İnsan yaşadıklarını birileriyle paylaşmak istiyor her zaman. Ben de buraya yazılanlardan cesaret alarak ve hoşgörü ile karşılanacağımı umarak sizinle paylaşmak istedim. İnsan tahmin edemiyormuş doğrusu hep hayatında olan birinin gün gelip de hayatının ortasına tahtını kuracağını. Birlikte büyümüştük biz hatta küçükken birbirimize sarıldığımız, öptüğümüz o kadar çok fotoğraf var ki… Şimdi bakınca canımın yandığını hissediyorum. Kuzenim. Kimine göre yasak olan kimine göreyse kalbini dinleyince kim olduğunun pek de bir öneminin olmadı insan.
Aynı yaştaydık. Yurt dışında yaşıyorlardı. Türkiye’ye ise iki yılda bir gelirlerdi. Eskiden her şey yolundaydı. Birlikte oynar, birlikte gülerdik. Bunda aynı yaşta olmamızın etkisi çok büyüktü. Diğer kuzenlerimiz bizden daha büyük olduğu için daha yakındık onla. Çok şımarık bir çocuktu bense onun aksine daha sessiz sakindim. Teknik olarak o benden daha büyüktü hatta ona ağabey dememi bile isterdi küçükken dalgasına. Ama gerçekte ondan büyüktüm, daha olgundum. Galiba değişmeyen tek şey de bu oldu aramızda.
Zaman geçti. Hem fiziksel hem ruhsal olarak büyüdük. (Ama o hale bir çocuktu.) 17 yaşındaydık. Lise yılları çoğu için heyecanlı geçmiştir çünkü iyi ya da kötü aşk tadılmıştır, karşılıklı ya da karşılıksız. Soğuk biriydim, herkesle arkadaşlık kuramaz, samimi olamazdım. Bu durum çoğu insanı da benden uzaklaştırmıştı, farkındaydım. Birkaç erkekle konuşmama hatta hoşlanmama rağmen sevgilim olmamıştı hiç. Çevremdekiler benim aksime konuşkandı, çevrelerinde birçok insan ve durmadan konuştukları bir erkek olurdu. Her ne kadar samimiyetsiz ilişkileri sevmesem de bu durum ister istemez canımı sıkıyordu.
Sonra o geldi. Değişmişti: boyu çok uzamıştı, vücudu gelişmiş, yakışıklı yüzü iyice dikkat çeker olmuştu ama inanın o zaman bile benim için sadece kuzenden ibaretti. Eski yılların aksine çok konuşmuyorduk. Garip bir şekilde yan yana çok az geliyorduk, yalnız kalmıyorduk. Bunun üstünde durmamıştım çünkü o yurt dışındayken neredeyse hiç konuşmazdık ve bir anda çok yakın olmamızı bekleyemezdim. Artık çocuk sayılmazdık çünkü.
O gün, her şeyi tepe taklak ettiği gün, bir çiftlik evindeydik. Balkonda oturmuş kitap okuyordum, canım sıkılmıştı. Sonra o geldi ve onun da sıkıldığını söyledi ve birlikte atv sürmeyi teklif etti. Ben de kabul ettim. Şehrin dışında kalan bu yerde atv sürmek gerçekten eğlenceli oluyordu. Bir tane atv vardı. Ben sürmek istemiştim. O da kabul edip arkama oturmuş, arka taraftaki demirden tutunmuştu. Bozuk yollarda giderken gayet eğleniyor, gülüyorduk. Bu, o yıl ilk kez birlikte gülerek yaptığımız şeydi. Yollar çok bozuk olduğu için atvnin gidonunu (direksiyonunu) sabit tutmakta zorlanıyor, daha çok sarsılmamıza neden oluyordum. Bu onun daha çok gülmesine neden oluyordu. Gidona gücüm yetmeyince bir elimi arkaya atıp kolunu tuttum ve onun da gidonu tutmasını sağladım. Diğer eli de gidonu tutunca bana yaklaşmak zorunda kalmıştı. Ve bunu gerçekten hiçbir art niyet düşünmeden yapmıştım. Saçlarım onu rahatsız edince saçlarımı bir omzuma toplamıştım. O da boşta kalan omzuma çenesini koymuştu. Biraz fazla yakındık ama bu beni rahatsız etmiyordu hala ona farklı bir gözle bakamıyordum. Tamam, kabul ediyorum bu yakınlık garip hissettirmişti ama bu durumun sadece bende olmadığının farkındaydım. İkimizde susmuştuk ve onun güçlü kolları sayesinde daha az sarsıntıyla gideceğimiz yere gelmiştik. Ağaçlık olan bu yerde birkaç bank da vardı ama kimse yoktu. Biraz dinlenip sonra tekrar sürecektik. O masanın üzerine oturmuş, bense hemen yanında bankın oturma kısmında etrafı seyrediyorduk. Yine olmuştu, konuşmuyorduk. Onun bana baktığının farkındaydım ama ben yine etrafa bakıyordum. Sonra bana sevgilim olup olmadığını sormuştu. Olmadığını söylediğimdeyse “Artık var bilsinler.” Demişti. Bu dediğinin üzerinde düşünmemiş, bir anlam aramamıştım. Klasik bir koruma güdüsüydü bu benim için. O da daha fazla bir şey söylemedi zaten.
Sonra o sürmeye başladı bense arkasına oturdum. Arkadaki demirden tutunmuş savrulan saçlarımla onun sırtını izliyordum. Bir tur attıktan sonra yine aynı yere gelmiştik. Bu sefer atvden inmek yerine bana yaslanmayı tercih etti. Saçlarıyla oynadım, öptüm onları. Özlemiştim onu, o da beni özlemişti ve bunu hissetmek çok güzeldi. O an tam olarak neler konuştuk hatırlamıyorum. Tek hatırladığım elimin altında delice atan kalbi ve dudaklarımın üstüne konan parmaklarıyla “Buradan öpmek istiyorum.” Diyen sesi… İstemediğimi söylesem de çok ısrar etmişti. Söylediği sözler karşısında cevabım kalmamıştı. Neden kestirip atmadığımı düşünüyorum mesela… Kestirip atamamıştım çünkü o an farkında olmasam da içimde hep o vardı. Ve bunu anlamam çok zamanımı almıştı.
O gün ilk öpücüğümü onunla paylaşmıştım. Dudaklarım ilk kez onun dudaklarını tatmıştı. Pişman değildim, hala da değilim. Tüm yaşananlara rağmen, ona rağmen pişman değilim.
