Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.
Kesinlikle Glutensiz: Patates, Mısır, Pirinç (Doğal pirinç de olur), Darı ve teft, Esmer buğday, Quinoa, Amaranth, Keçiboynuzu çekirdeği unu, Tapioka, Maniok, Kestane…. Unlarda kontaminasyona dikkat edin.
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır): Hazır ürünler(örneğin patates püresi), Patates cipsi, Patlamış pirinç
Yasak (Gluten içeriyor):Buğday, yulaf, arpa, çavdar, Kızıl buğday, Triticale, emmer, kamut, yeşil buğday, küçük kızılca buğday, bulgur, kus kus….. Bu tahıl çeşitlerinden yapılan tüm hamur işleri, pastalar, yulaf ezmesi, müsli vs.
MEYVE
Kesinlikle Glutensiz:Tüm meyveler ve fındıklar
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır): Kuruyemişler
SEBZE
Kesinlikle Glutensiz: Tüm sebze çeşitleri ve baklagiller
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır): Sebzeli hazır yemekler
Yasak (Gluten içeriyor):Sebzeli veya tahıllı yemekler, pane edilmiş veya unlanmış sebze
SÜT ÜRÜNLERİ
Kesinlikle Glutensiz: Süt, doğal yoğurt, krema, labne peyniri, Mascarpone, Mozzarella gibi taze peynirler, Edamer, Gauda, Emmenthaler gibi kaşar peynirleri, Parmesan peyniri
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır):Kremalar, pudingler, hazır milcshake, süzme peynir, rokfor, peynirli mamüller
Yasak (Gluten içeriyor): Örneğin müsli yoğurdu gibi mısır gevrekli süt ürünleri
ET, BALIK VE YUMURTA
Kesinlikle Glutensiz: Tüm et ve balık çeşitleri, yumurta
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır): Etli veya balıklı hazır yiyecekler ve hazır soslar, salam ürünleri
Yasak (Gluten içeriyor): Pane edilmiş, unlanmış veya gluten içerikli soslara sahip et veya balık.
Kesinlikle Glutensiz: Tüm sıvı yağlar, katı yağlar, margarin, domuz yağı, saf, baharatlar, tuz, kara biber
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır):Hazır soslar, soya sosları, çeşniler, et suyu. Kabartma tozu gibi pişirme malzemeleri
Yasak (Gluten içeriyor): Gluten içerikli tüm soslar
TATLILAR VE TATLANDIRICILAR
Kesinlikle Glutensiz: Tüm şeker çeşitleri, bal, reçel
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır): Çikolata, şekerleme, kakoo, dondurma, sakız
Yasak (Gluten içeriyor): Mısır gevrekli çikolata
İÇECEKLER
Kesinlikle Glutensiz: Kola ve limonata gibi serinletici içecekler, kahve, çay, meyve suları ve meyva nektarı, bira ve arpa viskisi hariç alkollü içecekler
Riskli (İçindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır):Frappe, kakao için hazır karışımlar
Yasak (Gluten içeriyor): Bira, arpa ve malt içerikli kahveler, gluten içerikli posaya sahip içecekler, yulaf içerikli içecekler.
Geçen gün bir marketin balık reyonunda gördüm. Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir. Baktım, Rusça ve Kiril harflerinin taklidi İngilizce 'chaviar' yazıyor kapakta. Bir de mersin balığı resmi. Altında da, "original product of Russia"yazmışlar. Karadeniz’de mersin balıklarını bitirdik şükürler olsun. Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi'nde balığı yakalayıp ameliyatlayumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar. Biz Türk usulu çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik. (Hatta yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik). Kavanozdan gördüğüm kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar. Satıcıya sordum, "bu mersin balığı havyarı mı?", "evet abi"dedi. "Neden ucuz?""Rusya'dan geliyor abi, Hazar havyarı". Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: Okyanus balık bulyonu (uskumru), Tuz, Zeytinyağı, Pektin E211, Sodyum benzoat. E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153. Muhteşem, değil mi? Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme "doğala özdeş havyar"diye kakala. Satan adamın haberi yok.
Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz,sağ olsunlar. İçinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay. Ama kendisi doğala özdeş.
Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor. Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor. Doğala özdeş gül! Zavallı bülbül!
Kayseri'nin en ünlü mantıcısına götürdüler, Kaşıkla diye bir yer. 'Yer' demek doğru değil, entegre tesis mübarek. Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkıyor. "En iyi Kayseri mantısı burada" Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya. Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış. Niye ki? Et mi bozuldu? Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı. Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya. Doğala özdeş!
Bir bilgi daha:O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor. Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara "gıda gazı" diyorlar. Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızıgörünsün raflarda. Yasal bunlar, girin internete "gıda gazı" diye yazın, görün neleryediğinizi.
Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah! Nereden geliyor bunlar? Şili'den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? 3-5 gün oldu. Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hala kütür kütür. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü arttırır,Dane ağrılığını arttırır,Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir, Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir. Raf ömrü uzar. Nedir bu? Sitokinin. Büyüme hormonu. Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar "ee benim çocuk erken kıllanıyor!" Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.
Adana'da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara. Şöföre soruyorum "Bozulmuyor mu bu sıcakta süt?" "Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor." Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal. Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor. Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor. Doğala özdeş süt!
Bu anlattıklarımın hepsi yasal. Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti. İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu. Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu. (Beşer işte, unutacak elbet)
İnternetten pantalon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi. Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi.İnsan artık bu! Doğala özdeş!
Direnmek lazım. Bakkalı, manavı, kasabı, süpermarkete karşı korumak lazım. Semt pazarlarını kullanmak, pazarcı esnafıyla dostluk kurmak lazım. Hijyen, reklam, ambalaj illizyonuna teslim olmamak lazım. Bir de, son moda "Doğal ürün - Yöresel ürün pazarı" adıyla işin cılkını çıkartanlara karşı uyanık olmak lazım.
Ama en önemlisi, ara sıra doğaya çıkıp, derin derin nefes almak lazım. Dilerim ki, Tanrı toprak ana ile gök babanın evladı olduğumuzu hatırlatmak için çok acı çektirmez.
Bu 'süper meyve' kanserin düşmanı! Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü'nde yetiştirilen, ABD'de birçok hastalığa karşı iyi geldiği için "süper meyve" olarak nitelendirilen "aronia" bitkisinden ilk ürün alındı
Bu 'süper meyve' kanserin düşmanı!
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürü Dr. Yılmaz Boz, kuruluş olarak yeni ürünler geliştirmenin yanı sıra bazı türlerin Türkiye'de yetiştirilmesine yönelik çalışmalar yaptıklarını ifade etti.
Yalova'da üç yıldır "süper meyve" olarak bilinen "aronia" bitkisi üzerinde yoğun bir çalışma yürüttüklerini anlatan Boz, araştırma ve çabalarının olumlu sonuçlandığını, bu önemli ürünü yetiştirmeyi başardıklarını söyledi.
İlk meyveyi bu yıl aldıklarını dile getiren Boz, şunları belirtti: "Bu büyük bir başarıdır. Bu meyve, birçok ülkede sağlık meyvesi olarak da biliniyor. Şimdi bu meyveleri toplayarak topluma hangi şekilde sunacağız onun çalışmasını yürütüyoruz. Kuru meyve olarak da tüketilebiliyor, reçel veya şerbet olarak da sofralara sunulabiliyor. Tüm bu çalışmaların ardından aronia bitkisinin Türkiye'de yetiştirilmesi için halkımızı bilgilendireceğiz. Devlet eliyle titiz bir çalışmayla Türkiye'de ilk kez üretilen bu bitkiyi üç yıl önce ektik. Bilimsel olarak sağlık açısından faydalı olduğu tespit edilen bu bitkiyi Türkiye'de üreticilerle tanıştırmak ve yaygınlaştırılmasını sağlamak istiyoruz."
Bugün, 60 yıl öncesine kadar var olmayan 500'e yakın kimyasal maddenin hayatımızda yer ettiğini belirten Dr. Sinan Akkurt, toksinlerin en fazla Çin malı ucuz ürünler, oyuncaklar, giysiler, pişirme kapları, temizlik ve kozmetik malzemelerden alındığını belirtti.
