Hoş geldiniz
Nasıl dolandırıldınız?
Ben senin yazdıklarından her zaman çok şey öğrendim. Fırsat bulup gelirsen çok sevinirim.Selam canim. Adi hosuma gitti topigin. Hayatimi kolaylastiran, belli bir duzende gitmesini saglayan rutinleri severim. Icerigini tam olarak anlamak icin, firsat buldukca en bastan okuyacagim canim.
Üzüldüm geçmiş olsun. Bu ülkede aslında yetkin olmayan ancak satışı iyi olan tonla insan var malesef.emdr terapisi diye bi terapi almaya klinik psikolog diye birine gittim. Bana sebebi bilinmeyen hastalıkları bile tedavi ettiğini söyledi. 750 lira ödeme yaptım 3 seans için adam daha ogrenciymis. Uyguladığı terapi de fiyasko oldu.
Hoş geldiniz. Düzen bizim işimizTopiği beğendim düzen tertip işine bayılırım her vakit bulduğumda da bu yönde şeyler yaparım.
Aranıza katılmayı çok isterim
HoşbuldumHoş geldiniz. Düzen bizim işimiz
yaralarınızı nasıl tedavi ediyorsunuz ? Bana bir ornek verir misiniz ?Çok teşekkürler canım. Çocuk karşısında sakin durabilmek benim en çok mücadele ettiğim konulardan biri.
Çok sinirleniyorum bazen içim komple öfkeyle doluyor. Benim derdim bu duyguyu davranışa dökmeden analiz edebilmek. Kendimdeki bu duygunun kaynağına ulaşabilmek. Hangi konularda daha çok öfkelendiğimi tespit edebilirsem kendi yaralarıma ulaşabilirim. Bu yaralara ulaşabilirsem de tedavi edebilirim.
6 aylık bi kızım varAy minnoş bebek mi varKaç aylık? O dönem uykusuzluktan öleceğimi düşündüğümü hatırlıyorum.
Mesela ben fark ettim ki, çocuğuma olan öfkemin boyutu, kendimi o an ki kriz sırasında ne kadar yetersiz hissettiğimle doğru orantılı. Yetersizlik hissiyatı beni neden bu kadar öfkelendiriyor diye düşündüğümde, içimde, derin bir yetersiz olma kaygısı taşıdığımı fark ettim. Bu kaygının kaynağının, çocukluğumda annemin beni sürekli olarak arkadaşlarının çocukları ile kıyaslaması olduğu sonucuna vardım. Annem öğretmendi ve hırslı bir kadındı. Çocuklarını sürekli yarıştırma ve kıyas peşindeydi. Mesela bir yazılıdan 98 alsam, başarımı kutlamak yerine eksik olan 2 puanın hesabını sorardı.yaralarınızı nasıl tedavi ediyorsunuz ? Bana bir ornek verir misiniz ?
İçindeyken çok zor, çocuğun büyüdüğünde ise çok güzel zamanlar olarak hatırladığın bir zaman dilimi:))6 aylık bi kızım varuykusuzluk yorgunluk ikisi bir arada
Her zaman beklerim. Birbirimizden öğrenecek ok şeyimiz var.Hoşbuldum
Bende bişeyler yaptıkça paylaşırım sizinle ya da yeni fikirler edindikçe yazarım mutlaka.
Öfkelerimizin ve bizi oluşturan bu ruhun gerçekten çocuklukta yapılan yanlışlar yüzünden olduğunu yeni yeni anlıyorum hep diyorlar ya çocukluğa inmek lazım diye hiç boşuna değilmişMesela ben fark ettim ki, çocuğuma olan öfkemin boyutu, kendimi o an ki kriz sırasında ne kadar yetersiz hissettiğimle doğru orantılı. Yetersizlik hissiyatı beni neden bu kadar öfkelendiriyor diye düşündüğümde, içimde, derin bir yetersiz olma kaygısı taşıdığımı fark ettim. Bu kaygının kaynağının, çocukluğumda annemin beni sürekli olarak arkadaşlarının çocukları ile kıyaslaması olduğu sonucuna vardım. Annem öğretmendi ve hırslı bir kadındı. Çocuklarını sürekli yarıştırma ve kıyas peşindeydi. Mesela bir yazılıdan 98 alsam, başarımı kutlamak yerine eksik olan 2 puanın hesabını sorardı.