Hatırlıyorum da deli gibi mutluydum. Düşünmüyordum hiçbir şeyi çünkü buna ihtiyacım vardı. O yaz duyduğum her ayak sesine, sesine, evimi dolduran kokusuna heyecanlanır olmuştum. Her yerde kahverengi gözleri vardı. Öyle güzel bakıyordu ki bazen etrafımızdaki insanlar sanki yok oluyordu.
Ama bazen öyle uzaktı ki onun için bir önemim olmadığını düşünüyordum. Sadece gönlünü eğlendirecek biri olarak görüyordu sanki beni. Bazen etrafımızda birileri varken hiç konuşmazdı benimle, bakmazdı bile ama sonra yalnız kaldığımızda bambaşka biri oluverirdi. Bunun biri anlayacak diye uzak durmakla bir alakası olmadığını düşünürdüm çoğu zaman. Dedim ya kuzenim sonuçta hiç mi normal bir şekilde konuşmayacaktık başkalarının yanında.
Bir gece herkes uyumuştu. Sadece ikimiz kalmıştık salonda, televizyon izliyorduk. Karşılıklı kanepelerde uzanmıştık. Sonra yanına çağırdı beni, yanıma yat dedi. İlk başta kabule etmemiştim. O da bir daha sormadı, susup televizyon izlemeye devam etti. Bir süre sonra yine gidecekti ve ben o gittiğinde bunun pişmanlığını yaşamak istemediğim için yanına yattım. Sırtım ona dönüktü. İlk başta şaşırsa da sonra sarıldı bana saçlarımı kokladı, boynumu öptü. Öpüştük sonra. Genelde sessiz olsak da ben çoğunlukla birinin geleceğinden korkar ve onu uzaklaştırmaya çalışırdım. O ise bir şey olmaz deyip gitmezdi.
Çok sık olmasa da fırsat buldukça yalnız kalırdık. Aramızdaki belirsizlik canımı sıkmaya başlamıştı. Cümleleri, davranışları bir türlü tatmin etmiyordu beni. Hep bir eksiklik vardı içimde. Kullanılmışlık hissi geçmiyordu bir türlü. Bir gün bu durumun canımı sıktığını söyledim ona. “Seviyorum seni.” Dedi. Ama bu öylesine sıradan söylenmiş bir cümleydi ki… Sanki geçiştirmek için söylenmiş, hiçbir içtenliği olmayan ve sıradan bir insana söyleyeceğiniz cümle. Gözlerime bile bakmamıştı. Sustum, kabullendim. Söyleyecek bir şeyim kalmamıştı. Onun aksine ben onu kırmaktan öylesine çok korkuyordum ki…
O yılla ilgili hala içimi sıcacık yapan şeyse galiba bakışlarıydı. Bir akşam ailecek oturuyorduk. Ailelerimiz, kuzenler… Konu kuzenim kız arkadaşından ve alın yazısında açılmıştı. Bense böyle şeylere inanmadığım için dalga geçmiş, alın yazısının bir saçmalık olduğunu söylemiştim. O an bana öyle güzel baktı ki… Gülümsedi sonra. Yanılıyorsun dermişçesine. O bakışını hiç unutamadım mesela.
Sonra gitti. Daha içimde söyleyemediğim binlerce kelimem, sarılacağım, öpeceğim anlar varken gitti. Kuru bir sarılma ve kendine iyi bakla gitti. Gittiği gün benim doğum günümdü. Kutlamadan gitti. Oysa ben onu dileyecektim, bilmiyordu.
Hiç ayrılık acısı çekmemiş ben için zaten bendeki yeri farklıyken üstüne bu olay da eklenince kaldıramadım. Ağlayamadım, anlatamadım. Evimde hala kokusu duruyordu, her an sesini duyacakmış gibiydim. Zamanla onu düşündüğüm anlar azaldı ama asla bitmedi. Hiç arayıp sormadı beni ve bu içimdeki kullanılmışlık hissini katladı. Yine ona kızmıyordum ama kendime kızıyordum. Böyle bir şeye izin verdiğim için. Yeri geldi ondan nefret ettiğimi bile düşündüm. Alıştım yokluğuna, arayıp sormamasına. Onu olabildiğince az anmaya başladım, önüme baktım. Kendimi derslerime verdim çalıştım, çalıştım. İyi bir üniversiteyi kazandım. Sonra küçük bir ameliyat oldum. Hiçbirinde aramadı, sormadı. Haberi gidiyordu biliyorum ama sanki ölü gibiydi. Hiç var olmamış, onca şey hiç yaşanmamış gibiydi. Zaman geçti ama kırgınlıklarım hiç geçmedi.
Hayatıma birilerini almaya çalıştım. Hoşlandığım birileri olmuştu ama yine sevgilim olmamıştı. Kimseye ısınamıyordum ve farkında olmadan hep onunla kıyaslıyordum. Bu sadece fiziksel olarak değil; kimsenin dokunuşu, bakışı onunki gibi etkilemiyordu beni.
Onu aklımdan çıkardığımı düşünüyordum. Bitip gittiğini. Asla tekrarlamayacağım diyordum. Bir daha geldiğinde her şey çok farklı olacak diyordum. Sadece diyormuşum… Ne zaman öğrendim ki geliyormuş aklıma, kalbime düştü tekrar. Bastırdığım her şey gün yüzüne çıkmaya başladı. Ona olan özlemim, kırgınlıklarım, kızgınlıklarım. Evet, değişmiştim ama bunu ne kadar yansıtabilecektim bilmiyordum. Güçlü olacaktım karşısında, her istediğinde gelemeyecekti yanıma. Ki güçlü durdum da.
O Türkiye’ye geldiğinde ben şehir dışındaydım. Benim evimdeydi yine. Kokusuyla, sesiyle, tüm varlığıyla benim evimdeydi. Çıldırıyordum dönmek için. Onu o kadar çok merek ediyordum ki… Evet, aptal ben her şeye rağmen onu ölesiye merak ediyordum.
Sonunda döndüğümde evimdeydi. Sanki hiçbir şey olmamışçasına sarıldık, konuştuk, güldük. Bakamıyordum gözlerine onun aksine. O da değişmişti. Boyu iyice uzamış, vücudu gelişmişti. Kısa, küçük bir kız değildim ama onun kollarının arasında kendimi küçücük hissetmiştim. Sakal ona çok yakışıyordu. Zaten yakışıklı olan yüzüne daha erkeksi bir hava katmıştı. Bunlar o an gözlemlediklerim değildi. O an ona bakamıyordum bile. Kalbim yerinden çıkacakmışçasına atıyor, ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum.