Bazı ürünleri frekans analizine soktuklarını kaydeden Dr. Akkurt, "Kitapta formaldehit, ucuz çatallarda kobalt, kozmetik malzemelerde fitalat, içme suyunda kurşun ile karşılaştık. Bunların dışında bile bile lades dediğimiz ürünler de var. Örneğin amalgam diş dolguları civa, deodorantların birçoğu alüminyum, raf ömrü uzatılmış paketli ürünler koruyucu kimyasallar içeriyor." dedi.
1960'larda henüz var olmayan binlerce sentetik kimyasal maddenin bugün yendiğine, solunduğuna dikkat çeken Dr. Sinan Akkurt, çevre toksinlerinin vücutta birikerek zehirlediğini söyledi.
Havada, mobilyada, deterjanlarda, aşılarda, gıda katkılarında, oyuncaklarda, temizlik ve kozmetik malzemelerinde bulunabilen toksik maddelerin hayatımızdaki yerini küçültmenin yollarını anlatan Dr. Sinan Akkurt, başta yapay tatlandırıcı içerenler olmak üzere katkı maddesi ilave edilmiş paketli gıdaların tüketilmemesini önerdi
Vücudun kendini temizlemesine su ve sporla yardımcı olun
Vücudun doğal detoksifikasyon çabasını desteklemek için günde ortalama 2,5 litre su içilmesinin altını çizen Dr. Akkurt, ter yoluyla atılım için de hareketli bir yaşam sürülmesini, spor ve sauna faaliyetlerini önerdi. Mevsiminde yenen taze meyve-sebzelerin de vücudun doğal detoksunu desteklediğini vurgulayan Dr. Akkurt, probiyetikler (yani yararlı mikroorganizma) zengini kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve bozanın menülerden eksik edilmemesini vurguladı.
Akkurt ayrıca "Cam damaca ve şişelerdeki, içeriği analiz edilmiş suyu için. Amalgam (siyah) diş dolgusu yaptırmayın. Teflon tava, plastik saklama kabı kullanmayın; streç film ve alüminyum folyoların doğrudan gıdalarla temasından kaçının. Pamuk, soya, mısır, ayçiçeği yağı ve margarin yerine zeytinyağı ve tereyağını tercih edin. Evinizi sık sık havalandırın. Su bazlı badana boyalarını tercih edin." dedi. En azından "bir tık daha doğalı"nın arayışında olun
Günümüzde doğal içerikli temizlik ve kozmetik ürünlerinin yeniden kullanılmaya başlandığını, özellikle toksin içermeyen ürünlerin tercih edilmesini belirten Dr. Akkurt, "Her şeyin daha doğalının arayışında ve doğal yollarda çözüm bulma çabasında olmalıyız.
Örneğin lavabolarımız tıkandığında kimyasal ürün yerine pompayla açmayı deneyelim. Havuz yerine denizi, sinek kovucu tablet yerine lavanta ya da limon yağını tercih edelim. Sebze-meyveleri mümkün olduğunca çiğ tüketmeye çalışalım.
Refleksoloji vücuttaki belirli bölgele baskı uygulayarak anlık gelişen rahatsızlıkları önleme yöntemidir diyebiliriz. Tıbbi durumlarda etkili bir tedavi olmamakla birlikte, iş stresi, anlık mutsuzluklar, olağan yorgunluklara karşı sizi rahatlatabilecek bazı pratik çözümler sunar.
Barbara Kunz ve Kevin Kunz adlı refleksolojistler geçtiğimiz günlerde kendi sitelerinde yayınladıkları bir makale ile gündelik sıkıntılara sadece elinizi ve parmaklarınızı kullanarak getirebileceğiniz çözümler yayınladılar. Makalede geçen yöntemler kısa sürede sosyal medyada yayıldı ve büyük ilgi gördü. Hangi parmağını tuttuğunu söyleyen iletiler ve karşılığında "Hayırdır neye üzüldün?" gibi cevaplar gelmesiyle birlikte bu dalga Türkiye'ye yayılmadan önce sizi bir bilgilendirelim istedik. Araştırmacılara göre her bir parmak ve elin farklı bölgeleri, farklı sıkıntılarımıza çare olacak şekilde tutulup, sıkılıp, ovulduğunda, farklı sıkıntılarımıza çözüm olabiliyor. Nedir peki onlar? İşte size alternatif tedavinin en pratik hali;
1. Bunalmak ve baş ağrıları Yoğun tempo sebebiyle bunalan ve başı ağrıyan pek çok vatandaşımız olduğunu biliyoruz. Kafanıza bez bağlamak, "Kardeş şu şakaklarımı biraz ovsana", "Mehmet şuradan iki tütsü yak" demek istemiyorsanız baş parmağınızı 3 ila 5 dakika sıkabilirsiniz. Sıkayım derken kan dolaşımınızı etkileyecek kadar sert değil ama baskıyı hissedebileceğiniz kadar sıksanız yeter. Baş parmağınız vücudunuzdaki bütün denge merkezleriyle bağlantılı olarak çalışır.
2. Hüsran duygusu ve kas ağrıları Vücudunuzdaki kas sistemleriyle ve böbreklerinizle bağlantılı çalışan işaret parmağınızı belirli aralıklarla sıkarak kas ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz. İlginç bir başka nokta da Minnesota Üniversitesi'nin çalışmalarına göre işaret parmağı masajı yapılan kişilerin böbrek rahatsızlığı çekenlerin iyileşme sürecini hızlandırdığı görülmüş. Beyninizdeki korku merkezine açılan kapı olarak görülen işaret parmağınız aynı zamanda kötü olaylardan sonra sizi hüsran duygusundan kurtaracaktır. Misal takımınız gol mü yedi? Şampiyonluğu mu kaybetti? Üzülmeyin, işaret parmağınızı sıkın biraz.
3. Yorgunluk ve sinir Orta parmağınızı öncelikle sinirlerinizi yatıştırmak ve ve yorgunluğunuzu bastırmak için sıkabilirsiniz. Aynı zamanda karaciğer sorunlarında tedaviye destek amaçlı kullanılan orta parmak masajı, öfkelendiğiniz anlarda sizi sakinleştirebilir. Trafikte sıkışıp kaldınız mı? Orta parmağınızı sağa sola gösterip hakaret amaçlı kullanacağınıza, avcunuza alıp biraz sıkın belki sizi yatıştırabilir.
4. Olumsuzluk ve sindirim sorunları Eğer kendiniz hakkında olumsuz düşünceleriniz varsa hemen yüzük parmağınızı sıkarak meditasyon konumuna geçin. Sizi daha mutlu yapacak ve sindirim sisteminizi düzenleyecektir. Düzenli nefes almaya çalışarak bu alternatif tedaviyi hızlandırabilirsiniz. Ağır bir yemekten sonra denemeye değer ama tuvalete yakın bir yerlerde olmaya gayret gösterin...
5. Stres : serçe parmak Hepimiz bir şekilde stres denen illeti yaşıyoruz. Bu gibi durumlarda kimimizin saçı dökülüyor, kimimiz sivilce çıkartıyor, kimimizin ise bağırsakları bozuluyor. Hiç bunlara gerek yok. Mesainin bitimine 1 saat kala önünüze yığınla iş mi koyuldu? Bir kenara geçim serçe parmağınızı sıkın, ovalayın her şey daha kolay olabilir... *************
Bonus: Mide bulantısı ve gerginlik Genelde yığılıp kalan insanların başına bez koyulur avuçlarının içi ovulur, illa bu sahneyi görmüşsünüzdür. Bu aslında çok başarılı bir alternatif tedavi yöntemi. Mideniz bulanıyorsa, özellikle toplu taşıma araçlarında bu rahatsızlık görülebiliyor, hemen avcunuza baskı uygulayın ve ovun. Gerginliğe de birebir olduğu söyleniyor.