Ben çocukluğumda " Sadece yeterince başarılı olursam kabul görür ve sevilirim" gibi bir sonuca vardığımı tahmin ediyorum. Dolayısıyla başarısız olduğumu hissettiğim anlarda bilinç altım bu yetersizlik kaygısı ile öfke üretiyor.
Öfkelendiğimde bu duygumu davranışa dökmeden önce yetersizlik kaygısı hissedip hissetmediğimi mutlaka içimde analiz ediyorum. Eğer öfkemin, çocuklukta açılan bu yaradan kaynaklandığını tespit ettiysem, öfkem eş zamanlı olarak sönüyor. Çünkü hissettiğim öfke karşımdakinden değil benden kaynaklanıyor.
Kesinlikle öyle olacak Allah olmayanlara nasip etsin en güzel duygu annelikİçindeyken çok zor, çocuğun büyüdüğünde ise çok güzel zamanlar olarak hatırladığın bir zaman dilimi:))
Evdeki Kimyasallar Meselesi
En hafifinden yazayım dersen reflü, bir adım ileri gidersen alerji ile başlayan upuzun bir liste... Herkes hasta. Damar yapısında bozulma, kısırlık, cinsel isteksizlik, ruhsal sıkıntılar, enerji düşüşü, yorgun ve bezgin hissetme, kan değerlerinde düşme, pıhtılaşma, tiroid, devamında şu, bu... Tanı konulamayan rahatsızlıkların istatistik çizgisi her yıl yükseliyor. Otizm, doğumsal anomaliler, kanser ya da şaşırtan ani ölümler... En optimist araştırmalarda dahi keskin açılar ile yükselen, en "fonlanmış" araştırmalarda dahi gizlenmesi artık mümkün olmayan bir hastalık trendi var. Artıyor.
"Evlerden uzak..." diyelim elbette. Fakat gözleri kapatmak, cehaletin mutluluğunda saklanmak bu grafikleri aşağı çevirmiyor. Bunların, yediğimiz-içtiğimiz böcek ilaçlarıyla, kullandığımız temizlik ve kozmetik ürünleriyle bağlantısı her geçen gün biraz daha sağlamlaşıyor. Bunları konuşmalı ve bunları anlatmalıyız.
Gıda kısmını ayrıca yazacağım ancak bugün değinmek istediğim konu evdeki kimyasallar meselesi. Evde kullandığımız kimyasallar ile yüzeyleri geçici bir süreliğine kirden, mikroptan arındırıyoruz ama yerlerine zehirli kimyasallardan oluşan tabakalar koyuyoruz. O temizlediğimiz mikroplar aslında kullandığımız ürünlerden çok daha masum.
Kanser dünyadaki en çok para kazandıran sektörlerden biri haline gelmiş durumda. Hepimiz bu sektörün potansiyel müşterisiyiz ve kanser olmamız için elinden geleni yapan bir grup ile karşı karşıyayız. Lütfen akıllı olalım, etiket okuyalım, bu etiketlerde yazan maddeleri araştıralım ve unutmayalım. Yaklaşık 100 yıldır kullanılan ürünler hayatımızın olmazsa olmazları değildir. Yüzyıllardır kullanılan geleneksel çözümleri küçümsemeyelim.
