- 28 Temmuz 2008
- 7.750
- 4.857
“Yaşamımdaki iki şeyin kaderimi belirlediğine inanırım, ülkem ve cinsiyetim.”
Nikaragualı kadın şair ve yazar Gioconda Belli, diktatörlüğe karşı siyasi mücadelesini, aşklarını, sürgünlüğünü anlattığı ‘Tenimdeki Ülke Nikaragua’ adlı otobiyografisine yukarıdaki cümleyle başlar.
Bir gün bizler de kendi hikayelerimizi anlatmaya buradan başlayacağız belki. Ve belli ki pek de neşeli hikayeler olmayacak. Coğrafya kaderdir ve ne yazık ki doğrudur.
Özgecan’ı yaktılar
Sevgililer gününün tüm pırlanta mağazaları ve alışveriş merkezlerinde coşkuyla kutlandığı bir 14 şubat sabahına bağrımızda bir taşla uyandık biz. Dünden bu yana içimiz yanıyor…
Özgecan Aslan’a tecavüz ettiler, Özgecan’ı bıçakladılar, Özgecan’ı yaktılar… Ellerim titriyor bu üç cümleyi ardı ardına yazarken bile, nefesim daralıyor.
Muktedirin evlerdeki, sokaklardaki prototipi
Hepimiz gayet iyi biliyoruz bu ülkede kadın olarak nefes almanın ne kadar zor olduğunu, günden güne ne kadar daha zorlaştığını.
Kadınlar daha yüksek bir sesle haykırıyor bir kez daha, ‘Kadın cinayetleri politiktir’ diye. Evet, politiktir kadın cinayetleri. İktidar ilişkisinin bizim küçük hayatlarımıza yansımasıdır. Baba, koca, eş, sevgili… canı isterse dövebilen, canı isterse öldürebilen, ‘Öyle yaşamayacaksın, böyle yaşayacaksın’ diyebilen muktedirin evlerdeki, sokaklardaki prototipi.
‘Kadına seçme ve seçilme hakkını ilk biz verdik’ diye böbürlenen bir ülkede seçimleri yapanlar daima erkekler oldu. Ne seçmemiz istendi ne de seçilmemiz aslında.
Etrafınıza bakınmayın hiç, sizsiniz bahsi geçen
Epey zamandır istemediği gebeliği sonlandırmasından, ne giyeceğine, nasıl konuşacağına, nasıl güleceğine kadar kadınların hayatına dair her konuda ahkam kesen yine sizler ve bir kısım işbirlikçiniz kadınlar… ‘Batı’nın teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım’ diye diye iPhone’dan tecavüz izleyen, chat odalarında 12 yaşında kız çocuğuna musallat olan ucubelerin ortalıkta gezdiği bir toplum yarattınız.
Dünden bu yana kadınlar anlatıyor, kadınlar haykırıyorlar ve pek çok erkek, bahsi geçenlerin onlardan uzak, başka iklimlerin, başka coğrafyaların ‘kötü kalpli adamlar’ı olduğunu zanneden gözlerle bakıyorlar şaşkınlık içinde. Hayır etrafınıza bakınmayın hiç, sizsiniz bahsi geçen.
Trafikte araba kullanan kadına müstehzi bir gülüşlle, ‘Belli işte kadın değil mi’ yapansınız, sarışına ‘orospu’, esmere ‘kara kuru’ diyensiniz. ‘Sen bir bayansın’ diye başlayan cümlelerle kadınlara nasıl olmaları gerektiği konusunda dersler vermeyi kendine hak görebilen, ‘Kadın dediğin kendine bakacak abicim’ diyerek göbeğini kaşıyanlarsınız.
Yalnız yaşıyorsak siz hayatımızın orta yerinde rahatça tepinebilin diye olduğunu, evlendiysek bir erkeğin korumasına muhtaç olduğumuzu düşünenlersiniz. Mahalleye taşınan boşanmış kadını ‘kolay lokma’ gören mahalle serserisi de sizsiniz, ‘Kadınların cinsel özgürlüğünü kazanması çok önemli’ gibi cümleler kurup karısına şiddet uygulayan akademisyen de sizsiniz.
‘Feminizm kocayı, komünizm parayı bulana kadardır’ gibi sığ vecizeler üretip gevrek gevrek gülebilenlersiniz.