***
Bonus 2: Kan akışı ve enerjisizlik Soğukta ne yaparsınız? Avuçlarınızı birbirine sürtüp ısı yaratmaya çalışırsınız değil mi? Aslında bu eylem aynı zamanda vücudunuzdaki kan akışını da hızlandırıyor ve bir pil görevi görererek vücudumuza enerji veriyor. Pek çok dövüş sanatında sporcular avuçlarını birbirine vurarak ya da sürterek bu enerjiyi almaya çalışırlar. Yorgun düştüğünüz de ve ısınmak istediğinizde bu yöntemi deneyebilirsiniz. Önümüz kış, karda kıyamette yollarda kalınca elleriniz cebinizde durmasın...
" GELECEĞİN DOKTORU HASTALARA İLAÇ VERECEĞİNE , ONLARIN İYİLİĞİ İÇİN BESLENME VE "KORUYUCU" TIP İLE İYLEŞTİRECEK "... Thomas Edison
Maalesef grip aşılarında toksik metal ve madde var . BENİM HAYALİM ŞUTHOMAS EDİSON'UN da buydu hayali ve çok meşhur bir cümlesi var) Öncellikle ARTIK insanların YETER artık deyip SAĞLIK konusunda DİZGİNLERİ ele almaları ve kendilerine bir çeki düzen vermeleri... AMAÇ hasta olmamak ... VE ŞU ZAMANDA ne hastane ne de doktorların eline düşmek ... TABİİ Kİ hem hastanelere hem de doktorlara ihtiyacımız var acil durumlarda.. Thomas Edison şunu demiş " GELECEĞİN DOKTORU HASTALARA İLAÇ VERECEĞİNE , ONLARIN İYİLİĞİ İÇİN BESLENME VE "KORUYUCU" TIP İLE İYLEŞTİRECEK " "The doctor of the future will give no medicine, but will interest her or his patients in the care of the human frame, in a proper diet, and in the cause and prevention of disease."
MAALESEF!... BEN niye hergün burada habire habire yazıyorum, paylaşıyorum... ARKADAŞLAR ÇÜNKÜ SAĞLIKLI BİR VÜCUDUN "PAHA BİÇİLMEZ" etkisini birebir yaşıyorum da ondan... BU SAĞLIK hem aile hayatıma yansıyor , hem iş hayatıma, hem çocuklarıma, hem eşime , HERŞEYE ..... Vücuduna hükmetmek harika bir şey ...
Yarım litre kaynamakta olan klorsuz suyun içerisine bir avuç dolusu beyaz dut kurusu atınız ve altı dakika kısık ateşte ağzı kapalı olarak kaynatmaya devam ediniz. Altıncı dakikadan sonra ocaktan indiriniz, elinizi yakmayacak derecede sıcaklığa gelince egzamalı ellerinizi kabın içerisine koyunuz ve en az on dakika etki ettiriniz. Bir saat ellerinizi yıkamayınız. Bir saat sonra ellerinizi suyla durulayınız. Haftada üç kez, toplamda iki hafta bu uygulamayı tekrar ediniz. Her defasında taze olarak hazırlanması gerekir. Ellerinizi daldırdığınız kabın soğumamasına özen gösteriniz. Ellerinizi yakmayacak derecede (ılıktan sıcak) sıcak olmasına dikkat ediniz.
Eğer egzamanız ayaklarınızda veya el bileklerinizdeyse, hazırladığınız suyu kaşık veya kepçe yardımıyla egzamalı bölgenin üzerine on dakika boyunca dökünüz. Suyu egzamalı bölgelerin üzerine dökerken, yakmayacak derecede ılıktan daha sıcak olmasına dikkat ediniz. Kabın ılımamasına dikkat ediniz. Gerekirse tekrar ısıtınız.
DİKKAT; İlk on gün tamamlandığında iyileşme gözlenmediği takdirde ( fark edilmediği takdirde) kür sonlandırılır.
Not:Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, burada ki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız.
Sadece 5 Adet Ceviz Yediğinizde, 4 Saat İçinde Bu Oluyor
Süper gıdalar olarak da adlandırılan cevizler
Sayısız faydasının yanısıra sağlıklı yağ içeriği açısından zengin olmasından dolayı süper gıdalar olarak da adlandırılan cevizler, günlük beslenmenizin mutlaka bir parçası haline gelmeli. Süper gıdalar olarak adlandırılan diğer kuruyemişler arasında fındık, antep fıstığı ve yer fıstığı sayılabilir.
Bu yazıda, cevizlerin sağlığınıza farklı şekillerde nasıl iyi geleceğinden bahsedilecek. Cevizler, çeşitli vitaminler ve mineraller açısından o kadar zengin ki, bir avuç yemeniz, bir sonraki öğüne kadar size yetecek kadar yapı maddesini sağlıyor.
Bu yapı maddeleri arasında; antioksidanlar, E vitamini, omega-3 yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri, fenoller var. Başta da belirtildiği üzere, sağlık için mükemmel gıdalar olan cevizlerin başlıca faydaları arasında şunlar geliyor:
Daha sağlıklı bir kalp
Düzenli olarak ceviz yemek, kalp sağlığınızı belirgin şekilde iyileştirir. Cevizlerin antioksidan içeriği çok yüksektir ve antioksidanlar kalp hastalıklarına ve dejenerasyonuna neden olan serbest radikallerle savaşmada hayati öneme sahiptir.
Dr. Penny Kris Eterton, yapılan bir araştırmadan bahsediyor: "Haftada dört gün, bir avuç ceviz veya ceviz yağı tüketmek, kalp hastalıkları riskinizi önemli ölçüde düşürür."
Aynı araştırmada, bir avuç ceviz veya 3 yemek kaşığı (51 ml.) ceviz yağı tüketmenin aynı zamanda kan damarlarınızı da 4 saat içinde iyileştirdiği gösteriliyor.
Yaşlanmaya bağlı dejenerasyona karşı beyni koruma:
Omega-3 yağ asitleri aynı zamanda kansere, ADHD (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) ve depresyona karşı korunmada oldukça önemli. Hatta bu kuruyemişlerin düzenli şekilde tüketilmesinin Alzheimer's hastalığını azalttığına dair bağlantı bulundu.
New England Tıp Dergisinde yayınlanan diğer bir araştırmaya göre de, ceviz yiyen kişilerin kötü kolesterol seviyesi, ceviz yemeyen kişilere göre daha düşük oluyor.
Daha düşük stres seviyesi
Ceviz, özellikle de stres kaynaklı fiziksel rahatsızlıklar çekiyorsanız veya stresli durumlara karşı hassassanız, stres düzeyinizde harikalar yaratabilir. Ceviz, vücudun stres tepkisini azalttığı için ve strese bağlı oluşan fiziksel yan etkileri daha kolay yok ettiği için, bu durumlarda harikalar yaratır.
Daha sağlıklı saçlar, cilt ve tırnaklar
Cevizde bulunan yapı maddeleri, tırnaklarınızı güçlendirir, saçlarınızın daha parlak olmasını sağlar ve cildinizi pürüzsüzleştirir. Yani anlayacağınız, çoklu doymamış yağ asitleri ve omega-3 yağ asitleri, dış görünüşünüzde harikalar yaratır.
Kilo verme
Cevizde bulunan çoklu doymamış yağ asitleri, damarların tıkanmasının ve doymuş yağların olumsuz etkilerinin önüne geçtiği için, vücudun düzgün işleyişi açısından hayati öneme sahiptir. Ayrıca, çoklu doymamış ağ asitleri sağlıksız atıştırmaları azaltır ve daha uzun süre tok hissetmenizi sağlar.
Sağlık açısından tüm bu faydalarından dolayı cevizler günlük yeme düzeninizin bir parçası olmalı. Cevizi dilerseniz salatanıza doğrayabilir, dilerseniz aperatif olarak yiyebilirsiniz.
Ancak, cevizin çok faydalı olmasının yanısıra, kalori ve yağ açısından zengin olması nedeniyle aşırıya kaçmanız tavsiye ediliyor. Günde sadece 5 adet ceviz yemeniz, gün boyu ihtiyacınız olacak tüm gerekli yapı maddelerini sağlar.
Deren Sedenoğlu
*Bir faydası daha var onu da ben belirteyim, iki adet ceviz içini akşamdan su dolu bardağa atalım, sabah kalktığımızda aç karına bu suyu içelim üzerine cevizleri yiyelim ( sonra kahvaltımızı yapabiliriz) buna üç ay kadar devam ettiğimizde ''yüksek kolesterol''ün yarı yarıya indiğini testler sonucu öğrenirsiniz!