Çamaşır Suyu: Evimizi temizleyeceğiz diye, en zararlı kimyasallardan olan Sodyum Hipoklorit ile hem kendimizi hem ailemizi zehirliyoruz. 100 yıl önce keşfedilmiş ve bulan firmanın bile bıraktığı bir ürünü hayatımızın vazgeçilmezi yapmışız. Ama hijyen ve temizlikten öte bizleri zehirlediği gerçeğini unutmuşuz. Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, bu ürünlerin ülkemizdeki her 100 evden 85’inde kullanıldığını, hane başına yıllık tüketimin ise 3 kilograma ulaştığını gösteriyor. Şu an ülkemizde yaşanan hijyen çılgınlığının artık kendi ülkelerinde bu ürünü satamayan yabancı şirketlerin masalı olduğunu bilelim. Çocuklarımızı bu zehir ile büyütmeyelim.
Parfümlü ürünler: Portakal kokulu bulaşık deterjanı, makyaj ürünleri, elma kokulu şampuan… Bugün sentetik parfüm yapımında kullanılan 3000’i aşkın kimyasal var. Tek bir parfümlü üründe bunlardan 30 ilâ 500’ü bir arada kullanılabiliyor. Bu kimyasallar evinize yayıldığında, kansere yol açan formaldehite dönüşebiliyor veya solunum sorunlarına yol açan zerrecikler halinde havada asılı kalabiliyor.
“Antibakteriyel” ibaresi bulunan tüm ürünler: Triklozan ve triklokarbon, antibakteriyel sabun ve temizleyicilere bakteri öldürücü etkiyi kazandıran en yaygın iki kimyasal. ABD kanunlarına göre, her iki kimyasal da kişisel bakım ürünlerinde kullanıldığında “reçeteye tabi olmayan ilaç,” temizlik ürünlerinde kullanıldığındaysa “pestisit” (yani böcek ilacı) olarak niteleniyor. Dolayısıyla ürün etiketlerinde bulunması zorunlu. Ancak yapılan araştırmada, etiketinde belirtilmediği halde bir bulaşık deterjanında triklozan bulunduğu tespit edilmiş.
Vinil ürünler: Vinil ürünlerdeki diğer sorunlu kimyasalların arasında bisfenol A (BPA), nonilfenol ve glikol esterleri yer alıyor. Bu kimyasalların hormon bozucu etkileri bulunduğu, glikol esterlerininse erkeklerde sperm sayısını azalttığı biliniyor.
Çok haklısın canım. Paraben farkındalığı nispeten kazanıldı ancak SLS daha tehlikeli ve daha yaygın kullanımı olmasına rağmen kimsenin dikkatini çekmiyor.Ben buna küçümsenmeyecek derecede önemli bir madde daha ekmeklek istiyorum.
Sodium Lauryl Sulfate
Hemen hemen evde kozmetik ve temizlik adına kullandığımız herşeyde var. Özellikle de aktif kullandığımız şampuanlarda. Bebek şampuanları da dahil. Fakat çalışmalar gösteriyor ki bu madde ileri düzey bir kanserojen.
O yüzden ben özellikle şampuan ve kremlerimizde bu maddenin olmamasına dikkat ediyorum. Hele ki Oğlum için.
Haftasonlarını önceden ailecek geçiriyorduk ancak akşam eşimle benim pilim bitmiş vaziyetteyken kızım hala eller havaya modunda olıyor:)) Bu nedenle haftasonlarını vardiyaya böldük
Cumartesi günleri kahvaltıdan sonra ben kızımı alıp çıkıyorum. Tiyatro, müze, kitapçı vs. o gün ne ayarladıysam oraya gidiyoruz. Eşim de evde dinleniyor ya da arkadaşları ile çıkıyor. Akşam beraber vakit geçiriyoruz. Pazar günü de eşim kızımı alıp sinemaya veya oyun alanına götürüyor. Ben dinleniyorum.
Bakıcı ablamız 2 hafta da bir Cumartesi geliyor. Onun geldiği Cumartesi günleri kızımı bakıcı abla ile bırakıp, eşimle çıkıyoruz. Genelde tiyatroya bazen de sinamaya gidip, dışarıda yemek yiyip dönüyoruz. Pazar gününü de ailecek beraber geçiriyoruz. Aile, akraba vs. olmayınca böyle bir düzen kurduk