Reddedildiğinizde bunun sebebinin sadece başka bir erkek olabileceğini düşünecek kadar doğuştan bir özgüvenle yaşayanlarsınız.
En eğitimli olanı dahi hiçbir şey bulamazsa entelektüel diliyle kadını aşağılamaya çalışanlarsınız.
Sizin yerinize bir başkasını seçen kadını ‘Başkasına gitti orospu’diye damgalarken, zinhar kusuru kendinde aramayanlarsınız.‘Sana kız mı yok birader’ diye sırtınızın sıvazlanacağını, çekip öldürdüğünüzde ‘Erkek adam kıskanır’ diye mazur görüleceğinizi bilenlersiniz.
Fuhuş yapan kadını cezalandırmayı kendine görev bilen, ‘yoz ilişki’ diye sıfat vaz’eden solcu erkeksiniz.
Otobüste hamile başı açık kadına değil de başörtülü genç kadına, ‘Sen gel bacım’ diye yer veren Müslüman erkeksiniz. Silahının kabzasına bozkurt yapıştırıp üniversiteli kadını taciz eden ülkücü polissiniz.
‘Karı gibi gülme’, ‘İbne gibi kırıtma lan’ diyebilenlersiniz.
Ne yazık ki her yerdesiniz
Çünkü siz, karısını öldürene ‘kıskançlıktan gözü dönen çılgın koca’ diye pek tatlı sıfatlar bulup, öldürülen kadının kanlı bedenini manşete taşıyarak ‘Şiddete dikkat çekmek istedik’ diye bunu savunacak bir medyaya sahipsiniz.
‘Kot pantolon giyiyormuş o zaman tecavüz yoktur rızası vardır’ diyecek yargıçlara, ‘Mini etek giyen kadın aranmıştır tecavüzü hak eder’ diyen siyasetçilere sahipsiniz.
‘Madem hamileydin eyleme niye geldin’ diye hamile kadını tekmeleyen polisleriniz, annesini öldüren gence ‘Namusunu temizlemiş’ diye indirim talep eden savcılarınız, evine giren çıkan belli değil diyen namus bekçisi mahalle bakkalınız, kızı yaşındaki öğrenci kadının kapısına pusula bırakan apartman yöneticiniz, kadının dizinden, bileğinden, kahkahasından tahrik olan din adamlarınız var.
Biz ise…
Sizin cennetinizin sınırları uçsuz bucaksızkken; biz karanlık bir sokağa tek başına girdiğinde arkasına dönüp bakma ihtiyacı hissedenleriz.
Minibüsteki herkes indiğinde dikiz aynasından şoförün kendisine bakıp bakmadığını kontrol edenleriz.
Giydiğimiz elbisenin etek boyundan, taktığımız küpeye, rujumuzun renginden, gömleğimizin düğmesine kadar dışındaki her ayrıntısı, kafasının ve kalbinin içindeki ayrıntılar kadar mevzu teşkil etmeyenleriz.
Sizin cennetiniz, bizim cehennemimiz
Evet sizin cennetiniz bizim cehennemimiz ve biz o cehennemde bir nebze olsun gönlümüzden geçtiği gibi yaşayabilmek için mücadele etmeyi öğrendik. Biz o cehennemde hayatta kalmak, tecavüze uğramamak, taciz edilmemek için tedbiri elden bırakmadan yaşamayı öğrendik Düşersek kalkmayı, gözyaşlarımızı içimize akıtmayı, kırılsak da eğilmemeyi ve bize karşı bu kadar örgütlü bir hayat içinde inadına isyan etmeyi, ‘İnadına özgürlük’demeyi öğrendik.
‘Kadın cinayetleri politiktir’ diye haykırmayı, ‘Devletiniz batsın’ demeyi şiar belledik.
Bir erkek tarafından ilk defa kandırılan 15 yaşındaki kasabalı kız çocuğuyla 35 yaşındaki kentli kadın yeri gelir gözlerinde aynı hayalkırıklığıyla bakar bu ülkede. Bu ülkenin hor görülen kadınları gözlerinden tanır birbirini.
Biz size hiç ama hiç güvenmedik aslında. Ve biz burada doğduğumuza hiç sevinemedik, ‘Şükür ki bu ülkede doğmuşum’diyemedik.
