Paylaşmak!
Paylaştıkça artar umutlur, azalır karamsarlıklar.
Paylaştıkça artar sevgiler, azalır mutsuzluklar.
Paylaştıkça artar zenginlikler, azalır fakirlikler.
Tüm güzellikler paylaştıkça artarken, tüm çirkinlikler azalır.
Paylaştıkça anlamlanır anlar, paylaştıkça artar sevgiler, paylaştıkça zaman değerlenir, paylaştıkça tatlanır yemekler
İnsan oğlu paylaştıkça zevk alır hayattan
Bu nedenle paylaşmak istedim duygularımı, böylece artacak içimdeki mutluluk; bu nedenle paylaşmak istedim sıkıntılarımı, kırgınlıklarımı, böylece atacağım içimden üzüntülerimi.
Şimdiden teşekkür ederim mutluluğuma ve üzüntülerime ortak olup beni huzura götürdüğünüz için.
------------------------------
Kitaplarda anlatılanlar, televizyonda sunulanlar gibi kutsal ama kolay değil asla!...
Yüce Yaratan Cenneti anaların ayağının altına bedavaya sermiyor. Rahme düşmesi ile başlıyor dertleri, sıkıntıları.
Yanlış anlamayın sitem etmiyorum.
Asla!
Oğlumu sağlıkla alayım yeterki kucağıma, razıyım bulantılara, yanmalara, kusmalara, halsizliklere, batmalara ve daha nicesi sıkıntılara.
Sadece kolay olmadığını söylemek istedim. Kitaplarda anlatılanlar, televizyonda sunulanlar gibi kutsal ama kolay değil asla. Ki ben henüz bebeğini kucağına almaş bir anne değilim, yalnızca gün sayan bir anne adayıyım o kadar.
Doğmamış çocuğu don biçmek derler ya benimki de o hesap. Doğmadan derdine düştüm oğlumun.
Önce iki çizgi ile başladı stresi.
Kalbi atıyor mu?
Sağlıklı mı?
endişesi 24 saat olmadan götürdü bizi doktora. Sürpriz bir bebek olunca korku ve endişeler katlanıyor hemen.
Nasıl bir anne olurum?, ne yaparım? derken
Folik asit bile kullanmadım!, iki gün önce ilaç aldım!, geçen hafta bel ağrısı için kas gevşetici krem kullandım!
Allah'ım ya ona bir şey olursalarla başladı endişeler.
Her şey yolundaydı çok şükür.
Rahmin içindeydi, kalp atışı vardı ve her şey normal seyrinde gidiyordu 6 hafta 1 günlük olduğunda oğlum. Bu endişelere bulantı ve kusmalar eşlik ediyordu tabi ki. Eskiye göre daha çok koku alıyor, önceden duymadığım ya da fark etmediğim ne kadar çok kötü kokunun olduğunun keşfini yaptırıyor gebelik insana. Leş gibi kokan bir dünya da yaşıyormuşum da haberim yokmuş hissi uyandırıyor. Açken insanın iştahını kabartan, açlığını tetikleyen o mis gibi kokan yemekler meğer nede kötü kokuyor, mide bulandırıyormuş. Sadece kokusu mu? Hayır, görüntüsü bile mide bulandırıcı bir çoğunun. Bir rüyadan uyanmak gibi görünen ve gerçek arasındaki uçurum.
-----------------------------------------
Bozuk paradan yatak yapabileceğimiz boyutta bir insancık!...
Daha önce bir kalp atışı, bir kıpırtı olarak gördüğümüz bebeğimiz 10. haftada minyatür, mini mini bir insancık oluveriyor. Bozuk paradan yatak yapabileceğimiz boyutta bir insancık. Her hafta yeni bir isim taktığınız ve bu isimlere baklagillerden başladığınız bir süreç bu zamanlar. Sırasıyla mercimeğim, börülcem, fasulyem, barbunyam derken meyvelere sıra geliyor üzüm tanem, eriğim ve portakalım derken büyüyor.
Ekrana bakarken önce yabancı geliyor. Sanki belgesel izler gibi. Sonra bir anda fark ediyorsunuz etrafı. Burası bir kadın doğumcunun muayenehanesi ve siz karnınızı açmış uzanıyorsunuz. O ekranda belgesel izler gibi izlediğiniz insancık ise sizin içinizde büyüyen sizin bebeğiniz.
----------------------------------------
Sözde ferahlatıcı ve rahatlatıcı, nane aroması!
Birgün bulantı ve kusmalar tavan yaparken bir gün sonra geçivermiş gibi oluyor. Yaz yağmuru gibi gelip geçiveriyor iyi hissettiğim günler, saatler. 12 haftayı geride bırakmanın haklı gururu ile geride bırakmayı beklediğim bulantılar daha da şiddetleniyor bana nisbet yaparcasına. Migren azıyor, migren ile birlikte mide de azıyor tabi.
Oysa migren şikayeti olan kadınların %90'ı gebelikte migren şikayetleri azalırmış, %10'luk grup içine girmenin ne gereği var şimdi!.
