Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

KALORİ DEĞİL KALORİNİN NEREDEN GELDİĞİ ÖNEMLİ!

İngiltere’de şekere vergi konulması tartışılırken şeker konusunda önemli çalışmaları olan metabolizma profesörü Dr. Robert Lustig den de açıklama geldi.

Dr. Lustig’in, şeker konusunda yıllar önce yazılmış fakat şeker endüstrisince unutturulmuş, John Yudkin’in “Pure White and Deadly” kitabını tozlu raflardan kurtararak yeniden basılmasını sağlayan profesör olduğunu hatırlatalım.

Dr. Lustig üniversitesinde (University of California) yaptıkları yeni bir çalışmadan bahsediyor:

“43 obez ve çeşitli hastalıkları olan çocuğun beslenmesinden 9 gün boyunca şeker çıkarıldı ancak toplam kalori azaltılmadı, şeker yerine nişasta arttırıldı. Eğer sadece şeker eksiltilseydi kaydedilen değişikliklerin kalori azalmasından olduğu söylenirdi, o nedenle toplam kaloride değişiklik yapılmadı.

9 gün boyunca daha önceki beslenmelerindeki kadar yağ, protein ve karbonhidrat tükettiler, karbonhidratın kaynağı değişti. İşlenmiş gıda da verildi. Sadece şeker tüketimleri aldıkları toplam kalorinin %28’iyken %10’una geriletildi. Bu süre zarfında kilo vermemeleri sağlandı, her gün tartılıp kilo verdilerse daha çok yemeleri söylendi.

Sonuçlar çok şaşırtıcıydı. Diyastolik kan basıncı 5 puan düşmüş, kan yağı düzeylerinde de ciddi düşüşler olmuştu. Açlık kan şekeri 5 puan düşmüş, glikoz intoleransı iyileşmiş, insülin düzeyleri %50 düşmüştü. Diğer bir deyişle 10 günde metabolik hastalıkları gerilemişti. Sadece şeker çılarılıp nişasta eklenerek. Düşünebiliyor musunuz nişasta da vermesek ne kadar sağlıklı olabileceklerini?

Bu çalışma tüm kalorilerin aynı olmadığını çok güzel gösteriyor. Bu çalışma belki şekerin metabolik hastalığın tek nedeni olduğunu ispatlamıyor ama şeker miktarı değiştirilirse hastalığın iyileşmesine büyük etkisi olacağını gösteriyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) diyabeti durdurmak için şeker tüketiminin kesilmesini tavsiye ediyor. Şeker tüketimimizin yaklaşık yarısı şekerli içeceklerden geliyor. Halk sağlığıyla ilgili kurala göre bir maddenin ulaşılabilirliği azalırsa tüketimi de azalır, bu da sağlık zararlarını azaltır.

Vergilendirme ulaşılabilirliğini azaltacak bir faktördür ve uygulaması kolaydır. Bazıları vergilendirmenin fakirleri daha fazla etkileyeceğini söyleyerek karşı çıkıyor. Ancak tip 2 diyabet de fakirleri daha fazla etkileyen bir hastalık. Vergilendirme sigara ve alkol tüketimlerinin kontrol edilmesinde işe yaradı. Meksika’da şekerli içeceklere vergi konması da işe yaradı.

Cameron biraz beslenme bilimiyle ilgili bilgi edinirse şeker vergisinin insan hayatı ve sağlığına olacak faydalarını görür.”

Umarız başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere, diyetisyenlerimiz ve bazı doktorlarımız da kalori hesabı değil kalorinin hangi gıdadan alındığının önemini artık anlarlar.

Çeviri: Nurçin Çağlar Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynaklar:
(1)http://www.theguardian.com/…/science-new-study-case-sugar-t…

(2)http://www.telegraph.co.uk/…/Cutting-sugar-can-improve-heal…
 
EN SIK RASTLANAN BESİN YETERSİZLİKLERİ - I
Çeşitli yazılarımızda vücudumuz için öncelikle gerekli olan maddelerden, bunları besinler yoluyla nasıl alacağımızdan, eksikliklerinin yol açabileceği sorunlardan söz etmiştik. Dr. Mercola'nın “En Sık Rastlanan Besin Yetersizlikleri” başlıklı yazısını (1) okuyunca tüm maddelerden toplu halde söz edildiği için önemli bulduk ve sizler için tercüme ettik. Yazı uzun olduğundan bir kısmını bu hafta, kalanını ise önümüzdeki hafta yayınlayacağız.
"Dengeli ve bütün yiyeceklerden oluşan bir beslenmede bile yediklerimizin nasıl yetiştirildiğini kontrol edemediğimizden vücudumuzun ihtiyacı olan tüm besinleri alamıyoruz. Yaşımız ve sağlık durumumuz da vücudumuzun yiyeceklerimizden alabildiği besinlerin miktarını etkiliyor. Çoğu zaman besin yetersizliklerini tespit etmek mümkün olamıyor. Aşağıda en sık rastlanan yetersizlikleri sıraladım. Yetersizlikleri gidermenin en iyi yolu yiyecekleri dikkatli seçmek ancak bu her zaman yeterli olmuyor, besin destekleri kullanmak gerekiyor.
1- D Vitamini
Her yaşta en sık rastlanan eksiklik, araştırmacılar toplumun %50'sinde D vitamini eksikliği olduğunu tahmin ediyorlar. Senede 2 kez ölçtürüp optimal düzeyde tutmak için destek kullanılması gerekir. Güneşten yararlanarak D vitamini sentezlemek isteyenler UVB ışınlarının dünyaya ulaşabildiği zamanları bilerek güneşe çıkmalı, bunun bilinenin aksine güneşin dik geldiği öğle saatleri olduğu ve güneşte gereğinden uzun kalınmaması gerektiği unutulmamalı. (2)
Çok kullanılan tarım ilacı glifosatın D vitaminini aktive eden enzimleri engellediği gösterilmiş. O nedenle işlenmiş gıdalardan ve konvansiyonel şekilde yetiştirilen tarım ürünlerinden kaçınılmalı.
2- Omega 3 Yağları
Omega 3 yağlarından EPA ve DHA'nın düşük olması tüm sebeplerle ölüm riskini arttırıyor, Omega 3 eksikliği ABD'deki altıncı ölüm nedeni. Çoğu insan inflamasyona neden olan Omega 6 içeren gıdaları fazlasıyla tüketiyor, inflamasyonu gideren Omega 3 ise yeterince tüketilmiyor. Bu da kalp damar hastalığı, kanser, depresyon, Alzheimer, romatoid artrit ve diyabet gibi pek çok hastalık riskini arttırıyor.
İdeal Omega 3 / Omega 6 oranı 1/1 ancak tipik Batı beslenmesiyle bu 1/20-1/50 olmuş durumda. Oranı düzeltmek için Omega 3 takviyesi almanın yanında Omega 6 alımını da azaltmak gerek.
3- K2 Vitamini
K2 vitamini sağlık için D vitamini kadar önemlidir, kemiklerin güçlü olması ve damar sağlığı için gerekli olduğu kadar doku yenilenmesi, hücre büyümesi gibi biyolojik süreçlerde, sağlıklı hamilelik ve kanseri önlemede rol oynar. D vitamininin eşlikçisidir, K2 olmadan D vitamini işlevini yapamaz. Bu iki vitamin kalsiyum ve magnezyumla da sinerjetik bir işlev gördükleri için bu dörtlünün birlikte kullanılması tavsiye ediliyor.
K vitamininin ilk formu olan K1 vitamini kan pıhtılaşmasından sorumludur ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. K2 ise fermantasyon sırasında bazı bakteriler tarafından üretildiği için sadece fermente gıdalarda bulunur. Bazı peynir türlerinde, doğal tereyağında ve kefirde bol miktarda vardır. Takviye alınacaksa menakinon 7 (MK-7) formunda olmalı çünkü bu formdaki K2 gerçek yiyecekten elde ediliyor. MK-4 formunda olanlar sentetik ve yarılanma ömrü çok kısa olduğundan günde birkaç kez almak gerekiyor.
4- Magnezyum
Magnezyum vücutta en fazla bulunan dördüncü mineral ancak Amerikalıların %80'inde magnezyum eksikliği olduğu tahmin ediliyor. Yeterince magnezyum olmazsa vücut iyi işlev göremez. Magnezyum çok ve çeşitli biyolojik süreçlerde rol oynar, eksikliği sağlık sorunlarının çığ gibi büyümesine yol açar.
Örneğin, magnezyum vücudun detoks işlevinde rol oynar dolayısıyla çevremizdeki kimyasallar, ağır metaller ve diğer zehirlerin zararlarını minimize eder. Magnezyum migren ağrılarını, yüksek tansiyon ve kalp krizi gibi kalp damar hastalıklarını hatta tüm sebeplerle ölümleri önlemede rol oynuyor. İnsülin düzeyi yüksek olanlarda magnezyum düzeyinin düşük olduğu bulunmuş. Magnezyum almanın diyabet riskini azaltacağı söyleniyor.
Hiçbir laboratuvar testi vücuttaki magnezyum seviyesini tam olarak göstermez. Bu konuda çok önemli bir kitap olan Magnesium Miracle (Magnezyum Mucizesi) kitabının yazarı Dr. Carolyn Dean eksiklik olup olmadığını gösteren 100 belirti saymış. Magnezyum en çok yeşil yapraklı sebzeler, baklagiller, kuruyemişler ve bazı tohumlarda bolca bulunur. Günümüzde modern tarım yöntemleri nedeniyle toprakta azalması ve glifosatın minerallerin bitkiye geçmesini önlemesi nedeniyle besinlerle yeterince alamayabiliriz. Bu nedenle takviye olarak alınması gerekebilir.
5- B12 Vitamini
B12 vitamini (kobalamin) enerji vitamini olarak da bilinir. Vücudumuz, enerji üretimi, kan yapımı, DNA sentezi ve myelin oluşumu gibi çok hayati bazı işler için bu vitamine ihtiyaç duyar. Eksikliği yeterince almamak veya vücut tarafından yeterince emilememesi nedeniyle olabilir. Toplumun dörtte birinde yetersiz olduğu, yarısında ise eksik olduğu tahmin edilmektedir. B12 eksikliği uyarıları zihinde sislilik, hafıza zayıflığı, ruh halinde değişkenlik, yorgunluk, kas zayıflığı, el ve ayaklarda uyuşma olarak sayılabilir.
Eksikliği işaret verene kadar çok zaman geçmiş olabilir. B12 sadece hayvansal gıdalarda bulunur o nedenle vegan tarzı beslenme tavsiye edilmiyor. En etkili takviye dilaltı spreyleri şeklinde olup diğer şekillerde ağızdan alınanlar yeterince emilemez.
Çeviri. Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz
Kaynaklar:
(1) http://articles.mercola.com/sites/a...n=20151019Z2&et_cid=DM88668&et_rid=1175477501
(2) http://www.woto.com/guneslenme-takvimi
 
YEŞİL ÇAY MUCİZESİ...

Kilo kaybı;

Buradaki fayda iki yönlü...

Yeşil çay yalnızca metabolizma hızını arttırarak kilo vermeye destek olmakla kalmıyor...

Aynı zamanda diğer şekerli içecekler yerine, bu içecek tercih edildiğinde, kalori alımını azaltarak kilo verilmesine yardımcı oluyor...

***

Daha az stres ve depresyon;

Yeşil çayın içerisinde bulunan theanine amino asidi ve sakinleştirici etkisi ile biliniyor...

Çalışmalar artan nabız ve kan basıncını düşürebileceğini gösteriyor...

Theanine tüketimi anksiyete üzerinde olumlu etkiler yaparak stresi azaltıyor ve rahatlama sağlıyor...

***
Kanseri önleme;


Bazı çalışmalarda yeşil çayın kanser hücrelerini ortadan kaldırmaya yardımcı olabileceğini öne sürüyorlar...

***
Azalmış diyabet riski;


Yeşil çay yemek sonrası ani kan şekeri artışını ve yüksek insülin değerlerini önlemeye yardımcı olabiliyor...

Bu şekilde yağ depolanmasını önlemeye de yardımcı oluyor...

