• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Yeni Başlangıçlara

Afformasyonlar dilime dolandı,aklıma geldikçe söylüyorum. Bir yandan da iyi oluyor,Amaçlarımı hatırlamama yararı oluyor,kararlılığımı sürdürüyorum.Son paylaştığım yazıdan sonra,hayatıma giren,hayatlarına girdiğim dokunduğum kişileri düşünüyorum.Onlar bana neler öğretti,ben onlara ne çeşit etki yaptım diye...Şimdi bunların ışığında,karşılaştığım kişilere karşı davranışlarım konusunda daha özenli davranmam gerektiğinin bilincindeyim.Çocuklarıma karşı bile.benimkiler büyük ama küçük çocuklar her sözümüzden kendilerini,hayatlarını etkileyecek anlamlar çıkarabiliyorlar.
Bugünlerde bir cümle okudum hoşuma giden:EN İYİSİNE HENÜZ SIRA GELMEDİ....
İnsanı,olasılıklar,beklentiler üzerine umutlandıran bir söz.

"Allah kuluna üç şekilde cevap verir ; "Evet" der,istediğini verir ; Hayır" der, daha iyisini verir ; "Bekle" der,en iyisini verir... Hz. Mevlana

O yüzden hiç bir zaman umudu kaybetmemeli diyorum.Daha iyisi gelecek...
 
Say ki, sen bir kıyısın, gelip gidenler dalga...
Kimi okşar, kimi vurur, kimi değer geçer...
Kimine mest olursun o dalgaların, kimine sinir...
Kimi zoruna gider, kimi hoşuna...
De ki:
"Rabbim, şu deryanın sahibi sensin.
O halde bana, şiddeti ve ziyareti ne şekilde olursa olsun,
dalgalarını sevmeyi,
fakat her birinin gelip geçici olduğunu unutmamayı nasip et.
"Zira dalga bazen bir kişi, bazen bir olay olur da imtihan geliverir."
İmtihan..
O seni olgunlaştırmak için Allah'ın lütfettiği bir ikramdır.
Kimi zaman dostlarla kimi zaman düşmanlarla imtihan edilirsin.
Bazen kimsecikler olmazda kendi nefsinle imtihan edilirsin.
Bazen de çok sever, Sevdiklerinle imtihan edilirsin.
(Alıntı)
 
$Children-running.jpg
ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT
Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye :
“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
... Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.
Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla,
“Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.
Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir . .
 
$teyze.jpg

Bilene Her Gün Bayram...

Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

Vuslat da bayramdır öte yandan...

Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.

Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezinmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...

Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.

"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum"

Bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...

Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.

Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.

Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör
akıllılıktan evladır.

Her gününüz bayram olsun..!

Alıntı
 
Hayatımın artık daha düzenli ve verimli hale geldiğini görüyorum.Kararlı olma amacım gerçekleşiyor.Hergün düzenli egzersiz yapıyorum.İspanyolca çalışmalarım da fena değil.Bugün bir gazetenin başlıklarına göz attım,şimdide İŞİD konulu bir makaleyi inceliyor ve yeni kellmeler öğreniyorum.Hemen hemen yazıldığı gibi okunduğundan sıkıntı yaratmayan bir dil.Şimdilik yüzde yüz çeviremiyorum,ama içeriğini kaba taslak anlıyorum.Akşamları da tv programlaının videolarına bakıp kültürleri hakkında fikir edinmeye çalışıyorum.
En iyi yapabildiğimizi düşündüğümüz,hayalimiz olan şeyleri yapmaya çabalamak,tatminkarlık duygusunu beraberinde getiriyor.
 
$1497129-887437-silhouette-girl-with-bicycle-nera-the-sea-showing-thumbs-up.jpg
Dışarıda hiçbir şey yok
En sarsılmaz inancın, en zararlı inanışın, kendin dışında bir dünyanın varlığına; bağımlı olduğun bir şeye veya birisine; sana bir şeyler veren veya senden alan, seni seçen veya suçlayan bir şeye veya birisine inanmandır.

Bir savaşçı, bir anlığına bile dıştan gelecek bir yardıma inansın, derhal yıkılmazlığını yitirir.

Dışarıda hiçbir şey yok.
Hiçbir yerden gelecek bir yardım yok.

İnsanın en kötü hastalığı bağımlı olmaktır.
Başkalarına ve onların yargılarına bağımlı olmaktan kötüsü yoktur.
Kendimizin dışındaki bir şeye aşık olup kendimizi unutmak, bağımlı olan dünyanın keşmekeşi içinde kendimizi yitirmek, kişisel gerçekliğimizin tek yaratıcısının kendimiz olduğunu unutmak demektir.

Kendi dışımızda bir dünya yoktur, her neyle karşılaşır,görür ve dokunursak ‘bizi’ yansıtmaktadır. İnsanın yaşantısındaki diğer kişiler, olaylar ve koşullar, onun koşullarını meydana serer. Dünyayı suçlamak; şikayet etmek, kendini haklı göstermek ve saklanmak, düşmüş bir insanlığın göstergeleri, ‘gerçek’ bir iradenin yokluğu kadar, bağımlı olmanın da kesin semptomlarıdır.