Daha iki yıl önce baş ağrıları için tedavi görmüş ve ağrılarından kurtulmuş birisi olarak unutmuşum baş ağrılarını ne güzel.
Zamanla ağrılara da alışıyorum. 16. hafta ile midem rahatlamaya başlıyor az biraz. Tam olarak kurtulmasam da kokular eskisi kadar iğrenç değil artık. Tabi hala nefret ettiğim, bir türlü yıldızımızın barışmadığı kokular da var.
Nane mesela.
Diş macunları, mide ilaçları hepsi nane aromalı. Sözde ferahlatıcı ve rahatlatıcı. Benim için değil tabiki!. Özellikle diş macununda tek aroma, alternatifi yok. Midemi yanmadan kurtaran ve bulantılarımı rahatlatan ilaç da nane aromalı olunca iş çığrından çıkıyor. Hem iyi geliyor hemde içinceye kadar akla karayı seçiyorum.
------------------------------------------
Sizinle bir bütün, sizden bir parça ama bambaşka bir birey var içinizde!...
Bir anda içimde bir kıpırtı oluyor. Nabız atışı gibi cansız ve minik bir kıpırtı. Bir mucizeye tanıklık etmenin şaşkınlığı ile aydınlanıyor insanın yüreği.
İçinizde sizinkinin dışında atan bir kalbin olduğunu biliyorsunuz hatta duyuyorsunuz ama buna bir de hissetmek eklenince yaşanılan duygunun tarifini yapmak imkansız oluyor ki bu harika bir duygu.
Görmediğiniz, tanışmadığınız ama hissetiğiniz, sizinle bir bütün, sizden bir parça ama bambaşka bir birey var içinizde.
O kıpır kıpır, içiniz daha da bir kıpır kıpır...
----------------------------------------
Fark etmez demeyin!
Tabiki öncelikle sağlıklı olsun. Ama her iki cinsiyetinde getirdiği ayrı ayrı sorumluluklar var!
Sıra cinsiyetini öğrenmeye geliyor. Fark etmez demeyin! Tabiki öncelikle sağlıklı olsun. Ama her iki cinsiyetinde getirdiği ayrı ayrı sorumluluklar var.
Her gün bir kadının öldürüldüğü, dayak yediği, tacize uğradığı, tecavüze uğrasa tecavüzcüsü ile evlendirildiği, hatta tecavüzcüsünden hamile kalsa o çocuğu doğurmak zorunda bırakıldığı bir ülkede; hür, kendine güveni tam, kendini ezdirmeyecek bir kız çocuğu yetiştirmek ne kadar zor ise toplum tarafından egolarının bu kadar yüksek tutulduğu, kendini yarı tanrı ilan edip insanların ölüm kararlarını verebilen, duygularını ifade etmeyi ayıp bilen; ataerkil toplumumuzda yaşarken kadına değer verip saygı duyan, duygularını ifade eden ve yarı tanrı olmadığının bilincinde bir erkek çocuğu yetiştirmekte bir o kadar zor.
Cinsiyetiyle; her hafta değişen, baklagillerden başlayıp meyvelerden devam ederek seçtiğimiz sıfatlar yerini "Oğlum" a bırakıyor, bir ömür boyu kullanılmak üzere.
---------------------------------------
İçimde sağlıklı ve güven içinde olduğunu bilmenin verdiği hazzı engelleyen, keyif ve huzuru vaat edip vermeyen Rixos gibi vücudum!...
Evet! İkinci üç aylık dönem. Bir çok kadının balayı dediği dönem.
Aynı düğün sonrası balayımız gibi. Eşimle dinlenmeyi umut ettiğimiz, en iyi otel markası olarak düşüp, vaatleri ile bizi cezbeden Rixos gibi tam bir fiyasko. Ettikleri vaatleri almak için kavga edip, '"beğenmiyorsan çek git" tavırları ile dinlenelim derken daha çok yorulduğumuz balayı gibi; gebeliğimin balayı olarak tabir edildiği bu ayları.
Baş ağrıları, sıklığı azalsa da devam eden bulantılar, daha önceden de var olan ve gebelikle çekilmesi daha da güçleşen bel fıtığı benim bir umutla beklediğim balayımı iyice nahoşlaştırıyor.
Oğlumun hareketlerini ise daha iyi hissediyorum. İçimde sağlıklı ve güven içinde olduğunu bilmenin verdiği hazzı engelleyen, keyif ve huzuru vaat edip vermeyen Rixos gibi vücudum. Tam dinleneceğim derken daha yorgun, daha bitkin
------------------------------------
Sanmıştım ki "hamileyiz" diyecek!...
22. haftanın en güzel yanı ise içimdeki kıpırtıyı paylaşabilmek olacağını düşünüyordum. Aylardır bendeki değişimlere dışarıdan bakan, bendeki fiziksel, duygusal ve zihinsel değişimlere yalnızca seyircilik eden eşimi de dahil etmek gebeliğime. Sevgilisinden hamile kalıp bebeğini tek başına doğurmaya karar vermiş bekar anneler gibi kendimi yalnız hissediyordum ki bir umut doğdu içime. Artık eşimde oğlumun içimdeki varlığını hissedebildiğine göre "hamileyiz" diyebiliriz artık diyordum ki.