6. Yiyebileceğimiz kadar bol, doğal köy tereyağı, zeytinyağı, omega-3 (yani balık yağı), yumurta tüketeceğiz.
7. Serbest gezen koyun ve kuzu, dana ayak ve kelle paça çorbası bol bol içeceğiz.
8. Serbest gezen koyun ve kuzu, dana eti, yağlarıyla birlikte yiyeceğiz.
9. Şekersiz, tatlandırıcısız mineralli su içeceğiz. Ya da kaya tuzu bol bol tüketeceğiz.
10. Bol bol evde hazırlanmış kemik suyu içeceğiz. Kemik suyunu bütün yemeklerimizde ve ev çorbalarımızda kullanacağız.
11. Doğal fermente olmuş gıdalari –probiyotikleri-tüketeceğiz: ev yoğurdu, kefir, ev turşusu ve ev sirkesi gibi.
12. Her gün yeterli ve etkili bir şekilde dinleneceğiz.
13. Her gün 10-20 dakika açık havada mutlaka yürüyeceğiz.
14. Grip belirtileri başladığı zaman, bol doğal probiyotikleri, bol paça çorbası ve soğan çorbası, zeytinyağı, omega-3 ve güçlü doğal antioksidanları tüketeceğiz, bitki çayları içeceğiz.
15. Kesinlikle antibiyotik kullanmayacağız.
16. İdrarımızın renginin açık sarı olması için bol su içeceğiz.
17. Burun tıkanıklığı, boğaz yanması için kaya tuzu ile hazırlanmış su ile gargara yapacağız ve burnumuza çekeceğiz.
18. Nefes darliği ve öksürük için kaya tuzlu sicak su ile buhar banyosu yapacağız.
19. Kalabalık ve kapalı mekanlardan uzak duracağız.
20. Uzun uzun uyuyacağız.
21. Kabız olmamaya dikkat edeceğiz.
22. Sevdiğimiz bir müzik dinleyeceğiz.
23. Bütün sayılanlari uygulayacak olursak, ilaç alsak da , ilaç almasak da 7 gün içinde şikayetlerimizin geçeceğine inanacağız.
Gündüz uykusu duygusal sağlığa iyi geliyor, hafızayı güçlendiriyor!
Okulda veya işte uzun günlerde çoğumuz öğleden sonra enerji almak için kahve içeriz. Oysa birkaç dakika gözlerinizi kapatarak şekerleme yapmak duygusal, zihinsel ve fiziksel sağlığımız için daha yararlı olacaktır. Wall Street Journal'ın "Mükemmel Şekerleme Nasıl Yapılır" başlıklı haberinde araştırmacılar en yararlı şekerlemenin ihtiyaca göre yapılan olduğunu belirtiyorlar.
Sıkça savunulanın aksine mükemmel şekerlemenin uzun olması gerekmez fakat tutarlı, çabuk ve karanlıkta olmalıdır. 2012'de yapılan bir çalışmaya göre odaklanmayı ve üretkenliği arttırmak için 10-20 dakika "güç uykusu" idealdir. Araştırmacılar 10 dakikalık uykunun uykululuk, yorgunluk halin, zindelik ve zihinsel performansta hemen görülen iyileşmeler sağladığını belirtiyorlar. Ancak 20 dakikalık uyku olumlu etkilerini uyandıktan 35 dakika göstermeye başlıyor ve bu etkiler 125 dakika sürüyor.
Uyku süresini uzatmak çekici gelebilir ancak 30 dakikalık şekerleme, uyanınca uyku ataletine, mahmurluk haline ve oryantasyon bozukluğuna yol açıyor. 2015'te yapılan bir çalışma 30 dakikaya kadar uyumanın gece uykusuzluğunun hormonal etkilerini giderebileceğini gösterdi. Araştırmacılar bu çalışmanın gündüz uykusuyla, nöroendokrin ve bağışıklığın biyo göstergelerinin düzeltilebileceğini gösteren ilk çalışma olduğunu belirtiyorlar.
60 dakikaya kadar gözleri kapatmak kendimizi yenilenmiş ve canlanmış hissetmemize yardımcı olur. Bu sürede yapılan şekerlemenin, bilgileri, yüzleri ve isimleri hatırlamada iyileşmeler meydana getirdiği biliniyor. Aynı zamanda 10 saat uyanık kalmaya yardımcı oluyor. Bu kadar uzun şekerlemenin tek olumsuz yanı uyanınca oluşan mahmurluk halidir.
90 dakikadan uzun uyumak, REM ve derin, yavaş dalgalı uyku dahil uykunun tüm evrelerinden geçmek demek. Bu da zihni temizlemeye, hafızayı iyileştirmeye ve eksik uykunun tamamlanmasına yardımcı oluyor. İlginç olarak, tüm evreleri tamamlanmış bir gündüz uykusundan uyanınca uyku ataleti, mahmurluk olmuyor ve kalkmak daha kolay oluyor.
İnsanların uyku süresi bir uzun süreye sığdırılıyor (gece) ancak öğleden sonra 3.00 oldu mu reaksiyon süresi, hafıza ve uyanıklıkta düşme olduğu da bir gerçek. Bu nedenle bazı Latin Amerika ülkelerinde 13.00 - 16.00 arasında Siesta zamanı, şekerleme zamanı var.
Unutmayın günün ilerleyen saatlerinde uyumak gece uykunuzun kaçmasına yol açabilir ve vücut saatinizi bozabilir. O nedenle bunu göze alarak gündüz uykusu uyuyun.
KANDİDA MANTARI ! Çok yaygın ... ÇOK TEHLİKELİ ! Doktorların aklına gelmeyecek bir problem ... BİLGİLENELİM !
KANDİDA mantarı vücudumuza yaşayan bir mantardır .. %10 kadar.. Bağırsak ve ağzımızda yaşarlar ... VE hazım a yardımcı olurlar FAKAT bu mantarın çoğalması vücutta büyük ÇOK BÜYÜK tehlike ve hastalıklar yaratır . Bu mantar çoğaldığında bağırsak duvarını aşıp kana karışır ve toksin yaymaya başlar .. Normal şartlarda bağırsaklardaki sağlıklı bakteriler (PROBİYOTİK) her zaman bu kandida bakterisini normal seviyede tutar ama bizim yaşam tarzımız bu seviyeyi bozabilir ..