O, ben ve ağabeyi birlikte balkonda oturmuştuk. Tam karşıma oturmuştu. Gözlerim istemsizce ona takılıyordu. Genellikle ağabeyi ve ben konuşuyordum, o sadece dinliyor ve bana bakıyordu. Ben ona çok bakamasam da gözlerini hissedebiliyordum. Onun inadına gülüyor, sürekli konuşuyor ve kendimce beni yıkamadığını ispatlıyordum.
Kafasını öne eğdiği zaman gördüm saçlarındaki beyazların çoğunu. Daha 19 yaşındaydı ama o kadar çok beyazı vardı ki… Ellerim istemsizce saçlarına gitti. Yumuşak saçlarına dokunmayı özlemiştim. Gözlerini yerden kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Yine aynı bakıştı o ama ben bende de olduğunu söyleyerek bakışlarından kaçmıştım. Farkındaydım ki o saçlar boştan yere beyazlamamıştı. Onun da birçok problemi vardı. Ailevi problemleri onu altüst etmişti ve bir yıl sınıfta kalmıştı. O an kendimi öyle bencil hissettim ki… Güzel günler geçirmemişti, üzülmüştü ve bu benim canımı yaktı. Onun üzüldüğünü düşünmek bile canımı yakıyordu.
Günler öylece gelip geçiyordu. Hep beraber dışarı çıkıyor, geziyorduk. Onunla hiç yalnız kalmamıştık. Aslında çok fazla fırsat vardı ama ne ondan ne de benden bir adım gelmemişti. Her ne kadar kendime söz vermiş olsam da yine de onunla yalnız kalmak istiyor, en azından düşüncelerini öğrenmek istiyordum.
Bizim aramızdakini sadece yaşıtım olan kız kuzenim biliyordu ama onun bundan haberi yoktu. Kuzenim bir gün bana “O kadar körsün ki onun sana bakışlarını görmüyorsun. Gözleri hep seni izliyor.” Demişti. Bakamıyordum ki ben ona uzun uzun. Ben sadece ona değil kimseye bakamazdım uzun uzun.
Babannemi çok severdi, durmadan yanaklarını sıkar, onunla uğraşırdı. Bir gün babannem ona kızıp ileride karısını bıktıracağı söylemişti. Sonra halam onun hep böyle olduğunu küçükken de durmadan beni sıkıştırıp öptüğünü hala ağlattığını söyledi. Ben o an bakamadım yine ona. Bilmiyorlardı ki hala aynıydı. Kuzenim onun o an bana baktığını ve gözlerini uzun bir süre çekmediğini söylemişti daha sonra. Gözlerimin gözlerine değmediği her andan pişmanlık duyuyordum oysa. Daha sonra ona o zamanı hatırlatıp “Hala aynısın.” Dediğimde gülmesine rağmen komik olmadığını söylemişti.
Yaklaşık iki hafta boyunca hiçbir yakınlaşma olmamıştı aramızda. İki yıl öncekine oranla daha çok konuşuyorduk ama yine de bazen susar hiç konuşmazdı. Sonra bir gün dizime yattı. Ellerim yine saçlarının arasına daldı. Ben saçlarıyla oynadıkça gözleri kapandı. Gözlerim yüzünde dolaşıyor, unuttuğum her bir ayrıntıyı hafızama kazımaya çalışıyordum. Yan yatıyordu ve bir süre sonra ellerini kafasının altındaki küçük yastığın altına soktu ve bacağıma koydu. Parmakları usul usul tenimi okşuyordu. Ellerini bacağımdan çekmesi için boştaki elimi yastığın altına soktuğumda iki eliyle elimi tuttu. Parmağı elimin üzerinde dolaşıyordu. Kalbim sanki onun avuçları arasındaki elimde atıyordu. O şekilde ne kadar kaldık bilmiyorum. Konuşmuyor, yan kanepede oturan babannemle birlikte televizyona bakıyorduk ama izlediğimiz söylenemezdi.. Sonra kafasını kaldırıp bana başka yere gitmeyi işaret etti. Ama korktum, onunla yalnız kalmaktan yine üzülmekten korktum. Kafamı olumsuz anlamda sallayıp kalktım. Peşimden geldi ve ısrar etti ama kabul etmedim. O her istediğinde ona gidemezdim. Kırıldı farkındaydım ama yapamazdım daha fazla kırılamazdım.
Bir süre sonra odama çıkmıştım. Yaklaşık yarım saat sonra geldi. Onunla bir iddiaya girmiştik ve o kazanırsa istediği bir şeyi yapacaktım. O kazanmıştı. Ne istediğini sordum ve bana Beşiktaş’ın eşofman takımını istediğini söyledi. Kabul ettim ama hemen şaka yaptığını ve başka bir şey istediğini söyledi. “Seni öpmek istiyorum.” Dedi. Bunu isteyeceğini tahmin etmiştim. “En zor şeyi istiyorsun.” Dedim. Israr etti, saçlarımı kokladı, ellerimi, omzumu öptü. “Yapma, kırıyorsun.” Dedim. Benimle dalga geçer gibi “Neden?” diye sordu ve öpmeye zorladı. Bu kadar zorlamasına dayanamayıp onu odadan kovdum. Özür diledi giderken ama özürler yaraları tedavi etmiyordu. Beni yine kırmıştı. Daha sonra yine geldi, özür diledi ve ben gülene kadar da gitmedi. Onu öpmek istiyordu bir yanım ama beni yine kıracağını biliyordum.
Evin neredeyse boş olduğu bir gün terasta birlikte sigara içmiştik. Sonra yan yana oturup gökyüzünü izlemiştik. Ben kahve içiyordum o da beni izliyordu. Elleri saçlarımda, sırtımda geziyordu. Elimi tutuyor ve avucumu öpüyordu. “Seni gerçekten kırdım mı o yıl?” diye sordu. Kırmıştı ve bundan haberi yoktu. Kırdığını söylediğimdeyse bana asıl darbeyi indiren o cümle döküldü dudaklarından: “Sana umut mu verdim?” Sanki onca şeyi ben tek başıma yaşamışım gibi, sanki ben onun için sadece eğlenilecek biriymişim gibi bunu sordu bana. Ve o an bir daha anladım ki ona güvenemezdim. Beni yarı yolda bırakacaktı, farkındaydım. O böyle bir şey söylüyorken ona zaten hiçbir şekilde içimdekileri söyleyemezdim. Nasıl bu kadar söylediği cümleyle hareketleri çelişebiliyordu anlamıyordum. “Umut vermek değil de kullanılmışlık hissini bilir misin?” diye sordum. Bana kızdı böyle hissettiğim için. Onun için çok değerli olduğumu, asla beni kullanmadığını söyledi. Ne kadar inanabilirdim ki bu saatten sonra sözlerine? Yine de böyle demesi beni mutlu etmişti. Ona onun da benim için çok değerli olduğunu ve bu değeri kaybetmemesini söyledim. Beni son bir kez öpmek istediğini ve bir daha yapmayacağına dair söz verdi. Son bir kez… Kabul ettim ve özlediğim dudaklarıyla buluştu dudaklarım son kez. Daha uzun olmasını istedi ama ben istemedim. Ne kadar uzun olursa o kadar çok dağılacaktım çünkü. Sonra tekrar saçlarımı kokladı, sarıldı bana, omzumu öptü. Ben de onu öptüm doya doya. Geri geleceğinin farkındaydım ama bir daha bunu yapmayacaktım. Gururumu yeterince çiğnemiştim.
