- 11 Mart 2010
- 5.252
- 718
- 398
Değerli Aysel Doğan Hanımefendi'nin izni ile, yaşamından ufak bir kesiti paylaştığı kitabını
buraya da taşımak isterim.
Kitap basında tükenmiş, sponsor bulunamadığı için tekrar basıma verilememiştir.
Kaydedip pdf dosyası yapabilir, çıktı alabilirsiniz.
ilk baskı ismi; 'anılarım, acılarım ve şizofreni'
ikinci baskısı ise; '18 yaşında uyudun 29 yaşında uyandın oğlum' ismiyle yayınlamıştır.
Kitap Tanıtım Linki
***
Aysel Doğan; 1948 Kars Sarıkamış doğumlu. Dört çocuk annesi.
İki oğlunu zamansız yitirdi.
Bunun ardından büyük oğlunun şizofreni hastası olduğunu öğrendi.
Bu hastalığa karşı oğlu ile birlikte mücadele etti. Doktorların ve yeni tedavi yöntemleri ( ilaç vs.) sayesinde
kazanan taraf Doğan ailesi oldu.
Yaşamını, Acılarım Anılarım ve Şizofreni adı altında bir kitapta topladı.
Kendini, oğlu gibi şizofreni hastalığından muzdarip olan şizofrenilere adamış olan Aysel Doğan,
Dünya Şizofreni Derneğinin kurucusu ve başkanlığını yürütmektedir.
Her konuda şizofreni hastası ve yakınlarına yardımcı olmaya çalışmaktadır.
***
[sayfa 1-3]
YIL 1965, 8 HAZİRAN
Evet eşimle 8 haziran 1965'de çok güzel bir düğün töreniyle evlenmiştik. Zamanın bize neler hazırladığını ne yazık ki bilemezdik. Eşim gencecik bir üniversite öğrencisiydi. İkimiz de çok mutluyduk. Çünkü umutluyduk. Sevgimize, birbirimize inanıyorduk. Ama bilmiyorduk ki bazen inanmak da yetmezmiş. Evliliğimizin dördüncü yılında ilk oğlumuz Köksal dünyaya gelmiş ve eşimin okulu da bitmişti. Orman yüksek mühendisi olmuş tayin bekliyordu. Tayini (doğuya) benim memleketim, Kars'ın Sarıkamış ilçesine çıkmıştı. O yıllarda orman mühendisleri bölgölerde kalıyordu. Yani köylerde. Biz de Sarıkamış'ın bir köyünde kalıyorduk. "Çamyazı köyü, eski adı Micingirt" olan bu köyde üç yıl kaldık.
Lojmanlar köye iki kilometre uzaklıkta idi. Dört aile kalıyorduk. Kışın yollar kapanıyordu. İçme suyumuz akmıyordu. Köyde elektrik yoktu. Biz karları eritip su olarak kullanıyorduk. Lojmanın jeneratörü vardı. Aydınlatmayı o sağlıyordu. Mazot bitince gaz lambasıyla idare ediyorduk. Biz bu kadar mahrumiyet içinde yine de çok mutluyduk. 1970'i 1971'e bağlayan gece tüm dünya yeni yılı kutluyordu. Soğuk, kar ve tipi, Allahuekber Dağları'nın eteklerinde bir köyde, saat 04'te ikinci oğlumuz dünyaya merhaba demiş ve Serdar da aramıza katılmıştı. Çok sevinmiştik, çok mutluyduk. Ben çok genç yaşta iki çocuk annesi olmuştum. İki çocuğumu yolu ve doktoru olmayan bu yerde sağlıklı büyütmeye çalışıyordum. Günler, aylar geçiyordu. Büyük oğlum iki yaşında, Serdar yedi aylıkken, babamın ölümüyle sarsıldım. Bu benim ilk acımdı. Çok üzülüyordum fakat annem bana destek oluyor, moral veriyordu. İnsanın annesi olunca hayat daha da kolaylaşıyor.
İLK EVLAT ACISI
Zaman su gibi akıp gidiyordu ve 1973 yılının, 20 Eylül'ünde üçüncü oğlumuz Hakan da dünyaya gelmiş, böylece üç erkek evladımız olmuştu. Hakan üç aylıkken eşim askere gitmiş, ben de çocuklarımla İstanbul'a anneme gitmiştim. Daha sonra eşim yedek subay olarak Tekirdağ-Çorlu'ya atanmıştı. Orada ev tutmuştu. Biz de Çorlu'ya gittik.
Çorlu çok güzel bir şehirdir. Orada çocuklarımızla çok güzel günler geçiriyorduk. Çok güzel anılarım olmuştur. Derken askerlik bitmişti. Bingöl'ün Kığı kazasına tayin edilmiştik ve Kığı'ya gidip yerleştik. Çok büyük bir talihsizlik; Kığı'da menenjit salgını vardı. Oraya gidişimizin üçüncü ayında, Hakanım aniden fenalaştı, rengi mosmor olmuştu; boynu, vücudu kasılıyordu. Hakan kucağımda, dışarıya koştum. Komşular gelip kucağımdan aldılar. Rengi sararmaya başlamıştı. Hemen hastaneye götürdük. Ne yazık ki o kasabada doktor yoktu. Bir hemşire vardı. Hemşire oğlumuzu hemen ildeki hastaneye götürmemizi söyledi. En yakın il 'yedi-sekiz' saatlik mesafedeydi. Zaman zaman yollar kar yüzünden kapanıyordu. Ne yazık ki çaresizlik içinde oğlumu alıp eve geldik. Sabahı bekleyip yolun açılması için dua ediyorduk. Bu kasabadan 'Bingöl' iline, sadece sabahları, bir otobüs gidiyordu. Oğlumsa evde daha da kötüleşiyordu. Çaresizdik. Komşular bizi yalnız bırakmıyordu. Saat gece onbir sıralarında Hakan biraz iyi olmaya başlamıştı. Su falan içirdik. Komşular; "biz çok sevindik artık oğlunuz iyileşti" diye yavaş yavaş evlerine döndüler. Kasabada o zamanlar elektrikler, gece onikiden sonra kesilirdi. Ben oğlumu uyutmak için uğraşıyordum. Fakat hiç uyumuyordu. Sabaha karşı yine çok fenalaştı. Çaresizlikten ne yapacağımızı şaşırmıştık. O esnada sabah ezanı okunuyordu. Eşime cami hocasını çağırmasını söyledim, biraz oğlumuza Kuran-ı Kerim okumasını istedim. Allah'a sığınmak beni o kadar rahatlatacaktı ki eşim hemen hocayı alıp geldi. Hoca biraz okuduktan sonra ağlamaya başladı. Ben korkup ağlamaya başlayınca "korkmayın, sizin oğlunuz iyi. Ben kendi evladıma ağladım, kendimi tutamadım. Birkaç yıl önce, lise son sınıfta okuyan oğlum, Bingöl depreminde enkaz altında kalıp öldü" dediğinde çok üzüldük. Hoca gittikten sonra oğlumuzu alıp otobüsle yola çıktık. Yarı yolda kucağımızda vefat etti. '1 NİSAN 1974'