Kandida MANTARININ ÇOĞALTAN SEBEPLER:
* İşlenmiş KARBOHİDRAT ve Şeker tüketimi (MANTAR BESLER) * ALKOL kullanımı * Doğum Kontrol hapı kullanımı * Yüksek STRESLİ bir YAŞAM * ANTİBİYOTİK kullanımı
KANDİDA MANTARININ BELİRTİLERİ :
1. Deri ve Tırnak Mantarı (Sporcu ayağı mantarı ) 2. Kronik Yorgunluk Sendromu veya hep yorgun hissetmek ve fibromiyalji 3. Hazım problemleri (ŞİŞKİNLİK , GAZ , KABIZLIK veya DİYARE) 4. Bağışıklı sistemi rahatsızlıkları ( HOŞİMOTO, LUPUS, Romatizma , Ülseratıf KOLIT vs) 5. Konsantrasyon bozukluğu veya zayıf hafıza veya ADD 6. Deri problemleri (Egzama, Kaşıntılı döküntü veya ürtiker) 7. Depresyon , Asabilik , Anksiyete 8. İdrar Yolları iltahabı 9. SEZON ALERJİLERİ 10. Yüksek ŞEKER ve KARBOHİDRAT İSTEĞİ ( bu mantar ŞEKER ile beslenir )
İngiltere’de yapılan yeni bir araştırma, beynin çocukluk ve ergenlikten sonra da gelişmeye devam ettiğini ve 30’lar ve 40’larına kadar da tam olarak olgunlaşmadığını göstermekte. Bu yöndeki buluşlar, beynin daha erken olgunlaştığına dair mevcut teorilere karşı çıkmakta. Londra Üniversitesi Koleji’nde Bilişsel Nörobilim Enstitüsü’nde nörobilimci olan Sarah-Jayne Blakemore şunları açıklıyor: “Yaklaşık 10 yıl kadar önce pek çok bilim insanı erken çocukluk döneminde beyin gelişiminin durduğunu düşünmekteydi. Ama yakın zamanda yapılan araştırma, beynin pek çok bölgesinin çocukluktan sonra da gelişmeye devam ettiğini açığa çıkardı.” Alnın hemen arkasındaki, beynin ön bölgesindeki prefrontal korteks, beynin gelişmeye en uzun süre devam ettiği bölgedir. Bu bölge, planlama, karar verme gibi yüksek bilişsel fonksiyonların ortaya konduğu ve ayrıca sosyal davranış, sosyal farkındalık, empati, diğer insanları anlama ve etkileşimde bulunma ve pek çok kişisel özellikler içeren en önemli alandır. Prof. Blakemore, bireyin kişiliği ile beynin bu alanı arasında kuvvetli bir ilişki olmasından dolayı, prefrontal korteks’in, beynin bizi “insan” yapan kısmı olduğunu belirtir. Prof. Blakemore, beyin taramasının, prefrontal korteksin, insanlar 30’larına geldiklerinde ve hattâ 40’ların sonlarına kadar şekli değiştirmeye devam ettiğini ve bu bölgenin erken çocuklukta gelişmeye başladığını, ergenliğin sonlarında ve daha sonra da değişmeye devam ettiğini, yeniden düzenlendiğini gösterdiğini dile getirmekte. Bu araştırma, yetişkinlerin, kendi bildiklerini okuyamadıklarında, surat asıp, küsüp, öfkelenip, bağırıp çağırarak, neden gençler gibi davrandıklarını ve bazı insanların gençlikten çıkana kadar neden sosyal anlamda rahatsız olduğunu da açıklayabilir. Alıntı
Holistik tıp uygulayıcısı bedenin sadece fiziksel madde olduğu görüşünü reddeder.
Madde ve enerji etkileşiminin insan bedeni içinde geçerli olduğunu bilir. Beden enerjisinde oluşan bozuklukların fiziksel hastalıkların nedeni olduğunu kabul ederek beden enerjisini yeniden düzenlenmesini ya da bozulmamasını sağlayacak şekilde odaklanır. Ruhsal hastalıklar ise beden enerji düzenindeki bozuklukların kişinin bedenine olumsuz hisler olarak yansımasından başka bir şey olmadığını bilir. Bu nedenle enerji ve hisler temelli yapılacak zihinsel çalışmalar bir süre sonra bedendeki bozukluğu onarmaya ve kişide iyileşme yönünde bir akışa neden olur. Holistik tıp modern tıbbi uygulamaların enerji ve zihinsel temelli değişim teknikleriyle birlikte uygulanmasına denmektedir. Gelecekte fiziksel ya da ruhsal sorunları olan kişilerin bu teknikleri kullanması için her hastanede ya da tıp merkezinde yeni birimlerin açılması kaçınılmaz görünmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde hemen her ciddi tıp kuruluşunun halktan gelen talep nedeniyle integratif tıp merkezi mevcuttur. Türkiye’de ise bu tip uygulamaları hastalarında uygulamaya çalışan kişiler hala eleştirilmeye, dışlanmaya ve susturulmaya çalışılmaktadır. Ama bilgi evrenseldir. Bilgi evrendedir. Evrendeki bilgiyi yok saymak devekuşu gibi kafayı kuma gömmekten başka bir şey değildir. Maryland Üniversitesi hastanesindeki integratif tıp bölümü 20. Yılını tamamlamıştır. (http://www.compmed.umm.edu/default.asp)
"Brokoli hem bağırsak sistemi hem de bağışıklık sistemini düzenlemekte çok etkili bir sebze. Brokoli dünyadaki anti kanser besinlerin başında gelir. Anti kanser etkisi açısından ilk ondadır. Kansere karşı hem koruyucudur hem de tedavi edici özelliği vardır. Neden ilaç etkisindedir size onu anlatacağım. Bir kere brokoli kış sebzesidir. Karnabahar, lahana ile akrabadır. İçinde sülfürofan adını verdiğimiz bir madde vardır. Sülfürofan maddesi dünyanın en önemli kanser savaşçılarından bir tanesidir. Kansere karşı ilaçtır. Hem kanserden korunmak için hem de biz kanser tedavisinde brokoli kullanıyoruz. Ama kanser tedavisi deyince aklınıza yanlış bir şey gelmesin. Tedavide biz hiçbir zaman böyle sebze formunda kullanmıyoruz. Beslenme ayrı bir şey. Beslenmeyi düzenleyeceğiz ama beslenmenin haricinde biz brokolinin üretilmiş haplarını kullanıyoruz kanser tedavisinde. Dünyada brokolinin anti kanser etkisiyle ilgili pek çok yayın var. Yüzlerce yayın var bunlarla ilgili. En çok yayın çıkaran ülke Amerika ve Amerika’da en çok yayın yapılan yer Johns Hopkins Hastanesi. Johns Hopkins Hastanesi brokoliyle ilgili yayın çıkarmakla kalmıyor brokoliyle ilgili ilaç formundaki ekstresinde patent sahibi. O kadar ciddiye alıyorlar bu olayı.
Brokoli bir kere düzenli olarak mevsiminde sürekli tüketilmesi gereken bir sebze. Brokoliyi tüketmenin bir yöntemi var. Farkındaysanız alışageldiğiniz yöntemlerin dışında tarifler anlatıyorum ben size. Geleneksel olarak brokoli değince herkes brokoliyi haşlar. BROKOLİYİ HAŞLADIĞINIZ ZAMAN İÇİNDEKİ ETKEN MADDELERİ YOK EDİYORSUNUZ BİR KERE. HİÇ BİR ETKEN MADDE KALMIYOR SADECE BİRAZ LİF ALIYORSUNUZ BİRAZ DA KALSİYUM. Buharda pişirince etken maddelerin hepsini yok etmiyorsunuz ama yine azalıyor. Isıya maruz bırakmak brokolinin içindeki etken maddeyi ya azaltıyor ya da haşlamadaki gibi yok ediyor. Brokoli çiğ yediğiniz zaman da çok büyük oranda etken madde almıyorsunuz. Brokoliyi nasıl tüketeceksiniz? Bakın brokoliyi içindeki etken maddenin oluşabilmesi için parçalamanız gerekiyor. Fermantasyon mayalanma için bir işleme tabi tutmanız yani bekletmek gerekiyor. Brokoliyi rondoya (mutfak robotuna) atacağız.
Ne kadar brokoli? -Her gün herkes için kendi yumruğu büyüklüğünde. Brokoliyi çiçekleyeceksiniz, saplarından ayıracaksınız, rondoya atacaksınız. -Rondoya attığınız brokolinin içine bir limonun kabuklarını rendeleyeceksiniz. -Bir diş de sarımsak döveceksiniz ve içine atacaksınız. -Rondodan çekeceksiniz, bunu istediğiniz büyüklüğe getirin, parçalayın. Parçalama işlemine maruz bırakmak içindeki etken maddenin, sülfürofanın yükselmesine sebep olur. - Ondan sonra rondodan çıkarın kapağını kapatın bir kaseye koyun 20 ile 30 dakika arasında bekletin. Yani bir mayalanma fermantasyon süresi bırakıyorsunuız. 20 ile 30 dakika bekleteceğiz daha çok sülfürofan orataya çıkacak. -Bir de limon suyu sıkın içine. Hem lezzetlendirdiniz. Limon suyu var, sarımsak var biraz da kaya tuzu serpin üstüne (unutmayın akar tuzlar değil kaya tuzu) lezzetli oldu. İçinde en maksimum miktarda sülfürofan gelişti. -Her gün bir kase ister iri çekin salata niyetine kaşık kaşık yiyin ister iyice inceltin su gibi olsun kafanıza dikip için.