***
Azalmış kalp hastalığı riski;


Yeşil çay kalp krizinin bir numaralı nedeni olan pıhtı oluşumu ve kan basıncındaki değişimlere karşı koruyucu olan kan damarlarının dayanıklılığının artması destekleniyor...

***
Azalmış kolestrol;


Düzenli yeşil çay tüketimi ile iyi kolestrol etkilenmeden, kötü kolestrol düşürülebiliyor...

***
Beyin hücrelerinin korunması;


Yeşil çay beyin hücrelerinin yıkımını engellemede ve hasarlı hücreleri onararak Alzheimer ve Parkinson hastalıklarını önlemede etkili...

***
Diş çürümelerini durduruyor;


Bakteri ve virüsleri yok etme yeteneği var...

Bu şekilde diş çürümesi dahil pek çok diş problemini yeşil çay içerek engellemek mümkün...

***
Azalmış kan basıncı;


2004 yılında Çin’de yapılan bir çalışma günde yarım bardak dahi olsa yeşil çay tüketenlerde yüksek kan basıncı riskinin yüzde 50 azaldığı ortaya çıkıyor...

***
Grip;


Yeşil çayın grip virüsü üzerinde bitirici etkisi olduğu biliniyor...

***
Cilt sağlığı;


Yeşil çayın içerisindeki antioksidanlar serbest radikallerin cilde zarar veren etkilerini ortadan kaldırabiliyor...

Bölgesel olarak uygulandığında yeşil çay, güneşin verdiği hasarı azaltıp cildi yenileyici etki gösterebiliyor...

***
İyileşmiş beyin sağlığı;


İsviçre’de yapılan bir çalışma yeşil çay içenlerin aktif hafıza bölgesinde yeşil çay tüketmeyenlere göre daha fazla aktivite olduğunu belirtiyor...

***
Yaşlanma karşıtı;


Yeşil çay.................... yaşın antioksidan ve antiflamatuar özellikleri yaşlanma belirtilerini geciktiriyor...

***
Eklem ağrısına karşı koruma;

Yeşil çay, bağışıklık sistemini geliştiriyor ve eklemlere zarar veren maddelerin etkisini azaltıyor...

***
Daha güçlü kemikler;


Düzenli yeşil çay tüketimi kemik yapımını güçlendirmeye ve kemik erimesini yavaşlatmaya yardımcı olur...

***
Besin zehirlenmesi ile savaş;


Düzenli yeşil çay tüketimi besin zehirlenmesine eşlik eden ishal, karın ağrısı, kusma gibi belirtilerden koruyor...

***
Bağışıklık;


Serbest radikaller ile güçlü bir şekilde savaşan yeşil çay antioksidanları, bağışıklık sistemini enfeksiyonlarla savaşacak şekilde güçlendiriyor...

***
Astıma karşı koruma;


Yeşil çay astımı olan bireylerin kaslarını gevşeterek daha rahat nefes almalarını sağlıyor...

REHA MUHTAR, GAZETE VATAN.
 
Nikotini vücuttan atmanın yolları

Brokoli;

B5 ve C vitaminlerini almak için, brokoli önemli bir madde...

Ayrıca karaciğerin iyileşmesinde rol oynuyor...

***

Çam yaprağı çayı;

Ağız ve boğazdaki enfeksiyonları yok ettiği kanıtlandı...

Ayrıca akciğer sağlığına çok iyi geliyor...

***

Isırgan otu;

Bol miktarda demir ve dezenfektan özellik gösteren madde içeriyor... Isırgan otu yoluyla vücutta biriken nikotinden kurtulmak mümkün...

***

Kara lahana;

Kanser riskini asgariye indiriyor... C vitamini açısından zengin, A, B, E vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, kükürt, magnezyum, bakır ve demir minerallerini bol miktarda içeriyor...

Antioksidan etkisi ile vücuttaki zararlı radikalleri ve nikotini dışarı atıyor...

***

Kivi;

Nikotini vücuttan atmayı sağlıyor...

Bol miktarda vitamin içeriyor...

***

Su;

Vücuttaki zehirli maddelerin atılması için çok önemli... Vücut susuz kaldığında, hücrelerin yenilenmesi ve nikotin etkisinin azaltılması zorlaşıyor...

*****
REHA MUHTAR, GAZETE VATAN.
 

SİZİ HASTA EDEN

'Kronik inflamasyon, yani mikropsuz iltihap, yani yangı!'


Yüksek insülin ve şeker vücutta mikrobik olmayan inflamasyonu, yani yangıyı başlatıyor. Hava kirliliği, kimyasallar, rafine beyazlar... Hepsi kronik inflamasyon yani mikropsuz iltihap demektir. Bütün unlar ve şeker. Unun, saf şeker olması da caba.....

Modern buğdaya artık zehir deniliyor. Neden? Çevrenizde bacakları şişenler, buğday ve buğday ürünlerini bıraktıktan sonra hiç bir şeyi kalmayan, romatizması da düzelen kimseler var mı? Yoksa, sebebi ekmeği bırakmamalarıdır. Bu kadar basit. Bu nedenle; ekmek yemeyin diyoruz. Buğdayda bulunan gliadin proteininde 23.000 adet alerji ve inflamasyon yapan protein var da ondan! Bu 23.000 adet protein (glüten ve gliadinler sorunu) vücudun direncini ve kendini savunmasını çökertmektedir.

Organizmada bağışıklık sisteminin alt üst olması sonucu, vücut direncinin çökmeye başlamasıyla, tüm hücre ve hücre zarlarında, bizler farkında olmadan mikrobik olmayan inflamasyon, yani yangı başlamış olur. Artık genel olarak tüm organizmada düşük yoğunlukta bir mücadele (savaş) başlamıştır. Gizli yeraltı örgütleri gibi düşük yoğunlukta süregelen bu savaş, yeryüzünde aşikâr hale gelinceye dek vücudumuzda bulunan hücreleri sürekli bir şekilde yıpratarak, ileri yaşlarda ortaya çıkacak olan kronik hastalıklara ortam hazırlar.

İşte ileri yaşlarda ortaya çıkan kilo alma, obezite, kronik ve dejeneratif hastalıkların nedeni, senelerce sinsi bir şekilde devam eden bu düşük yoğunluklu savaştır. Bilinenin aksine, bu hastalıkların hiçbiri genetik değildir. Ancak ailesel olabilir! Çünkü yaşama biçimi ve beslenme alışkanlıkları, aynı aile içinde pek değişiklik göstermez. Anneler ve babalar nasıl yaşayagelmişlerse, çocukları da aynı biçim ve tarzda beslenmeye devam edeceklerdir. Aynı aile fertleri, alışagelmiş oldukları alışkanlıkları bırakınca hastalıkların ortaya çıkması da önlenecektir.

Rahmetli Prof. Ahmet Aydın'ın 7'den 70'e Taş Devri Diyeti kitabı bu konuyu kapsamlı bir şekilde ele almaktadır (Çok değerli Ahmet Hocamızı saygı ve rahmetle anıyoruz.)

Gelişmiş ve endüstriyel toplumlarda yapılan araştırmalar, hücre zarlarındaki Omega-3 ve Omega-6 (Q-3/Q-6) oranının, 1/20-1/50 kadar yüksek olduğunu göstermiştir. Endüstriyel toplumlarda bilerek ya da farkında olmaksızın Omega-6 içeren (işlenmiş, yanlış pişirme ve saklama sonucu bozulmuş mısırözü ve ayçiçeği yağları gibi) bitkisel sıvı yağlar aşırı miktarda tüketilmektedir. Bu nedenle, l/l olan Q-3/Q-6 oranı, Omega-6 yağları lehine bozulmaktadır.

Omega-6 yağları, vücudumuza Omega-3 yağlarından daha fazla miktarda (bozulmuş ya da bozulmamış olarak) girmekte, hücrelerde ve dokularda hasar başlatmaktadır. Omega-6 yağlarının organizmaya fazla miktarda girmesi l/4 oranını Omega-6 lehine bozmaktadır. Organizmada fazla miktarda bulunan
Omega-6 yağlarından, fazla miktarda inflamasyonu başlatan PGE2 prostaglandinleri oluşmaktadır. Sonuç olarak organizmanın bütün hücre ve hücre zarlarında, yaygın kronik inflamasyon başlar.

İşte, ateroskleroz yani damar sertliği denilen hastalığın esası, tüm vücutta meydana gelen bu yaygın inflamasyondur. Ateroskleroz, yalnız kalp damarı, beyin, göz, böbrek ya da bacak damarlarında oluşan izole bir hastalık değildir. Ateroskleroz, tüm organların hücrelerinde ve hücre zarlarında meydana gelen yaygın bir inflamasyondur. Kolesterol ilacı diye kullanılan ilaçların da, kolesterolü düşürdüğü için değil, kronik inflamasyonu önlediklerinden dolayı faydalı oldukları (aspirin gibi) artık genel olarak kabul edilmektedir.

Tüm modern kronik hastalıkların nedeni, hastalıkların tohumunu modern tahıllar ve buğday proteinleri atmaktadır. Hatırlayalım, modern buğdayda 23.000 adet gliadin bulunmakta, bir de Amilopectin-A!

Yeni yayımlanan bir araştırmaya göre; depresyonun nedeni de, vücutta oluşmuş olan inflamasyona (yangıya) karşı vücudun kendini savunması için gösterdiği alerjik bir reaksiyondur.

İsteyen vücuttaki bu yangıya karşı anti-inflamatuar reçeteli ilaç kullanır.

İsteyen vücutta yangıyı tetikleyen buğday ve tahıllar gibi gıdaları tamamen bırakır.

İsteyen devamında D vitamini yükseltilir, ve Omega 3 yağlarını takviye alır!

Şeker hastalığı tedavi edilebilir, önlenebilir, diyoruz.

Bozulmuş alt üst olmuş vücut direnci toparlar, diyoruz.

Her zaman düzelir mi? Bazen önlenir, evet düzelir. Bazen de önlenemez. Şekerli suları içmeye devam eden bir kişi, bozulmuş olan şeker metabolizmasını düzeltemiyor, daha fazla bozuyor. Bazen önlenir. Bazen önlenmez, diyoruz. Önlemek te kendi elimizdedir.

Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay
Kalp ve İç Hastalıkları Uzmanı


[URL='https://www.facebook.com/hashtag/koruyucuhekimlik?source=feed_text&story_id=920371201389090']‪#‎KoruyucuHekimlik‬

‪#‎ÖnleyiciTıp‬
‪#‎İnflamasyon‬ ‪#‎Yangı‬
‪#‎Kronik‬ #inflamasyon = Mikropsuz iltihap![/URL]
 
Kenevir ve Kenevir Tohumu Nedir, Faydaları Nelerdir? Kenevir tohumu diğer proteinlere nazaran kolay sindirilebilen değerli bir protein kaynağıdır.
Kenevir tohumu, biyolojik olarak yararlı ve kolay sindirilebilen protein için inanılmaz bir bitkisel kaynaktır.

Kenevir, Kenevirgiller ailesinden olup,diğer isimleri aptal otu, kendir otu, kınnap otu, esrar otu gibi isimleri vardır. Ortalama 3 metre uzunluğunda, bir yıllık otsu bir bitkidir. Çiçekleri sarı ve yaşil arasında değişir. Dişi çiçek diye anlandırılan kısımları olgunlaşınca oluşan kenevir tohumları kavrulup tüketilir. Bu tohumlara çedene, çetene gibi isimler verilir. Kenevir yağı olarak bilinen Kenevir Tohumu yağı ise sabun sanayisinde kullanılır. Kenevir tohumu kuş yemi olarak da kullanılır. Kenevir lifleri ise dokuma sanayisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Halat, urgan, balık ağları, çadı bezi ve semer gibi malzemelerin yapımında kullanılır. Türkiye’nin pek çok yerinde kendiliğinden yetişebilir ancak kenevir; esrar yapımında kullanıldığı için denetim altındadır. Ordu, Kastamonu, İzmir, Samsun, Urfa gibi illerde kültür tarımı da yapılır. Kurutulmuş kenevir çiçekleri tarih boyunca baş ve romatizma ağrılarında tedavi maksatlı kullanılmıştır. Günümüzde ise bağımlılık yaptığından dolayı tedavi amaçlı pek kullanılmamaktadır. Yapraklarının haşlanması lapa olarak ağrı kesici olarak kullanılır. Ayrıca, Avrupa ülkelerinde kenevir suyu ağrıları azaltmak için içiliyor. Ancak ülkemizde tohumu dışında otunun ne şekilde kullanılabileciğiyle ilgili bir kültür oluşmamıştır.