Dünyayı her an sen yaratıyorsun.
Bir kişi bütün ve gerçekse, kendine egemen olduğundandır; olayların görünür dinamizmi ve konumların çeşitliliği yerine, dünyanın kendisinin aynası olduğunu bilir.

İster iyi, ister kötü olsun, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, kişinin karşılaştıkları hepsi, gerçeklik değil, kendi yansımalarıdır. Herkes daima ve yalnızca, kendisi neyse onu biçer. Tohum da harman da sensin.
İşte bu nedenle tarihteki bütün devrimler hep başarısızlığa uğramıştır. Onlar dünyayı dıştan değiştirmeye kalkıştılar.
Bundan böyle yardım almak için dünyaya bel bağlama. Ötesine geç! Dünyayı geliştirenler, ancak dünyanın ötesine geçenlerdir.
Ötesine geç!

İnsan yüzyıllardır, kendi yansıttığı film içindeki görüntüleri değiştirebileceğine inanarak ekranı kazıdı.

Sen, bu budalalığı bırak!

Savaşları, devrimleri ve ekonomik, politik ve sosyal reformları unut; her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen. Düşlenenle değil, yüreğindeki düşleyenle ilgilen. En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, ama tek anlamlı olan, kendini değiştirmektir.
 
$10382987_679253105478604_2541708628425539027_n.jpg
ENERJİNİZİ TÜKETEN SEYLER:

•Kendinize vermiş olduğunuz fakat bir türlü tutamadığınız sözler

•Kullanmadığınız halde evinizde, işyerinizde bulundurduğunuz her türlü materyal.

•Görüşmek istemediğiniz halde “ayıp” olur düşüncesinden ötürü iletişim halinde olduğunuz herkes.

•Geçmişinizde affedemediğiniz, hala zihninizde kavga halinde olduğunuz aile fertleri ve kişiler.

•Evinizde sizi bekleyen fakat bir türlü vaktiniz olmadığı için yapamadığınızı ifade ettiğiniz birikmiş tadilat veya işler.

•İstemeyerek giriştiğiniz her türlü proje.

•Sevmediğiniz fakat “kim sevdiği işi yapıyor ki?” dediğiniz işiniz

.•Her türlü dağınıklık.

•”Yarın yaparım” diyerek ertelediğiniz, her yeni hayaliniz.

•Canınızı sıktığı halde görüşmeye devam ettiğiniz herkes.

•Her yıl ertelemeye yöneldiğiniz ya da bir görev misali gittiğiniz tatiliniz.

•Yapamadığınızı, başaramadığınızı düşündüğünüz her şey. (hayallerinizdeki işiniz, hayallerinizdeki eşiniz, hayallerinizde yaşamak istediğiniz yer…)

• “Hayır” diyemediğiniz, iyi niyetli olduğunuz için yaptığınızı sandığınız her şey.

•Mutsuzluğunuzdan kaynaklı gösteremediğiniz performans.

•Tutamadığınız her türlü söz.

• “Keşke” diyerek hayıflandığınız her şey.

•Vermek istediğiniz ama bir türlü veremediğiniz cevaplar.

•Sağlığınızla ilgili aldığınız ama bir türlü uygulayamadığınız kararlarınız. ( spora gitmek…)

•Vermek istediğiniz kilolarınız.

•Cevaplamadığınız mailler.

•Tamamlanmamış, ötelediğiniz, ertelediğiniz, sizi yiyip bitiren her şey!
 
Dün huzurlu bir canlılık vardı üzerimde.Biraz ev işi,yürüyüş.İspanyolca gazetelerde dikkatimi çeken yazılara göz attım.Gece,uzun süredir oynadığım bir çeşit puzle oyunun,takıldığım seviyesini geçmeyi başardım.
İngilizcede "challenge" kelimesi var.Zorlama,meydan okuma gibi bir anlamı var.Bence güzel bir kelime.Hayatımız,durağan,heyecansız hale geldiyse herkese bir challenge gerekli.İşte ben de bu yüzden hayatımı anlamlı hale getirmeye,kendi challenge imi bulmaya çalışıyorum.
Akşam yemeğimi yedikten,işler kalmadıktan sonra,ispanyolca gazeteleri açıyorum,bir sekmede de google translate açık oluyor,yeni kelimeleri öğrenip,kaydediyorum.Gramer üzerine notlar almıştım zaten,şimdi kısa,basit parçalarla gramerin de hakkını vererek çalışmaya geldi sıra.İkinci dil öğrenirken ilk öğrendiğiniz yabancı dilin etkisi önemli.Örneğin ben lisede fransızca görmüştüm.Kuralları ağır bir dildir.Ama onun mantığını anlayan biri italyanca,ispanyolca,hatta romenceyi bile kolay öğrenir.
Bu dili başarırsam,alfabesi farklı dillerden birini düşünüyorum.Bir ara rusça kitabı almıştım.Harfleri söktüm,basit kelimeleri okumaya başladım ama sürdürmedim.Arapça veya japonca da olabilir.Memlekette araplar çoğaldığına göre arapça daha işe yarayabilir.Ama yazısı gözümü kokutuyor.
 