Öyle bir sistem ki
Artık daha da örgütlü bir sistem var karşımızda. ‘Şöyle yaşarsan ahlaksız damgası yersin, böyle yaparsan öldürülürsün’diyebiliyor. Öyle bir sistem ki, ‘Bizim koyduğumuz kurallara göre göre yaşarsan, bizim dilimizi konuşursan belki hayatını bağışlarız’ diyebiliyor; ‘En az üç çocuk doğurur, evinde oturursan, itaat edersen senden iyisi yok’ diyebiliyor; kadınları köle gibi alıp satanlarla ahbaplık, ülküdaşlık tesis edebiliyor.
Sözümüzü söylemekten vazgeçmeyeceğiz
Bu cehennemi inşa eden erkekler ve egemenin dilini konuşan işbirlikçileri kadınlar, meydanlarda, televizyon programlarında, ev oturmalarında, pencere önlerinde varsınlar alkışlamaya devam etsinler yazılı olmayan kaideleri. ‘Anayım ben’ diye diye, ‘Kadınım ben’ diye diye odun taşısınlar muktedirin cehennemine. Varsınlar anası, bacısı, hanım kardeşi, dava arkadaşı oldukları itaat bekleyen o erkeklerin zulmüne ortak olsunlar.
Biz sözümüzü söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Biz çok şey verdik bu ülkede hayatımızı sürdürmek için. Bizim kader diye önümüze koyduğunuz bu cehenneme razı gelmeyeceğiz. ‘Ahlak’ diye diye,‘namus’ diye diye dayattığınız pisliğinize ve ikiyüzlülüğünüze teslim olmayacağız.
Özgecan’ı öldürdüler, canımız acıyor, kalbimizin üstünde bir taşla uyandık bu sabah. Alışveriş merkezleriniz, kırmızı kalpli sevgililer günü vitrinleriniz, pırlantalarınız, yakutlarınız sizin olsun. Bizim yasımız var…
Ve lakin biz ne ölülerimizi unutacağız, ne de kendi ‘cennet’tasavvurumuzdan vazgeçeceğiz.
Hürrem Sönmez
http://www.diken.com.tr/biz-size-hic-guvenmedik-aslinda-bu-ulkede-dogdugumuza-hic-sevinemedik/
Nikaragualı kadın şair ve yazar Gioconda Belli, diktatörlüğe karşı siyasi mücadelesini, aşklarını, sürgünlüğünü anlattığı ‘Tenimdeki Ülke Nikaragua’ adlı otobiyografisine yukarıdaki cümleyle başlar.
Bir gün bizler de kendi hikayelerimizi anlatmaya buradan başlayacağız belki. Ve belli ki pek de neşeli hikayeler olmayacak. Coğrafya kaderdir ve ne yazık ki doğrudur.
Özgecan’ı yaktılar
Sevgililer gününün tüm pırlanta mağazaları ve alışveriş merkezlerinde coşkuyla kutlandığı bir 14 şubat sabahına bağrımızda bir taşla uyandık biz. Dünden bu yana içimiz yanıyor…
Özgecan Aslan’a tecavüz ettiler, Özgecan’ı bıçakladılar, Özgecan’ı yaktılar… Ellerim titriyor bu üç cümleyi ardı ardına yazarken bile, nefesim daralıyor.
Muktedirin evlerdeki, sokaklardaki prototipi
Hepimiz gayet iyi biliyoruz bu ülkede kadın olarak nefes almanın ne kadar zor olduğunu, günden güne ne kadar daha zorlaştığını.
Kadınlar daha yüksek bir sesle haykırıyor bir kez daha, ‘Kadın cinayetleri politiktir’ diye. Evet, politiktir kadın cinayetleri. İktidar ilişkisinin bizim küçük hayatlarımıza yansımasıdır. Baba, koca, eş, sevgili… canı isterse dövebilen, canı isterse öldürebilen, ‘Öyle yaşamayacaksın, böyle yaşayacaksın’ diyebilen muktedirin evlerdeki, sokaklardaki prototipi.
‘Kadına seçme ve seçilme hakkını ilk biz verdik’ diye böbürlenen bir ülkede seçimleri yapanlar daima erkekler oldu. Ne seçmemiz istendi ne de seçilmemiz aslında.