Kenevirin Faydaları Neler?
Kenevir içinde bulunan THC’nin Aidsli ve Kanserli Hastalara Olan Faydaları
İsrailli kimya profesörü Raphel Mechoulam’ın 1964’te bulduğu Kenevir bitkisi içindeki THC ( tetraidcannabinolo ) isimli madde AIDS ve kanser hastalarında iştah açıcı etkilerinden dolayı kullanılıyor . Son yıllarda yapılan bir araştırmaya göre; kanserli çocuk hastalarda kemoterapi öncesi THC alanlarda mide bulantısı vakasına rastlanılmadığı ortaya çıktı. Başka bir araştırmada ise çocukluğunda beyin felci geçirmiş iki hastaya Thc haplarından verildi. Bir süre sonra hastaların hareket yeteneğinin geliştiği görüldü ve ağrı kesicilere olan ihtiyaçlarının azaldığı görüldü.

Kenevir Tohumunun Yararları
Kenevir tohumu diğer proteinlere nazaran kolay sindirilebilen değerli bir protein kaynağıdır.
Kenevir tohumu, biyolojik olarak yararlı ve kolay sindirilebilen protein için inanılmaz bir bitkisel kaynaktır.Kenevir tohumu, Tam Protein grubundan sayılan bir besindir. İçeriğinde vücudumuz için hayati olan on tane aminoasitin tamamı bulunur.

Kenevir tohumu içeriğinde ayrıca sağlık için çok faydalı olan; omega-3 ve omega-6 yağ asitleri bulunmaktadır. Kenevir Tohumu içerisinde değerli bir Omega-6 asidi olan linoleik asit vardır ve her gıdada bulunmaz.

Linoleik Asit ( GLA )’nın faydaları
Linoleik Asit ( GLA ): metabolizmayı destekler ve yağ yakımına yardımcı olur.
Hormonal bozuklukların giderilmesinde kullanılır. Ayrıca GLA yani linoleik asit kötü (LDL) kolesterolü düşürmeye yardımcı olur kolesterol oranını iyileştirir.
Saçları, tırnakları ve cilt sağlığını destekler.
İçeriğinde bulunan fitokimyasallar hastalıklarla mücadelede gereklidir.
Kenevir tohumu tam bir E vitamini kaynağıdır.
Mineral olarak ise demir, magnezyum, çinko, fostor ve kalsiyum vardır.

Not: Esrar uyuşturucu bir maddedir ve kenevir otunun işlenmesiyle elde edilir. Vücuda pek çok zararı bulunmaktadır. Bu şifalı bitki istismar edilerek kötü niyetli insanlar tarafından kullanılmaktadır. Dolayısı ile kötü olan Kenevir değil, insanların kullanım biçimidir.
1organik.com
 
Çörek otu zayıflatırmı?

Çörek otunun yararlı etkilerinden bir tanesi de zayıflamaya yardımcı olan etkisidir. Hipokrat çörek otu hakkında karaciğer ve sindirim sisteminin her türlü sorununda deva olduğunu söylemiştir. Vücutta bağışıklık sistemini etkili hale getirerek, hastalıklara karşı korunma sağlayıcı mekanizmayı çalışır hale getiren çörek otu, % 5,5 oranında lif içeriğine sahiptir. Yemek öncesinde alacağınız çörek otu iştahın azalmasına ve erken doyma hissinin oluşmasına faydalı olacaktır. Bunu sağlamak için yemeklerden önce çörek otu ya da çörek yağını bir çay kaşığı kadar almanız gerekir. Eğer çörek otu yağı kullanacaksanız, % 100 saf olanı, ilk sıkım ve soğuk sıkım yapılmış olanı tercih etmelisiniz. Fazla kilolarından şikayetçi olan kişiler, düzenli olarak bunu tüketirse, bu sorunundan kurtulabilir. Yemek öncesinde çörek otuyla birlikte bir bardak su içmenizde buna katkı sağlar.

Yapılan araştırmalara göre çörek otu;

Sabahları kahvaltıdan önce, diğer öğünlerde yemeklerden önce toplamda 3 defa yaklaşık olarak 200 adet çörek otunu çiğneyerek tüketmek zayıflamaya karşı etkili olmaktadır. Çörek otu mutlaka öğütülerek ya da iyice çiğnenerek tüketilmelidir. Bunun sebebi sindiriminin zor olmasındandır. Ancak öğütüldüğü zaman fazla bekletilmemelidir. Çünkü bekledikçe tadı acılaşmaya başlar.



Çörek otuyla zayıflama nasıl olur?

Çörek otu anti obezite ve müshil etkisi olan bir bitkidir. Bu yapılan araştırmalarda bilimsel olarak belirlenmiştir. Çörek otunu kullanarak sağlıklı bir şekilde zayıflayan pek çok insan bulunmaktadır. Bunun için yapmanız gereken,

Gün içinde her öğünden yarım saat önce 0,7 gram yani 200 adet kadar çörek otunu çiğneyerek ya da öğütülmüş olarak, bir bardak suyla birlikte tüketmeniz gerekir. Çörek otu yağını kullanmak isterseniz, yine öğünlerde yarım saat önce bir su barağı suya 5 damla yağdan damlatarak içmeniz gerekir.

Çörek otu zayıflama etkisini nasıl göstermektedir?

  • Çörek otu öncelikle iştahı kesen, frenleyen özelliğe sahiptir.
  • Karaciğeri temizleme etkisi olduğundan, sindirimin daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesini sağlar.
  • Çörek otunun lubricant yani yağlayıcı etkisinin olması nedeniyle, bağırsakları daha kaygan duruma getirmekte yani müshil etkisi yaratmaktadır. Bu sayede besinlerin bağırsaktan daha hızlı geçmesini sağlar.
Çörek otunu kullanarak ne kadar kilo verilebilir?

Bunun düzenli olarak tüketmek, bir ay içinde yaklaşık olarak 4 kilo vermenizi sağlayacaktır. Bu demektir ki, 2 ay kadar buna devam etmeniz halinde bedeninizde sağlıklı bir şekilde 2 beden küçülme sağlayabilirsiniz. Ancak çörek otunun zayıflatıcı etkisine dayanarak, günlük besinlerinizin miktarını arttırmamanız gerekir. Yemeklerinizde yeteri kadar sağlıklı ürünlere yer vermelisiniz. Şunu da belirtelim, kilo alamama sorunu olanlar yemeklerden sonra aynı miktarda çörek otunu balla karıştırarak tüketirse, kilo alabilirler.
corekotu.gen.tr
 

Çörek Otu ile ilgili Uyarılar! Zararlı Olabilecek Durumlar


Çörek Otu Bitkisi
- Çörek otunu hamile iken kullanmayınız!
Bakınız Çörekotu ve Hamilelik. Ayrıca çörek otunun doğum kontrol haplarının etkisini azaltabileceği ihtimaliyle bu haplar ile birlikte kullanımınıda önermiyoruz. Çünkü doğum kontrol hapı ile kontrollü bir şekilde engellenen hormon salgılamasını çörek otu tekrardan düzenleyebilir.

- Organ nakli durumunda çörek otu kullanılmamalıdır. Kullanılmak isteniyorsa bu mutlaka bir doktor kontrolünde ve onun tavsiyesine uygun olarak kullanılmalıdır.

- Çörek otu bir ilaç değildir.
Çörek otu şimdiye değin bilimin tanık olduğu en mükemmel, yüzlerce bileşimiyle yüzlerce hastalıkla mücadele edebilen en sıra dışı bitkidir.

yapılan bu deney çörek otunun zararlı bakterileri önemli ölçüde azaltırken, vücuda faydalı bakteri popülasyonunda da bir değişikliğe neden olmadığı sonucuna varılmış. Yinede başka bir nedenden dolayı ishal başladığında beslenmeye yoğurt, kefir ve peynir gibi fermente olmuş süt ürünleri, probiyotik gıdalar veya tabletler eklenmesi önerilir.

- Çörek otunun, tansiyon düşürücü veya idrar söktürücü ilaçlar ile birlikte kullanılması, çörek otunun mevcut tansiyon düşürücü ve idrar söktürücü etkisini güçlendirir. Antibiyotik ilaçlar (streptomycin and gentamicin) ile birlikte kullanılması ise anti bakteriyel etkiyi arttırdığı bildirilmiştir.

- Çörek otunun kemoterapi ilaçları ve radyoterapi tedavisi ile birlikte kullanılması, çörek otunun anti oksidan etkisi nedeniyle bu tedavi yöntemlerinin etkisini azaltabilir. Çok güçlü antioksidan etki gösteren kara üzüm ve kahve vb.de aynı şekilde tedavi sırasında kullanılan ilaçların vücutta etkisiz hale gelmesine ve vücuttan daha çabuk atılarak tedavi etkisinin azalmasına neden olabilirler. Bu tür önemli ilaç kullananların tedaviden sonra bitkisel tedaviye başlamaları veya doktorlarına danışarak kullanmaları önemle tavsiye edilir.

- Prof. Dr. Adnan Saraç’ın tavsiyesi şöyledir:
"Günlük 1 kaşıktan fazla kullanıldığı zaman, insana fayda değil zarar verir. Ağrı Kesici ve Antibiyotik alanlar kullanmasın."

- Çörek otu kullanırken herhangi tedavi görülüyorsa tedavi etkilenmez, çörek otu kullanımına devam edilir. Sadece kanser tedavisinde bazı hallerde (ışın tedavisi) çörek otu kullanımına ara verilmesi istenebilir.

- Çörek otu omega 3 ve omega 6 yağ asitlerini yeterli miktar ve oranda ihtiva ettiğinden günlük 2 gramdan fazla çörek otu kullanımına (5-10 gram kullanıldığında) takviye olarak "günlük ve düzenli olarak" belirtilen bu yağ asitleri alınmamalıdır.

- Çörek otu kan şekerini düşürdüğü için kan şekeri düşük olanlar gerekli tedbiri almalıdır.

- Aç alınırsa sindirim sistemi rahatsızlığı olanlarda mide tahrişi, bulantı, ekşime ve yanma yapabilir. Yemekten sonra alınması önerilir. Çok önemli olmamakla beraber bu şikayetler için doktor kontrolünde anti asit ilaçlar alınabilir.

- Çörek otunun uzun süre yüksek dozda kullanımı böbrek ve karaciğerde yorgunluk başta olmak üzere vücudunuza zarar verebilir.

- Çörek otu yağı içilecekse açık parlak sarı renkli, kolay akıcı, dibinde tortu olmayan, tadı ve kokusu hoş olan ürünler tercih edilmelidir. Bu özelliklere uymayan çörek otu yağı içilmez, sadece haricen kullanılabilir. Ayrıca çörek otu tohumu satın alırken tohumların mümkün mertebe olabildiğince büyük olmasına, simsiyah ve temiz olmasına özen gösterin. Küçük ve elek altı tohumlarını tercih etmeyin.

- Özellikle yağı haricen cilde uygulandığında bazı hassas ciltlerde alerjiye neden olabilmektedir. Bunun nedeni kullanılan çörek otu yağının niteliğini yitirmesi, çörek otu yağına karıştırılabilecek muhtemel diğer yağlara gösterilen alerjik tepkidir. Veya deriye uygulanan çörek otu yağının, vücut ısının yüksek olmasından veya emilim sürecinin uzamasından dolayı (ateşli rahatsızlıklar gibi durumlarda) çörek otu yağının cilt üzerinde bozulmasından olabilmektedir. Yağı haricen kullanılacaksa öncelikle vücudun görünmeyen bir bölümünde bir müddet denenmesi tavsiye edilir.

- Çörek otunun böbreklerde ve safra kesesinde taş düşürücü etkisi mevcuttur. Vücudunuzda olabilecek sessiz taş olarak da nitelendirilen ve şimdiye değin fark etmediğiniz bu taşlar, düzenli olarak çörek otu kullanımına müteakiben hareketlenebilir, parçalanabilir, eriyebilir veya düşmeye başlayabilir. Bu nedenlerden dolayı bazen hafif bazen de çok çok şiddetli ağrılara neden olabilir. Böyle bir durumda hemen bir sağlık kuruluşuna gidin ve çörek otu kullandığınızı da bildirin.