İşte size kansere karşı koruyucu brokoli kürü. Aynı zamanda kemik erimesi için de çok etkili. Çünkü bunun içinde kalsiyum var. Bütün koyu yeşil sebzelerde büyük oranda kalsiyum vardır. Bütün sebzelerde bulunan bitkisel kalsiyum hayvansal kalsiyumdan daha iyidir. Süt ve süt ürünlerinde bulunan kalsiyum asidik bir kalsiyumdur. Kemik erimelerine de sebep olduğu gösterilmiştir. Ama kemik erimesinden korunmak için bitkisel kalsiyum almak gerek yani yeşil yapraklı sebzeleri bol bol tüketmeniz gerek. Süt ve peynir yeterli değil muhakkak koyu yeşil yapraklı sebze yiyeceksiniz
"Brokolinin içinde selenyum da vardır müthiş. Selenyum da tiroid hastalığında nodülleri iyileştirmekte etkilidir. "
* Havuçtan daha fazla A vitamini ( Beta karoten içerir ) * Brokoli hücre yapısını koruyarak kansere karşı üstün koruma sağlayan besinler arasındadır * Turpgiller ( lahanagiller ) familyasından olan bu bitki özellikle mide ve bağırsak kanserine karşı koruma sağlar * Hücre yaşlanmasını azaltıyor, iltihaplanmanın önüne geçiyor, ve güçlü antioksidan özelliği ile bağışıklık sistemini destekliyor. * Pişirildiğinde içeriği suya geçtiği için suyunun ziyan edilmemesi öneriliyor. Ya da püre haline getirilip 20 dakika bekletildikten sonra çiğ olarak tüketilmesi tavsiye ediliyor. * Kalorisi çok düşük ( 100 gram 26 kalori ) olduğundan tam bir diyet besini. * 100 gram çiğ brokoli günlük C ve K vitaminleri ihtiyacının tamamından fazlasını karşılayabilir. * İçerisinde yoğun şekilde bulunan K ve A vitaminlerinin, D vitamininin vücutta depolanabilmesinde önemli görevleri vardır. * Lahanagiller ailesine mensup diğer bitkilerde olduğu gibi, et pişirme esnasında özellikle ızgara yemeklerinde brokoli salatası tüketmek etin ve pişme esnasında oluşan zararlı etkilerin yok edilmesinde önemlidir. * Fitobesinler açısında zengin tüm sebzeler gibi, brokoli de cilt, kalp, damar, sinir sağlığı için önemli besinler arasındadır. Kan basıncı ve kemik sağlığının korunması, göz sağlığı, kansızlık gibi pek çok durum için önleyici ve destekleyici bir gıdadır. * Dileyenler, brokolinin suyunu sıkarak içebilir bu şekilde daha fazla fayda görmek mümkündür. ( Günde 50 gramdan fazla tüketilmesi çeşitli sorunlar oluşturabilir )
Chia tohumu yapı olarak keten tohumuna çok benzerlik gösteriyor. Minicik ve çıtır bir tohum türü. İçeriğinde potasyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum, demir gibi mineraller ve B1,B3 ve E vitaminlerini barındırıyor. Protein, sodyum, lif, omega 3 ve 6 yağ asitleri açısından oldukça zengin. Kan şekerini dengelemesi, kilo vermeye yardımcı olması, kansızlığa karşı etkili olması, sindirimi kolaylaştırması, diş ve ağız sağlığını koruması sadece faydalarından bir kaçı. Chia tohumu suyla birleşince jel kıvamına geliyor. bu da mutfakta un, nişasta vs. kullanmadan puding, marmelat, reçel gibi pek çok tatlıyı kolaylıkla yapmanızı sağlıyor. Bir başka avantajı da chia tohumunun tamamen tatsız bir gıda olması. Yani istediğiniz yiyecek ile birleştirilmeye müsait. Ispanaktan daha fazla demir, Portakaldan daha fazla C vitamini, Keten tohumu ve somon balığından daha fazla Omega 3, Sütten daha fazla kalsiyum, Muzdan daha fazla potasyum, Yaban mersini ve yeşil çaydan daha fazla antioksidan, Soya fasülyesinden daha kaliteli protein içeren bir gıda hayal edin. İşte o gıda son dönemde süper gıdalar listesine hızlı bir giriş yapan chia tohumundan başkası değil. 2007 yılında 20 şeker hastası üzerinde yapılan araştırmada, şaşırtıcı sonuçlar elde edilmiş. 3 ay boyunca, günde 4 çay kaşığı Chia çekirdeği yiyen hastalarda;
Kan pıhtılaşma oranı %20 düşmüş, İltihaplanma %30 azalmış, Omega-3 yağ asitleri oranı %80 artmış, Büyük tansiyonları 6 birim düşmüş.
1-Glutensiz Beslenme: Haşimato ( ve hatta Graves ) hastalığının ile gluten ilişkisi resmi olarak onaylanmamışsa da bu konuda yapılan pek çok araştırma var. Sonuç bu rahatsızlıkların gluten hassasiyeti içerebildiği yönünde. Zaten gluteni kesen pek çok insan kendindeki iyileşme hikayesini farkedip yazıyor pek çok yerde. Azıcık araştırmak yeterli.
Ben kendi hikayemi yazayım: Göbek sandığım çok rahatsız bir şişkinliğim vardı. Ancak işin ilginci bazen bu göbek kendiliğinden azalıyor, bazen çoğalıyordu. Bazen yemeklerden sonra patlayacak gibi oluyor, nefes alamıyordum. Bunun çok yemekle ilgisi yoktu, ama neyle ilgisi vardı bilmiyordum. Sadece son zamanlarda şunu farkediyordum; ne zaman ekmek yesem hasta gibi oluyordum. Israrla eşime diyordum ki; ekmekte bana dokunan bir şey var, ne bilmiyorum. İşin aksi ekmeğe de aş eriyordum bir yandan.Tabii iş sadece şişkinlikle kalmıyor; kabızlık sorunu, ağrı, yüksek sancı sorunu hatta eklem ağrıları, yorgunluk da vardı. Özellikle bilemediğim gıdalarda.
Derken birtakım araştırmalardan sonra bende gluten hassasiyeti olabileceğini öğrendim ve zihnimdeki klik! sesini duydum. Şöyle diyordu: Gluten ile tiroid proteinleri arasında benzerlik vardır ve aslında bir bağışıklık sistemi hastalığı olarak da kabul edilen Hipotiroid, Haşimoto da gluten bağırsağa karıştığında bağışıklık sistemi onu yok etmeye odaklanır. Sanırım benim ekmek tüketiminden sonra (aşırı yemişsem bunu derhal hissediyordum) hasta gibi hissetmem bundandı. Zira tıpkı hastalıktaki gibi; bağışıklık sistemi hastalıkla mücadele içindeyken bitkin ve ölgün oluyorduk.
Ne yaptım? Derhal glutenli gıdaları kestim. Ne oldu? 10 gün içinde düzelme yaşadım. Ağrılar, şişkinlik kesinlikle azalmıştı. Ancak glutenin vücuttan tamamen atılması 3 ayı buluyordu ve ben gerçek bir gözlem için en az üç ay kaçırmadan glutensiz beslenmeliydim. Benim üç ayım düşe kalka oldu ancak ona rağmen sadece karın bölgesindeki şişkinlik değil vücudumdaki, yüzümdeki, bileklerimde ve ayaklarımdaki şişlikler de indi. Beni yere seren bitkinliğime de sadece üç kez yakalandım. Ağrılar, sancılar geçmişti yeter ki gluten sızması olmasındı.
Üç aylık sürede gluteni kesip, bir deneme yapılması tavsiye edilir, ben üç ay içinde yeniden ekmek yemeyi denedim; ne oldu: şişkinlik, ağrı, bitkinlik geri geldi. Bu da glutensiz beslenmeye devam etmemi işaret ediyordu.
