıza gider ve sizin için yaratmak üzere işe koyulur

Tüm bunlar için İlkönce kendinize inanmanız gerekir..İnsanlar genellikle sahip olduğu potansiyelin farkına varmadan yaşayan rastgele düşünen ve bu nedenle rast gele yaşayıp ,her şeyin kader olduğunu düşünen varlıklardır.
Oysa her birimizin içinde tanrısal bir yanımız var..

Ruhumuz var..O hep bizimleydi..Bedenimiz yok olup gittikten sonra da olacak..Ruhumuzun asıl doğası neşe ve mutluluktur ve kendimizi mutlu hissettiğimiz anlar aslında ruhumuzla bir ve en yakın olduğumuz anlardır.Mutsuz ve depresif olduğumuz zamanlar ise Tanrıyla ve ruhumuzla bağlantımızın koptuğu zamanlardır .
---------

Alıntıdır.
 
İSTEDİĞİMİZ HAYATI YARATTIĞIMIZ BİLİMSEL OLARAK KANITLANDI


Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımız...ı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.


Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?

Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.

İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.

Rezonans Nedir?

Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim

Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.

Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.


Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki negatif titreşim enerjisi olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.

İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?

Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz normal insanlar ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.

Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.

Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.

Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını kendini derin bir inançla savunmak bir şeyi kalpten istemek ve tabii kalbinin sesini dinlemek gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.

Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsünün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:

Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.

İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla Kalp gözüyle görmeyi öğrenmemizi söylerler.

Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.

Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.

Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.

Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:

Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.

İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?

Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisinde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerikada tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.

Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, foton adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNAnın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.

Bir sonraki adımda boruya insan DNAsı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNAnın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNAsı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.

Klasik fizikte, daha önce böyle birşey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi Bilim adamları, DNA yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.

Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin kuantum alanı dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de boşa değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.

Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.

Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.

Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada alıcının bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?

Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman evet der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.

Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.

Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.

İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.

Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.

Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!

Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?

Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?

Bir yandan sürekli yayındayız. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod†olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNAsı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNAmızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.

Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?

Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur.

Albert Einstein

Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek ki œnormal kuantum dalgası diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de birleşik karmaşık dalgalar olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası†, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası†olarak adlandırılır.

Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya olay ihtimali dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar . Bu şu anlama gelir : Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler.

Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra istemek konusuna varıyoruz. Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.

Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.

Kaynak: Rezonans Kanunu-Pierre Franckh
 
Ben de cok ilgilrniyorum bu konuyla hatta yapmaya calisiorum ama birseyler hemn olmaynca hemn negatif oluyrm olumsuzluk bana yapismis sanki hani ustune olu topragi serpilmis derz ya oyleyim iste ne yapicm bilmiyorm ama kurtulmak istiyorum
olmuyor diye bişey yok öncelikle buna inanman gerekiyor
olmuycana inandığında jayatında olan güzellikleri düşün bir
kendini hep olumlu yönlere it
negatif düşündüğün anlarda sakinleş ve hemen kafandaki sıkıntılardan sıyrılmaya çalış
olduğunda seni naısl mutlu edeceğini hayal et
 
bu aralar tekrar kendimi odaklayıp bişeyleri çevirmeyi düşünüyorum
bunun için önce kendimi düşüncelerimi temizlemem lazım
hadi hanımlar hep beraber yön verelim hayatımıza :)
 
olmuyor diye bişey yok öncelikle buna inanman gerekiyor
olmuycana inandığında jayatında olan güzellikleri düşün bir
kendini hep olumlu yönlere it
negatif düşündüğün anlarda sakinleş ve hemen kafandaki sıkıntılardan sıyrılmaya çalış
olduğunda seni naısl mutlu edeceğini hayal et
Cok guzel anlatmissin su bilincimi temizlemem lazim peki boyle bir calisma biliyor musnz bilincaltini temizlemkle ilgili paylasirsanz cok sevinirim
 
yeni bir kitap okuyorum
''ben enerjiyim''
kitabı bitireyim size bazı noktalardan alıntılama yapıcam,işinize yarayacağını düşünüyorum..
 
BEYNİN GİZLİ GÜÇLERİ

Zihin Gücü Nedir?

Ne düşünüyorsanız, zihniniz o olur. Güç dayanıklılığın bir formudur. Bu kitaptan sonra düşünme yetiniz güçlenmiş olacaktır. Düşünme yetinizi güçlendirmeniz demek temel bir beceriyi başarıyla tamamlamış olmanız demektir; yani bilinçli olmayı. Gerçek benliğinizin, gerçek durumunuzun ve gerçek yaşamınızın tamamen bilincinde olmalısınız.

Etrafınızda zannettiğinizden çok daha fazla şey vardır ve bunun hep farkında olmanız iyi olur. Örnek: Televizyon seyredebilirsiniz ama televizyon anteninizden gelen frekans dalgalarını göremezsiniz. Hoparlörden gelen müziği duyabilirsiniz ama ses titreşimlerini gözlerinizle göremezsiniz. Fiziksel gözlerinizle bu gibi şeyleri göremezsiniz ama bir parçanız bu görünmez şeylerin bilincindedir. “Bir yanınız bu gibi şeylerin farkındadır” derken göremediğiniz şeylerin var olduğuna inanmak realitenizde vardır. Realiteniz bir şeyin detaylarını kurcalamadan da inanabilir ya da anlayabilir, o şeyleri göremeseniz bile onların var olmaya devam ettiklerini bilirsiniz. Bu gibi görünmeyen şeylerin işleyişini anlayamasanız da size garip bir kavram gibi gelmez. İnanç sisteminizde bunu kabul etmek vardır ve bu içinde yaşadığınız gerçekliğin bir parçası haline gelir. Bir kere realiteniz oldu mu, genellikle üzerinde bilinçli olarak düşünmezsiniz. Peki, neden birçok insan zihninizin görünmeyen titreşim ve frekansları yaydığını kabul etmekte zorlanır? Elektrik kaynaklarından tüm görünmez elektrik frekanslarına inanıyoruz da neden görünmez insan “sesinin” içimizden geçeceğini anlamakta zorlanıyoruz ya da bunu gözden kaçırıyoruz? Zihninizin etrafınızdaki dünya’yı ve olayları etkileyebilecek yeteneğe sahip olduğu bilgisi halen birçok insana garip görünüyor. Ama gariptir ki cep telefonlarının frekans yayıp çevreyi etkileyeceğine inanırlar.


Bu bilgiler görünmez şeyleri kendi gözünüzle nasıl görebileceğinizi öğretmeyecek. Ama görünmez dünya’yı nasıl ele geçireceğinizi ve nasıl kendi komutanıza alacağınızı gösterecektir. Bunu yapmaya başladığınızda yeni farkındalığınız realiteniz ve genel deneyiminiz olacaktır. Artık “beyninizden gelen frekansların başkalarının beynine ulaştığı” düşüncesi size hiçte uzak gelmeyecek.
 
X