Bu yaz en büyük yakınlaşmamız bu olmuştu. Bir iki kez gelmek istedi ama ben istemedim. Uzak durdu benden. Ben ona bakarken bakmadı bana, ağzını açıp tek kelime etmedi. Bunu ben istemiştim farkındayım ama yapacak bir şeyim yoktu. Ama bu kadar fazla uzaklaşması kırgınlığımı arttırıyordu.
Gitmelerine iki gün kala yanıma geldi. Yine yattı dizlerime, saçlarını okşadım. Hiç konuşmadık. Benimki gibi hızlı atan kalbini hissedebiliyordum. Dakikalarca öyle kaldık. En mutlu, huzurlu anımız bu oldu dönüp baktığımda. Veda ettik sessizce birbirimize, farkındaydım. İçimizde dökemediklerimizle sessiz bir veda ettik.
Gittikleri günse iki yıl öncekinin aksine baktık birbirimize doya doya. Yanaklarımızı öptük ve sımsıkı sarıldık. Boynunu öptüm kokusunu içime çekerken. O kadar odaklanmıştım ki o an ona son sarılışım olmasına, söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyorum.
Ona o kadar çok istedim ki içimdekileri dökmeyi. Bağırıp çağırmayı, sarılmayı, öpmeyi, elini doya doya tutmayı. Biri görecek korkusu olmadan yanında olmayı. Cümlelerimi yutmamın en büyük sebebi oydu. Daha çocuktu o, büyüyememişti bir türlü. Korkaktı, elimi tutmaktan korkacak kadar korkak. Oysa bilsem onun beni bırakmayacağını, emin olsam hislerinden herkesi, her şeyi karşıma alırdım. Hala da alırım. Ben bugüne kadar tüm kırılmalarımı göz ardı edip ondan başkasına gitmedim, onda bulduğum huzuru kimsede bulamadım. Evet, bana umut verdi. Umutların en büyüğünü verdi. Biliyorum o bakışları, dokunuşları boş değil. Korkuyor, korkuyoruz. Aramızda bir şey olsa bile mesafeler ve zaman korkutuyor belki gözünü. Aramıza binlerce kilometre giriyor ve o binlerce kilometre sadece iki yılda bir kapanıyor.
O gideli bir ay oldu. Gittiği gün eve sığamadım, daraldım, ağladım, özledim, çok özledim. Her köşede bir anısı vardı. Gitmeden önce oturduğu sandalye, su içtiği pet şişe, üzerinde saçlarını okşadığım yatağım, dokunduğu yerler, sesinin yankılandığı duvarlar ve tamamen onla dolu olan ben… Yeni yeni toparlandığımı hissediyorum. Silemediğim fotoğrafları var telefonumda. Aklımda unutamadığım anıları, kalbimde kokusu var. Bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Yine mesaj atmadı, aramadı gitti gideli. İlk başlarda onunla konuşmayı çok istedim ama o böyle yaparken ona mesaj atmak bile gelmiyor içimden. Ona açılmaktan, açıldıktan sonra olacaklardan ve belki de reddedilip bir kez daha kırılmaktan korkuyorum. Bana değer verdiğini hissetmiyorum ve zaten bana umut mu verdim diye soran bir insana da bel bağlamak istemiyorum. Giderken “Bir dahaki geldiğimde büyümüş olurum. O zaman istemem bunları.” Demişti.
Kafam o kadar karışık ki… Hala ona çok değer veriyorum, hala hiçbir erkek onun yerini tutmuyor, hala üzülmesinden korkuyorum. Bir şiir okumuştum onla aynı evde fakat farklı odalarda nefes alırken. Gülümsetmişti şiir beni çünkü o kokuyordu. Sonra şiirin iki dizesini ona söylemiştim. “Sen sevgiden şımaran çocuk, ben şaşıran budala.” Tekrar etmişti beni. Anlamamıştı belki de. Edebi şeylerle pek arası yoktu benim aksime. Bu da onunla zıt olduğumuz onlarca şeyde bir tanesiydi. Belki de zıtlığımız çekti bizi bilmiyorum, belki ergenlikte tavan yapan hormonlarımızdan bu haldeyiz. Belki bu hikaye böylece kapanıp gidecek, unuttum sanacağım yine, gitti diyeceğim. Bir daha olmayacak böyle şeyler diyeceğim. Belki iki yıl sonra geldiğinde yine yakınlaşacağız gururumu hiçe sayarak. Belki yine bırakacak beni, belki de tutacak elimi. Ya da gerçekten unutacağız bunları. Bir daha yaşamayacağız birbirimizi. Birbirimize bakarken geçmişi hatırlayacağız belki iki yıl sonra belki bir başkasıyla düğünümüzde… Emin olduğum tek şey sonumuz nasıl olursa olsun unutmayacağız birbirimizi.
Kimse benim onu sevdiğim gibi sevmeyecek. Belki de kimseyi onu sevdiğim gibi sevmeyeceğim. Kimse onun için bu kadar gözyaşı dökmeyecek. Bizden başka kimse biz birbirimize bakarken gözlerimizden geçenleri anlamayacak.
Pişman değilim, olmayacağım. Bazen onsuzluk canımı sıkıp pişman olduğumu düşünsem de değilim. İlk gözyaşım, ilk kalp ağrım, ilk öpücüğüm, ilk özlemim, ilk mutluluğum, ilk kırgınlığım o oldu. Şımarık bir çocuk desem de kocaman bir kalbi olan o… Her zaman hayranlık duyduğumdu. Yaşadıklarımı unutmaya çalışmayı bıraktım. Evet, canım yandı, çok yandı ama ileride dönüp baktığımda herkesin sahip olamayacağı bir anım oldu.