Hiçte öyle olmadı. Bir türlü dahil edemedim gebeliğime onu. Çocuk istiyordu aslında, hatta benden bile çok. Sanmıştım ki "hamileyiz" diyecek, bir anne adayı olarak şimartılacak, yıllardır zevk almadığı hediye alma olayını abartacak, eskisinden daha çok iltifat edip beni yere göğe sığdıramayacak, öpücük yağmuru altında sırılsıklam ıslatacaktı beni.
Güzel hayallermiş
Ben her yediğimi çıkartmaktan yorulmuş, tuvalete gitmekten uyuyamazken o benden daha yorgun ve bıkkın sanki. Her daim benden önce kalkan kocam daha çok uyur oldu. Ben aylardır eve kapanmak zorunda kalmış vücudumun bana yaşattığı zorluklarla savaşırken güç almayı beklediğim, yüzümü güldürecek, kaybettiğim enerjimi bana geri verecek diye beklediğim kocam aynı şeyler benden bekler gibi. Sıkkın, enerjisi düşük, bıkmış; tüm sıkıntılara, değişimlere ayak uydurmaya çalışan kendisiymiş gibi.
--------------------------------------
Beni mutlu edecek yalnızca iki elmaydı oysa!
Ben öyle sürekli bir şeyler aşeren bir gebe olmadım. Midemi rahatlatmak ve ayakta kalmak için zorla yedim. Mevsiminin dışında şeyler de istemedi canım. Bir dafasında canımın istediği midemi rahatlatan yeşil elmayı bile almaya gitmedi eşim. Önce biraz sonra dedi, yorgundu, sonra ise evden çıktı ve gelmedi.
Unutmuştu!...
Annem sağolsun kıvrandığımı görüp babamla gönderdi beni elma bahçesine. Topu topu iki elma yemiş, birisini de sonra çıkarmıştım ama tatmin olmuştum sonunda. Tazecik meyve ağaçlarına ulaşmak en fazla 5 kilometrelik bir mesafedeydi ve beni mutlu edecek yalnızca iki elmaydı oysa. Gücüme gitmesi de bu yüzden sanırım.
---------------------------------------
Hatırladım bakmakla görmenin farkını bir kez daha!...
Sabah kalkınca uzun saatler aç kalmanın intikamını almadan midem, bir şeyler yemeye çalışıyorum her zaman. Uyandıktan sonra dakikalarla yapışıyorum bir şeyler atıştırmak için. Geç kalırsam midem kazanıyor. Ya yediklerimi burnumdan çıkartıyor ya da bir sonrakileri yememe izin vermiyor. Ben kazanırsam bir sonraki acıkmaya kadar rahatlayabiliyorum. Öyle ki mideniz bulanırken bir şeyler hazırlamak ve ne yiyeceğine karar vermek başlı başına bir marifet. Kimi zaman ne yiyeceğim derken, kimi zamanda yiyecek bir şeyler hezırlarken yetiştiremeyip zamanı, kaybediyorum yarışı. Çoğunlukla da kaybeden taraf ben oluyorum.
Tüm bunlar yaşanırken eşim ne mi yapıyor? Topu topu haftanın iki günü birlikte kahvaltı yapma fırsatımız olmasına ragmen onu beklerken hep midem kazanıyor yarışı. Midemden rüşvet almış gibi hep ondan yana, hep ona destekçi.
Bir gün dayanamadım sürekli kaybetmeye, oturdum ağladım "bana hiç acımıyorsun" diye. İstediğim tek şey uyandığımda bir taze ekmekdi oysa. Bahanesi hazırdı. Sıcak sıcak almak istemişmiş, yarışı kaybedince sıcak sıcak yiyebiliyormuşum gibi.
Bir sabah kahvaltımı içimde tutamayıp çıkarınca, evde kalan küçük bir parça ekmeği bitirdim. Beni iki saat bile tutmayacak bu atıştırmadan sonra tekrar açıkacağımı ve açlığın midemi daha da kötü yaptığına defalarca şahitlik yapmış olan eşim, "acıktım" diyene kadar ekmek almaya gitmediğini görünce hatırladım bakmakla görmenin farkını bir kez daha.
--------------------------------------
Kadınlık mı Annelik mi?
Evrim Sümer'in bir yazısının başlığıydı bu.
Kafama takıldı.
Bir anda derdimin kaynağını keşfettim bu soruyla aslında. Anneliğin heyecanı, mutluluğu yanında mini bir burukluk vardı nedenini anlayamadığım. Yeni bir sıfatım oldu derken kadınlık sıfatını kaybediyormuşum gibi hissettiğim içinmiş içimdeki burukluğun nedeni.
Annelik sıfatı ile değişiyor kadınlık algısı sanki. En azından bizim evdeki hava bu yönde esiyor.
Öyle ki bir türlü anlatamadım eşime sevişmenin bin bir türlü halini.
