Anksiyete yaşayanlar hadi gelin dertleşelim...


amin canm.aslında doğru diyorsun ben hiç böyle düşünmemiştim.ama insan kendini nasıl tanıtırsa öyle gidiyor.ilk başta güçlü çıkmalıyım kararlı ne yapacağımı bilerek (şöyle mi böylemi yapsam diye düşünmeden)çıkmak istiyorum.ve ufak bi hatada kendimi suçlamamalıyımki çabuk bıkmayayım kötü olmayayım.ben 2 yıl çncede çalışmıştım.1 yılın sonunda amirim bana sen sessizsin işte başarılı değilsin diye beni çıkarmıştı.zaten ondan sonra çalışmaya sıcak bakamaz oldum.aslında amirim bana kinleştiği için öyle yaptığını düşünüyor çevremdekiler.bende hem öyle üşünüyorum ama yeni kendime olmayan güvenm dahada yok oldu. dün eşimle konuştum,ağladım rahatlaım ama o midemde oturan kötü his geçmiyor.benm bi dr gitmem şart sanırım.of bi çözüm yolu bulmaya çaılışıyorum ama bulamadıkça kötü oluyorum.
 
canm bende bu sıralar öyle hissediyorum.midemde bi yumru var sanki.beni yavaş yavaş eritiyor.senn düzelmene çok sevindim benmde gitmem şart oldu sanırım dr a.peki sen hala ilaç kullanıyor musun?
canm ne güzel senn kocan doğum günü evlilik yıldönümü kutluyor.benmki bu yıl doğum günümü unttu.hem biz 2 yıllık evliyiz.sen yine şnaslısın..
 

nerde oturuyosun canım.
 

tatlım ben hiç ilaç içmedim sadece psikolog la sohpet ettim. zaten 3 yılldır ağızıma ilaç sokmadım, sokamamda ilaç fobisi oluştu. bi bu eksikmiş gibi oda tam oldu anlıyacağın.
yok ben tam olarak iyileşmiş sayılmam sadece 2 aydır iyiyim oda daha yeni kalp doktorundan geldim bende kalp le ilgili bir hastalık yokmuş hani doktor söyledi ya ondan iyiyim
 
tüm kızlar nasılsınız bakalım umarım çok iyisinizdir. fazla giremiyorum işler yoğunlaşıcak yavaş yavaş
beni merak ederseniz parçalı bulutlu. hiç belli olmuyo.
 

Ayyy o mideye oturan gitmeyen yumruğu çok iyi biliyorum, ben de çok yaşadım hatta mideden boğazına doğru çıkar çok kötü bi his. Maalesef başkalarının söyledikleri hiçbi işe yaramıyo. Bence önce bi psikoloğa git eğer o gerek görürse ya da geçmezse psikiyatriste git. Çünkü psikiyatriste gidersen direk ilaç verir. İlaç şikayetlerini geçirir ama bu seferde ilacı kullanmadan yapamaz hale geliyosun. Ben her bırakmayı denediğimde kötüleşip yeniden başlıyorum ilaçlara. İlaç kullandığımda kendimi daha iyi hissediyorum ama çok uyku yapıyo. İş yerinde çok zorlanıyorum. İnşallah sen ilaçsız atlatabilirsin canım.
 

bencede en yakın zamanda öğrenmelisin çünkü evleniyorsun
boş vermeyi öğrenemezsen malesef evliliğini yürütemezsin acı ama gerçek sen neden biliyorsun dersen ben 10 yıllık evliyim ya kayınvalide ,kayın peder ,görümce ,elti ,ya neler gördüm geçirdim o yüzden aman boşver ne delerse desinler sen bildiğini oku sakın kocanada dırdır ediyim deme yoksa işler daha kötü olur şekerim
ev eşyasıydı, düğün şöyle olacak ,yok böyle olacak ,yok ben o kıyafeti alırım, yok ben bunu giymem deme hepsi gelip geçici sen nışanlınla arandaki mutluluğa bak çocuğu iki arada bir derede bırakma sanada bir şey diyemez ailesine hele hiç diyemez anlıyacağın ne kendini üz nede nışanlını ileride fırsatını bulunca her şeyi yeniden değiştitirsin oldumu
 
slmmm kızlarr :) nasılsınız bakalım bugün hava çok güzel..bahar havası var :)
 
slmmm kızlarr :) nasılsınız bakalım bugün hava çok güzel..bahar havası var :)
 

Teşekkür ederimm...
dediğinizi yapıcam. nişanlımda sıkılıyor artık sorunlardan zaten.
 