$poster-color-drawing-walk-way-in-forest-mongkol-chakritthakool.jpg

Ne kusursuz insan ara, Ne de insanda kusur!!!‏

Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler. Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır. Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.

Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.

Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:

"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?"

Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.

İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:

"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."

Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner
:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"

Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:

"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."

ÖZETLE:
Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur,
öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de
seni mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise
bulduğun için mutsuz olursun...
 
Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında,
en güzel çare,
dağ ile karı başbaşa bırakmaktır.
Gün gelip karlar eridiğinde,
dağ yolunuzu gözleyince,
en güzel cevap,
başka bir dağdan selam yollamaktır.
 
$Savanna-Art-Drawing.jpg
Bir ormanda iki kisi agac kesiyormus. Birinci adam sabahlari erkenden kalkiyor, agac kesmeye basliyormus, bir agac devrilirken hemen digerine geciyormus. Gun boyu ne dinleniyor ne ogle yemegi icin kendine vakit ayiriyormus. Aksamlari da arkadasindan bir kac saat sonra agac kesmeyi birakiyormus.
Ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya basladiginda eve donuyormus. Bir hafta boyunca bu tempoda calistiktan sonra ne kadar agac kestiklerini saymaya baslamislar. Sonuc: Ikinci adam cok daha fazla agac kesmis. Birinci adam ofkelenmis :
-“Bu nasil olabilir? Ben daha cok calistim. Senden daha erken ise basladim, senden daha gec bitirdim. Ama sen daha fazla agac kestin. Bu isin sirri ne?” Ikinci adam yuzunde tebessumle yanit vermis :
- “Ortada bir sir yok. Sen durmaksizin calisirken ben arada bir dinlenip baltami biliyordum. Keskin baltayla, daha az cabayla daha cok agac kesilir.”Kendimizi gelistirmek, baltamizi bilemektir. Kendimize zaman ayirip,yasamimizi objektif bir bakisla gozden gecirmektir. Zayif buldugumuz alanlarimizi gelistirmek icin caba gostermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin guclenmesi icin olmazsa olmaz bir kosuldur.
 

Bir kuş konduğu dalın kırılmasından korkmaz, çünkü güvendiği dal değil "kendi" kanatlarıdır...

Bu sözü daha önce yazdım mı bilmiyorum.Ama hoşuma gitti.
İnsanın boşluğa düştüğünde tutunacak dal aramadan önce kendine güvenmesi ne güzel bir şey...Etrafta kendi dertlerini anlatıp onu dinleme zahmetine katlanmayanlar; kendilerince doğru buldukları yolları farkettirmeden empoze etmeye kalkanlar .. insanın yanında yöresinde moral bozucu bunca unsur varken,onun kendi iç sesine güvenip,kendine en doğru yolu bulması ne güzel...
Mutlaka herkesin etrafında sevecen bir aile ferdi,samimi bir dost vardır yalnızlığını giderecek,yeter ki gönül gözümüzü açık tutalım,sevgi dolu bir dünyada yaşadığımız görebiliriz.
Olumsuz duygulara ara sıra da olsa kapılmak enerjimizi düşürür.Enerjimizi yüksek tutmalı,frekansımızı yükseltmeliyiz ki,dünya içinde yaşamaktan hoşlanacağımız,çocuklarımıza bırakabileceğimiz,sevgi dolu ortama ulaşsın..
.
 
$14578_559823817380933_9626611_n.jpg

Seyret, Sus ve Dinle

Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karsısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.

Dedi ki, 'Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor.'

Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu. Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.

'Iiiiiiiiihhhhhh, bu da ne?
Bu küçük fare benim manzaramı simdi neden bozuyor? '

Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve söyle bir titredi. Tepeden aşağıya doğru bir kaç tas hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düsen taslarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyretmeye.
Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.
Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:

'Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlar siz olamayız. Sen de seninle birlikte yasamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim ısınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu? Kabul et gerçeği, hersey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede her gün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DINLE.'

Dağ denize sordu:

'SEYRET, SUS ve DINLE? O da ne demek? '

Denize bak.. Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin...Sustuğunda kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin... Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin
 
Bugün,havanın etkisinden midir bilmem,değişik bir hal var üzerimde.Aklıma aniden geçmişte çeşitli dönemlerde yaptığım yeni başlangıçlar geldi.
,Lisede okul değiştirmek;bir evliliği sonlandırmak,yeni bir yaşam kurmak; iş değiştirmek...Şimdi de böylesi bir değişiklik içimden geçiyor.Hayır,şu an hayatımda çok sıkılıyorum diyebileceğim bir şey yok.Ama,sanki yeni bir şeyler olması gerekiyormuş,olacakmış gibi geliyor...
Ben de denizin dağa öğütlediği gibi,bugünü seyredip,dinlemekle,izlemekle geçirmeye karar verdim.Günlük rutinimin dışına çıkacağım.Bakalım gün neler getirecek?
 