Sevişmenin okşanmak, öpüşmek, dokunmak da olabileceğini, aldığım kilolara, kalınlaşan belime, irileşen kalçama rağmen hala bir kadın olduğumu hissettirmek de olababileceğini bir türlü anlatamadım. Vücudumda ki değişimler, olmayan kıyafetler, kullanılmamaktan kuruyan maskaralar, memelerimi sığdıramadığım sütyenler, rafa kaldırılan topuklu ayakkabılar ile dişiliğimi, seksepalimi kaybetmenin verdiği ızdırap yetmiyormuş gibi eşiminde bir kadınmışım gibi davranmaması cabası.
Güzel sözler, özenle hazırlanmalar, traş olmalar, iltifatlar, mumlar, hediyeler yalnızca yatağa atma taktikleri olduğunu öğrenmek için hamile kalmak gerekiyormuş meğer.
--------------------------------------
Son üç ay!
En zor diye tabir edilen ama benim için en rahat geçen aylar. Vücudumla özellikle de midemle verdiğim savaşda galibiyetlerim artmaya başladı bu aylarda. Ya ben gebeliği alışyordum artık ya da vücudum da anlamıştı artık oğlumun varlığını. Oğlumun varlığını kabullenmiş olacak ki midem eskisi kadar uğraşmıyor artık benimle. Belim ara ara arıza çıkartsada nazlanmasına pek fırsat tanımıyorum bol bol dinlendiriyorum, çalıştırmıyorum çok fazla. Arada provakatörlerin gazıyla isyan çıkarıyor olsada midem yatıştırmasını öğrendim artık bende.
--------------------------------------
Konuştum. anlattım, istedim, bekledim!
Jestler bekledim altüst olmuş midemin yarattığı kafa bulanıklığımı birkaç dakikalığına unutturacak, her saniye beni başka başka duygular içine sürükleyen kalbimdeki tufanı anlıkta olsa unutturacak şeyler. Güzel sözler duymak için neler neler yapmadım ki fark bile etmediği şeyler.
Konuştum. anlattım, istedim, bekledim
Sonunda kendi kendime mutlu olmanın yollarını aradım. Duygularımı, hislerimi anlatmak için resimler yaptım, astım her yere gebeliğimi hatırlatsın diye. Kendime hamile tshirtleri tasarladım. "meslek tahminleri" adlı tasarımımla kime çekerse bebeğimizin nasıl olacağını anlatmaya çalıştım ince bir mükte ile.
Anlamadı.
Tshirtlerin sırtına kanatlar koydum. Anne olmanın şimarıklığı ile meleklik mertebesine yücelttim kendi kendimi. Uçmayı hep sevmişimdir. Hep uçarım. Bazen hayallerim, bazen kafam uçar. Mutluluktan da uçarım, fikirlerimle ve çizimlerimle de uçarım. Kimsenin görmediği kanatlarım vardır melek olmasamda ben hep uçarım. Artan ağırlığıma, kocaman göbişimin neden olduğu denge şaşmasına rağmen yine uçuyorum mutluluktan ama buruk, eksik. Bir kanat da eşimde taksın isterdim daha yükseklere çıkayım diye.
Vaz geçtim artık onuda hamile bırakmaya çalışmaktan. Zaten oğlumun doğumuna günler kalmışken bir anlamı da kalmamıştı artık. Anladım kocam kısırdı ve asla hamile kalamayacaktı. Asla "hamileyiz" diyemeyecektim ve o bir çok diğer babalar gibi hamile kalmadan baba olacaktı.
--------------------------------------
Mutlu sonun ilk habercisi...
38+2 hafta ile her an gelmesini beklemeye başladık oğlumun. Ve kontrolümüzde 2 cm açılma var dedi doktorum. nişan düşmüştü. Aylardır beklediğim hayalini kurduğum an geliyor muydu? Önce heyecanlandım. Hiç bir belirti yoktu, beklemiyordum. Bir hafta daha bekleyip sonra suni cancı ile başlatalım doğumu dedi doktorum. Ya da bekleyebilirdik. Ama ben emindim beklemeyecekti bir hafta. Nede olsa benim oğlum. Sabırsız olmalıydı :) Eşim ise kontrolden 3 gün sonra 12 Mart'ta olmasını umuyordu, kendi doğum gününde. Ama oğlum doğumgününü kimseyle paylaşmak istemedi ve babasına doğumgününde gelmeyerek sürpriz yaptı. Kontrolün üstünden cumartesiden cumaya bir hafta geçmişti fakat oğlumdan hala bir belirti gelmiyordu. Biraz endişelenmeye başlamıştım. Her şeyin doğal bir süreçte kendiliğinden olmasını istiyordum ve özellikle de sezeryan olmak istemiyordum. Stres ve endişe artmaya başlamıştı bende. Bir gün sonra ya suni sancı ile doğumu başlatacaktı doktorum ya da bekleyecektik ve bu karar tamamen bana aitti.