Anksiyeteye “Esma-ül Hüsna”
Modern psikolojiyi İslam tasavvufu ile kaynaştıran psikiyatr Mustafa Merter, “Dokuz Yüz Katlı İnsan” kitabında modern psikoloji kuramcılarından ibadet sırasında yaşanan İslami bilinç hallerine, rüya analizinden günümüz insanının ruhsal rahatsızlıklarına bir çok konuyu ele alıyor. İşte kitaptan ilginç ayrıntılar…

Depresyona karşı “hayır terapisi” uygulayan Merter’in en dikkat çekici iddiasına gelince: “Esma-ül Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) her insanda potansiyel olarak var ve modern insanın psikolojik sorunları bu isimlere uygun yaşamamasından kaynaklanıyor!”

Rahman (esirgeyen), Rahîm (bağışlayan), Vedûd (inananları seven), Halîm (yumuşaklık sahibi), Hâlik (yaratıcı), Hafız (koruyucu), Sabûr (sabırlı), Nâfi (dilediğine fayda veren); Kuran-ı Kerim’de de geçen Allah’ın güzel isimlerinden, veya halk arasında bilinen adıyla Esma-ül Hüsna’dan bazıları… Tamamı 99 tane olan bu isimlerin her biri Allah’ın bir sıfatını ya da vasfını anlatıyor. İslam inancına göre de “bu isimlerin m¤¤¤¤¤¤¤ layıkıyla bilen, Allah’ı bu isimlerden yola çıkarak tanıyan ve yaşayanlar” cennete girmeyi hak edecek!

“Kronik kaygı rahatsızlığı” diye tanımlanan; halk arasında kaygı, bunalma, sıkıntı olarak bilinen anksiyete ise çağımızın en yaygın patolojilerinden; hatta “küresel bir salgın” diyebiliriz. Ama birçok insan anksiyete sorunu için bir psikolog veya psikiyatra gitme ihtiyacı dahi duymuyor.

Peki ilk bakışta alâkasız görünen bu iki kavram, Esma-ül Hüsna ve anksiyetenin yolları modern insan açısından çok kritik bir noktada kesişiyor olabilir mi? Soruyu biraz daha açalım: Anksiyete ya da başka ruhsal rahatsızlıklar, “içimizde varolan, Allah’ın güzel isimlerini yaşayamamamızdan” kaynaklanıyor olabilir mi? Bu soruları sormamıza sebep olan, tartışma yaratacak iddianın sahibi, İsviçre’de eğitim görmüş bir psikiyatr: Uzun yıllar Zürich’te çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönen, psikolojinin yanı sıra meditasyon ve yoga gibi yeni çağ akımlarını da deneyen, uzun yıllardır benötesi psikolojisi çalışmalarıyla psikoloji ve İslam tasavvufunu kaynaştıran Mustafa Merter… Tasavvuf psikolojisini inceleyen Merter, yeni çıkan “Dokuz Yüz Katlı İnsan” adlı kitabında modern insanın ruhsal çıkmazlarına işte yukarıdaki farklı açıklama ve çözüm önerisini getiriyor!

Merter’e göre, Allah’ın vasıflarını anlatan 99 isminin birleştiği odak nokta İnsan-ı Kamil, yani mükemmel insan Hz. Muhammed. Ancak Merter’in herkesi ilgilendiren bir yaklaşımı da var ki, o da bu isimlerin (vasıfların) her insanda mevcut olduğu: “İbn Arabi’ye göre, Allah’ın güzel isimleri insanda tecelli etmezse, insan ‘kabz’, yani sıkıntı yaşıyor. Öyle ki, nefesini tutan bir insan gibi oluyor. Allah’ın 99 isminin tecellisini anlayınca, insanların bir çok psikolojik sıkıntısının bu isimlerden bazılarını yaşayamamasından kaynaklandığını düşündüm.”