Kısaca kendinizde benzer şikayetler hissediyorsanız (şişkinlik, yorgunluk, eklem ağrıları vesaire) gluteni kesmeyi deneyin, diyebilirim. Tıbbi literatürde kesinleşmiş bir şey olmadığından ancak deneme yanılma yoluyla vücudunuz ne tepki veriyor diye kendiniz gözlemleyip gerekli önlemleri alabilirsiniz. Yalnız gluteni ayıklamak kolay değil. Mesela normalde pirinçte gluten yoktur ama işleme sırasında gluten girebiliyor işin içine. Her şeyin içeriğini, alerji uyarısını okumak gerekiyor. Ben ilk on gün; hamur işi, makarna, pirinç, bulgur ne varsa hayatımdan çıkardım tam emin olamadığım için. Sonrasında öğrenmeye başladım. Burada marketlerin glutenfree bölümleri var. İlla ekmek yemek istersem oralara başvuruyorum ama çok da tercih etmiyorum. Türkiye’de Halk ekmek’in glutensiz ekmekleri var. Glutensiz unlar var vesaire. Yanısıra kendime hep söylediğim bir şey:
Yiyemeyeceğimiz şeyler olabilir ama dünyada hala yiyebileceğimiz sayısız güzel şey var.
Ve kaldı ki kişi kendindeki iyileşmeyi gördükçe, sırf şişkinliğin azalması bile glutenden rahatlıkla el çekmeye sebep oluyor.
Aşağıda Glutensiz Hayat isimli Facebook grubundan aldığım Mehmet Öz’ün makalesi var, ilginizi çekebilir: (Çölyak ile Gluten Intoleransı farklı şeyler, bu yazıda da yazıyor ama ben de belirteyim)
Sadece Amerika’da 3 milyondan fazla kişi gizli bir salgından muztarip. Eğer şişkinlik, yorgunluk veya eklem ağrıları yaşıyorsanız, bunun sebebinin çölyak hastalığı veya gluten intoleransı olabileceğini düşünmenizi öneririm. Çölyak hastalığı vücudunuza ciddi şekilde zarar verebileceği gibi sizi karaciğer hastalıkları veya kansere yatkın hale getirebilir.
Daha da kötüsü ve önemlisi bu hastalığa çoğunlukla yanlış teşhis konuluyor ya da doktorlar tarafından fark edilemiyor. Ancak riskte olduğunuza dair endişeleriniz varsa dikkat edeceğiniz önemli işaret ve belirtiler var. Glutensiz bir diyet, dualarınıza yanıt olabilir ve hatta eğer gluten toleransınız varsa, gluteni hayatınızdan çıkarmak kilo vermenize de yardımcı olabilir.
Gluten: Nedir ve nelerde bulunur? Çölyak hastalığı, bağırsaklarınızın besinleri doğru düzgün emmesine engel olan bir sindirim bozukluğudur. Çünkü çölyak hastaları genellikle buğday, çavdar ve arpa gibi diğer tahıllarda bulunan bir protein olan gluteni hazmedemezler. Ekmeğin esnek dokusunu gluten sağlar. Hatta ilaç ve kozmetik gibi üretim alanlarında da kullanılır. Gluten aynı zamanda jambon, rokfor peyniri, bira, aromalı kahve, meyan kökü ve soya sosu gibi ürünlerde saklı olabilir.
Gluten aldığınızda ne olur? Gluten intoleransınız varsa ve bu proteini vücudunuza aldıysanız, bağışıklık sisteminiz, besinlerin emilimini ve kana geçmesini sağlayan, ince bağırsağın mükemmel mimarisinin bir parçası olan villüslerinize zarar veren antikorlar salarak bunu yanıtlar.
Normalde ince bağırsak yiyeceklerdeki önemli besinleri emen parmak benzeri tüylerle kaplı bir peluş halı gibidir. Çölyak hastalığına maruz kaldığınızda, bu villusler düzleşir ve halıya benzeyen bağırsak daha çok parke tabana benzer. Böylece artık besinler doğru düzgün emilemezler.
Bu da, ne kadar yerseniz yiyin, yetersiz beslenmeye yol açar. Gluten intoleransı ve çölyak hastalığı arasındaki fark, gluten intoleransının genellikle bağırsağa aynı zararı vermemesidir ancak gluten alımı, rahatsızlık verici belirtilere yol açabilir.
Çölyak hastalığının belirtileri:Belirtileri saptamak zor olabilir ancak genelde en yaygın şikayetler karın ağrısı, şişkinlik ve aralıklı ishal. Bazen çölyak hastaları mideyle, karınla ilgili hiçbir sorun yaşamazlar ve bunun yerine asabiyet, eklem ağrısı, kas krampları, ağız yaraları, ayaklarda karıncalanma, veya gluten intoleransından kaynaklanan kaşıntılı, kabartılı bir deri hastalığı olan dermatit herpetiformis gibi şikayetlerde bulunabilirler. Bu döküntünün ve diğer çölyak hastalığı belirtilerinin tedavisi, glutensiz bir beslenme programı sağlamaktır. Aslında esas anahtar, doğru tanıyı bulmakta. Çölyak hastalığı yanıltıcı bir teşhise neden olabilir, çünkü bu hastalık IBS (Hassas Bağırsak Sendromu), ülser, Crohn Hastalığı (İltihabi Bağırsak Hastalığı) ve anemi gibi hastalıkları taklit edebilir.
Şişkinlik, yorgunluk veya eklem ağrısı yaşıyorsanız siz de çölyak hastalığı veya gluten intoleransından mustarip milyonlarca insandan biri olabilirsiniz.
Araştırmacılar artık ABD’de çölyak hastalığının özellikle de yüksek orandaki yanlış teşhislere bakarak, önceden düşünülenden daha yaygın olabileceğine inanıyorlar. Artık doktorunuzun çölyak hastası olup olmadığınıza karar vermesine yardımcı olmak için güvenilir kan testleri mevcut. Çölyak hastalığı bir otoimmün hastalığı olduğu için çölyak hastalarının bazı antikor seviyeleri anormal derecede yüksektir. Doktorunuz bu antikor seviyelerini ölçüp, endoskopik doku örneğiyle birlikte teşhisi doğrulayabilir. Eğer çölyak hastalığınız varsa, glutensiz bir diyet rahatlamanızı sağlayacaktır çünkü şu anda tedavisi yoktur.
Kaçınılması gereken başlıca yiyecekler: Ekmek, Krakerler, Tahıl, Makarna, Kurabiye, Ppasta ve Börek, Unlu soslar. Amarant, esmer buğday, kinoa gibi bazı tahıl çeşitleri gluten içermezler ancak siz etikette gluten içermez yazdığından emin olun çünkü bu ürünler glutenli tahıllarla aynı fabrika veya tesislerde üretiliyorsa çapraz bulaşma meydana gelebilir.
Çölyak hastaları için genellikle güvenli olan yiyecekler: Meyve ve sebzeler, Et, balık ve kümes hayvanları (panesiz), Çoğu süt ürünleri, Glutensiz un (pirinç, soya, mısır, patates), Patates
Çölyak hastalığı hakkında bilinçlenme arttığından dolayı üreticiler giderek daha fazla glutensiz ürün sunuyorlar. Uzman bir diyetisyen de size glutensiz yiyecekleri öğretmekte yardımcı olabilir.Yanlışlıkla gluten tüketiminde bulunursanız, ishal veya mide krampları yaşayabilirsiniz çünkü azıcık miktarda tüketilen gluten bile zarara neden olabilir. Önemli olan yiyeceklerin etiketini okuyarak almak ve gluten içerenleri elemek, çünkü glutensiz bir beslenme genellikle çoğu hasta için tam iyileşme sağlar.”
2-Şekersiz Beslenme: İbrahım Hakkı Hazretleri şeker için; vücutta maddi ve manevi yara sebebidir, dermiş. Hele yaşadıklarımdan sonra şekerin kişi için külliyen zarar olabileceğinde hemfikirim. En azından benim için öyle, bizzat test ettim üzerimde.
Kendimi şekerli, glutenli ve katkı maddeli gıdalardan uzak tuttuğum dönemde açık bir iyileşme yaşamıştım. Parlak anlardı bu anlar. İşin ilginci yaşayarak deneyimledim ki; şeker alışkanlık meselesiydi. Tüketmedikçe ona olan ihtiyacım da ortadan kalkıyordu. Zaten düşünüyordum ki; çocukluğumda abur cubur nedir bilmezdik, bir tek sabah çayımıza şeker koyardık ve en fazla reçelimiz olurdu. Hiç de canım tatlı istiyor diye kıvranmazdık. Ne zamanki şekerli gıdaya ulaşma kolaylığı ve çeşit arttı işte o zaman tatlı krizi diye bir şeyle tanıştım ben.