--------------------------------------
Ben belki de bir gün sonra doğum yapacağım eşimin işleri var
Ben doğuma doğru geçen her gün biraz daha endişelenirken eşim mesaideydi yine. Bize daha çok zaman ayırması için çalışması gerekiyormuş. O an ne kadar ihtiyacım olduğunu görmüyordu her zamanki gibi. Ben telefonda hala işte olduğunu öğrenince bozulmuştum, bekliyordum ve ertesi gün ne yapacağımızı konuşmak istiyordum. Beni hüngür hüngür ağlatacak bir telefon konuşmasının ardından eve gelen eşimde bir tavır bir kapris yarabbim yarın doğuracak sanki kendisi.
Evde misafir anne ve babalarımız oğlumu karşılamaya geldiler, çaktırmadan ağlıyorum.
Yatağa küs girmek istemeyen eşim attı yere battaniyeyi yerde yatacakmış. İki gündür çok kızmışım ona. Oysa o elinden geleni yapıyormuş. Saatlerdir ağlıyorum ve ağlatmak istemiyormuş aslında beni ama ben buna izin vermiyormuşum.
O an evliliğim, aşkım, sevgim hepsi gözümün önünden geçti. Aşkla nefret arasında ince bir çizgi var derler. İşte ben o ince çizginin üzerindeydim o an. Haklı bile olsa (ki değildi) karnı burnunda, doğurdu doğuracak olan biricik eşine bu kadar gözyaşı döktürmenin ne alemi vardı. Yaşadığım stresin, endişenin sinirini bile çıkarsam bu günümde alttan alabilir, idare edebilirdi. Bu kadar hatrım bile yok muydu?
Dost kara günde belli olur şu durumda bile kendini düşünüyor beni hiç umursamıyorsun dediğimde fark etti koca karnım ile yaşadığım stresi. Hatasını fark etmişti ama kırılmıştım. Aşkım zedelenmişti sanki. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünmeye başladım. Bu koca çatlak ile nasıl yürüyecek ilişkimiz diye düşünerek daldım uykuya.
--------------------------------------
Beklemeye devam
39+2 hafta olmuştu, kontrole gittik. Açılmada bir gelişme yoktu hala, 2 cm idi ama rahim incelmişti. Bekleyelim dedi doktorum. Aman Allahım ağzından bal damlıyordu. Bugün yarın kendiliğinden gelecek gibi dedi. Bir gün öncesi eşimle yaşadığım tatsızlığın üzerine doğuma girmek istemiyordum ve en önemlisi doğumgününe oğlum karar versin istiyordum. Bekleyecektik.
Moralim yerine gelmişti.
--------------------------------------
Veee mutlu son!
Sıra geldi doğum hikayemi anlatmaya. Ne zamandır sabırsızlanıyordum, bir türlü fırsat bulamadım yazmaya. Ki seviyorum anlatmayı çünkü her şey tam da hayal ettiğim gibi oldu. Sakin, huzurlu, kaygısız ve güvenle yaptım doğumu.
Bir çok şey insanın elindedir aslında. Korkularımız, inançlarımız şekillendirir çoğunlukla olayları. Ben hep doğumun kolay olacağına inandım. İnsanlığın var oluşuyla birlikte kadınlar doğurabiliyorsa ben de yapabilirdim. Kendime, doktoruma ve ekibine de güvendim hep. Korkulara kapılmadım. Normal ya da sezeryan bu doğum olacak bir şekilde. Her iki şekilde de az ya da çok ağrı ve acı olacaktı elbette. Ben hep normal doğum olmasını istiyordum tabiki tıbbi bir gerekçe olmadığı sürece. Ben hep olumlu düşündüm ve güvendim kendime. Tabi doktorunuzada güvenmek en önemlisi. Çünkü gebelik ve doğum benim için çok yabancı. Benim bu kadar cahil olduğum bir konuda işin uzmanlarının olduğunu bilmek tüm endişelerden kurtarıyor insanı. Ki siz ne kadar pozitif iseniz etrafınızdaki insanlar da o kadar rahat oluyor, o kadar iyi yapıyorlar işini. Sonuçta onlarda insan. Ki doktorum demişti senin doğumun kolay olacak diye. Bende "evet biliyorum!" diye cevap vermiştim. Ama sonuçta o doktorumdu ve bana gaz veriyor olabilirdi. Ama hayır daha sonra hastane ekibi ile tanıştım. Onlarda bana aynı şeyi söyledilir. Son olarak da doğuma gittiğimde kontrolümü yapan nöbetçi doktor da aynı şeyi söyledi beni gördüğünde. Güler yüzlü pozitif insanların doğumu kolay oluyor dedi.
Sonuçta acı görecelidir. Acı herkeste aynı olsada herkesin hissettiği farklıdır. Bu farkı ise sizin kafanızda kurduklarınız belirliyor.