“Maçolar celali değil, cemali yaşamalı”
Merter’in anksiyete dışında verdiği diğer iki örnek de ilginç. İlki, geciktirilmiş annelik sendromu: “Öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanların animus, yani Jung psikolojisine göre eril kişilikleri aşırı gelişiyor. Oysa insanların bir de anima, yani dişil kişilikleri var. Aydınlanma hareketi sonrasında materyalist değerler öne çıkmış ve çağımız tüketmeyi, hükmetmeyi ön plana çıkarıyor. Bu da, hanımlarda çok güçlü bir animusa tekabül ediyor. Bu çağ ‘duyguyu’ küçük gördüğü için, kadınlar da duygusal yönlerini küçük görüyor. Bu çağda, değerli olmak isteyen bir kadın animusunu geliştirip ‘güdük’ bıraktığı anima ile yetinmeye çalışıyor. Oysa insanlık tarihi boyunca kadınlar adet görmeye başladıktan sonraki yıllarda evlenmişler ve kadınlığa ait latif duyguları yaşamaya başlamışlar. Ama şimdi gitgide bu latif duyguları erteleme söz konusu. Bu denge bozulduğu için de psikolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Çünkü içlerindeki duyguyu yaşayamıyor, potansiyellerini basınç altında tutuyorlar.”

Merter’in iddiasına göre, Rahman, Rahîm, Vedûd, Halîm, Hâlik, Hafız, Sabûr, Nâfi gibi Allah’ın “cemal isimleri” diye tanımlanan sıfatlarını daha yoğun yaşayan bir kadının kişiliğinde belli olumlu değişiklikler gözlenmesi olası. Aynı yaklaşımı, verdiği ikinci örnek olan maço ve maganda erkeklere de uyarlıyor Merter: “Anima’larını yaşayamayan, Animus yanları ile özdeşleşmiş, Orta Çağ zırhlarına bürünmüş, güçlü gibi gözüken ama aslında sıkıntıdan patlayan maço veya maganda erkekler içlerindeki celâl yerine, cemâl isimlerine aşina olsalar, sorunları azalacak!”

Depresyona, hayır terapisi!
İslam dininde, Allah’ın 99 isminin her birinin kendine ait sayısı var ve o sayı kadar tekrarlanarak zikir şeklinde bir ibadet olarak uygulanıyor.

Ancak Merter, bir terapistin terapi sürecinde Esma-ül Hüsna’yı zikir olarak vermesine karşı: “Zikirden ziyade, o isimleri nasıl yaşayabileceğimiz önemli. Hafız, Vedud, Rahman, Veli isimleri, ne yaparsak içimizde tecelli edebilir? Daha ziyade pratik uygulamaları açısından ele alıyorum. Mesela Rahman’ın tecelli etmesi için, psiko-hijyene dikkat etmek, yalan söylememek, dürüst olmak vs. lazım. Vedud isminin tecelli etmesi içinse yaşlılara yardım edilebilir.”

İnsan eğer mutlu ve özgür olmak istiyorsa “alma” halinden “verme” haline geçmesi gerektiğini savunan Merter, terapilerinde de insanları alan-varoluş konumundan veren-varoluş konumuna geçmeye teşvik ediyor. Bu ilginç terapiyi ise “hayır terapisi” olarak adlandırıyor: “İnsanın dünyaya bir şeyler vermeye başlaması lazım. Ama bunu hangi kanaldan yapacağını kişi kendi bilir. Şimdi çok güzel hayır kuruluşları var, onlara katılabilir.”

Merter’e göre, aslında depresyon insana “Sana bu kattaki varoluşun yetmiyor” diyen bir çağrı! Bu çağrı, Merter’in de kitabında işlediği “insanın çok-katlı yapısı” konusunu içeriyor: “İnsanı bir gökdelen gibi düşünün. Bir, aşağıya, mahzenlere doğru iniş potansiyelimiz; bir de bulunduğumuz kattan yukarı doğru çıkma potansiyelimiz var. Bu alt ve üst katları bilinçdışı olarak tasavvur edebiliriz. Aslında insan, yaratılışı itibari ile ‘Hazreti insan’… Yani içinde müthiş bir potansiyele sahip! Ancak, bulunduğu katı ve orada kendisini sınırlayan rolleri ancak bir üst kata çıkıp aşağı bakınca fark edebiliyor.”