Bugün hava hafif kapalı gibiydi,benim de havam havaya bağlı olarak değişmişti.Ben de kendi manzaramı seyrettim,dinledim.Akşam çocuğum için yeni fırsatları araştırırken buldum kendimi.
Birkaç yıldır ekonomik sıkıntı içine düşmekten korkuyor,adımlarımı ona göre atıyordum.Büyük çocuğum yüksek lisans dediğinde bir an tereddüt etmiştim,çalışsa daha iyi değil mi diye.Şimdi ise ekonomik açıdan kendimi daha güvenli hissediyoum.Ve çocuğun istikbaline engel olmamalıyım diyorum.
Yani hayatı değiştirecek yeni olaylar benim için değil,çocuğum içinmiş.Oturdum internette yüksek lisans,doktora filan konularını araştırdım.Umarım onun için her şey yolunda gider.
Gördüğünüz gibi,hayatta her zaman bir yeni başlangıç fırsatı oluyor.Ama siz,ama çevreniz için.Hayatta değişmeyen tek şey değişim...
 
$Kate_Winslet_Color_Drawing_by_riefra.jpg
Hayatımızda karşımızdaki kişilerle olan ilişkilerimizi yönetme gibi bir dürtüye istemeden teslim oluruz. Daha da garip olan, kafamızda canlandırdığımız davranış modelini görmek isteriz. Aslında ana sorun, karşımızdaki kişiyi göründüğü gibi görmeyip, hayalimizdeki gibi olmasını isteriz. Ne yazık ki hayatın olağan akışında fazla üstünde durmadığımız durumdur bu ‘kabul’. Anlayacağınız ‘kabul’ sorunumuz vardır.

Aslında ‘Kabul’ bir vitamindir. Hepimiz, olduğumuz gibi kabul edilmeye açlık duyarız. Birlikte olduğumuzda gevşeyebilece.ğimiz birini isteriz. Pek azımız genel olarak dış dünyayla iliş.kilerimizde tamamen “kendimiz” olma cesaretini gösteririz. Ancak yanındayken kendimiz olabileceğimiz, birlikteyken kendimiz olmayı göze alabileceğimiz birini isteriz, zira onun bizi kabul edeceğini biliriz.

Gariptir, başkalarını kabul eden ve onları oldukları gibi beğenenler, başkalarının davranışlarını iyi yönde değiştirme.de en başarılı olanlardır. Başka insanların nasıl davranmaları gerektiği üzerine katı kişisel kurallar oluşturmayınız. Karşınızdakine “kendi olma hakkını” tanıyınız. Biraz tuhaf bir insansa, bırakın öy.le olsun. Sizin her yaptığınızı yapmasını ve her beğendiği.nizi beğenmesini beklemeyiniz. Sizin yanmazdayken rahat.lamasını sağlayın.

Bir psikologun ifade ettiği gibi, “Hiç kimse, bir diğerini yeniden biçimlendirme kudretine sahip değildir; ancak, kar.şınızdakini olduğu gibi beğenmekle, ona kendisini değiştir.me gücünü vermiş olursunuz’’.

Psikanalistler insanların daha iyi olmalarına nasıl yardım ederler? Hasta kendisini olduğu gibi kabul edecek birisini bulmuştur. Yaşamında ilk kez; korkularını, utandığı şeyleri açığa çıkarır ve doktor da şaşkınlık, dehşet ve ahlaki yargıla.ma göstermeksizin dinler. Tüm “utanç verici” özelliklerine ve kusurlarına rağmen onu kabul eden bir insanoğlu bulduğu için, kendisini kabul edilebilir görür ve yeniden daha iyi bir yaşama doğru yoluna devam eder. Bir psikanalistin dediği gi.bi: “Eğer insanlar ‘kabul’ konusunu gerçekten uygulasa, çok kısa sürede işimizden oluruz.”

Herkesin açlığını duyduğu birinci sihirli şey kabuldür. Tüm dünyaya karşı duran, insanların en acımasızı dahi, ken.disinin kabul görmesine gereksinim duyar. Örneğin; Hitler et.rafına kendisini beğenmekte olan insanlardan ufak bir gurup toplar ve her gittiği yere onları da beraberinde götürürdü. Gençlik çeteleri; toplumun başka kesimlerince ya da ailelerince kabul görmeyen bu çocukların, çete üyelerince kabul görerek biraz kişisel önem, biraz da ait olma duygusu kazan.maları sonucu ortaya çıkmaktadır.

İnsanları oldukları gibi kabul ederseniz onlar sizden şu beş mesajı almış olurlar:

-Ben varım.

-Ben doğalım

-Seviliyorum

-Değerliyim.

-Güvenebilirim.

Eğer oldukları gibi kabul etmezseniz bunların tersini al.gılarlar.

-Ben yokum

-Ben doğal değilim.

-Sevilmiyorum.

-Değerli değilim.

-Güvenemem.

Yapmanız gerekenler, insanları oldukları gibi kabul edin. Kendileri olmalarına izin verin. Sizin kendisini beğenmeniz için kusursuz olmasın.da ısrarcı olmayın. İnandığınız doğruları yaşaması adına ona baskı ve diretme uygulamayın. Aynının yapmasını bekleme.yin.

