- 30 Haziran 2012
- 3.948
- 2.545
- 133
....
Bir gün uyanırsınız ve artık daha gerçekçi olduğunuzu fark edersiniz. Hayal kurmadığınızı, eskisi kadar neşeli olmadığınızı görürsünüz düğün fotoğraflarındaki muhteşem gülümsemenize hayret ederken. Uzun suskunluklar, sıradan işler ve fark etmediğiniz yalnızlığınızla yaşamaya alıştığınızı hissedersiniz. Bir gün bir kadın uyanır ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz, diyemeyiz. Kadın uyanır, fark eder, görür, hisseder, bir taraftan da hayatına devam eder şikayet ettiği gibi. Fark etmek sadece huzursuzluk verir. Kederli bir şarkı gibi dolanır ortalıkta. Her şeye ağlayası gelir. Afrika’daki aç çocuklar, yolda gördüğü dilenci anne, zor yürüyen yaşlı bir adam… Kendisi gibi olmayan, aç, yorgun, yalnız, çaresiz insanlar burnunun direğini zorlar. Dokunsalar anında şakır şakır yağacaktır kadın. “Benden geriye ne kalacak?” Markette dolma biberi seçerken beynini zonklatır bu soru? Benden, bizden… Huzursuzluğu beslendikçe beslenmek ister, büyüdükçe büyümek ister. Akşam haberlerini seyretmeye dayanamaz olur kadın. Trajik kaza haberlerini, ölümleri, dolandırılan insanları, savaşta ölen çocukları, hayatının hatasını yapan insanları izlemeye dayanamaz. Çünkü kanla beslenir huzursuzluk, gözyaşıyla, üzüntüyle… Kadın bir süre sonra taşıyamaz olur içindekileri. Çocuklarına daha fazla kızarken, eşiyle anlamsızca uzun uzun tartışırken, iş arkadaşlarıyla konuşmazken, bir türlü düzgün ikiye ayıramadığı pasta kekini parçalamak isterken yakalar kendini. Erkekler gibi bağıra bağıra eleştiremez kadın gördüklerini, tartışmaz, tartışılırken izlemeye dayanamaz. Huzursuzluğunu besleyen her şey günden güne kemirir kadını. Neden sonra asıklığın yüzüne yapıştığını fark eder. İçinden çıkaramadığı, çocukluğundaki gibi dolmuştan atamadığı, büyüdükçe ne yapacağını bilemediği, kimselere diyemediği huzursuzluğuyla baş başa kalır. Ne yapsa, nereye gitse, ne kadar film izlese, arkadaş gezmesi yapsa, tatile çıksa kurtulamadığı çaresizliğiyle kalakalır.
Bir süre sonra direnmeyi bırakır. Sürekli dayak yiyen köşeye sıkışmış bir çocuk gibi bırakır kendini. Artık karşı koymayacaktır. Bu noktadan sonra hissizlik başlar. Huzursuzluğunu görmezden gelir. Sanki hiç yokmuş gibi, sanki hiç olmamış gibi… Habis bir deri hastalığı gibi vücudunu kaplayan huzursuzluğunu yok sayar. Unutmaya çalışır. Haber, tartışma, belgesel yerine yeniden dizilere verir kendini. Küçük karakterlerin sıra dışı gibi gösterilmeye çalışılan öykülerinde unutmaya çalışır içini. Hareketli şarkılar dinlemeye başlar. Yarışma programlarının heyecanında kaybolur. Yarın ne pişirsem diye daha fazla kaygılanır. İş yerine giderken ne giysem diye düşünür. Alışveriş listesi için daha fazla kafa yorar. Yoruldukça kaybolur acılar. Kendini evi daha düzenli tutmaya adar. Çocuklarını daha sağlıklı beslemeye, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, dilencileri geri çevirmemeye, ibadetlerini daha düzenli yapmaya, daha fazla kitap okumaya, mümkün olduğunca yalnız kalmamaya çalışır. Yavaş yavaş tekrar uyuşmaya başlar huzursuzluğu. İçindeki kederli kuşlar susmaya başlar. Derisi eski haline dönelir. Tekrar ağır ağır uyur kadın. Günlük hayatın akıntısına bırakır kendini. Güneşli bir günde kollarını iki yana açıp yatak misali denize uzanıp suyun içinde asılı kalır gibi yerden yükseğe çıkar kadın.
Onu gören entelektüeller uyuduğu için, dizi izlediği için, sıradan işlerle meşgul olduğu için, hayatının amaçsızlığı için, haber izlemediği için eleştirirler onu. Onu görenler nasıl böyle huzurlu, mutlu göründüğüne hayret ederler. Onu küçümserler. Basit, sıradan olmasıyla, kaygısızlığıyla eleştirirler. Kadının, huzursuzluğuyla girdiği mücadeleyi anlatmaya gücü yetmez. Bir zamanlar uyandığını ama uyandığında gördükleriyle hayatına devam edemeyeceğini, baş edemeyeceği yükü omuzlayamayacağını anlatamaz kadın. Susar sadece. Bu dünyadan geçen herhangi biri olacağını bilir. Dünyayı değiştiremeyeceğini, adını kimsenin anmayacağını, bir iz bırakamayacağını bilir. Bir sonraki huzursuzluk uyanışına kadar nasıl olduğunu soranlara otomatik olarak “iyiyim” demeye devam eder.