“Batı psikolojisi nefsin katlarını bilmiyor!”
İslam tasavvufunda nefsin yedi mertebesi olduğunu söyleyen Merter, bu mertebeleri de şöyle sıralıyor: “Nefsi Emmare, yani kötülüğü emreden ve bundan zevk alan; Nefsi Levvame, yani kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen; Nefsi Mutmainne, yani tatmin olmuş; Nefsi Radiyye, yani Allah’tan razı olmuş; Nefsi Mardiyye, yani Allah’ın razı olduğu; Nefsi Mülhime, yani Allah’tan ilham almaya başlayan; Nefsi Kamile, yani olgunluğa ermiş… Tüm psikoloji ekollerinin ortak noktası, nefs-i emarenin arzularını tatmin etmektir. Üst katlara doğru gelişebilmek için, ilk önce bu katların varlığını bilmek gerek. Oysa üst katların varlığından haberdar olmayan Batı psikolojisi, aynı katı süslemeyi amaçlıyor. Bu yüzden, insanları bu katlardan haberdar etmeye çalışıyorum. Çünkü bir üst kata, Nefsi Levvame’ye çıkınca alt katlara bakmak, ‘Ben bu rolümden sıyrılabilir, benim için daha özgürleştirici bir varoluş tarzına geçebilirim’ demek mümkün.”
Ancak, tasavvufi bir rehberlik yapmadığının da altını çiziyor Merter: “O üst mertebelere, yani makamlara çıkmak, tasavvufi eğitim ile mümkün. Ben sadece insanlara gönül ferahlığı yaşatmaya çalışıyorum. Nefsin üst katmanlarına çıkabilmek içinse, Allah’ın isimlerinin tecellisi bir zaruret.” Anlattığı tüm bu terapi süresince, rüyaların çok önemli olduğunu vurguluyor Merter. “İçimizde bize yardım etmeye çalışan bir dost var ve bizimle rüyalar aracılığı ile konuşuyor. Ama onu anlayabilmek için şifrelerini bilmek gerekiyor” diyen Merter, rüyaların her insana özel şifrelerinin terapi sürecinde açığa çıktığını savunuyor: “Böylece insan ‘can’ını hissediyor, varoluşu bir boyut daha kazanıyor.” Merter’in iddiaları sonrası İslam ve psikoloji üzerine tartışmalar da alevlenecek gibi görünüyor…

“Ormanda kaybolmuş insanın izini sürüyorum”
“Dokuz Yüz Katlı İnsan” kitabında örnekli rüya analizlerinin yanında Batı psikolojisine, farklı bilinç hallerine, namaz-oruç gibi İslami uygulamalarda yaşanan bilinç değişimlerine, günümüz insanının yaşadığı tüketim çılgınlığı ve krizlerine, Mevlana ve İbn Arabi gibi tasavvuf alimlerinden alıntılarla yer veren Merter’in, aslında mesleğe ilk başladığında bu konulara ilgisi yokmuş. Bir kadın hastasının, terapi sonrası “Şimdi ne olacak” diye sormasıyla insanların daha da gelişme potansiyelini araştırmaya başlamış. Böylece İslam ve tasavvufla tanışmış. “Geldiğiniz noktadan memnun musunuz” sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Değilim. Bu bir başlangıç, ama iyi bir iz üzerinde olduğumuzu hissediyorum. Karanlık varoluş ormanında kaybolmuş insanı anlamak için bir patika bulduk ve yavaş yavaş çıkıyoruz.”

