• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

SEVGİ ile

mask35

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
1 Temmuz 2008
129
11
96
İzmir
Merhaba!..
Bugün ilk kez evimden değil, neşeli bir sahil kahvesinden yazıyorum size… Yanımda da olmazsa olmaz, damla sakızlı Türk Kahvem.
Haftalardır ‘ yağmur yağacak ’ diyorlardı bugün için. Oysa cıvıl cıvıl bir yaz günü yaşıyoruz. Ben kendi adıma çok memnunum bu durumdan. Görünen o ki, martılar da öyle!
Şaşırtmayı sever İstanbul. Bütün yorgunluğuna rağmen, içindeki yaramaz afacanı hiç yitirmez. Keşke O’nun gibi olabilsek hepimiz!.. Hem büyüsek, hem de çocuk kalabilsek…
‘ Çocuk ‘ dedim de… Uzun yıllardır görüşemediğim bir lise arkadaşımla buluşma fırsatı bulduk geçenlerde. Aynı sıraları paylaştığımız, büyümek için sabırsızlandığımız, dünyaya toz pembe gözlüklerin ardından baktığımız o güzel yıllar daha dün gibi gelse de; aslında iki elin parmaklarını çoktan geçmişti birbirimizden uzak düştüğümüz yıllar.
‘ İlk gençlik ‘ günlerimiz; eski albümlerin arasında kalmış, tozlu birer resimdi artık.
Olsun varsın! Bütün eski resimler tozlanmaya mahkumdur bir yerde. Zaman’a her şey yenik düşer çünkü. Ama siz şöyle bir üflediğinizde uçuşup giden sadece tozlarsa, tozlardan geriye kalan fotoğraf karesindeki herkes size o günlerdeki kadar parlak, canlı ve mutlu bakıyorlarsa; siz içinizin ta derinlerinde hissediyorsanız poz verdiğiniz andaki heyecanınızı… Daha ne?!.
Bize de aynen böyle oldu işte. Arkadaşımın evinin kapısından girdiğimde, balkonda kafa kafaya vermiş oturan iki genç kız gördüm birden…
Üniversite sınavının cevap şıkları arasında kıkırdayarak sekip duran, hayattaki tek derdi üç yanlışın bir doğruyu götürmesi olan biz’i gördüm…
Gördüm işte, gördüm!!!
Oradaydık… Hiç gitmemiştik ki aslında!
Koyu bir sohbetin ardından, öğlen uykusundan yeni kalkan küçük oğulları ile ilgilenmeye başladı arkadaşım. Bir film izler gibi baktım O’na…
Okulumuzun teneffüshanesinde bırakmıştım en son O’nu… Üzerinde okul formasıyla… Fonda neşeli bir melodiyi andıran okul zilimiz…
Yıllar geçtikçe onca ‘ an ’ da ‘ anı ‘ oluyor hayatımızda… Diplomalar, düğünler, doğum günleri, iş görüşmeleri, ayrılıklar, kavuşmalar, kayıplar, yitip gidenler, kahkahalar, gözyaşları derken; bir bakıyoruz zaman geçmiş.
Ama her insanın özünde var galiba, kendisini dünyanın ekseni sanmak?
Ya da şöyle de diyebiliriz; ateş düştüğü yeri yakarken, mutluluk yağmuru da en çok yağdığı kalbi ıslatıyor.
Kısacası, her insan kendi yaşadığını biliyor en çok. İnsanda en çok iz bırakan kriz, kendi içinde yaşadığı krizler oluyor. Ya da en yara aldığı savaş, kendi hayatında birebir yaşadığı savaşlar oluyor.
Küresel ısınma mı? Çok önemli, hiç kuşkusuz… Hadi az önce sevgilisinden ayrılmış birine gidip bu konudan bahsedin. Yaşlı, ama uzak gözlerle bakacaktır size… Çok uzak!
Ya da ailesinden çok sevdiği bir insanı birkaç gün önce yitirmiş birine gidip, onlarca kişinin can verdiği bir savaşı anlatın. Duyacak mıdır acaba sizi, kendi yüreğinin içindeki top ve tüfek gürültüsünden???
İşte bunları düşündüm arkadaşımı izlerken. Hayat benim için akıp giderken; O da okul formasıyla durup beklememişti hiç kuşkusuz. Kapılmıştı zamanın akışına… Herkes gibi…
Hepimiz gibi…
İnsan sadece kendi film şeridini izlerken başka hayatların filmlerine bakamıyor pek… Sanıyor ki kendi yürürken, dönemeçleri bir solukta alırken; diğerleri bıraktığı yerde duruyorlar.