Belki yargılayacaksınız beni, hor göreceksiniz. Ama inanıyorum ki gerçekten aşkı tatmış insanlar beni anlayışla karşılayacaktır çünkü insan kime aşık olacağını seçemiyor. Neler yaşayacağını bilemiyor. Eğer 19 yaşındaki bu genç kızın kalp ağrısını okuduysanız ne mutlu bana. Ne yapacağımı, ne olacağını bilmiyorum sadece yaşıyorum ve sizden ufacık da olsa bir tavsiye bekliyorum.
Aynı yaştaydık. Yurt dışında yaşıyorlardı. Türkiye’ye ise iki yılda bir gelirlerdi. Eskiden her şey yolundaydı. Birlikte oynar, birlikte gülerdik. Bunda aynı yaşta olmamızın etkisi çok büyüktü. Diğer kuzenlerimiz bizden daha büyük olduğu için daha yakındık onla. Çok şımarık bir çocuktu bense onun aksine daha sessiz sakindim. Teknik olarak o benden daha büyüktü hatta ona ağabey dememi bile isterdi küçükken dalgasına. Ama gerçekte ondan büyüktüm, daha olgundum. Galiba değişmeyen tek şey de bu oldu aramızda.
Zaman geçti. Hem fiziksel hem ruhsal olarak büyüdük. (Ama o hale bir çocuktu.) 17 yaşındaydık. Lise yılları çoğu için heyecanlı geçmiştir çünkü iyi ya da kötü aşk tadılmıştır, karşılıklı ya da karşılıksız. Soğuk biriydim, herkesle arkadaşlık kuramaz, samimi olamazdım. Bu durum çoğu insanı da benden uzaklaştırmıştı, farkındaydım. Birkaç erkekle konuşmama hatta hoşlanmama rağmen sevgilim olmamıştı hiç. Çevremdekiler benim aksime konuşkandı, çevrelerinde birçok insan ve durmadan konuştukları bir erkek olurdu. Her ne kadar samimiyetsiz ilişkileri sevmesem de bu durum ister istemez canımı sıkıyordu.
Sonra o geldi. Değişmişti: boyu çok uzamıştı, vücudu gelişmiş, yakışıklı yüzü iyice dikkat çeker olmuştu ama inanın o zaman bile benim için sadece kuzenden ibaretti. Eski yılların aksine çok konuşmuyorduk. Garip bir şekilde yan yana çok az geliyorduk, yalnız kalmıyorduk. Bunun üstünde durmamıştım çünkü o yurt dışındayken neredeyse hiç konuşmazdık ve bir anda çok yakın olmamızı bekleyemezdim. Artık çocuk sayılmazdık çünkü.
O gün, her şeyi tepe taklak ettiği gün, bir çiftlik evindeydik. Balkonda oturmuş kitap okuyordum, canım sıkılmıştı. Sonra o geldi ve onun da sıkıldığını söyledi ve birlikte atv sürmeyi teklif etti. Ben de kabul ettim. Şehrin dışında kalan bu yerde atv sürmek gerçekten eğlenceli oluyordu. Bir tane atv vardı. Ben sürmek istemiştim. O da kabul edip arkama oturmuş, arka taraftaki demirden tutunmuştu. Bozuk yollarda giderken gayet eğleniyor, gülüyorduk. Bu, o yıl ilk kez birlikte gülerek yaptığımız şeydi. Yollar çok bozuk olduğu için atvnin gidonunu (direksiyonunu) sabit tutmakta zorlanıyor, daha çok sarsılmamıza neden oluyordum. Bu onun daha çok gülmesine neden oluyordu. Gidona gücüm yetmeyince bir elimi arkaya atıp kolunu tuttum ve onun da gidonu tutmasını sağladım. Diğer eli de gidonu tutunca bana yaklaşmak zorunda kalmıştı. Ve bunu gerçekten hiçbir art niyet düşünmeden yapmıştım. Saçlarım onu rahatsız edince saçlarımı bir omzuma toplamıştım. O da boşta kalan omzuma çenesini koymuştu. Biraz fazla yakındık ama bu beni rahatsız etmiyordu hala ona farklı bir gözle bakamıyordum. Tamam, kabul ediyorum bu yakınlık garip hissettirmişti ama bu durumun sadece bende olmadığının farkındaydım. İkimizde susmuştuk ve onun güçlü kolları sayesinde daha az sarsıntıyla gideceğimiz yere gelmiştik. Ağaçlık olan bu yerde birkaç bank da vardı ama kimse yoktu. Biraz dinlenip sonra tekrar sürecektik. O masanın üzerine oturmuş, bense hemen yanında bankın oturma kısmında etrafı seyrediyorduk. Yine olmuştu, konuşmuyorduk. Onun bana baktığının farkındaydım ama ben yine etrafa bakıyordum. Sonra bana sevgilim olup olmadığını sormuştu. Olmadığını söylediğimdeyse “Artık var bilsinler.” Demişti. Bu dediğinin üzerinde düşünmemiş, bir anlam aramamıştım. Klasik bir koruma güdüsüydü bu benim için. O da daha fazla bir şey söylemedi zaten.
Sonra o sürmeye başladı bense arkasına oturdum. Arkadaki demirden tutunmuş savrulan saçlarımla onun sırtını izliyordum. Bir tur attıktan sonra yine aynı yere gelmiştik. Bu sefer atvden inmek yerine bana yaslanmayı tercih etti. Saçlarıyla oynadım, öptüm onları. Özlemiştim onu, o da beni özlemişti ve bunu hissetmek çok güzeldi. O an tam olarak neler konuştuk hatırlamıyorum. Tek hatırladığım elimin altında delice atan kalbi ve dudaklarımın üstüne konan parmaklarıyla “Buradan öpmek istiyorum.” Diyen sesi… İstemediğimi söylesem de çok ısrar etmişti. Söylediği sözler karşısında cevabım kalmamıştı. Neden kestirip atmadığımı düşünüyorum mesela… Kestirip atamamıştım çünkü o an farkında olmasam da içimde hep o vardı. Ve bunu anlamam çok zamanımı almıştı.
O gün ilk öpücüğümü onunla paylaşmıştım. Dudaklarım ilk kez onun dudaklarını tatmıştı. Pişman değildim, hala da değilim. Tüm yaşananlara rağmen, ona rağmen pişman değilim.
Hatırlıyorum da deli gibi mutluydum. Düşünmüyordum hiçbir şeyi çünkü buna ihtiyacım vardı. O yaz duyduğum her ayak sesine, sesine, evimi dolduran kokusuna heyecanlanır olmuştum. Her yerde kahverengi gözleri vardı. Öyle güzel bakıyordu ki bazen etrafımızdaki insanlar sanki yok oluyordu.