Her şeyden önemlisi kabul konusunda pazarlığa girme.yin. Asla şöyle demeyin “Bunu veya şunu yaparsan veya ba.na uyacak biçimde bazı yönlerini değiştirirsen, sana kabul gösteririm. Bu göstermemiz gereken ilgi ve sevgiyi bazı şart.lara bağlamaktır.

Kısaca hayatın olağan akışına kendinizi bırakın. Farklılık kadar büyük zenginlik yoktur. Bunun keyfini çıkarın..


Kaynak: Canten Kaya
 
$6906_14.jpg

Öz, hep var olan, ebedi ve ezeli kaynak… Varlığı, kendi içerisinde bir dinamik yarattı ve bu dinamiklik içinde enerjiler oluştu. Işık ve karanlık ile bir bütün oluştu ve ışık karanlıktan ayrılarak doğayı yarattı. Yaratım, dallanmalar göstererek hızla ilerlerken, muhteşem bir bütünlük ve bağlantı oluştu. Parça, bütünü yansıttı, bütün parçayı… İnsan evreni, evren insanı…

Kaos, yaratımın en koşuludur. Lakin kaos bir planın dağınık hali olduğu için kendi içerisinde gizli bir düzene sahiptir. Bundandır ki kaos, yaratımın ilk halidir. Ardından düzen gelir ve düzen içerisinde asıl varlıklar oluşmuştur. Bu felsefe bize varlığın ve birliğin temel bilgisini sunmaktadır. Bu noktada hepimiz kendi içimizde farklı bir hissi yaşayabiliriz; Öyleyse bizi biz kılan nedir?


Hepimiz birbirimizin bilgisini içimizde taşırız. Ortak bir zihni, ortak bir ruhu paylaşırız. Farklılıklar bizim seçimlerimizle oluşur ve seçimlerimiz bize verilen en büyük hediye olan iradenin bir yansımasıdır. Bu yansıma, tekâmülü ve tekrar öze dönüşün önemli bir parçasıdır. Çünkü irade, farkında olmanın vazgeçilmez unsudur. Kuvvetli irade, evrenle kuvvetli iletişim anlamına gelirken, zayıf irade iç ses dışındaki tüm seslere karşı dayanıksız ve obsesyona açık olmak anlamına gelir.

Parça bütünden ayrıldığından beridir –ki aslında hiçbir zaman bir ayrılık olmamıştır, sadece ayrıldığı yanılgısı oluşturulmuştur- bütünü tekrar arayışa çıkmıştır. Bu yüzdendir ki her insan fark etse de etmese de bu arayıştadır. Bu arayışa kültürler farklı isimler vermişlerdir. Genel olarak ilahi aşk olarak bilinen bu arayış, kalpten evrene, evrenden kalbe dönük yapılan bir gelişimdir. Bu gelişim süreci içerisinde kendi içsel dünyamızı keşfetmemiz ve dolayısıyla evreni keşfederek, bütüne dönmemiz için bazı önemli anahtarlar vardır.

Niyet, bunların ilkidir ve kapının kilididir. Niyet, basit bir cümle, düşünce ya da dua olabilir. Ama ne kadar basit olursa olsun, niyet her şeyin başlangıcıdır. Kendi yaşam amacımızla ilgili ettiğimiz tek niyet, tüm yaşamımızın istikametini değiştirecek açılımlara sebep olabilir. Herhangi bir gece derin bir huşu içerisinde ettiğimiz tek bir niyet, amaca ulaşmamız için en önemli anahtar olabilir.

Kabulleniş, bu kapıdan geçiştir. Maalesef birçoğumuz açık kapıya bakar ve girmekten korkarak geri döneriz. Hâlbuki isteğimizin gerçekleştiğini görüp, kabullenmek ve dolayısıyla korkulardan arınıp, nihai sevgiyi ve merhameti hissetmek elzemdir. Korkularımıza odaklanmak yerine bize sunulan fırsatın arkasındaki yüksek sevgiyi hissetmeliyiz. Bunu hissettiğimiz anda kapıdan geçmişiz demektir. Ve kapıdan geçtikten sonrası ise çok büyük bir yolculuğun başlangıcıdır.

İstek ve farkındalık ise bu yola adım attıktan sonra bizi nihai huzura götürecek katalizörlerdir. Tabiri caizse kapıdan girdikten sonra yukarıya çıkan merdiven basamaklarıdır. Her bir basamak bir farkındalıktır ve her bir farkındalık seviyesi tekâmülün bir aşamasıdır. Böylelikle her farkındalıkta bir basamak çıkmış ve tekâmülde bir adım daha ilerlemiş oluruz. Her adımda bizde değişiriz ve enerjisel-zihinsel-duygusal hatta fiziksel bütünlüğümüz daha yüksek bir titreşime dönüşür.


Dua, bu kapıdan geçtikten sonra bizim yükselişimiz için kullanacağımız yol göstericidir, ilahi destektir. Nerede olduğumuzu ve sondaki geçişi görmek için elimizde olan kandildir. Ama ne yazık ki bazılarımız elimizde bulunan bu çok önemli kandili yakmayız, hatta görmeyiz. İşte bazen olduğumuz basamakta bir aşağı bir yukarı bakar, bir adım ilerleyemeyiz. Bu noktada dua, evreni titreştiren, kalpten evrene yapılan bir yolculuktur. Dua, kalpleri ve ruhu aydınlatan nurdan bir kandildir.