Gelelim bizim hikayemize! Oğlum Bartu 18 Mart pazartesi saat 10.15' de dünyaya geldi. 16 Mart cumartesi günü rutin kontrolümüzde doktorumuz bugün yarın gelebilir ama "bugün yorgunum bugün gelme" dediğini duyan oğlum kırmadı doktorumu, bekledi. Sakin geçen cumartesiden sonra keyifli bir pazar günü geçirmemize izin verdi. 17 Mart pazar akşam yürüyüşümüzü yapmış üstüne güzel bir akşam yemeği yemiş yatmaya hazırlanıyorduk. Tuvalete gittiğimde bir anda akan bir miktar suyu fark ettim. Bir bardak kadar akmıştı az önce değiştirdiğim pedin üzerine. Şeffaf, berrak ve kokusuz ki ben kendine has bir kokusu olduğunu okumuştum. Ne idrar gibi ne de akıntı gibi. Emin olmak için bekledim biraz. Annelerle ayakta sohbet ederken dinledim kendimi. Evet azar azar sızıntı vardı. Bu gelen suyum olmalıydı. Saat 23.00 civarıydı ve evde herkes oğlumdan ümidi kesmiş yatmak üzereydi. Kimseye fark ettirmeden iyi geceler dileyerek geçtim odama. Eşime galiba suyum geldi dedim. Emin değildim ve beklerken bir duş aldım. Akıntılar artmaya başlamıştı ve ben doktorumu aradım. Eşimde bu sırada traş olmuş giyinmiş gözümün içine bakıyordu ne yapacağız diye. Doktorum beni hastaneye yönlendirdi. Eşim sen sakin olursan ben de sakin olurum diyerek paniklediğinin sinyallerini veriyordu. Sakindim, ağrım yoktu. Annem odasına çekilmiş kayınvalidem ise tam yatmaya hazırlanıyordu ki ben suyumun geldiğini söyledim. Hazırlanmış hastaneye gidiyorduk. Rahat uyusun, paniklemesin diye annemi uyandırmadık evden çıkarken. Ama sonradan bir öpücük bile almadan evden çoktığım için içim cız etmiş pişman olmuştum. Saat 00.30 olmuştu ve biz hastane yollarına düşmüştük. Elimde su mataram (ki doğum sırasında çok işime yaradı, eşimin ağzıma su vermesi kolay oldu) acilden giriş yaptık. Beni hemen sancı odasına yatırdılar ve NST'ye bağladılar. Nöbetçi doktor geldi ve NST'yi bekledi. Aslında önce kontrol etmesi gerekiyormuş ama gelir gelmez beni makinaya bağlayınca bekledi doktor. Daha sonra bir alt kattaki odada kontrolümü yaptı ve açılma 3 cm olmuştu. Suyumda gelmeye devam ediyordu. doğum başlamıştı artık. Oğluma kavuşacak olmanın heyecan ve mutluluğuyla kalktım masadan. Yürüyebilirim dememe rağmen tekerlekli sandalyeye oturtup öyle çıkattılar beni sancı odasına. Bu sırada eşimde giriş yapmış ve doğum çantamızı getirmişti odamıza. Bundan sonra sancıları bekleyecektik. Bir taraftan NST diğer taraftan serumlar ile bağladılar beni yatağa. Ama o kadar sıkıcı ki beklemek ara ara sıkılınca NST'den çıkıp dolandım oda da. Sancıların başlaması saat 4.00'ü buldu. Sırtta adet sancısı gibi ya da böbrek ağrısını andıran bir ağrıydı bu ara sıra karnımda da dolanan gaz ağrısı gibi sancılarda olmaya başlamıştı. Evet beklenen sancılar başlamıştı fakat yavaş ilerliyordu. Bu sırada nöbetçi doktor sık sık kontrole geliyor, açılmayı kontrol edip doktorumu bilgilendiriyordu. Sancılar daha fazla ilerlemeyince suni sancı verdiler. Suni sancı ile sancılarda, açılmada artmıştı. Sancılar arttığında ara ara odanın içinde dolanmaya başladım. Ayakta daha az hissediyordum sancıyı ve sancı geldiğinde de eşime dayanıyordum, o sırtıma masaj yapıyordu ki bu çok rahatlatıyor. İlk zamanlar ağrı ile birlikte titremeler oluyordu, sonra geçti. Bir de o her daim yanan ayaklarım bir türlü ısınmak bilmiyor ve donuyordu. Kat kat çoraplar ve battaniye yetmedi, eşim elleriyle ısıttı ayaklarımı. Ağrılar artıyordu saatler ilerledikçe. Rahatsız ediciydi ama dayanılamayacak gibi değildi. Epidural ile doğuma karşı değildim ama doğum sancılarını ve ağrı eşiğimi de merak ediyordum doğrusu. Bekleyip görmek istiyordum, dayanıklılığımı test edecektim bu fırsat ve dayanamadığım yerde isteyecektim. Sabah olmasıyla açılmada 6 cm'yi bulmuştu. Ben sancıların daha da artmasını beklerken zor kısmı atlattığımı ve bundan sonra ağrının daha fazla artmayacağını