Ama bazen öyle uzaktı ki onun için bir önemim olmadığını düşünüyordum. Sadece gönlünü eğlendirecek biri olarak görüyordu sanki beni. Bazen etrafımızda birileri varken hiç konuşmazdı benimle, bakmazdı bile ama sonra yalnız kaldığımızda bambaşka biri oluverirdi. Bunun biri anlayacak diye uzak durmakla bir alakası olmadığını düşünürdüm çoğu zaman. Dedim ya kuzenim sonuçta hiç mi normal bir şekilde konuşmayacaktık başkalarının yanında.
Bir gece herkes uyumuştu. Sadece ikimiz kalmıştık salonda, televizyon izliyorduk. Karşılıklı kanepelerde uzanmıştık. Sonra yanına çağırdı beni, yanıma yat dedi. İlk başta kabule etmemiştim. O da bir daha sormadı, susup televizyon izlemeye devam etti. Bir süre sonra yine gidecekti ve ben o gittiğinde bunun pişmanlığını yaşamak istemediğim için yanına yattım. Sırtım ona dönüktü. İlk başta şaşırsa da sonra sarıldı bana saçlarımı kokladı, boynumu öptü. Öpüştük sonra. Genelde sessiz olsak da ben çoğunlukla birinin geleceğinden korkar ve onu uzaklaştırmaya çalışırdım. O ise bir şey olmaz deyip gitmezdi.
Çok sık olmasa da fırsat buldukça yalnız kalırdık. Aramızdaki belirsizlik canımı sıkmaya başlamıştı. Cümleleri, davranışları bir türlü tatmin etmiyordu beni. Hep bir eksiklik vardı içimde. Kullanılmışlık hissi geçmiyordu bir türlü. Bir gün bu durumun canımı sıktığını söyledim ona. “Seviyorum seni.” Dedi. Ama bu öylesine sıradan söylenmiş bir cümleydi ki… Sanki geçiştirmek için söylenmiş, hiçbir içtenliği olmayan ve sıradan bir insana söyleyeceğiniz cümle. Gözlerime bile bakmamıştı. Sustum, kabullendim. Söyleyecek bir şeyim kalmamıştı. Onun aksine ben onu kırmaktan öylesine çok korkuyordum ki…
O yılla ilgili hala içimi sıcacık yapan şeyse galiba bakışlarıydı. Bir akşam ailecek oturuyorduk. Ailelerimiz, kuzenler… Konu kuzenim kız arkadaşından ve alın yazısında açılmıştı. Bense böyle şeylere inanmadığım için dalga geçmiş, alın yazısının bir saçmalık olduğunu söylemiştim. O an bana öyle güzel baktı ki… Gülümsedi sonra. Yanılıyorsun dermişçesine. O bakışını hiç unutamadım mesela.
Sonra gitti. Daha içimde söyleyemediğim binlerce kelimem, sarılacağım, öpeceğim anlar varken gitti. Kuru bir sarılma ve kendine iyi bakla gitti. Gittiği gün benim doğum günümdü. Kutlamadan gitti. Oysa ben onu dileyecektim, bilmiyordu.
Hiç ayrılık acısı çekmemiş ben için zaten bendeki yeri farklıyken üstüne bu olay da eklenince kaldıramadım. Ağlayamadım, anlatamadım. Evimde hala kokusu duruyordu, her an sesini duyacakmış gibiydim. Zamanla onu düşündüğüm anlar azaldı ama asla bitmedi. Hiç arayıp sormadı beni ve bu içimdeki kullanılmışlık hissini katladı. Yine ona kızmıyordum ama kendime kızıyordum. Böyle bir şeye izin verdiğim için. Yeri geldi ondan nefret ettiğimi bile düşündüm. Alıştım yokluğuna, arayıp sormamasına. Onu olabildiğince az anmaya başladım, önüme baktım. Kendimi derslerime verdim çalıştım, çalıştım. İyi bir üniversiteyi kazandım. Sonra küçük bir ameliyat oldum. Hiçbirinde aramadı, sormadı. Haberi gidiyordu biliyorum ama sanki ölü gibiydi. Hiç var olmamış, onca şey hiç yaşanmamış gibiydi. Zaman geçti ama kırgınlıklarım hiç geçmedi.
Hayatıma birilerini almaya çalıştım. Hoşlandığım birileri olmuştu ama yine sevgilim olmamıştı. Kimseye ısınamıyordum ve farkında olmadan hep onunla kıyaslıyordum. Bu sadece fiziksel olarak değil; kimsenin dokunuşu, bakışı onunki gibi etkilemiyordu beni.
Onu aklımdan çıkardığımı düşünüyordum. Bitip gittiğini. Asla tekrarlamayacağım diyordum. Bir daha geldiğinde her şey çok farklı olacak diyordum. Sadece diyormuşum… Ne zaman öğrendim ki geliyormuş aklıma, kalbime düştü tekrar. Bastırdığım her şey gün yüzüne çıkmaya başladı. Ona olan özlemim, kırgınlıklarım, kızgınlıklarım. Evet, değişmiştim ama bunu ne kadar yansıtabilecektim bilmiyordum. Güçlü olacaktım karşısında, her istediğinde gelemeyecekti yanıma. Ki güçlü durdum da.
O Türkiye’ye geldiğinde ben şehir dışındaydım. Benim evimdeydi yine. Kokusuyla, sesiyle, tüm varlığıyla benim evimdeydi. Çıldırıyordum dönmek için. Onu o kadar çok merek ediyordum ki… Evet, aptal ben her şeye rağmen onu ölesiye merak ediyordum.
Sonunda döndüğümde evimdeydi. Sanki hiçbir şey olmamışçasına sarıldık, konuştuk, güldük. Bakamıyordum gözlerine onun aksine. O da değişmişti. Boyu iyice uzamış, vücudu gelişmişti. Kısa, küçük bir kız değildim ama onun kollarının arasında kendimi küçücük hissetmiştim. Sakal ona çok yakışıyordu. Zaten yakışıklı olan yüzüne daha erkeksi bir hava katmıştı. Bunlar o an gözlemlediklerim değildi. O an ona bakamıyordum bile. Kalbim yerinden çıkacakmışçasına atıyor, ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum.
O, ben ve ağabeyi birlikte balkonda oturmuştuk. Tam karşıma oturmuştu. Gözlerim istemsizce ona takılıyordu. Genellikle ağabeyi ve ben konuşuyordum, o sadece dinliyor ve bana bakıyordu. Ben ona çok bakamasam da gözlerini hissedebiliyordum. Onun inadına gülüyor, sürekli konuşuyor ve kendimce beni yıkamadığını ispatlıyordum.