Peki, bu şartlar altında ilerlerken sürekli bir yükseliş yaşıyorsak, nereye doğru yükseliyoruzdur? Madem O, ebedi ve ezeli olan, her şeyin özü ise ve her şey onun içinde var oluyor ve O’nun içinde dönüşüyorsa, O bizim hem içimizde, hem dışımızda akıyorsa ve varoluşunu sürdürüyorsa, biz nereye yükseliyoruz? Bu soruları sorduğumuzda fark ettiğimiz aslında kendi içimizde yükseldiğimizdir. (Yükselmek kelimesi bile bir doğrultuyu tanımlar. Hâlbuki tekâmül bir tarafa doğru değildir. Çevreye genişleyen bir daire gibidir. Tekâmül, her yöne gelişimdir.) İçsel ve dışsal yükseliş aslında tek bir yükseliştir. Neyin nerde olduğu önemli değildir. Parça ve bütün tek ise ve tek olan sadece O’ysa, dolaylı olarak bizde O oluyorsak aslında O’na yapılan yolculuk kendi içimizde yaptığımız yolculuktur. Aslında bizler evrenin ta kendisi, evren ise bizim varlığımızdır. Her şey birbirinden ayrı değil tek bir benlik içeriyorsa, bütün bu koşuşturma, bütün bu çeşitlilik hep aynı yöne doğrudur. İşte bunu fark ettiğimizde, bunu içselleştirdiğimizde gerçek ve koşulsuz hoşgörü, merhamet ve sevgiden bahsedebiliriz. Hepimiz aynı kaynaktayız ve hepimiz aynı kaynağa dönüyoruz. Ve ne olursa olsun hepimiz bunu, içimizde derinde bir yerde hissediyoruz.