Dün okul çıkışında bana el sallayan formalı kız…Bugün iki çocuk annesi bir genç kadın…
Anneciğini kaybetmiş geçen sene. Yataktan çıkmak dahi istemediği günler olmuş. Ama çocukları için hayata devam etmiş.
Hayat, devam etmiş.
Her zaman elimizden tutup bulutların üzerine çıkartmıyor hayat bizi. Dansa davet etmiyor gülümseyerek… Ama gene de durmuyor, akıyor işte…
Belki kırık dökük, belki örselenmiş, belki yaralanmış şekilde… Kimi zaman eksik kalarak belki de… Eksik bırakarak, çoğu kez…
Ama devam ediyor, bu bir gerçek.
Çok sevdiğim bir müzikalin, çok sevdiğim bir şarkısında; ‘ Hayatınızdaki bir yılı neyle ölçersiniz? ‘ diye sorar.
Doğan güneşlerle, çöken akşamlarla, içilen kahvelerle, verdiğiniz ya da aldığınız öpücüklerle, kahkahalarla, gözyaşlarıyla???
Siz neyle ölçüyorsunuz zamanı?..
Son bir yılınızı mesela, neye göre değerlendirerek ‘ İyi ‘ ya da ‘ Kötü ‘ diyorsunuz?..
Zamanın ardından mı koşuyorsunuz, yoksa zamanı kovalıyor musunuz? Ya da oturup sırtına zamanın, tahta ata binmiş neşeli bir çocuk gibi; birlikte mi koşuyorsunuz düşman askerlerinin üzerine?
Hayatınıza şöyle bir baktığınızda, ordusunu başarıyla idare etmiş gururlu bir komutan mı görüyorsunuz, yoksa bir köşede tek başına kalmış, boynu bükük bir kurşun askercik mi?
Durup dinleyin zamanın sesini… Saatin tıkırtıları değil sözünü ettiğim… Hayatın nabzı… Kalp atışları… Soluk alıp verişleri…
Hadi?!.
………
Ben az önce yaptım… Durup dinledim… Kuvvetli bir rüzgar esti aniden. Masamın üzerindeki renkli peçeteleri dört bir yana savurdu. Yan masada oturan teyze pamuk saçlarını toplayan tokayı tuttu sıkıca, kıkırdadı… Ayakları dibinde keyifle kestiren küçük köpeği söylenerek pozisyon değiştirdi.
Gülümsedim… Yazımın sonunu hayat fısıldadı işte bana:
Zaman, sürekli esip duran bir rüzgar sanki… Kimi zaman hafif, sessiz ve derinden; kimi zamansa sert ve kuvvetli.
Kimi zaman okşar gibi saçlarımızı, gıdıklar gibi yüzümüzü… Muzip…
Kimi zamansa bizi bir yerden bir yere savuracak kadar haşin… Yorucu…
Ama hep esiyor işte, durmamacasına… Durmayacak da hiçbir zaman. Bizden önce vardı, bizimle var, bizden sonra da olmaya devam edecek. Esecek, esecek, esecek…
Bu karmaşa içinde kendi payımıza düşen onlarca olay yaşayacağız biz de. Hayata kendi penceremizden bakmaya devam edeceğiz, kaçınılmaz!
Gündemden bir misal: Üniversite sınavına giren kendimiz isek, ya da ailemizden biri; o sınav senenin en önemli olayı olacak bizim için. Her şeye, herkese sınav gözlüklerinin ardından bakacağız aylarca…
Ancak sınavın bizimle ve çevremizle ilgisi yoksa, o koca sınav, yaza doğru ılık bir Pazar günü, yolun kenarında gözümüze çarpan kırık bir tabeladan ibaret olacak, hiç kuşkusuz: ‘ Klakson çalmayınız, sınav var! ‘
Biz eksen olacağız, dünya etrafımızda dönecek.
Dondurma yemekten keyif alacağız çocuk gibi…
Ama dişlerimizden biri çürümüşse, dünyanın en büyük keyfi, en acımasız işkencesine dönüşecek bizim için… Nefret edeceğiz dondurmadan!
Dişimize dolgu yapıldıktan sonra ise; dünkü düşmanımız, gene en büyük dostumuz olacak!


Hayat!.. Bilmece!..
Anlayan varsa, beri gelsin!..


Ha unutmadan, hani o sevdiğim şarkıdan bahsetmiştim ya demin?
‘ Bir yılınızı neyle ölçüyorsunuz? ‘ diye soran…
Şarkı, kendi cevabını da verir sonunda:
‘ Gün ışıklarıyla, güneşin batışlarıyla ya da gece yarılarıyla değil…
Sevgi ile ölçün her yılı ‘ der…
‘ SEVGİ ile… ‘
Bilmem, anlatabildim mi
 
Back