Kafasını öne eğdiği zaman gördüm saçlarındaki beyazların çoğunu. Daha 19 yaşındaydı ama o kadar çok beyazı vardı ki… Ellerim istemsizce saçlarına gitti. Yumuşak saçlarına dokunmayı özlemiştim. Gözlerini yerden kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Yine aynı bakıştı o ama ben bende de olduğunu söyleyerek bakışlarından kaçmıştım. Farkındaydım ki o saçlar boştan yere beyazlamamıştı. Onun da birçok problemi vardı. Ailevi problemleri onu altüst etmişti ve bir yıl sınıfta kalmıştı. O an kendimi öyle bencil hissettim ki… Güzel günler geçirmemişti, üzülmüştü ve bu benim canımı yaktı. Onun üzüldüğünü düşünmek bile canımı yakıyordu.
Günler öylece gelip geçiyordu. Hep beraber dışarı çıkıyor, geziyorduk. Onunla hiç yalnız kalmamıştık. Aslında çok fazla fırsat vardı ama ne ondan ne de benden bir adım gelmemişti. Her ne kadar kendime söz vermiş olsam da yine de onunla yalnız kalmak istiyor, en azından düşüncelerini öğrenmek istiyordum.
Bizim aramızdakini sadece yaşıtım olan kız kuzenim biliyordu ama onun bundan haberi yoktu. Kuzenim bir gün bana “O kadar körsün ki onun sana bakışlarını görmüyorsun. Gözleri hep seni izliyor.” Demişti. Bakamıyordum ki ben ona uzun uzun. Ben sadece ona değil kimseye bakamazdım uzun uzun.
Babannemi çok severdi, durmadan yanaklarını sıkar, onunla uğraşırdı. Bir gün babannem ona kızıp ileride karısını bıktıracağı söylemişti. Sonra halam onun hep böyle olduğunu küçükken de durmadan beni sıkıştırıp öptüğünü hala ağlattığını söyledi. Ben o an bakamadım yine ona. Bilmiyorlardı ki hala aynıydı. Kuzenim onun o an bana baktığını ve gözlerini uzun bir süre çekmediğini söylemişti daha sonra. Gözlerimin gözlerine değmediği her andan pişmanlık duyuyordum oysa. Daha sonra ona o zamanı hatırlatıp “Hala aynısın.” Dediğimde gülmesine rağmen komik olmadığını söylemişti.
Yaklaşık iki hafta boyunca hiçbir yakınlaşma olmamıştı aramızda. İki yıl öncekine oranla daha çok konuşuyorduk ama yine de bazen susar hiç konuşmazdı. Sonra bir gün dizime yattı. Ellerim yine saçlarının arasına daldı. Ben saçlarıyla oynadıkça gözleri kapandı. Gözlerim yüzünde dolaşıyor, unuttuğum her bir ayrıntıyı hafızama kazımaya çalışıyordum. Yan yatıyordu ve bir süre sonra ellerini kafasının altındaki küçük yastığın altına soktu ve bacağıma koydu. Parmakları usul usul tenimi okşuyordu. Ellerini bacağımdan çekmesi için boştaki elimi yastığın altına soktuğumda iki eliyle elimi tuttu. Parmağı elimin üzerinde dolaşıyordu. Kalbim sanki onun avuçları arasındaki elimde atıyordu. O şekilde ne kadar kaldık bilmiyorum. Konuşmuyor, yan kanepede oturan babannemle birlikte televizyona bakıyorduk ama izlediğimiz söylenemezdi.. Sonra kafasını kaldırıp bana başka yere gitmeyi işaret etti. Ama korktum, onunla yalnız kalmaktan yine üzülmekten korktum. Kafamı olumsuz anlamda sallayıp kalktım. Peşimden geldi ve ısrar etti ama kabul etmedim. O her istediğinde ona gidemezdim. Kırıldı farkındaydım ama yapamazdım daha fazla kırılamazdım.
Bir süre sonra odama çıkmıştım. Yaklaşık yarım saat sonra geldi. Onunla bir iddiaya girmiştik ve o kazanırsa istediği bir şeyi yapacaktım. O kazanmıştı. Ne istediğini sordum ve bana Beşiktaş’ın eşofman takımını istediğini söyledi. Kabul ettim ama hemen şaka yaptığını ve başka bir şey istediğini söyledi. “Seni öpmek istiyorum.” Dedi. Bunu isteyeceğini tahmin etmiştim. “En zor şeyi istiyorsun.” Dedim. Israr etti, saçlarımı kokladı, ellerimi, omzumu öptü. “Yapma, kırıyorsun.” Dedim. Benimle dalga geçer gibi “Neden?” diye sordu ve öpmeye zorladı. Bu kadar zorlamasına dayanamayıp onu odadan kovdum. Özür diledi giderken ama özürler yaraları tedavi etmiyordu. Beni yine kırmıştı. Daha sonra yine geldi, özür diledi ve ben gülene kadar da gitmedi. Onu öpmek istiyordu bir yanım ama beni yine kıracağını biliyordum.
Evin neredeyse boş olduğu bir gün terasta birlikte sigara içmiştik. Sonra yan yana oturup gökyüzünü izlemiştik. Ben kahve içiyordum o da beni izliyordu. Elleri saçlarımda, sırtımda geziyordu. Elimi tutuyor ve avucumu öpüyordu. “Seni gerçekten kırdım mı o yıl?” diye sordu. Kırmıştı ve bundan haberi yoktu. Kırdığını söylediğimdeyse bana asıl darbeyi indiren o cümle döküldü dudaklarından: “Sana umut mu verdim?” Sanki onca şeyi ben tek başıma yaşamışım gibi, sanki ben onun için sadece eğlenilecek biriymişim gibi bunu sordu bana. Ve o an bir daha anladım ki ona güvenemezdim. Beni yarı yolda bırakacaktı, farkındaydım. O böyle bir şey söylüyorken ona zaten hiçbir şekilde içimdekileri söyleyemezdim. Nasıl bu kadar söylediği cümleyle hareketleri çelişebiliyordu anlamıyordum. “Umut vermek değil de kullanılmışlık hissini bilir misin?” diye sordum. Bana kızdı böyle hissettiğim için. Onun için çok değerli olduğumu, asla beni kullanmadığını söyledi. Ne kadar inanabilirdim ki bu saatten sonra sözlerine? Yine de böyle demesi beni mutlu etmişti. Ona onun da benim için çok değerli olduğunu ve bu değeri kaybetmemesini söyledim. Beni son bir kez öpmek istediğini ve bir daha yapmayacağına dair söz verdi. Son bir kez… Kabul ettim ve özlediğim dudaklarıyla buluştu dudaklarım son kez. Daha uzun olmasını istedi ama ben istemedim. Ne kadar uzun olursa o kadar çok dağılacaktım çünkü. Sonra tekrar saçlarımı kokladı, sarıldı bana, omzumu öptü. Ben de onu öptüm doya doya. Geri geleceğinin farkındaydım ama bir daha bunu yapmayacaktım. Gururumu yeterince çiğnemiştim.