- Çörek otunu çörek otu yapan bileşiminin de bulunan maddelerdir. Bu maddeleri yeteri kadar ve düzenli almadıkça en önemlisi iyice öğütüp veya çiğneyip sindirebileceğiniz bir hale getirmedikçe ve "sindiremedikçe" çörek otundan beklenilen fayda tam olarak görülemeyebilir veya hiç görülmeyebilir. Daha kolay sindirmek, diğer gıdalarla etkileşime girmesini önlemek dolayısıyla daha çok fayda görebilmek için yemeklerden yarım saat önce veya yemeklerden 1,5 - 2 saat sonra kullanmak daha iyidir. Ayrıca sindirim sisteminizde sorun nedeniyle fayda göremezseniz çörek otunu 3 - 5 dakika süresince çiğneyerek tüketmeyi deneyebilirsiniz. Bu sayede bağırsak rahatsızlığı nedeniyle bağırsak florasından emilemeyecek olan çörek otunun faydalı bileşikleri ilk olarak ağız florasından direk kana karışacak ve ayrıca bu arada nefes alıp verdiğiniz içinde bir kısım uçucu bileşiklerde akciğer florasından emilebilecektir.

- Tüm gıdalarda olduğu gibi çörek otuda ısıdan etkilenmektedir. Kavrulmuş çörek otunun faydası hemen hemen yarıya düşmektedir. Kavrulmuş çörek otunun tadı çok rahatsız etmez ve yemesi zevklidir aynı pide üzerinde olduğu gibidir ve kıtır kıtırdır. Kavrulmamış çörek otu acıdır, kavrulmuşuna nazaran yumuşaktır. Hatta hiç kavrulmamışsa ıslak bir pamuğa ekildiğinde 7-10 günde filiz vermeye başlar. Bu yüzden maksimum faydayı görmek için tohumunu güvenilir yerden temin etmeyi deneyiniz.Kavrulup kavrulmadığını lütfen sorgulayınız hatta bir kaç farklı marka veya farklı aktardan az miktar alıp karşılaştırınız.

- Yabancı kaynaklarda "die off symptoms" şeklinde geçen ve vücudunuzdaki virüs, bakteri, mantar, parazit, solucan gibi bir takım zararlı mikroorganizmaların çeşitli ilaç ve bitkisel terkiplerle ölümü neticesinde bu mikroorganizmalardan arta kalan ve önceden bu mikropların içlerinde barındırdıkları zehirli toksin maddelerin artık vücutta serbest kalmasıyla ortaya çıkan çeşitli yan etkilerden bahsedilmektedir. Bu etkiler mevcut hastalığın etkilerini güçlendirir veya daha başka yeni ortaya çıkacak fizyolojik ve psikolojik yan etkiler oluşturabilir. Bu etkiler bu toksin maddelerin vücuttan tamamen atılmasına kadar sürebilir. Bu tür yan etkileri ilk etapta çörek otunu düzenli olarak kullanmaya başladığınızda da görmeniz mümkün olabilir. Bu geçici bir durumdur ve bir bakıma çörek otunun işe yaramaya başladığının da bir göstergesidir. Ancak yan etkiler güçlü olursa çörek otunu azaltarak devam edin. Bu yan etkiler kişiden kişiye değişebileceği gibi genellikle kendisini bedensel ve zihinsel yorgunluk, uykusuzluk veya aşırı uyku şeklinde gösterebileceği gibi mevcut hastalığınızın şiddetini ilk etapta geçici olarak da artırabilir ve bu birkaç gün hatta duruma göre birkaç hafta sürebilir. Çörek otu normal tıbbi ilaçlardan farklı olarak hem antioksidan olduğu hemde vücut salgılarını artırdığı için hızlı bir şekilde bu toksinlerden de kurtulmanızı sağlar. Böyle bir durumda su tüketimini artırıp biraz ter atmanız da toksinlerden hızlı bir şekilde kurtulmanıza faydalı olacaktır.

- Dünya genelindeki bütün kaynaklarda çörek otunun yan etkisinin olmadığı, neredeyse hiçbir ilaç ile etkileşime girmediği, çok çeşitli hastalıklarda iyileştirici etkisinin bulunduğu yapılan deneylerle kanıtlanmıştır.

Ancak, her ne kadar durum böyle olsa da bu sayfadaki ve bu sitedeki diğer uyarılar dikkate alınmadan çörek otu kullanılması, başka bir tedavi veya ilaç ile birlikte kullanılması veya uyarılar ve dozu dikkate alınarak kullanılmasına rağmen çok çok düşük bir ihtimal dâhilinde olsa bile herhangi bir zarar görmeniz veya hiç bir fayda bulamamanız durumunda www.coreklen.com yazarları ve site sahibi hiç bir şekilde sorumlu değildir.

Çünkü hastaneye gitmek, doktora görünmek, eczaneden ilaç almak kararları gibi çörek otu kullanmakta, buradaki bilgilere inanmak veya inanmamakta kişinin kendi kararıdır ve buradaki bilgilerin doğruluğunu araştırmakta kişinin kendi inisiyatifindedir. Bununla birlikte önemli bilgiler mutlaka ciddi bir kaynağa dayandırılmıştır. Durumunuz ciddiyse ve acil müdahale gerektiriyorsa mutlaka bir hekime başvurun, çörek otu kullanacağınızı veya kullanmış iseniz kullandığınızı da mutlaka belirtin.

Ayrıca, Lütfen soru sormadan önce, sorunuzu öncelikle arama kutusunu kullanarak araştırınız. Takmada olsa bir isim belirtiniz. Bu sayede sizi bir başka kullanıcıyla karıştırmamamızı sağlamış olursunuz. Genellikle aynı tür sorular geldiği için "Çörek otunun bana faydası olur mu? Nasıl kullanmalıyım?" sorularının cevaplarını da şimdiden vermek isteriz. "Evet, bütün vücudunuza faydası vardır ve günlük doz yazısında belirtilen miktarı çiğneyerek veya günlük öğüterek tüketmeniz yeterlidir.

Sarımsak: Bazı cevaplarda bir kaç günde bir 1 diş sarımsak tüketilmesini öneriyorum. Çiğ sarımsağın günlük yüksek dozlarda (örn: 3 dişten fazla) ve uzun süre kullanımı karaciğer ve bağırsak sistemine zarar verebileceği bazı kaynaklarda bildirilmiştir. Bu yüzden düzenli olarak uzun süre kullanılmaması yada pişirilerek tüketilmesi tavsiye edilir.

çoreklen.com
 
Bacaklarınızda Batık Oluşmasını Önleyin

Kıl batıkları, vücudun herhangi bir bölgesinde olabilir. Ancak özellikle bacaklarda oluşan batıklar, kötü bir görüntü verdiği için kadınlar için sorun oluşturur. Bacaklarınızda batıkların oluşmaması için alabileceğiniz bazı önlemler var. Böylece, batıklardan kurtulabilir veya batıkların hiç oluşmamasını sağlayabilirsiniz.

1.) Cildinizi Nemlendirin

Batıkların en önemli nedenlerinden biri cildinizin kurumasıdır. Çünkü cilt kuruduğu için tüyler dışarıya çıkacak yumuşak zemin bulamazlar ve içeride büyümeye başlarlar. Özellikle sivilce kremi sürdüğünüz bölgelerde cilt daha da kurur. Bunu önleme için sürekli nemlendirici kullanmanız gerekir.

2.) Çay Ağacı Yağı

Çay ağacı yağı, batık kılların yüzeye çıkmasına yardımcı olur. Ayrıca çay ağacı yağı, batıkların cilt üzerinde oluşturduğu şişkinlik ve kızarıkları önler. Cildinizin daha pürüzsüz ve güzel görünmesini sağlar. Bir parça pamuk üzerine birkaç damla çay ağaçı yağı sürün. Batıkların bulunduğu bölgeye pamuğu sürün. Bu bölgedeki batıklardan dolayı oluşan enfeksiyonu da önleyecektir. Ayrıca cildi yumuşatarak batıkların yüzeye doğru uzamasını sağlayacaktır.

3.) Hijyen

Batıkların sebeplerinden biri de hijyendir. Tüylerinizi almadan once ve aldıktan sonra hijyene büyük önem vermeniz gerekir. Tüylerinizi almak için tıraş bıcağı kullanıyorsanız, bu bıcağın hijyen olması gerekir. Bunun için tıraş bıcağını kullanmadan once sirkeli su içinde bekletin. Tıraş bıcağını kullanmadan once üzerindeki sirkeyi iyice durulayın. Eğer batık ve kıl dönmesi olmasını istemiyorsanız, dejenfektan kremini sürekli kullanın. Ancak bu kremi sürdükten sonra cildinizi yine nemlendirmeyi unutmayın.

4.) Ölü derileri temizleyin

Tüylerinizin yüzeye rahat çıkabilmesi için bir engelle karşılaşmaması gerekir. Bunun cildiniz üzerinde ölü derilerin bulunmaması gerekir.

Bunun için bacaklarınıza zeytinyağı ve şeker karışımından peeling uygulayın. Bu aynı zamanda bacaklarınızın pürüzsüz olmasını sağlayacaktır. Kıl ucunu dışarıya çıkardığınız zaman bir cımbız yardımıyla kılı dışarıya çekin. Kılı çıkarmak için o bölgeye hafif bir baskı uygulayın ama bu bölgeyi kanatmayın.

5.) Akne İlaçlar

Batık kıllarınızı çıkarmak satılan akne ilaçlarını da kullanabilirsiniz. Ancak akne ilaçları sürdüğünüz bölgenin kurumasına neden olabilir. Cildinizin kurumasına kesinlikle izin vermeyin.

6.) Baskı uygulayın

Batık kılların çıkarılması için uygulayabileceğiniz bir başka yöntem ise baskı uygulamak yani sıkmaktır. O bölgenin yumuşaması için bir kase içinde sirke ve sıcak suyu karıştırın. Bur pamukla karışımı batık olan bölgeye sürün. Cildiniz yumuşacaktır. Ardından elinizle hafifçe sıkarak, kılları çıkarmaya çalışın.

7.) İğne kullanın

Batık kılların çıkarılması için cımbız kullanmak her zaman daha iyidir. Çünkü cilde zarar vermez. Hiçbir zaman deriyi delerek kılı dışarıya çıkmak için zorlamayın. Batık olan bölgelere sıcak bir bez koyun. 5 dakika bekledikten sonra bu bölgeyi silin. Batan kıl, cildin yüzeyine çok yakın bir yerde ise o zaman iğne ucuyla kılın ucunu dışarıya doğru çekin.

8.) Lazer Epilasyon

Lazer epilasyon batık kılları çıkarmak için etkili bir yoldur. Koyu renk ve kıvırcık tüylü kişilerin batık kıllara daha meyillidir. Lazer tedavisi de koyu renkli kişiler üzerinde daha etkilidir. Lazer, kıl kökünü öldürdüğü için kıl batması sorununuz da ortadan kalkacaktır.

9.) Rahat giysiler giyin

Kılların rahat bir şekilde yüzeye çıkabilmesi için gevşek ve rahat giysiler giyilmesi gerekir. Batık kıllara genellikle giydiğimiz giysiler neden olur. Bacaklarınızda batıklardan şikayetçi iseniz sert kumaşlardan yapılmış dar giysiler kesinlikle giymeyin.
ŞİFALI BİTKİLER
 
Eğer Hashimotonuz, hipotiroidiniz ya da düşük T3’ünüz varsa selenyum takviyesi alınmalı mıdır?

Duruma göre değişir. Hashimotoda faydalı olduğuna dair çalışmalar var, ama uzun dönemdeki etkileri iyi bilinmiyor. Genellikle günde 100-200ug selenyum verilir.

Eğer hipotiroidi iyot eksikliğine bağlı ise selenyum takviyesi tiroid peroksidaz aktivitesini azalttığı için mevcut tabloyu ağırlaştırır (51).

İyotlu mu yoksa iyotsuz mu tuz tüketmeliyiz?

Tuzlara iyot eklemek biraz karmaşık bir konu.