Etrafınıza bakınmayın hiç, sizsiniz bahsi geçen
Epey zamandır istemediği gebeliği sonlandırmasından, ne giyeceğine, nasıl konuşacağına, nasıl güleceğine kadar kadınların hayatına dair her konuda ahkam kesen yine sizler ve bir kısım işbirlikçiniz kadınlar… ‘Batı’nın teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım’ diye diye iPhone’dan tecavüz izleyen, chat odalarında 12 yaşında kız çocuğuna musallat olan ucubelerin ortalıkta gezdiği bir toplum yarattınız.
Dünden bu yana kadınlar anlatıyor, kadınlar haykırıyorlar ve pek çok erkek, bahsi geçenlerin onlardan uzak, başka iklimlerin, başka coğrafyaların ‘kötü kalpli adamlar’ı olduğunu zanneden gözlerle bakıyorlar şaşkınlık içinde. Hayır etrafınıza bakınmayın hiç, sizsiniz bahsi geçen.
Trafikte araba kullanan kadına müstehzi bir gülüşlle, ‘Belli işte kadın değil mi’ yapansınız, sarışına ‘orospu’, esmere ‘kara kuru’ diyensiniz. ‘Sen bir bayansın’ diye başlayan cümlelerle kadınlara nasıl olmaları gerektiği konusunda dersler vermeyi kendine hak görebilen, ‘Kadın dediğin kendine bakacak abicim’ diyerek göbeğini kaşıyanlarsınız.
Yalnız yaşıyorsak siz hayatımızın orta yerinde rahatça tepinebilin diye olduğunu, evlendiysek bir erkeğin korumasına muhtaç olduğumuzu düşünenlersiniz. Mahalleye taşınan boşanmış kadını ‘kolay lokma’ gören mahalle serserisi de sizsiniz, ‘Kadınların cinsel özgürlüğünü kazanması çok önemli’ gibi cümleler kurup karısına şiddet uygulayan akademisyen de sizsiniz.
‘Feminizm kocayı, komünizm parayı bulana kadardır’ gibi sığ vecizeler üretip gevrek gevrek gülebilenlersiniz.
Reddedildiğinizde bunun sebebinin sadece başka bir erkek olabileceğini düşünecek kadar doğuştan bir özgüvenle yaşayanlarsınız.
En eğitimli olanı dahi hiçbir şey bulamazsa entelektüel diliyle kadını aşağılamaya çalışanlarsınız.
Sizin yerinize bir başkasını seçen kadını ‘Başkasına gitti orospu’diye damgalarken, zinhar kusuru kendinde aramayanlarsınız.‘Sana kız mı yok birader’ diye sırtınızın sıvazlanacağını, çekip öldürdüğünüzde ‘Erkek adam kıskanır’ diye mazur görüleceğinizi bilenlersiniz.
Fuhuş yapan kadını cezalandırmayı kendine görev bilen, ‘yoz ilişki’ diye sıfat vaz’eden solcu erkeksiniz.
Otobüste hamile başı açık kadına değil de başörtülü genç kadına, ‘Sen gel bacım’ diye yer veren Müslüman erkeksiniz. Silahının kabzasına bozkurt yapıştırıp üniversiteli kadını taciz eden ülkücü polissiniz.
‘Karı gibi gülme’, ‘İbne gibi kırıtma lan’ diyebilenlersiniz.
Ne yazık ki her yerdesiniz
Çünkü siz, karısını öldürene ‘kıskançlıktan gözü dönen çılgın koca’ diye pek tatlı sıfatlar bulup, öldürülen kadının kanlı bedenini manşete taşıyarak ‘Şiddete dikkat çekmek istedik’ diye bunu savunacak bir medyaya sahipsiniz.
‘Kot pantolon giyiyormuş o zaman tecavüz yoktur rızası vardır’ diyecek yargıçlara, ‘Mini etek giyen kadın aranmıştır tecavüzü hak eder’ diyen siyasetçilere sahipsiniz.
‘Madem hamileydin eyleme niye geldin’ diye hamile kadını tekmeleyen polisleriniz, annesini öldüren gence ‘Namusunu temizlemiş’ diye indirim talep eden savcılarınız, evine giren çıkan belli değil diyen namus bekçisi mahalle bakkalınız, kızı yaşındaki öğrenci kadının kapısına pusula bırakan apartman yöneticiniz, kadının dizinden, bileğinden, kahkahasından tahrik olan din adamlarınız var.