Kaynak: indigo dergisi
 
$rettt.jpg
-------------------------------------------------------------------
OYUNA BAŞLARKEN...
ÇOK ÖNCE düşünebildiğimiz zamandan çok önce hepimiz karu belada yaratıldığımızda mükemmel ruhlar olarak oyuna başladık. Oyun bahçesi dediğimiz cennette oynuyorduk. Şimdiki gibi egolarımız yoktu ve her birimiz onun nefesinden bir parça taşıdığımızın bilinci içerisinde mutlu mesut yaşıyorduk... Sonra birden içimizden biri bir teklifle çıktı ortaya... Neden daha kapsamlı bir oyun oynamıyoruz. Hepimiz dikkat kesildik... Nasıl bir oyun olacaktı bu. Teklifi yapan belli ki üzerinde epey düşünmüştü... Hemen açıklamaya koyuldu.
Bu oyun çok kapsamlı bir oyun olacaktı. Koskoca bir evren yaratılacaktı. Her şeyin özü titreşimdi. Ve çok farklı titreşimler yaratılacaktı. Gezegenler. Yaşam formları, bitkiler, hayvanlar taşlar, gördüğümüz ve görmediğimiz bir kâinat yaratılacaktı...
PEKİ, OYUNUN AMACI NE OLACAKTI?
Malum her oyunun bir amacı vardı...
Oyunu planlayanlar hemen yanıtladı. Deneyim ve öğrenme oyunun amacı... Her oyun gibi oyunun bir sahası olacaktı... Bu saha içerisinde her ruh kendi özgür seçimine göre oyuna girecek deneyimini yaşayacak ve istediği anda çıkacaktı. Oyuna giren ruh, oyuna girmeden önce kendisine bir senaryo yazacaktı. Ve bu senaryoda amacı neyi öğrenmek, neyi deneyimlemekse ona uygun bir senaryo yazacaktı. Oyun alanına girdiği anda özgür iradesi olacaktı. Oyunun kuralı, yaratıldığımız boyuttaki sahip olduğumuz tüm yetilerimizi oyun alanına girerken bırakmayı taahhüt etmekti... Biz yaratıldığımız boyutta istediğimiz yaratabilen, cennetlerde yaşıyorduk... Her birimiz bir melektik.
Birden ortalığı bir heyecan dalgası yayıldı. Pek çok ruh ilginç bulmuştu bu oyunu... Ve tartışmalar başladı... Fikirler ileri sürüldü. Roller düşünüldü... O ana kadar fark etmedikleri ne çok ayrıntı vardı... Hepsi bir kitaba yazıldı. Kurallar,roller, sahneler.O anda melekler iki kısma ayrıldı. Bu oyuna girmek istemeyenler ve maceracı serüveni sevenler ve oyunu oynamak isteyenler... Oyunu oynamayanların adları melek olarak kaldı. Ama oyuna girmeyi kabul eden bizler insan olarak adlandırıldık... Ve az önce dediğim gibi hepimiz birbirimizi diğer boyuttan tanıyoruz ve oyun bittiğinde gene aynı yerde oturup belki sohbet ekeceğiz. Seni ne kadar güzel kandırdım değil mi? Diye soracağız nede olsa bir oyun sergilemiştik. Kim olduğumuzu unutarak. Gerçekten benim bir hırsız olduğuma nasıl inandın ama? Ya da sana istediğin dersi verdim değil mi?Bana hep sorardın, ihanet nasıl bir duygu diye. Sanırım rolümü iyi oynadım ki, bir an bile aklından geçmedi, senin en yakın dostun olabileceğim... Ama itiraf et çok güzel oynadım... Kim bilir... Geçmişe bakıp çıkardığımız oyunda daha iyi oyun çıkarabilirdik deyip, yine güleceğiz. Nede olsa altı üstü oyun işte...
Oyuna katılmayan melekler bizi destekleyeceklerine söz verdiler. Oyunun kuralları çok ağırdı. Maddeye giren ruh, aslını çok kolay unutabiliyordu... Böylesi anlarda onu yola çekecek, iç ses, ya da kalp gözü dediğimiz gibi, bize duygularımızda hislerle ya da rüyalarla ilham vereceklerdi... Uyuduğumuz zaman ruh özgürdü. Ve bizi destekleyecek olan meleklerle buluşabilirdi. Ancak yine şartı vardı bu buluşmaların. Asla bire bir hatırlanmayacaktı. Bazen uyarılacaktık, uyaran, bu oyunda rol almış annemiz, bazen babamız, belki uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımız olarak girecekti rüyalarımıza. Bu arada hatırlatıcı rolü oynayacak ruhlar da çıktı ortaya. Onlar peygamberler olacaktı... Bize aslımızı ve diğer boyutu anlatmaya çalışacaklardı... Ancak oyun çok ciddiydi. Adı oyun da olsa var oluş basamaklarını tırmanmakla da alakalıydı. Oyun perdeler halinde ama bir bütünlük içerisinde sürecekti. Adına çağlar denen bölümleri olacaktı.
Ancak oyun aklın alamayacağı kadar karışık olacaktı... E kolay değildi tabi. Üst boyutta her şeyi yapabilen bizler maddenin içinde aslımızı unutacağımızı bilemezdik... Ruhun cinsiyeti yoktu. Ama biz oyunu elimizden geldiğince ayrıntılı hale getirdik. Yukardayken işler çok daha kolaydı. Kadın ve erkek olarak ayrıştık önce... Ama oyun adildi. Eğer bu yaşamda ya da bu perdede erkeksen ve kadınları anlamadıysan, yargıladıysan, suçladıysan, bir sonraki perdede kadın olarak geliyordun. Yargıladığın anda bir sonraki perdede aynı oyunu sen oynayacaktın. Oyun içinde oyunun amacı açıklanmayacaktı... Bu nedenle sembollerle anlatım, ya da masallarla anlatım devreye alındı. Oyunu az çok anlayanlar oldu her zaman. Anladıklarını kendi anlatabildikleri, kendi yorumlayabildikleri kadarı ile yazdılar. Ve kitaplar çıktı devreye. O kadar çok kitap vardı ki... Her biri kendi dilince anlatıyordu. Ve her kitapla dinler çıktı ortaya... Oysa ne çabuk unuttuk aynı kaynaktan gelmiştik buraya, oyunun amacı burada unutma perdesi içinde gücümüzü hatırlamaktı. Bunu başaran artık oyuna girmek zorunda değildi. Onun için oyun bitmişti. Oyun ilk başta tüm kuralları ve sahneleri ile yazılmıştı. Ruhlar sadece oynayacakları role doğuyorlardı... Oyun dualita kalıpları içinde oynanacaktı. En azından dünya gezegeni için böyleydi. Belki başka gezegenlerde başka oyunlar oynanıyordu. Ya da dünya bir lise, bitiren daha üst bir oyuna girecekti. Hani kuran der ya... “dönüşünüz ancak banadır”.