söylediler. Bu zamana kadar sadece yüzümü buruşturarak atlatmıştım sancıları. Nöbetçi doktora da epidurali duruma göre isteyeceğimi söylemiştim ve hala istemediğimi görünce de çok iyi dayandığımı söyledi. Zaten bundan sonra yapılacak epidural doğumu yavaşlatır ki buna gerek yok gibi diyerek rahatlattı beni. Zor kısmı epiduralsiz atlattığıma göre gerisini rahatlıkla atlatabilirdim. Kendime güvenim artmıştı. Bu arada mesai başlamıştı hastanede. Doktorum ve ekibi gelmişti. En çok istediğim şeydi doğumun sabah olması. Çünkü insanlar dinlenmiş mesailerine başladıklarında benimle daha iyi ilgileneceklerdi. Sonuçta onlarda insan. Eminim ki bu güler yüzlü ekip hangi saat doğum yaparsam yapayıp hep güleryüzlü olacaklardır ama ben yinede dinlenmiş zinde bir ekip ile olmaktan daha memnun oldum. Ki bir günlük tatilin ardından dinlenmiş olarak mesailerine başlayan doktorum ve ekibi günün ilk doğumunu bana yaptırdılar. Hep şanslıyımdır zaten :)
Evet ekip dinçti fakat 12 saatten fazla aç ve uykusuz ben, yorulmuştum artık. Açılmalar attıkça mide bulantısıda başlamıştı ama midem boş olduğu için yalnızca kuru kuru öğrürmekle yetindim. Yorgunluk arttıkça gücüm azalıyordu ki serumun içine yapılan ağrı kesici imdadıma yetişti. Ağrı kesici sancıları arttırırken benide uyutuyordu. Ama ağrı kesici beni sarhoş gibi etmişti ve güç toplamam için bisküvi ve vişne suyu getirmişlerdi. Ikınmaya gücüm olmalıydı bu nedenle de biraz yemeliydim ama bir bisküviden fazlasını yiyemedim. Sonunda açıklım 9 cm'yi bulmuştu. Doktorum açılmanın 10 cm olana kadar bir saat daha geçebileceğini ve bu sürede sancıların devam edeceğini ve daha sonra ıkınma hissedeceğimi söyledi. Ama bazen arkamı dönüyorum ve hasta ıkınmaya başlıyor dedi. Ve evet doktorum kapıdan çıkmıştı ki ben makatımda bir ağırlık hissetmeye başladım. Evet bu ıkınmaydı ve eşim hemen ebeyi çağırdı. Ebe kontrol etti ve evet ıkınma başlamıştı. Orada nasıl ıkınmam gerektiğini anlattı ve biz deneme yapmaya başladık. Beş altı denemenin sonunda ıkınma iyice artmıştı ve doktorumun gelmesiyle doğum odasına geçtik. Hastanede sancı odasının içinden doğum odasına direk geçiyorsunuz, koridora falan çıkmadan rahatça yürüyerek geçtim hemen doğum masasına. Bu sırada doğuma girecek olan eşimde giyinmiş hazırlanmış heyecanla bekliyordu. doğum masasına oturup 2-3 ıkınmadan sonra bebeğimin kafasının göründüğü müjdesini aldım. Eşim ise sağ omzumda heyecanla omzumu sıvazlıyor ve bana destek oluyordu. Bir nefes aldıktan sonra bir ıkınma ile kafası çıkmıştı ve son ıkınma ile oğlum doktorun elindeydi. Aylardır içimde kıpırdayan, merakla beklediğimiz oğlum, bu küçük varlık böcek böcek bakıyordu etrafa. Eşim ise kıpkırmızı gözlerle olayın şoku içinde bir bana bir oğlumuza bakıyor gözyaşları içinde beni öpüp duruyordu. Oğlumu hemen yanımdaki masada siler silmez verdiler kucağıma. Yanağı yanağıma değerken hissettiklerimi yazmam mümkün değil. Hani derler ya yaşamayan bilemez diye aynen öyle yaşamak gerek. Bu mini minnacık insancık 39 hafta 4 gündür içimde büyümüş ve şimdi kucağıma gelmiş meraklı gözlerle izliyordu annesini. İkimizde olayın şoku ile bakıştık önce, içimde büyümüş olsa da sonuçta yeni tanışıyorduk. Bu sırada doktorum plesentayı almış ve kesiyi dikmeye başlamıştı bile. Plesentayı falan merak ediyordum, bakacaktım içimden çıkanlara ama oğlumdan gözümü alamadığım için göremedim hiç birini. Bu sırada çocuk doktoru da gelmişti ve oğlumu hemen yan masaya alıp kontrollarine başladılır. Ki hastanenin bu olanağına da bayılmıştım. Oğulumu benden ayırmadan her şeyi gözümün önünde yapıyorlardı. Ve ben bu sırada onunla konuşuyordum ki oğlumda kafasını çevirmiş aylardır sesini duyduğu bu yüze dikkatli dikkatli bakıyordu. Oğlumun kontrolleri benimde dikişim bittikten sonra ikimizi de giydirdiler ve oğlum kucağımda geçtik mavi kurdelalarla süslü odamıza.