(Zeynep Zelan)
Bir gün uyanırsınız ve artık daha gerçekçi olduğunuzu fark edersiniz. Hayal kurmadığınızı, eskisi kadar neşeli olmadığınızı görürsünüz düğün fotoğraflarındaki muhteşem gülümsemenize hayret ederken. Uzun suskunluklar, sıradan işler ve fark etmediğiniz yalnızlığınızla yaşamaya alıştığınızı hissedersiniz. Bir gün bir kadın uyanır ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz, diyemeyiz. Kadın uyanır, fark eder, görür, hisseder, bir taraftan da hayatına devam eder şikayet ettiği gibi. Fark etmek sadece huzursuzluk verir. Kederli bir şarkı gibi dolanır ortalıkta. Her şeye ağlayası gelir. Afrika’daki aç çocuklar, yolda gördüğü dilenci anne, zor yürüyen yaşlı bir adam… Kendisi gibi olmayan, aç, yorgun, yalnız, çaresiz insanlar burnunun direğini zorlar. Dokunsalar anında şakır şakır yağacaktır kadın. “Benden geriye ne kalacak?” Markette dolma biberi seçerken beynini zonklatır bu soru? Benden, bizden… Huzursuzluğu beslendikçe beslenmek ister, büyüdükçe büyümek ister. Akşam haberlerini seyretmeye dayanamaz olur kadın. Trajik kaza haberlerini, ölümleri, dolandırılan insanları, savaşta ölen çocukları, hayatının hatasını yapan insanları izlemeye dayanamaz. Çünkü kanla beslenir huzursuzluk, gözyaşıyla, üzüntüyle… Kadın bir süre sonra taşıyamaz olur içindekileri. Çocuklarına daha fazla kızarken, eşiyle anlamsızca uzun uzun tartışırken, iş arkadaşlarıyla konuşmazken, bir türlü düzgün ikiye ayıramadığı pasta kekini parçalamak isterken yakalar kendini. Erkekler gibi bağıra bağıra eleştiremez kadın gördüklerini, tartışmaz, tartışılırken izlemeye dayanamaz. Huzursuzluğunu besleyen her şey günden güne kemirir kadını. Neden sonra asıklığın yüzüne yapıştığını fark eder. İçinden çıkaramadığı, çocukluğundaki gibi dolmuştan atamadığı, büyüdükçe ne yapacağını bilemediği, kimselere diyemediği huzursuzluğuyla baş başa kalır. Ne yapsa, nereye gitse, ne kadar film izlese, arkadaş gezmesi yapsa, tatile çıksa kurtulamadığı çaresizliğiyle kalakalır.
Bir süre sonra direnmeyi bırakır. Sürekli dayak yiyen köşeye sıkışmış bir çocuk gibi bırakır kendini. Artık karşı koymayacaktır. Bu noktadan sonra hissizlik başlar. Huzursuzluğunu görmezden gelir. Sanki hiç yokmuş gibi, sanki hiç olmamış gibi… Habis bir deri hastalığı gibi vücudunu kaplayan huzursuzluğunu yok sayar. Unutmaya çalışır. Haber, tartışma, belgesel yerine yeniden dizilere verir kendini. Küçük karakterlerin sıra dışı gibi gösterilmeye çalışılan öykülerinde unutmaya çalışır içini. Hareketli şarkılar dinlemeye başlar. Yarışma programlarının heyecanında kaybolur. Yarın ne pişirsem diye daha fazla kaygılanır. İş yerine giderken ne giysem diye düşünür. Alışveriş listesi için daha fazla kafa yorar. Yoruldukça kaybolur acılar. Kendini evi daha düzenli tutmaya adar. Çocuklarını daha sağlıklı beslemeye, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, dilencileri geri çevirmemeye, ibadetlerini daha düzenli yapmaya, daha fazla kitap okumaya, mümkün olduğunca yalnız kalmamaya çalışır. Yavaş yavaş tekrar uyuşmaya başlar huzursuzluğu. İçindeki kederli kuşlar susmaya başlar. Derisi eski haline dönelir. Tekrar ağır ağır uyur kadın. Günlük hayatın akıntısına bırakır kendini. Güneşli bir günde kollarını iki yana açıp yatak misali denize uzanıp suyun içinde asılı kalır gibi yerden yükseğe çıkar kadın.
Onu gören entelektüeller uyuduğu için, dizi izlediği için, sıradan işlerle meşgul olduğu için, hayatının amaçsızlığı için, haber izlemediği için eleştirirler onu. Onu görenler nasıl böyle huzurlu, mutlu göründüğüne hayret ederler. Onu küçümserler. Basit, sıradan olmasıyla, kaygısızlığıyla eleştirirler. Kadının, huzursuzluğuyla girdiği mücadeleyi anlatmaya gücü yetmez. Bir zamanlar uyandığını ama uyandığında gördükleriyle hayatına devam edemeyeceğini, baş edemeyeceği yükü omuzlayamayacağını anlatamaz kadın. Susar sadece. Bu dünyadan geçen herhangi biri olacağını bilir. Dünyayı değiştiremeyeceğini, adını kimsenin anmayacağını, bir iz bırakamayacağını bilir. Bir sonraki huzursuzluk uyanışına kadar nasıl olduğunu soranlara otomatik olarak “iyiyim” demeye devam eder.
(Zeynep Zelan)