Oyuna girerken iyi rolü oynayacak ve kötü rolü oynamaya istekli ruhlar vardı. İyi rolü oynamak her zaman daha kolaydı. Kötü rolü oynamak zordu. Nedeni ise biz her birimiz özde pırıl pırıl tanrısal nuru taşıyan varlıklardır. Ama oyun kuralı bu, iyi olan bir de kötüyü oynamak zorundaydı...
Dünyada bizi en çok üzenler diğer boyutta bizi en çok seven ruhlar oluyordu genelde. Bize kötüyü anlatmak için yeniden bu oyun alanına girmeye razı oldukları için.
Oyunun iki amacı vardı. Biri, sahip olduğumuz özü hatırlamak, diğeri ise gelişmek, tekâmül etmek ve geldiğimiz yere dönmek için yolculuğa devam etmek... Bir başka açıdan oyunun amacı, sevgi bir enerjiyse, başıboş kaldığında sevgi enerjisi neye dönüşecekti?
Ruh ölümsüzdü. Ölen sadece seçilen bedenlerdi. Ama dedik ya oyun çok kapsamlı bir oyundu. Madde dünyasında öyle çok kural ve kaide vardı ki... Birden oyun alanına girdikleri anda kontrol etme gücünü öğrenmek isteyen ve bizi yönetmeye kalkan ruhların provokasyonları göz önüne alınınca sanki oyun içinde oyunlar çıkıyordu ortaya... Bilimler çıktı. Tıp, savaş, eğitim, dil, uzay, çeşitlendikçe çeşitlendi. Hz. Alinin dediği gibi. İlim tekti ve cahiller onu çoğaltmışlardı. Eh bizde oyuna ilk başladığımızda cahildik. Unutma perdesi ile gelmeyi kabul etmiştik. Kaynak aynıydı. Ve özde özü hatırlamanın kuralları basitti. Hz Musa ile verilen on emirdi özü... Ama sonradan öyle ayrıntılara dalındı ki, nerdeyse oyun amacından saptı. Amaç nerdeyse araç oldu.
Hepimiz yaşama ne kadar bağlandık, özümüzden nasıl uzaklaştık, hatta öyle uzaklaştık ki, bir oyun içinde olduğumuzu unuttuk. Tek gerçeğimiz dünyaydı artık...
Kendimize karşı kendi savaşımızı vermeye başladık. Oyun alanına girmeden önce o kadar kendimize güveniyorduk ki, kendimize biçtiğimiz rolleri epey ağır seçiyorduk. Ne varki sanki yukardayken işler buradaki gibi değildi ve basit sanıyorduk. İlk oyun alanına girenleri bekleyen yaşam şartları vardı. Yırtıcı hayvanlar vardı soğuktu, açlık vardı. Öncelikle aşılması gereken doğa yasaları vardı. Acıkan bir bedene sahiptik. Barınacak yer bulmalıydık. Isınmak için yapabileceğimiz fazla bir şey yoktu. Ancak asla donanımsız değildik. Aklımız vardı, hafızamız vardı, mevsimler olduğunu gördük. Bunların hiç biri yukarda sorun olmamıştı... Gene olmaz sanmıştık. Hatta bazıları oyun alanını geldikleri gibi terk etmek zorunda kalmışlardı. Yırtıcı bir ayının pançelerinde can vermek olmuştu ilk dersleri. Daha sonra oyun alanına her girişlerinde bu yüzdendi ayılardan korkmaları.
Hani dedik ya oyun alanına giren her ruh topladığı puanlarla değerlendirilecekti. Ve her biri öğrendiği dersi yeniden öğrenmek zorunda kalmayacaktı... Öğrenilecek ne çok ders vardı... Her bir meyvenin tadı, kokusu, rengi, şekli, bizde yarattığı katkı, ya da güzel bir manzara karşısında duyulacak hisler vardı. Kızgınlıklar, öfkeler, çaresizlik, ihanet ve her birinin şahıslara göre değerlendirilmesi, ihanet eden ve edilen, ağlayan, ağlatan, sevilen, sevilmeyen, ölen öldüren, ne çok rol vardı. Ve bazılarımız maceracı oldukları kadar, hırslıydı da, hiç durup dinlemeden oyuna girip çıktı, ama bazıları ise arada dinlenmeler verdi. Biri pek çok dersi tamamlarken bazılarımızın hiç acelesi yoktu.
Oyuna girerken bildiğimiz oyun kurallarını burada hatırlamayacaktık ana kural buydu... Ama bazılarımız sadece hatırlatıcılar olarak rol almıştık... Ve bilimle uğraşıyordu. Geri dönüşün yolu bilimdi. Bazılarımıza göre ise içe dönmek kalp ile bağlantı ile hatırlıyorduk. Ve hepsi doğruydu... Her ruh kendini en iyi bilen ve tanıyandı. Ruh âdeti kadar hatırlama yolu mevcuttu.
Oyuncular içinse hep birilerine tabi olmak vardı. O başardı, demek ki onun yolu doğru diyorduk. Oysa Kuran bize diyordu ki asla raina demeyin. Beni yönet demeyin, sürüler olmayın... Çok kalıp bir unutma perdesi ile geliyordu işimiz zordu...
Oysa hep denmişti ki, her zorluğun yanında kolaylık da var.
Hepimiz birbirimizi farkında olsakta olmasak da destekliyorduk . Hepimiz aynı maddeden yaratılmıştık. Aynen su misali. Biz fiziksel bedenlere girdiğimizde aynen bir buz kalıbı gibiydik, ruhumuzla temasa geçebildiğimiz anda su olmaya başlıyorduk ve eğer ruh ile bütünleşmeyi başarırsak biz artık bir buhardık. Her şey enerjiydi ve enerji titreşim demekti. Bunu keşfetmemizse epey bir zaman alacaktı. Nihai hedefse, önce ayrılacaktık, sonra yeniden birleşecektik. Buzun su haline dönüşü bir çağ olarak adlandırılacak, ya da su buhar haline ancak oyun sona yaklaşırken dönüşebilecekti. Buhar haline geçiş ise yeni bir sınıf ya da yeni bir derse başlamaktı.
 
Ne de güzel paylaşımlar. Kendi blogunuzu açmanızi daa tavsiye ederm . Çoğu hikayeyi okudum enfes. Dilerim Allah bu aradığınız yeni baslangici size bi an evvel verir. Inanc düzeyinzi bilmiyorum ama dua edin ustelik bir camiye giderek. . Inanin bana çok rahatlatacak sizi.
 
Back