Sancılar ve doğum sırasında eşimden başka kimseyi istemediğim için anneler evde kalmıştı. Eşim doğuma girerken haber vermişti ve biz odamıza girer girmez onlarda geldiler. Gözyaşları, tebrikler, dualar ve maşallahlar eşliğinde başladı asıl zorluk.
Emzirme
Aslında ilk emzirme sırasında da yalnız olmak istemiştim ama anneleri bu kadar tutabildik. Neyse
Emzirecektim ama benim meme uçları hooop! yok oluvermişti. Normalde dokununca fırlayıveren meme uçları nazlanıyordu ve kendini içe çekmişti. Ben kanter içinde doğum yorgunu ve tecrübesiz oğluma memeyi vermeye çalışırken mememe kaç elin dokunduğunu kaç kişinin mememin neresinden tuttuğunu hatırlamıyorum bile. Sanırım çabamı gören herkes en az bir kere el attı mememe. Annelerin süt yok, süt gelmedi şeklindeki telefon görüşmeleride eklenince sonunda sinirlerime hakim olamayıp koyuverdim gözyaşlarımı. Gıkımı çıkartmadan doğumu atlatmıştım ama emzirmede takılıp kalmıştım. Meme ucum olmasa da sütüm vardı aslında akmıyordu ama damlıyordu ki olması gerektiği gibiydi aslında. Okuduğun kitaplarda ve katıldığım eğitimlerde ilk gün yarım çay kaşığı süt gelse yeter diyorlardı ve benimde yarım çay kaşığından fazlaydı aslında gelen. Ama gel bunu anlat. Öyle ki annem ne dediyse uzun bir süre her arayan sütümü sorar olmuştu. Bunlara hazırlıklıydım, kulak asmayacaktım aslında ama insan ister istemez etkileniyor işte. Bu arada ziyerete gelenler tebrik telefonları derken gece olup refakatçılarımda uykuya dalınca baş başa kaldım oğlumla ve ilk kez gerçek anlamda o an emzirdim oğlumu. Aslında süt yokluğu, meme ucunun çıkmaması falan değildi engel. Biz oğlumla baş başa kalınca, rahatladık ve bu sayede emzirebildim bebeğimi. Neymiş ders olsun doğum yapıp emzirdikten sonra haber veriliyormuş eş dosta. Kimse kötülüğünden değil ama benim gibi sakin kafayla rahat ediyorsanız en güzeli yalnız kalmak.
--------------------------------------
Ve sonrası
Çatlayan meme uçları (ki doğuma son iki ay kala başlamıştım göğüs ucu kremlerine), göğüste ağrılar, mastit ile gelen ağrı ve ateş, kocaman olan ve belimin taşımayı reddettiği göğüslerde cabası. kadınlar birde doğumdan korkuyor siz asıl emzirmeyi görün. Korkacaksanız emzirmeden korkun, inanın doğumdan daha zahmetli.
Gebelikte her ay kontrole gidiyorduk doktora doğumdan sonra üç güne bir mememdeki bir sorun için gittim hastaneye, doktorum ve ekibi doğumdan daha çok uğraştılar memelerimle. Ve halada uğraşıyorlar
Ben problemli göğsüme inat emziriyorum ve oğlumda acıyan mememe inat emmeye devam ediyor
.
--------------------------------------
Ve gebeliğim boyunca destek ve bilgisini esirgemeyen, kendime güvenimi kazandıran, sabırla her soruma cevap veren, doğumdaki emekleri ve güler yüzü ile doktorum Prof. Dr. Aydan Biri'ye teşekkürlerimi iletiyorum. Kulakları çınlasın :) Ki doğumdan sonra sürekli bir meme problemiyle arayıp duruyorum ki sabırına hayranım her hafta muayenehanesinde hastalarının arasında benimlede uğraşmaya devam ediyor. Daha sonra gebe koçu gibi çalışan güler yüzlü Fatma ebemiz var ki buradan sevimliliğini anlatmam zor. O da meme ucumu çıkarmak ve emzirmeyi başarmam için az uğraşmadı. Ve Balgat Koru Hastanesi personeline tek tek teşekkür edemesemde hepsi ayrı ayrı güleryüzlü ve yardımseverdi. Doğduğu gün oğlumu sünnet ettirdiğimiz için üroloji doktorundan çocuk doktoruna hepside çok cana yakın ve güler yüzlüydüler. Hepsinin kulağı çınlasın :) Hastane ise olanakları ile beni yeterince tatmin etti. Sancı ve doğum odasının bir arada oluşu, oğlumun hemen yanımda kontrol edilip benden ayrılmayışı benim için çok önemliydi. Aynı zamanda acil durumlar için yenidoğan yoğun bakımının olması da çok rahatlatıcıydı. Ama doğumdan sonra süslü püslü gelen loğusa şerbetini çabuk geri götürdüler :) Aynı gün 4 erkek çocuk olunca yetmedi galiba diğer doğuma yetiştirmek için bardaklarımızı çabuk aldılar elimizden :) İşin espirisi bir yana emegi geçen herkesin kulağı çınlasın teşekkür ediyorum buradan...