Biz ise…
Sizin cennetinizin sınırları uçsuz bucaksızkken; biz karanlık bir sokağa tek başına girdiğinde arkasına dönüp bakma ihtiyacı hissedenleriz.
Minibüsteki herkes indiğinde dikiz aynasından şoförün kendisine bakıp bakmadığını kontrol edenleriz.
Giydiğimiz elbisenin etek boyundan, taktığımız küpeye, rujumuzun renginden, gömleğimizin düğmesine kadar dışındaki her ayrıntısı, kafasının ve kalbinin içindeki ayrıntılar kadar mevzu teşkil etmeyenleriz.
Sizin cennetiniz, bizim cehennemimiz
Evet sizin cennetiniz bizim cehennemimiz ve biz o cehennemde bir nebze olsun gönlümüzden geçtiği gibi yaşayabilmek için mücadele etmeyi öğrendik. Biz o cehennemde hayatta kalmak, tecavüze uğramamak, taciz edilmemek için tedbiri elden bırakmadan yaşamayı öğrendik Düşersek kalkmayı, gözyaşlarımızı içimize akıtmayı, kırılsak da eğilmemeyi ve bize karşı bu kadar örgütlü bir hayat içinde inadına isyan etmeyi, ‘İnadına özgürlük’demeyi öğrendik.
‘Kadın cinayetleri politiktir’ diye haykırmayı, ‘Devletiniz batsın’ demeyi şiar belledik.
Bir erkek tarafından ilk defa kandırılan 15 yaşındaki kasabalı kız çocuğuyla 35 yaşındaki kentli kadın yeri gelir gözlerinde aynı hayalkırıklığıyla bakar bu ülkede. Bu ülkenin hor görülen kadınları gözlerinden tanır birbirini.
Biz size hiç ama hiç güvenmedik aslında. Ve biz burada doğduğumuza hiç sevinemedik, ‘Şükür ki bu ülkede doğmuşum’diyemedik.
Öyle bir sistem ki
Artık daha da örgütlü bir sistem var karşımızda. ‘Şöyle yaşarsan ahlaksız damgası yersin, böyle yaparsan öldürülürsün’diyebiliyor. Öyle bir sistem ki, ‘Bizim koyduğumuz kurallara göre göre yaşarsan, bizim dilimizi konuşursan belki hayatını bağışlarız’ diyebiliyor; ‘En az üç çocuk doğurur, evinde oturursan, itaat edersen senden iyisi yok’ diyebiliyor; kadınları köle gibi alıp satanlarla ahbaplık, ülküdaşlık tesis edebiliyor.
Sözümüzü söylemekten vazgeçmeyeceğiz
Bu cehennemi inşa eden erkekler ve egemenin dilini konuşan işbirlikçileri kadınlar, meydanlarda, televizyon programlarında, ev oturmalarında, pencere önlerinde varsınlar alkışlamaya devam etsinler yazılı olmayan kaideleri. ‘Anayım ben’ diye diye, ‘Kadınım ben’ diye diye odun taşısınlar muktedirin cehennemine. Varsınlar anası, bacısı, hanım kardeşi, dava arkadaşı oldukları itaat bekleyen o erkeklerin zulmüne ortak olsunlar.
Biz sözümüzü söylemekten vazgeçmeyeceğiz. Biz çok şey verdik bu ülkede hayatımızı sürdürmek için. Bizim kader diye önümüze koyduğunuz bu cehenneme razı gelmeyeceğiz. ‘Ahlak’ diye diye,‘namus’ diye diye dayattığınız pisliğinize ve ikiyüzlülüğünüze teslim olmayacağız.
Özgecan’ı öldürdüler, canımız acıyor, kalbimizin üstünde bir taşla uyandık bu sabah. Alışveriş merkezleriniz, kırmızı kalpli sevgililer günü vitrinleriniz, pırlantalarınız, yakutlarınız sizin olsun. Bizim yasımız var…
Ve lakin biz ne ölülerimizi unutacağız, ne de kendi ‘cennet’tasavvurumuzdan vazgeçeceğiz.
Hürrem Sönmez
http://www.diken.com.tr/biz-size-hic-guvenmedik-aslinda-bu-ulkede-dogdugumuza-hic-sevinemedik/