Kaya tuzunda iyot yok ve hatta deniz tuzunda bile çok az var.

Tuzların iyotlanması 10 yıldan fazladır Türkiyede de uygulanıyor. Uygulama başladıktan sonra başta Türkiye, Yunanistan ve Azerbaycan da Hosimoto tiroidit muazzam bir şekilde artı. Bu durum iyot takviyesine bağlanıyor. İyot takviyesinin guatr sıklığını azalttığına dair de elimizde sağlam bir bilgi yok. Türkiye’de iyot yetersizliğinin olduğu bilinen bölgelerde yapılan iyotlu tuz takviyeleri bile istenilen sonuca ulaşamadı.

Tabii ki bu durum iyot yetersizliğini ihmal etmeyi gerektirmez. Deniz havası, deniz ve et ürünleri ve su başlıca iyot kaynaklarımız. Tabii ki iyottan fakir topraklarda içilen su iyot yetersizliğini karşılamaktan uzak.

Sonuçta ne yapalım?

En iyisi zaman zaman boğazımızdaki tiroid beznin büyüyüp büyümediğine bakalım. Bu durumda Hoshimoto tiroiditle ilgili tahlilleri yaptıralım. Eğer bunlar negatif çıkıyorsa iyot yetersizliğini araştıralım. Eğer mevcutsa yine kaya tuzunu kullan alım ve eczanede yaptıracağınız Lugol eriyiğinden günde 1-2 damla içelim.

Guatr hastalığını önlemek için önceden bilinen bir tiroid hastalığı olmayan çocuklar, erişkinler ve gebe kadınlar iyotlu tuz yemelidir. Tiroid hastalığı şüpheniz varsa bunun için bir dahiliye veya endokrinoloji-metabolizma uzmanına başvurun. Uzmanınız hangi tuzu kullanacağınıza karar verir.

5 gram deniz tuzu sadece 3 ug iyot içerir. Bu miktar 150mc gibi minimal ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. 5 gram iyotlu tuz ise 1.500ug iyot içerir.FDA günlük üst sınırı 1.100mcg olarak belirlemiştir. Bu bilgilere gore 10 gram kadar tuz tüketilirse günde alınacak miktarın 3 katı kadar ulaşılmış olur (17). Bu durum da tiroid kanseri ve Hashimoto tiroidit için ciddi bir risk faktörüdür.

Kimler iyotsuz tuz yemelidir?

Hipertiroidisi olan, hipotiroidisi olan hastalar ya da tiroid hormonu normal olan nodüllü guatrı olan hastalar mutlaka kaya tuzu gibi iyotsuz tuz yemelidirler. Bu hastalar çok düşük miktardaki iyottan bile olumsuz etkilenebilirler (52).

Başka bir sorun ise iyotlu denilen tuzlarda belirtilen sınırların altında ya da üstünde iyot içermesidir. İyotlu tuz paketi açılır açılmaz, güneşle temas ile iyot uçmaya başlar, belli bir zaman içinde iyot varla yok arasında olur (53). Tuz paketi koyu renkli değilse veya paket güneş görüyorsa da iyot uçar!
 
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ

D vitamini eksikliği çeşitli otoimmün hastalığın oluşumuna katkıda bulunur. Buna Hashimoto tiroidit de dahildir.

D vitamin Th3 hücrelerini (düzenleyici hücreler) etkileyerek Th2 hücrelerinin aşırı uyarılmasınıönlüyor, böylelikle Th2/Th1 dengesini koruyorlar ve alerji ve otoimmün hastalıklar gelişmiyor. Tam tersine Th2/Th1 dengesinin Th2 lehine artarsa immün toleransınız bozuluyor. D vitamini eksikliği olan hayvanlara D vitamini verildiğinde tiroid işlevlerinin büyük ölçüde düzeldiği görüyor (39).

Bağırsak geçirgenliğinin artması D vitamini emilimini de azaltır. Stres hormonları kolesterolden yapılır, D vitamini de. Stres halinde D vitamini sentezinde kullanılan kolesterol azalır(40).

D vitamininin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için reseptörünü aktive etmesi gerekir. Başta Hashimoto olmak üzere Otoimmün hastalığı olanlarda D vitamini reseptör polimorfizmi sıktır (41-43). Bu nedenle D vitamininin aktivitesi verimli değildir.

HİPOTİROİDİDE HORMON TEDAVİSİ

Hipotiroidi tedavisindeeksik olan hormonun yerine konulmasında bazı tartışmalı konular vardır.

Hastalar genellikle ihtiyacı olan hormon dozunu sabahleyin aç karnına tek dozda alırlar. Aç karnına alınmasında sorun çıkıyorsa tok karnına da alınabilir.

Verilecek preperatın T3 ya da T4 içermesi önemli bir konudur. Mantıken daha aktif olan T3’ü tek başına vermek daha uygun gibi görünse de T3’ün beyin-omurilikten geçişi az olduğu için hipotiroidinin nöropsikiatrk bulgularının tam olarak düzelmesi mümkün olmaz.

Birçok uzman genellikle sadece T4 içeren preparatları kullanırlar. Böylece doz aşımı durumlarında toksik etkilerin daha az ortaya çıkacağını ileri sürerler. Ama T4’den T3’e bir dönüşüm sorunu varsa T4 preparatlarını kullanmak uygun değildir.

En iyisi T3-T4 kombine preparatlarını kullanmaktır. Ya da T3 ve T4 preparatları kan seviyelerine göre dozajı ayarlanarak sabah ve akşam ayrı ayrı verilebilir.

Türkiye piyasasında bulunan Euthyrox® T4 preparatı, Levotiron® ve Tiromel® T3 preparatıdır. Bitiron® ise T3 ve T4 içermektedir.

Hasta tiroid sendromu tedavi edilmeli mi?

Daha önce de anlattığımız gibi ağır kronik hastalıkların çoğunda TSH ve fT4 düzeyleri normalken fT3 düşüktür. Birçok hekim bu durumu ‘nasılsa hastalık düzelince geçecek’ diye tedavi etmemektedir. Halbuki ağır kardiyopülmoner hastalıklar haricindeki kronik hastalıklarda düşük olan fT3 düzeylerini yükselterek hastaların enerji seviyelerini artırmak mümkündür (44).

Normalin alt sınırına yakın T3 ve T4 seviyeleri tedavi edilmeli mi?

Depresyon ve bipoler bozukluğu olan hastaların ilaçla ve hatta elektroşok tedavisiyle bile düzelmesi çok zordur. Halbuki normalin alt sınırına yakın T3 ve T4 seviyeleri üst sınıra yaklaştırıldığında bariz düzelmeler sağlanabilmektedir (45-47). Bu arada psikiatrik hastalarda kullanılan lityum ve Depakote’nin (divalproex sodium) T3’ü azalttğı da unutulmamalıdır.

Keza Lowe ve arkadaşları kronik yorgunluğu ve fibromiyaljisi olan fakat tiroid fonksiyonları olan hastaların fT3 seviyelerini üst limitlere çıkardıklarında şikayetlerin büyük ölçüde düzeldiğini göstermişlerdir (48).

Hipotiroidi tedavisinde selenyumun yeri

Selenyum tiroid hormonu sentezinde iyot kadar önemli bir elementtir. Selenyum 5’ deiyodinaz aktivitesini artırarak T4’ün T3’e dönüşümünü artırır(49).

Selenyumun ikinci önemli görevi tiroid bezini aşırı iyot etkisinden korumaktır. Selenyum bu etkisini hormon yapımında rolü olan tiroid peroksidaz enziminin aktivitesini azaltarak gösteriyor (50). Hatta selenyum yetersizliği olmasa bile.
Alıntı

http://www.gidahareketi.org/Degisik-Yonleri-Ile-Tiroid-Hastaliklari-734-yazisi.aspx
 
HİPOTİROİDİZM OLASILIĞINI ARTIRAN FAKTÖRLER

Hasimoto, iyot eksikliği ve diğer nedenlere bağlı hipotiroidiler çok sayıda faktöre bağlı olarak ağırlaşırlar. Şimdi bunlardan en önemlilerini görelim.

Stres tiroid hormon direncine sebep olabilir. Örneğin bazı Hashimoto hastalarında, hormon kullanmalarına ve hatta kan hormon seviyeleri normal olmasına rağmen hipotiroidi şikayetleri devam eder. Trafik, mali sorunlar, ailevi problemler, gürültü vb faktörler stresinizi artırırlar.

Bu dış faktörlerin dışında kan şekerinizin sürekli inip çıkması, bağırsak flora bozukluğu, gıda entoleransları (özellikle gluten), toksinler, kronik enfeksiyonlar, iltihabi ve otoimmün hastalıklar stresi artırarak, stress hormonlarını da artırırlar (23).

Kronik stress, insulin direnci, hipoglisemi gebelik ve enfeksion kan kortizolunü artırır. Kortizol hipofiz fonksiyonunu bozduğundan tiroid bezi yeteri kadar uyarılamaz.

T4 tiroid hormonunun inaktif formudur. Aktifleşebilmesi için T3’e dönüşmesi gerekir. İltihabi maddeler bu dönüşümü bozabilirler. Kortizol normalde iltihabı azaltan bir maddedir, ama fazlalığı halinde o da T4’den T3’e dönüşmeyi azaltır (24).

IL-1, IL-6 ve alfa-TNF gibi iltihabi sitokinler hipotalamus-hipofiz-böbreküstü eksenini bozarlar; TSH, TRH, T3 ve T4 seviyeleri azalır.

Stres 5′-deiodinase aktivitesini azaltarak T4’ün aktif olan T3’e dönüşmesini azaltır (25).

Sağlıklı tiroid fonksiyonları için böbreküstü bezlerinin iyi çalışması gerekir. Stres hormonları (kortizol, adrenalin) böbreküstü bezlerinden salgılanır. Adrenal yüklenme de bağışıklık sistemini zayıflatır.

Böbreküstü bezi üzerine olan yükün artması birçok belirtilere yol açar;

  • Yorgunluk
  • Baş ağrısı
  • Bağışıklığın sisteminin baskılanması
  • Uykuya dalmada ya da uyanmada sorunlar
  • Duygu dalgalanmaları
  • Şeker krizleri
  • Mide ülseri
DİYABET-TİROİD

Diyabetli ya da metaboliksendromlu (insülin direnci) hastalarda tiroid bozuklukları daha sıktır (26-28).

Çalışmalar insülin direncinin Hashimotolu hastalarda tiroid bezi tahribatını artırdığını göstermektedir (29).

Kan şekerinizin düzenli olması tiroid fonksiyonlarınızın normal olmasını sağladığı gibi tersine tiroid fonksiyonlarınızın normal olması kan şekerinizin düzenli olmasını sağlar. Metabolik sendromda sık sık oluşan hipoglisemi atakları sık sık kortizol salgılanmasına neden olarak bu da hipotalamus-hipofiz-böbreküstü yolunu tembelleştirir.

Kan şekerindeki dalgalanmalar bağırsaklar, akciğerler ve beyinde iltihabi reaksiyon oluşturur, hormon dengesizliği yapar, böbrek üstü bezi tükenmesi, detoksifikasyon mekanizmalarını bozar. Bütün bu bozukluklar tiroid fonksiyonlarını düşürür.

Tiroid fonksiyonlarının azalması şeker metabolizmasını farklı şekilde etkiler;

  • Glükozun hücre içine girişi azalır.
  • Bağırsakta glükoz emilimi azalır.
  • İnsülin direnci artar.
Hipotiroidiniz varsa normal kan şekeriniz olsa bile hipoglisemi belirtileriniz (yorgunluk, başağrısı, açlık, huzursuzluk vb) olabilir. Çünkü hücre içine şeker girişi azdır. Kan şekeri normal düzeyde bile olsa hücre içi glükoz düşük olduğu için kortizol artar. Bu da tiroid fonksiyonlarını azaltır(30).

BAĞIRSAK FLORASININ BOZULMASI

Bağırsak florasının bozulmesı ve bağırsak geçirgenliğinin artması Hashimoto dahil birçok otoimmün hastalığın oluşumunu sağlar. Tiroid hormonlarının azalması da sıkı bağlantı yerlerini gevşeterek geçirgenliğin artmasına neden olur. Tiroid hormonları mukozal bütünlüğü sağlar, örneğin ülserleri azaltır(31).