Benötesi Psikoloji: 21. yüzyılın ekolü olmaya aday
“Psikanaliz”, “varoluşçu” ve “insancıl” ekollerinden sonra psikolojinin dördüncü ekolü olan “benötesi psikoloji” (Transpersonal Psychology), psikoloji ve spiritüel deneyimlerin kesiştiği bir alanda faaliyet gösteriyor. Psikolojinin kavram, teori ve metotlarını, spiritüel disiplinlerin konu ve pratikleriyle kaynaştırıyor. Benötesi psikolojinin temelinde, her insanın derinliklerinde, genelde bilinen, güncel hayata yansıyan yönünden daha yüce bir yön olduğu inancı var. Buradan yola çıkarak benötesi psikoloji, dünyanın dört bir yanındaki, farklı inanç sistemlerinin uygulamalarını kullanıyor. Benötesi (Transpersonal) teriminiyse ilk kez C. Gustav Jung kullanmış. Ancak, benötesi psikolojinin ayrı bir alan olarak ele alınması Abraham H. Maslow’un çalışmalarıyla başlıyor. Roger Walsh, Frances Vaughan, Stanislav Grof, Arthur J. Deikman, Ken Wilber ve Charles T. Tart gibi bilim adamlarının katkılarıyla gelişen benötesi psikoloji, 21’inci yüzyılın ekolü olmaya aday!

Karşı görüş

“Dünya yedi kulplu bir kazan; bir ucundan tut sen de kazan.”
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümünden Prof. Dr. Ahmet Çelikkol ise “Allah’ın güzel isimleri” ve psikolojik sorunlar arasında ilişki kurulmasını şöyle eleştiriyor:

“Bu konu hassas bir alan. Ancak şunu söyleyebilirim: Eğer anksiyete gibi bazı psikolojik sorunlar Allah’ın isimlerinin insanda gerektiğince yaşanamamasında kaynaklanıyor olsaydı, İslam ülkelerinde bu tür psikolojik rahatsızlıkların oranı, Batı ülkelerine nazaran daha düşük olurdu. Ancak elimizde bu yönde bir istatistiksel bilgi yok. Batı dünyasında beyinde Allah inancına ait bir bölge olduğuna dair çalışmalar yapıldı, ancak bu bilgi teyit edilemedi. Ben bu tarz yaklaşımı bireysel bir çıkış olarak görüyorum, bilimsel bir temele dayanmıyor. Atalarımız şöyle demiş: Dünya yedi kulplu bir kazan; bir ucundan tut sen de kazan.”
 
Merhaba Ruhan,
Sana özelden yazmaya çalıştım (hatta yazdım yazdım sonra 100 mesaj uyarısını verince hüsrana uğradım :)) fakat ben siteye yeni üye oldum dolayısıyla 100 mesajı doldurmadım ve sana özelden yazamıyorum. İstersen sen bana özelden mail adresini ver ordan yazayım sana.

Görüşmek üzere...
 

Emeğinize sağlık güzel bir paylaşımdı ama ben bu yazıyı okuyunca çelişkiye kapıldım bu makaledeki ilk ve güçlü görüşe göre ankseyite yaşayanlar Allah'ın 99 isimini kalplerinde yaşatamayanlar yani dinden uzaklaşmaya başlayan insanlarmı oluyor? yani benim gibi ankseyite hastaları dini duygularımız eksik kalbinde kötülükmü yaşatan insanlarız demekmi isteniliyor
eğer öyle denilmek isteniyorsa neden ankseyite hastalarının çoğunluğu zor çocukluk yaşamış , genelde iyi kalpli insanlar veya insanlardan büyük haksızlıklar görmüş yada çok büyük acılar yaşamış insanlar oluyorlar , kötü kalpli kötülük yapabilecek kapasitede olan bir ankseyite hastası görmedim duymadım ben eeee burda bir çelişkiye düştüm inşallah düşüncemi saçmalamadan anlatabilmişimdir
 
kızlar herkese merhaba aşkıtomu asker ettim dün akşam ağlaya sızlaya
şimdiden çok özledim nasıl geçer bilmiyorum
sizler nasılsınız ya kimse devamlı gelmiyo buraya neden sık görüşüp dertleşemiyoruzzz
 
kızlar herkese merhaba aşkıtomu asker ettim dün akşam ağlaya sızlaya
şimdiden çok özledim nasıl geçer bilmiyorum
sizler nasılsınız ya kimse devamlı gelmiyo buraya neden sık görüşüp dertleşemiyoruzzz
 
kızlar herkese merhaba aşkıtomu asker ettim dün akşam ağlaya sızlaya
şimdiden çok özledim nasıl geçer bilmiyorum
sizler nasılsınız ya kimse devamlı gelmiyo buraya neden sık görüşüp dertleşemiyoruzzz
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…