Bu yaz en büyük yakınlaşmamız bu olmuştu. Bir iki kez gelmek istedi ama ben istemedim. Uzak durdu benden. Ben ona bakarken bakmadı bana, ağzını açıp tek kelime etmedi. Bunu ben istemiştim farkındayım ama yapacak bir şeyim yoktu. Ama bu kadar fazla uzaklaşması kırgınlığımı arttırıyordu.
Gitmelerine iki gün kala yanıma geldi. Yine yattı dizlerime, saçlarını okşadım. Hiç konuşmadık. Benimki gibi hızlı atan kalbini hissedebiliyordum. Dakikalarca öyle kaldık. En mutlu, huzurlu anımız bu oldu dönüp baktığımda. Veda ettik sessizce birbirimize, farkındaydım. İçimizde dökemediklerimizle sessiz bir veda ettik.
Gittikleri günse iki yıl öncekinin aksine baktık birbirimize doya doya. Yanaklarımızı öptük ve sımsıkı sarıldık. Boynunu öptüm kokusunu içime çekerken. O kadar odaklanmıştım ki o an ona son sarılışım olmasına, söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyorum.
Ona o kadar çok istedim ki içimdekileri dökmeyi. Bağırıp çağırmayı, sarılmayı, öpmeyi, elini doya doya tutmayı. Biri görecek korkusu olmadan yanında olmayı. Cümlelerimi yutmamın en büyük sebebi oydu. Daha çocuktu o, büyüyememişti bir türlü. Korkaktı, elimi tutmaktan korkacak kadar korkak. Oysa bilsem onun beni bırakmayacağını, emin olsam hislerinden herkesi, her şeyi karşıma alırdım. Hala da alırım. Ben bugüne kadar tüm kırılmalarımı göz ardı edip ondan başkasına gitmedim, onda bulduğum huzuru kimsede bulamadım. Evet, bana umut verdi. Umutların en büyüğünü verdi. Biliyorum o bakışları, dokunuşları boş değil. Korkuyor, korkuyoruz. Aramızda bir şey olsa bile mesafeler ve zaman korkutuyor belki gözünü. Aramıza binlerce kilometre giriyor ve o binlerce kilometre sadece iki yılda bir kapanıyor.
O gideli bir ay oldu. Gittiği gün eve sığamadım, daraldım, ağladım, özledim, çok özledim. Her köşede bir anısı vardı. Gitmeden önce oturduğu sandalye, su içtiği pet şişe, üzerinde saçlarını okşadığım yatağım, dokunduğu yerler, sesinin yankılandığı duvarlar ve tamamen onla dolu olan ben… Yeni yeni toparlandığımı hissediyorum. Silemediğim fotoğrafları var telefonumda. Aklımda unutamadığım anıları, kalbimde kokusu var. Bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Yine mesaj atmadı, aramadı gitti gideli. İlk başlarda onunla konuşmayı çok istedim ama o böyle yaparken ona mesaj atmak bile gelmiyor içimden. Ona açılmaktan, açıldıktan sonra olacaklardan ve belki de reddedilip bir kez daha kırılmaktan korkuyorum. Bana değer verdiğini hissetmiyorum ve zaten bana umut mu verdim diye soran bir insana da bel bağlamak istemiyorum. Giderken “Bir dahaki geldiğimde büyümüş olurum. O zaman istemem bunları.” Demişti.
Kafam o kadar karışık ki… Hala ona çok değer veriyorum, hala hiçbir erkek onun yerini tutmuyor, hala üzülmesinden korkuyorum. Bir şiir okumuştum onla aynı evde fakat farklı odalarda nefes alırken. Gülümsetmişti şiir beni çünkü o kokuyordu. Sonra şiirin iki dizesini ona söylemiştim. “Sen sevgiden şımaran çocuk, ben şaşıran budala.” Tekrar etmişti beni. Anlamamıştı belki de. Edebi şeylerle pek arası yoktu benim aksime. Bu da onunla zıt olduğumuz onlarca şeyde bir tanesiydi. Belki de zıtlığımız çekti bizi bilmiyorum, belki ergenlikte tavan yapan hormonlarımızdan bu haldeyiz. Belki bu hikaye böylece kapanıp gidecek, unuttum sanacağım yine, gitti diyeceğim. Bir daha olmayacak böyle şeyler diyeceğim. Belki iki yıl sonra geldiğinde yine yakınlaşacağız gururumu hiçe sayarak. Belki yine bırakacak beni, belki de tutacak elimi. Ya da gerçekten unutacağız bunları. Bir daha yaşamayacağız birbirimizi. Birbirimize bakarken geçmişi hatırlayacağız belki iki yıl sonra belki bir başkasıyla düğünümüzde… Emin olduğum tek şey sonumuz nasıl olursa olsun unutmayacağız birbirimizi.
Kimse benim onu sevdiğim gibi sevmeyecek. Belki de kimseyi onu sevdiğim gibi sevmeyeceğim. Kimse onun için bu kadar gözyaşı dökmeyecek. Bizden başka kimse biz birbirimize bakarken gözlerimizden geçenleri anlamayacak.
Pişman değilim, olmayacağım. Bazen onsuzluk canımı sıkıp pişman olduğumu düşünsem de değilim. İlk gözyaşım, ilk kalp ağrım, ilk öpücüğüm, ilk özlemim, ilk mutluluğum, ilk kırgınlığım o oldu. Şımarık bir çocuk desem de kocaman bir kalbi olan o… Her zaman hayranlık duyduğumdu. Yaşadıklarımı unutmaya çalışmayı bıraktım. Evet, canım yandı, çok yandı ama ileride dönüp baktığımda herkesin sahip olamayacağı bir anım oldu.
Belki yargılayacaksınız beni, hor göreceksiniz. Ama inanıyorum ki gerçekten aşkı tatmış insanlar beni anlayışla karşılayacaktır çünkü insan kime aşık olacağını seçemiyor. Neler yaşayacağını bilemiyor. Eğer 19 yaşındaki bu genç kızın kalp ağrısını okuduysanız ne mutlu bana. Ne yapacağımı, ne olacağını bilmiyorum sadece yaşıyorum ve sizden ufacık da olsa bir tavsiye bekliyorum.