T4’ün yaklaşık beşte biri normal bağırsak florası bakterilerinin de yardımı ile bağırsak hücrelerinde ile T3’e dönüşür (32). Bağırsaktaki iltihap T3 seviyelerini azaltır; rT3 seviyelerini azaltır.

***Glüten entoleransı***

Birçok araştırmada otoimmün tiroid hastalıkları (Hashimoto ve Graves hastalığı) ile glüten entoleransı arasında güçlü bir ilişki olduğu gösterilmiştir (33-37).

Gluten, iyot, ağır metaller, östrojenler, bağırsak flora bozuklukları ve D vitamin yetersizliği gibi faktörler bağırsak geçirgenliğini artırarak otoimmün hastalıklara neden olur.

Sağlıklı flora Th2 cevabını azaltarak otoimmün hastalıklardan korur. Aküpünktürün de benzer özellikleri vardır. Omega-3 yağ asitlerinin enflamasyonu azaltmada önemli bir rolü vardır.

Bağırsak florası bozulduğunda bağırsaktaki sindirim de bozuluyor. Bu durumda buğday proteini olan glüten iyi u sindirilmede kana geçer. Bağışıklık sistemi sindirilmemiş glüteni düşman olarak görür ve bunları tahrip edeyim derken tiroid hüctrelerine de tahrip eder (otoimmünite).
Amerikalıların yaklaşık üçte birinin glütene karşı entoleransı olduğunu (38) düşünürseniz sorunun ne kadar büyük olduğunu daha iyi anlarsınız.
 
Son düzenleme:
HALA EKMEK (TAM BUĞDAY DAHİL) YİYOR MUSUNUZ?

"Aşağıdaki hastalıkların birinden şikayetçi iseniz, aslında altta yatan sebep gluten hassasiyeti olabilir.

- Haşimato

- Reflü

- Alerjiler

- Diyabet

- Kısırlık

- Osteoporoz

- Anemi

- Migren

- Depresyon

- Fibromiyalji

- Şizofreni

- Sedef

- Eklem romatizması

- Karaciğer yetmezliği

- Kronik yorgunluk

- Cilt döküntüleri

- Ülseratif kolit

- Crohn hastalığı

- Huzursuz bacak sendromu

- İyileşmeyen vücut ağrıları

- İyileşmeyen baş ağrıları

- Tüm otoimmün hastalıklar

- İrritabl bağırsak sendromu (İBS)"

Dr. Ümit Aktaş

Sözün özü: Beslenme yanlışsa ilacın yararı yok, beslenme doğruysa ilaca gerek yok!

Kaynak: Aktaş, Dr. Ümit, Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi, HayyKitap, 2015.
 

BROKOLİNİN YARARLI OLABİLMESİ İÇİN NASIL HAZIRLANMASI GEREKİYOR?


Şimdi Dr. Ümit Aktaş'tan dinleyelim:

"Brokoli hem bağırsak sistemi hem de bağışıklık sistemini düzenlemekte çok etkili bir sebze. Brokoli dünyadaki anti kanser besinlerin başında gelir. Anti kanser etkisi açısından ilk ondadır. Kansere karşı hem koruyucudur hem de tedavi edici özelliği vardır. Neden ilaç etkisindedir size onu anlatacağım. Bir kere brokoli kış sebzesidir. Karnabahar, lahana ile akrabadır. İçinde sülfürofan adını verdiğimiz bir madde vardır. Sülfürofan maddesi dünyanın en önemli kanser savaşçılarından bir tanesidir. Kansere karşı ilaçtır. Hem kanserden korunmak için hem de biz kanser tedavisinde brokoli kullanıyoruz. Ama kanser tedavisi deyince aklınıza yanlış bir şey gelmesin. Tedavide biz hiçbir zaman böyle sebze formunda kullanmıyoruz. Beslenme ayrı bir şey. Beslenmeyi düzenleyeceğiz ama beslenmenin haricinde biz brokolinin üretilmiş haplarını kullanıyoruz kanser tedavisinde. Dünyada brokolinin anti kanser etkisiyle ilgili pek çok yayın var. Yüzlerce yayın var bunlarla ilgili. En çok yayın çıkaran ülke Amerika ve Amerika’da en çok yayın yapılan yer Johns Hopkins Hastanesi. Johns Hopkins Hastanesi brokoliyle ilgili yayın çıkarmakla kalmıyor brokoliyle ilgili ilaç formundaki ekstresinde patent sahibi. O kadar ciddiye alıyorlar bu olayı.

Brokoli bir kere düzenli olarak mevsiminde sürekli tüketilmesi gereken bir sebze. Brokoliyi tüketmenin bir yöntemi var. Farkındaysanız alışageldiğiniz yöntemlerin dışında tarifler anlatıyorum ben size. Geleneksel olarak brokoli değince herkes brokoliyi haşlar. BROKOLİYİ HAŞLADIĞINIZ ZAMAN İÇİNDEKİ ETKEN MADDELERİ YOK EDİYORSUNUZ BİR KERE. HİÇ BİR ETKEN MADDE KALMIYOR SADECE BİRAZ LİF ALIYORSUNUZ BİRAZ DA KALSİYUM. Buharda pişirince etken maddelerin hepsini yok etmiyorsunuz ama yine azalıyor. Isıya maruz bırakmak brokolinin içindeki etken maddeyi ya azaltıyor ya da haşlamadaki gibi yok ediyor. Brokoli çiğ yediğiniz zaman da çok büyük oranda etken madde almıyorsunuz.
Brokoliyi nasıl tüketeceksiniz? Bakın brokoliyi içindeki etken maddenin oluşabilmesi için parçalamanız gerekiyor. Fermantasyon mayalanma için bir işleme tabi tutmanız yani bekletmek gerekiyor. Brokoliyi rondoya (mutfak robotuna) atacağız.

Ne kadar brokoli?
-Her gün herkes için kendi yumruğu büyüklüğünde. Brokoliyi çiçekleyeceksiniz, saplarından ayıracaksınız, rondoya atacaksınız.
-Rondoya attığınız brokolinin içine bir limonun kabuklarını rendeleyeceksiniz.
-Bir diş de sarımsak döveceksiniz ve içine atacaksınız.
-Rondodan çekeceksiniz, bunu istediğiniz büyüklüğe getirin, parçalayın. Parçalama işlemine maruz bırakmak içindeki etken maddenin, sülfürofanın yükselmesine sebep olur.
- Ondan sonra rondodan çıkarın kapağını kapatın bir kaseye koyun 20 ile 30 dakika arasında bekletin. Yani bir mayalanma fermantasyon süresi bırakıyorsunuız. 20 ile 30 dakika bekleteceğiz daha çok sülfürofan orataya çıkacak.
-Bir de limon suyu sıkın içine. Hem lezzetlendirdiniz. Limon suyu var, sarımsak var biraz da kaya tuzu serpin üstüne (unutmayın akar tuzlar değil kaya tuzu) lezzetli oldu. İçinde en maksimum miktarda sülfürofan gelişti.
-Her gün bir kase ister iri çekin salata niyetine kaşık kaşık yiyin ister iyice inceltin su gibi olsun kafanıza dikip için.

İşte size kansere karşı koruyucu brokoli kürü. Aynı zamanda kemik erimesi için de çok etkili. Çünkü bunun içinde kalsiyum var. Bütün koyu yeşil sebzelerde büyük oranda kalsiyum vardır. Bütün sebzelerde bulunan bitkisel kalsiyum hayvansal kalsiyumdan daha iyidir. Süt ve süt ürünlerinde bulunan kalsiyum asidik bir kalsiyumdur. Kemik erimelerine de sebep olduğu gösterilmiştir. Ama kemik erimesinden korunmak için bitkisel kalsiyum almak gerek yani yeşil yapraklı sebzeleri bol bol tüketmeniz gerek. Süt ve peynir yeterli değil muhakkak koyu yeşil yapraklı sebze yiyeceksiniz

"Brokolinin içinde selenyum da vardır müthiş. Selenyum da tiroid hastalığında nodülleri iyileştirmekte etkilidir. "

Alıntı; Sağlıklı Yaşıyoruz
Kaynak: Beyaz TV, 28.10.2015 Çarşamba
 
Ayşegül Çoruhlu: "Hayatımızda akşam yemeği diye bir şey olmamalı!"
Alkali diyetinin temel taşlarından birinin "akşam yemeği kuralları" olduğunu söyleyen Dr. Ayşegül Çoruhlu, “Öğünler arasında akşam yemeği diye bir şey olmamalı” diyor. Çoruhlu, “En kötü ihtimalle sebze yenmeli” diye ekliyor.

Havaların ısınmasıyla birlikte "diyet" gerçeği kendisini özellikle ayna karşısında belirgin biçimde ortaya çıkarıyor. En hızlı ancak sağlıklı biçimde kilo vermek için yapılması gerekenler bir bir sıralanıyor.


Habertürk, yaz mevsimini yaşamaya başladığımız bugünlerde "Alkali Diyeti" ve "Metropol Diyeti" isimli kitaplarıyla kilo sorununu çözmeye çalışanlara kılavuz olan iki isme kulak verdi. Ayşegül Çoruhlu ve Ferin Batman’a, ‘en sağlıklı ve kalıcı kilonun nasıl verileceğini’ sordu. Yazı dizimizin ikinci gününde Çoruhlu,akşam yemeğinden neden vazgeçmemiz gerektiğini ve en sağlıklı yağların hangileri olduğunu anlattı.


Kitabınızda “Akşam baklagil yenmemeli” diyorsunuz. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?

Kendimizi ensüline reziste etmeseydik, belimiz kalınlaşmasaydı, kötü besinler yüklenmeseydik, akşam da baklagil yiyebilirdik. Ama bunu bozduk. Aslında “akşam yemeği” dediğimde hata yapıyorum, çünkü akşam yemeği diye bir şeyin olmaması lazım. En kötü ihtimallesebzeyenmeli.


Bir gün herkes sebze suyu içecek

Bu sebzeler hangileri?

Bütün zeytinyağlılar, ızgaralar, haşlamalar ve çiğ sebzeler. Bir bitki ancak çiğ olduğunda hücrenin ihtiyacına tam olarak karşılık verir. Sebze piştiğinde hücreye verilecek hammaddeyi azaltmış olur ama yine de diğerlerinden iyidir. Bir gün herkes sebze suyu içecek, ne kadar market varsa hepsi kola yerine sebze suyu satacak.


Zayıflamaya destek olan haplarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Mesela tatlı krizine girdiniz. Tarçınlı su iyi gelecek ama onu yapmak yerine gidip tarçın hapı alıyorsunuz. Bu insanların kolaycılığa kaçmasıyla ilgili... Zerdeçal çok yüksek DNA tamiri yapıyor diye, tozundan oluşan haplar satılıyor. Bu sektör suiistimale açık olmakla beraber gittikçe büyüyecek gibi görünüyor.


Keten tohumu yağı omega 3 içerir

Tohum yağları

Tohum yağlarının da iyi yağlar grubuna girdiğini söyleyen Çoruhlu, keten tohumu yağının omega 3 içerdiğine dikkat çekiyor. Çoruhlu sözlerini şöyle sürdürüyor: “Susam tohumu yağı aynı miktardaki sütten üç kat daha fazla kalsiyum içermektedir. Bunun yanı sıra içinde bol miktarda magnezyum vardır. Kalsiyum ve magnezyum önemli asit tamponlarıdır. Bunun dışında badem, fındık, ceviz, çöreotu, ayçekirdeği, kabak çekirdeği yağlarını da sağlıklı tohum yağları arasında saymak gerekir.”


İyi yağlar hangileridir

Tekli doymamış yağlar; zeytinyağı,avokado yağıdır. Bir de doymuş da olsa mucizevi yağ sayılan hindistancevizi yağından söz etmek gerekir.


Zeytinyağı

Tekli doymamış yağ grubuna giren zeytinyağını pişirme yağı olarak kullanmak, omega 6 yağlarından daha sağlıklıdır. Ayçiçeği ve mısır yağı gibi omega 6 türü yağlar pişirme yağı olarak kullanılırsa, ısıyla içlerindeki doymamış kısımları okside olur. Aslında doymamış olan bu yağlar, ısıtılınca bir tür doymuş yağ gibi davranır. Bu yağları yemeklerde kullanmak sağlıklı değildir. Isıya dayanamazlar.


Hindistancevizi yağı

Hindistancevizindeki yağ, bitkisel yağdır, doymuş durumdadır. Ancak bu yağ, orta zincirli yağ grubuna girer. Bu tür yağlar depolanmaz, kolayca enerjiye çevrilir. Hayvansal gıdalardan gelen yağlar da doymuştur ama uzun zincirli yağlardır. Bunları enerjiye çevirmek, vücut için uzun bir süreçtir. Ayrıca bu doymuş yağlardan enerji elde ederken, tıpkı yağ depolarımızdaki kendi yağlarımızı yakarken olduğu gibi asit artıklar ortaya çıkar. Vücut bu yağları yakmak istemez, depolamak ister. Uzun zincirli yağların akıbeti ensüline bağlıdır. Ensülin fazlaysa, uzun zincirli yağlar depolanırlar, ensülin azsa yakılırlar.


Hindistancevizi yağı metabolizmayı hızlandırır

Hindistancevizi yağının kullanımı ensülinden bağımsızdır. Hindistancevizi yağı depolanmaz. Aksine metabolizmayı hızlandırır. Bitkisel kökenli kısa ve orta zincirli yağlar vücut için hızlı enerji kaynaklarıdır. Özellikle egzersizde bu yağlar derhal enerjiye çevrilir, hemen yakılırlar. Bu yüzden hindistancevizi ve hurma gibi kolay enerjiye çevrilen, depolanmayan bitkisel yağlı besinler sporcular arasında çok yaygındır. Hindistancevizinin suyu da çok sağlıklıdır. Vücudu alkali yapan minerallerle doludur. Vücut sıvısına çok yakın mineral değerleri vardır.


Alzheımer’a karşı faydalı

Hindistancevizinin sütünün pH’ı, yağı, besin değerleri, anne sütüne çok yakındır. Son dönem yapılan araştırmalarda, hindistancevizi yağının, Alzheimer hastalığına bağlı beyin hasarını yavaşlattığına dair sonuçlar alınmıştır. Hindistancevizi yağı cilt için de faydalıdır. Acil enerji kaynağı olduğu için, günlük fiziksel yorgunluğu azaltır. Pişirme yağı olarak hindistancevizi yağı kullanmak en doğru seçimdir; ancak ülkemizde hindistancevizinin ne yağı ne meyvesi yaygın olarak kullanılmaz.


Avokada yağı

Avokado, genellikle çok kalorili zannedildiğinden pek tüketilmez. Oysa avokadonun sadece yüzde 2’si şekerdir, yüzde 80’i tekli doymamış yağ, yüzde 15’i ise proteindir. Düşük şeker oranı nedeniyle, tek başına yenildiğinde avokado ensülini yükseltmez. Ayrıca avokadodaki tekli doymamış yağlar depolanmaktan çok enerji oluşumu için kullanılırlar. Avokadonun içindeki potasyum, muzdan fazladır. Potasyum da alkali minerallerden biridir.


Zeytinyağından daha faydalı

Avokadonun içindeki protein yüzdesi baklagillerdeki kadardır. Avokado yağı ile zeytinyağı, içerdikleri yağ türleri açısından birbirlerine çok yakındır. Avokadonun içinde proteinin de olması onu çok iyi bir enerji kaynağı, çok besleyici bir madde yapar. Zeytinyağı tüketmenin faydalı olduğunu biliyoruz. Avokado ondan da faydalıdır. Bazı bitkisel yağlar doymuş durumdadır, buna rağmen iyi yağlar grubuna girer. Bunlardan hindistancevizi yağı çok faydalıdır.

Haber:Nur Toprakoğlu ,
 
DANS ETMEK ANTİDEPRESİFTİR!

"Bee Gees pop müzik grubu bir şarkısında dansetmelisiniz diyor. Hertfordshire Üniversitesi Dans Psikolojisi Laboratuvarının kurucusu Dr. Peter Lovatt'a göre de bu yararlı bir tavsiye. Dr. Lovatt "Dans etmenin sağlık açısından yararları var. Değişik sosyal danslarla ilgilendiklerinde insanların ruh hallerinde ölçülebilir değişimler oluyor. Daha az yoruluyorlar, daha azdepresif hissediyorlar, çalışma hevesleri artıyor ve zihinsel faaliyetlerinde de gelişmeler oluyor. 5 Dakikalık dans etmek bile daha keskin ve geniş açıyla düşünmelerini sağlıyor." diyor.

Dans etmek fiziksel sağlık için yararlı, örneğin, kalp ve akciğerler için yararlı, kasları kemikleri güçlendiriyor, sağlıklı kiloda kalmaya yardımcı oluyor.

Dr. Lovatt neden eskisi kadar dans edilmediği konusunda araştırmalar yaptıklarını, en yaygın nedenin çekinme, kendine güvenememe olduğunu gördüklerini belirtiyor. Ayrıca insanların belli stepleri olan ne yapacaklarını bildikleri danslarda daha rahat ettiklerini, müzikle serbest stilde dans etmekten kaçındıklarını söylüyor."

Canan Hoca da sık sık dans etmeyi tavsiye eder, ister tango yapın ister kolbastı oynayın der ve dans etmenin antidepresif olduğunu belirtir. Yukarıdaki haberi okuyunca bu aklımıza geldi. Çok güzel folklorik danslarımız var, her yörenin dansları birbirinden güzel. Grupla ve belirli hareketler öğrenilerek yapılıyor. Batı danslarına ilgi duyanlar için de dans kursları var. Dünyada tango Arjantin'den sonra en yaygın Türkiye'de yapılıyormuş. Herkese keyif alabilecekleri bir sosyal dans faaliyetinde bulunmalarını tavsiye ediyoruz.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar
Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://www.express.co.uk/life-style/health/618363/Health-benefit-dancing-depression-fatigue-workout
 
GEREKSİZ KULLANACAĞINIZ ANTİBİYOTİĞİN BAŞKALARININ HAYATINA MAL OLABİLECEĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Gereksiz yere antibiyotik kullanımı antibiyotiğe dirençli bakterilerin üremesine sebep olmaktadır ve bu bakteriler, sadece sık sık antibiyotik kullananan insanları değil, tüm insanları tehdit etmektedir. Antibiyotiklere dirençli bakterileri alt edecek antibiyotikler geliştirilemedikçe de insan hayatı tehdit altında demektir.

Yani, birinin gereksiz kullandığı antibiyotik yüzünden, başka insanlar da tehtid altındadır. O sebeple, antibiyotik kullanırken tüm insanlığa karşı bir sorumluluğumuzun bulunduğunu asla unutmamalıyız. Doktorlarımız bu sorumlulukla ısrarla, kesin teşhis yöntemlerine başvurmalı, hastalarımız kesin teşhis almadan verilen antibiyotikleri sorgulamalıdır. Yanı sıra, doktorlar tarafından gerekli görülmediği için antibiyotik reçete edilmeyen hastalarımız da, ısrarla antibiyotik isteyerek doktorlarımızı zor durumda bırakmaktan vazgeçmelidir.

Çok şükür ki artık eczanelerden, aklına esen, reçetesi olmadan antibiyotik alamamaktadır. Bu çok önemli bir adımdır.

------------------------------------
"ANTİBİYOTİK KULLANIMININ ÜÇTE İKİSİ “GEREKSİZ”
Antibiyotik reçetelerinin üçte ikisi, ilaçların iyileştiremeyeceği durumlar için veriliyor. Hazırlanan yeni bir raporda, antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonları hedef alır ancak hazırlanan yeni bir raporda doktorların viral hastalıklar için de verdiği fark edildi.
Antimikrobiyal Direnç üzerine İngiltere Başbakanı David Cameron, yazdığı değerlendirmede, bu gereksiz kullanımın, antibiyotiklere dirençli bakterilerin üremesine sebep olduğunu ve bunun da tıbbı karanlık çağlara geri götüreceğini söyledi.
Değerlendirme yazısı, doktorların çoktan beridir, ihtiyatlı şekilde kullanılması gereken en güçlü antibiyotikleri reçete ettiği, cinsel temas yoluyla bulaşan belsoğukluğu hastalığı örneğini alıntıladı. Vakaların ancak %80’inin penisiline cevap verebildiği vurgulandı.
Değerlendirme yazısında geçen tavsiyeler içinde, antibiyotik reçete etmeden önce, doktorların enfeksiyonun bakteriyel ya da viral olup olmadığını testlerle belirlemesi gerektiği yer aldı.
Çoğu teşhis testlerinin, kesin sonuç vermesi için en az 36 saat gerekmektedir. Bu da bir an önce reçetesine kavuşmak isteyen hastaların çok olduğu doktorlar tarafından kullanışsız bulunmaktadır.
Ancak, Dergi Başkanı Lord Jim O’Neill, C-Reaktif Protein (CRP) gibi basit kan testlerinin çoktan beridir yapıldığını ve bu testin enfeksiyonun viral veya bakteriyel olup olmadığını kısa sürede gösterdiğini söylemektedir.
Yaşanacak uzun vadeli sorun şu ki; ilaç şirketleri yeni, daha güçlü antibiyotikleri araştırmamakta ve geliştirmemektedir zira bunda bir kâr görmemektedirler. Değerlendirme Grubu, araştırma masraflarına katkıda bulunmak üzere, şimdiden 2 milyar dolarlık küresel yeni buluş fonu teklif etmiştir.
(Source: BBC, October 23rd, 2015)"

Kaynak : http://www.wddty.com/two-thirds-of-antibiotic-use-is-inappropriate.html

Çeviri : Beste Ünsal Pınar,
Sağlıklı Yaşıyoruz.
 
Günlük hayatta sıklıkla yediğimiz gıdalarla ilgili yapılan birçok hata var. İşte o hatalar...
Birçok insan, sağlıklı yaşamak için yemek seçimlerine özen gösterir. Çocuklar için seçilen yemeklerin protein ve mineral açısından zengin olmasına dikkat edilir. Bu titiz davranışlar içinde doğru bildiğimiz yanlışları yapmaktan da geri kalmayız.

Hastalandıklarında çeşit çeşit karışımlar hazırlanır ki çabuk ayağa kalkabilsinler. Aynı şekilde eşler birbirine, öğrenciler ev arkadaşlarına hastalandıklarında iyi bakabilmek için ellinden geleni yapar. Ancak sağlıklı olduğunu düşünerek tükettiğimiz yiyecek ve içecekler bazen yanlış beslenmemize neden olabiliyor. Üstelik doğru bildiğimiz bu yanlışlar yalnız hastalık durumlarında yapılmıyor. Günlük hayatta sıklıkla yediğimiz gıdalarla ilgili yapılan birçok hata var. Et yemeklerinin yanında ayran içmek, yemek arasında su içmemek, balı sıcak su veya sütle karıştırmak bunlardan yalnızca birkaçı. Bu yanlışların neler olduğunu öğrenmek isterseniz uzman diyetisyenler Turgay Köse, Dilara Koçak ve bilim doktoru Haluk Saçaklı'nın tavsiyelerini okuyun.

Balık yanında yoğurt yememek: Bilinenin aksine balık tazeyse yoğurtla birlikte yenilmesinde sakınca yok. Zehirlenmenin sebebi yoğurt değil, balığın içinde bulunan 'histamin' proteini. Bu madde yoğurtta da olduğundan, birlikte yenildiğinde vücuttaki 'histamin' miktarı artabiliyor ve alerjik durumu olan kişilerde kızarıklığa ya da kaşıntıya neden olabiliyor. Balığınızın tazeliğine güveniyorsanız, yoğurtla birlikte tüketmenizin hiçbir sakıncası yok.

Pekmeze yoğurt veya süt eklemek: Genellikle anneler faydalı olduğunu düşündüğü için çocuklarına yedirdikleri pekmeze yoğurt veya süt katar ya da tam tersi süte pekmez ekler. Hâlbuki sütün içinde bulunan kalsiyum, pekmezde bulunan demirin emilimini azaltıyor. Demir, C vitamini ile birlikte tüketildiğinde emilim artıyor ve C vitamini demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlıyor. Bu sebeple pekmez, süt yerine portakal suyu ile karıştırılırsa çok daha faydalı olacaktır.

Et yemekleri yanında ayran içmek: Et yemeklerinin yanında ayran içmek vazgeçilmez geleneklerimizdendir. Fakat yukarıda anlattığımız nedenden dolayı et ve ayranı ya da yoğurdu bir arada tüketmemek gerekiyor. Etteki demirin emilimini, ayrandaki kalsiyum azaltıyor. Eğer et yemeklerini de C vitamini ile birlikte yerseniz emilim artacaktır. Mesela et yemeğinin yanına, içinde maydanoz ve biber olan bol limonlu bir salata hazırlayabilirsiniz. Böylece C vitamini açısından zengin olan maydanoz, biber ve limon sayesinde etteki demirden maksimum fayda sağlarsınız.

Ispanağı yoğurtla birlikte yemek: Ispanakta da demir vitamini olduğundan yoğurtla yememeniz gerekenlerden. Sadece ıspanağı değil, içinde demir olan yiyecekleri kalsiyumla tüketmeyin.

Kolesterolü artırır diye yumurta yememek

Yumurta anne sütünden sonra en kaliteli protein kaynağı olarak kabul edilir. Bu sebeple hiçbir sağlık problemi olmayanlar günde 1 yumurtayı rahatlıkla yiyebilir. Kolesterol, şeker veya tansiyon gibi problemi olanların haftada 2 yumurta tüketmesi daha uygun. Yumurtayı haşlama olarak yiyebileceğiniz gibi menemen, omlet, çılbır şeklinde 1 tatlı kaşığı yağ ile tüketebilirsiniz.

Kepek ekmek ve light ürünler, kilo aldırmaz

Kepek ekmeğinin kalorisi, beyaz ekmeğe göre biraz daha az olduğundan, kadınlar genellikle kepek ekmek yemeyi tercih ediyor. Ancak kepek ekmek ile beyaz ekmek arasında çok büyük bir kalori farkı yok. 'Nasılsa kalorisi az' diye kepek ekmeğini fazla tüketenler ise zayıflamak yerine kilo alıyor. Aynı şekilde üzerinde light yazan yiyecek ve içeceklerin tüketimlerine de dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü bu ürünlerin içinde şeker olmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler var.

(Kaynak: Zaman)
 
Selenyum ne işe yarar?
Selenyum hücre çoğalmasına yardım eden; göz, kalp, karaciğer, saç ve tırnak sağlığımız için önemli bir elementtir

Hayatta kalmak için oksijene ihtiyaç duyar, nefes alırken oksijen soluruz ama oksijen vücut için aynı zamanda riskli bir maddedir, çünkü molekülleri aşırı reaktif hale getirebilir. Oksijen içeren moleküller aşırı reaktif hale gelince de etraflarındaki hücre yapılarına zarar vermeye başlayabilirler. Kimyada oksijenle ilgili bu dengesiz duruma “oksidatif stres” adı verilir.
Selenyum oksijen moleküllerinin aşırı reaktif hale gelmesini engelleyen bir grup besinle birlikte çalışarak oksidatif stresi önlemeye yardımcı olur. Oksidatif stres kan damarı hasarının kaynağı olarak gösterildiği gibi birçok kalp hastalığı durumunda da düşük selenyum tüketiminin hastalığa katkısı olan bir faktör olduğu belirlenmiştir. Benzer şekilde oksidatif stresin eklemlerin içine ve etrafına zarar verdiği romatoid artirit hastalığında da beslenmede selenyum eksikliği, hastalığa katkısı olan sebeplerden biridir.
Ayrıca iyota ek olarak selenyum da tiroit bezinin düzgün şekilde çalışması için önemli bir mineraldir. Tiroidin en aktif şekilde hormon üretebilmesi için selenyum sadece gerekli olmakla kalmaz, üretilen hormon miktarını düzenlemeye de yardımcı olur. Busnlara ek olarak selenyum, kanser önleyicidir. Zarar görmüş hücrelerde DNA onarımı ve sentezini eyleme geçirir, kanser hücrelerinin çoğalmasını engeller.

Selenyumdan zengin besinler
Özetle selenyum antioksidan olarak E vitamini ile birlikte hücrelerinizi oksidasyona karşı koruyarak, kanser, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunlarının önlenmesinde yardımcıdır. Hücre çoğalmasına yardım eder. Göz, kalp, karaciğer, saç ve tırnak sağlığımız için önemli bir elementtir.

Selenyumdan zengin yiyeceklerin yararları;
Hücreleri serbest radikal zararından korur. Serbest radikaller oksijen metabolizmasının doğal yan ürünleri olup, kanser ve kalp rahatsızlıklarının ilerlemesine katkıda bulunabilir.
Tiroit hormonu üretimini kolaylaştırır. Selenyum eksikliği iyot eksikliğinin etkisini artırabilir. İyot, tiroit hormonunun sentezi için temel bir bileşendir.
Eklem iltihabını düşürmeye yardımcıdır.
Bitkisel besinler, dünya genelinde birçok ülkede selenyumun başlıca kaynaklarıdır. Gıda içindeki selenyum miktarı, bitkilerin geliştirildiği, hayvanların yetiştirildiği toprağın selenyum miktarına bağlıdır. Avrupa’da toprak selenyum bakımından fakirdir. Selenyum seviyesi en düşük yerler İspanya, Yunanistan ve Doğu Avrupa’dadır. Bu sebeple deniz ürünleri ve hayvan etleri daha iyi kaynaktır, yağlı tohumlar da önemlidir.
Ton balığı, pisi balığı, karides, dana karaciğeri, somon, ceviz, ay çekirdeği, hindi ve dana eti ile tam tahıllar selenyum kaynağı besinlerdendir. Sebze ve meyvelerde çok fazla bulunmaz.

Tavsiye edilen günlük miktar
Selenyum, yüksek dozda zehirli olabilir. Günlük ihtiyaç 50-70, tedavi dozları ise günlük 100 - 200 mikrogram olarak bildirilmektedir. Aşılmaması gereken doz ise günlük 200 mikrogramdır. Tablet olarak C, E ve A vitaminleriyle alınabilir. Ayrıca B vitaminleri emilimini artırıcı özelliğe sahiptirler.

Selenyuma ihtiyaç olduğunun işaretleri

Kaslarda zayıflık veya ağrı.
Saç veya ciltte renk solma/renk kaybı.
Tırnak yataklarında beyazlaşma.

Aşırı folat B12 eksikliğini kötüleştiriyor

Tufts Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, B12 vitamini eksikliğinin çok fazla folat tarafından şiddetlendiriliyor olabileceğini öne sürüyor. Çalışmada hem B12 vitamini eksikliği hem de kanında yüksek folat seviyeleri bulunan bireylerde homosistein ve metilmalonik asit seviyelerinin çok daha yüksek olduğu bulundu. Hatırlatmak gerekir ki yeterli ve dengeli beslenmede her besin öğesini uygun miktarda tüketmek önemlidir.

İyi Yaşam | Dilara Koçakbilgi@mezurasaglik.com.trTüm Yazıları »
Milliyet Gazete


Taylan Kümeli – Selenyumun Faydaları
Vücut dokularının orkidasyon nedeni ile zarar görmesini engeller ve dokuların erken yaşlanmasına karşı olumlu yönde etkileri bulunmaktadır.

Erkeklerda bulunan selenyumun yarısı üreme sisteminde bulunduğu için erkeklerin selenyuma ihtiyacının daha çok olduğu düşünülür.

Bağırsaklardan %60 (yüzde 60) oranında emilir ve erkeklerde üreme sistemi ile, her iki cinste böbrek, dalak vepankreasta bulunur. Vücuttaki Selenyum miktarı 1 mg‘dan bile azdır.

Selenyum neye yarar ?

Selenyum’un en önemli etkisi antidoksan özelliğidir ve bu özelliği sayesinde kalp krizi riskini büyük derecede düşürür.

Hücrelerin, dolayısı ilede vücut dokularımızın yaşlanmasını geciktirir ve Alkol, sigara, civa, orkide yağlar gibi insanlar için zararlı etkileri olan maddelerin zararlarını azaltıcı etkisi bulunur.

Protein sentezi, büyüme ve gelişmeye yararlı etkileri bulunur.

Kan hücrelerine ait kromozomların zarar görmesini engeller.

Sperm üretimi ve canlılığını arttırır.

Deri sağlığını arttırmak ve bağışıklık sistemini güçlendirmek içinde kullanılabilir.

Keshan hastalığı olarak bilinen bir tür kalp damarı hastalığı üzerinde olumlu önleyici etkileri bulunmaktadır.

Selenyum eksikliği, bölgede bulunan toprağın selenyum miktarı ile doğrudan ilişkilidir. Araştırmalara toprakları selenyum açısından fakir bölgelerde, normal bölgelere oranla meme kanseri, akciğer kanseri ve kalınbağırsak kanseridaha çok görülmektedir.

Kalp ve damarlardaki esnekliğin azalması ile kas yapısında ki zayıflığın belirmesi, selenyum eksikliğinin belirtilerindendir. Çocuklarda selenyum eksikliği fetal kardiyomyopatiye neden olur. Sürekli alınmasıda sakıncalıdır.

Kas ve kalple ilgili sorunlar, görme, ağızda kötü bir tat, dişlerde çürüme, ağızda koku oluşumu, tırnaklarda kırılma,saçlarda dökülme ve deride değişiklikler görülebilir.

Selenyum açısından zengin yiyecekler :

En çok olarak deniz ürünlerinde, et ürünlerinde ve karaciğerde, böbrek gibi sakatatlarda bulunur. Tahıllarda da selenyum bulunur fakat bu bitkilerin yetiştikleri toprağın selenyum açısından zenginliği ile doğru orantılıdır. Bu yüzden sebze ve meyveler iyi selenyum kaynakları değillerdir.

· 200 gram patateste 903 mg selenyum bulunur.

· 85 gram tonbalığında 69 mg selenyum bulunur.

· 1 orta boy yumurtada 31 mg selenyum bulunur.

· 28 gram ayçekirdeğinde 22 mg selenyum bulunur.

· 85 gram hindi göğsünde 27 mg selenyum bulunur.

· 85 gram tavuk göğsünde 22 mg selenyum bulunur.

· 1 dilim ekmekte (25 gram) 10 mg selenyum bulunur.

Büyük ve beyaz etli balıklar önemli miktarda selenyum içerirler. Hamsi, istavrit gibi küçük balıklar ise kalsiyumaçısından zengindirler. Haftada 2 veya 3 kez günde 180 ile 200 gram arası tüketilmesinde sakınca yoktur.

Yaş aralıklarına göre günlük selenyum ihtiyaçları:

Çocuklar:
1 – 6 yaş arası : 20 mikrogram
7 – 10 yaş arası : 30 mikrogram

Erkekler:
11 -14 yaş arası : 40 mikrogram
15 -18 yaş arası : 50 mikrogram
19 -51 yaş ve üstü : 70 mikrogram


Kadınlar:

11 – 14 yaş arası : 45 mikrogram
15 – 18 yaş arası : 50 mikrogram
19 – 51 yaş ve üstü : 55 mikrogram

*****

Prof. Dr. Metin Özata'nın "Vitamin, mineral ve bitkisel ürün kullanım rehberi" adlı kitabından alıntı aşağıdaki linkte;

http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_1961.htm
 

Kaya tuzu; tuzun işlenmemiş ham halidir. Mineral bakımından daha zengin, kimyasallardan tamamen arınmış hallerinden dolayı sofra tuzuna göre çok daha sağlıklı bir gıdadır.


Oksijen akışı tuz lambası veya mumlarda yakarak arttırılabilir. Çankırı Kaya tuzu lambaları negatif serbest iyonları salarak oksijen akışını arttırır.


FAYDALARI

• Bağışıklık sistemini güçlendirecek olan 84 farklı minerali barındırmaktadır.
• Demir, kalsiyum, magnezyum ve bakır organlarımız için faydalıdır ve gereklidir.
• Bağırsakların işlevini geliştirir ve asit oranını düşürür.
• Birçok solunum rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmaktadır
• Alerji, astım ve soğuk algınlığı tedavisinde de kaya tuzu faydalıdır.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…