Glutensiz, şekersiz, katkısız kısaca ıvır zıvırsız gayet sade beslendiğim ilk on beş günlük zamanda markete gittim. Glutensiz malzemelerin olduğu reyona gittim ooo leb-i derya. Canım hakikaten hiç istememesine rağmen, hiç aramama rağmen, eski alışkanlıklardan gelen pis bir hareketle tatlılardan aldım. Glutensizlerdi ama şekerliydi elbette hepsi. Sonrası ne oldu biliyor musunuz; yeniden zihin karmaşası, yeniden bulanıklık, yeniden tatsızlık! Ve geri gelen çıldırtan kaşıntılar.
Çocukken sık duyduğum bir şey vardı etrafımda: aman çocuklara çok ekmek yedirmeyin aptal oluyorlar diye, ben bunu açıkça yaşadım üzerimde. Çok ekmek yedikçe ve şekerli gıda tükettikçe kesinlikle aptal oluyordum. Özellikle şeker tüketiminden sonra zihni faaliyetlerim yavaşlıyor, hafızam zayıflıyordu. Diğer şikayetlerimi yazmıyorum bile.
İnsanlar şekersiz hayat deyince (ki bir zamanlar ben de öyleydim) imkansız duygusuyla karşılık veriyorlar derhal. Gerçek hiç de böyle değil. Şeker zehrini vücuttan atınca aramıyor bünye, buna garanti verebilirim. Deneyin siz de göreceksiniz. Evren’in bu konuda çok güzel yazıları var; şeker krizleri için magnezyum desteğini öneriyor mesela, denenebilir.
3-Paket gıdalardan, katkı maddeli gıdalardan ve içeceklerden Uzak Durma: Her türlü paketli gıda, meyve suları vesaireden uzak durmak… Katkı maddeleri, mısır şurubu, glikoz, fruktoz vesaire ne varsa reaksiyona neden oluyor vücutta. Neredeyse gözle görülür reaksiyonlar oluyor bunlar da. Dolayısıyla yemeye başladığınızda sırf şişkinliğin geri gelmesinin rahatsız ediciliği bile el çektiriyor bu ürünlerden. En azından çoğunlukla:)
4-Deterjan ve kozmetiklerden Uzak Durma: Henüz evden ve elden çıkaramadım bunları ama yavaş yavaş hayatımın içine daha doğal olanları sokmaya çalışıyorum, üzerlerinde düşünüyorum, öğrenmeye çalışıyorum. Sanırım strateji geliştiriyorum:) Ki böyle şeyler de öyle pat diye olmuyor, aşama aşama geçiş yapmak daha kolay oluyor.
Şampuan, duş jeli yerine sabun kullanımı, sıvı sabun yerine katı sabun kullanımı, antibakteriyel temizlik malzemeleri yerine sirkeli doğal ürünlerin kullanımı, Parabensiz ürünlerin kullanımı vesaire önemli gene her zamanki gibi.
.
Özetlersem: İçinde ne olduğunu bilmediğimiz hemen her şeyden uzak durmalı. Kısaca doğal olanın dışına çıkmamalı. Bahsettiklerimin tümü esasında iyi bir yaşam için de önerilen şeyler. Canan Karatay’ın ekmeksiz yaşam önerisini çoğumuz biliyoruz zaten değil mi? Ve katkı maddeli ürünlerin zararları… sadece Tiroid rahatsızlığı için de değil tüm bunlar, günümüzde en büyük dert olan şeker hastalıkları, böbrek hastalıkları ve daha niceleri için bunlardan uzak durmak zaten gerekli. Bu hastalık benim için pozitif anlamda tetikleyici oldu. Hayatıma çeki düzen vermem, abuk subuk bir sürü zararı bünyeme ve dahası evime sokmamam için, özellikle çocuklarımı korumam için şükür sebebi oldu diyebilirim.
Buraya kadar kaçınılması gerekenleri yazmaya çalıştım. Yanı sıra bu türden hastalıklarda yapılması gerekenler var. Şöyle ki;
5-Vitamin Desteği Almak: İmmün sistemi hastalıklarında olduğu gibi özellikle Selenyum (günlük 300 birim okumuştum bir yerde), C vitamini, B vitaminleri özellikle B12 ve en önemlilerinden biri D vitamini. Zira D vitamini eksikliğinde tiroid hastalığı bir başka şeye dönüşebiliyormuş. Misalen Hipotiroidiniz varsa Haşimato da olabiliyormuşsunuz ki bende bu şekilde olduğundan şüphe ediyorum. Kuzey ülkelerindeki güneş yoksunluğu D vitamini eksikliğine sebep olabiliyor. Ki ben geçen sene yoğun olarak hastalandığım ve sürekli yorgun hissettiğim zamanda tahminle D vitamini almaya başlamıştım ve bu şikayetlerimin çoğu (bitkinlik başta olmak üzere) ortadan kalkmıştı.
6-Egzersiz, Hareket, Spor Desteği: Her yerde ve her zaman olduğu gibi spor burada da çok faydalı. Hiç birşey olmasa bile yavaşlayan metabolizmayı hızlandırıp, zindelik veriyor bünyeye. Ben düzenli ve aktif spor yapamıyorum ancak hiç olmazsa yürümeye çalışıyorum. Zaten günde 3 kez okul yolunda hem gidip, hem gelmek yetiyor bana. Ama düzenli spor, hele ki sabahtan yapılan spor gün boyu zindelik ve dinçlik veriyor bünyeye. Gene de onu da yapamıyorum diye tümden koyvermek yerine; asansör kullanmamak, bir yere arabayla gitmek yerine yürümek, keyifli yollarda bisiklet kullanmak fayda sağlayabiliyor.
7-Haftada iki kez Balık yemek, Protein almak. Ya da Omega-3 desteği almak ancak bizimki gibi bir ülkede balık tüketmek çok daha mantıklı.
Yanı sıra abartmadan protein ağırlıklı beslenmek. Elbette ham sebze ve meyve tüketmek. Ki ülkemiz cennet bu konuda. Yurt dışında yaşayanlar bilir en çok bunu :)
Tüm bu yapılanlar şikayetlerin büyük kısmının ortadan kalkmasına vesile oluyor. Başka şeyler de illa ki vardır, ben kendi yaşadıklarımı ve gözlemlediklerimi yazdım. Siz de deneyerek gözlemleyebilirsiniz kendinizi.
B12 vitamini, kırmızı kan hücresi üretimini destekleyerek anemiye karşı koruma sağlar, sinir hücrelerinin gelişiminde önemli bir rolü vardır ve hücrelerin protein, karbonhidrat ve yağları metabolize etmesine yardımcı olur. Ayn zamanda, beyin ve sinir sisteminin normal fonksiyonlarını yerine getirmesinde ve yaşlılarda Alzheimer hastalığının ilerleyişini yavaşlatmada önemli bir role sahiptir. B12 vitamini eksikliğinde en çok görülen belirtiler, sinirlilik hali, kırmızı ve ağrıyan dil, çarpıntı, depresyon ve hafıza problemleridir. Eğer bu vitaminin eksikliğini yaşıyorsanız ya da belirli bir sağlık koşulu nedeniyle B12 vitaminine ihtiyaç duyuyorsanız bazı gıdalardan yardım alabilirsiniz.
B12 Vitamini İçeren Besinler
Aşağıda B12 vitamini bakımından zengin bazı gıdaların listesini bulabilirsiniz ancak bu liste tam liste değildir. Listede yer alan bazı besinlerin yüksek kolesterol değeri, çok kalori içermesi ve bazı diğer nedenlerden dolayı fazla tüketilmesi önerilmemektedir. B12 vitamini eksikliği durumda sizin sağlık koşullarınıza en uygun beslenme programını ancak bir uzmandan alabilirsiniz.
Kabuklu Deniz Canlıları: İstiridye ve midye gibi kabuklu deniz canlıları çok iyi birer B12 kaynağıdır. Bu canlılar B12 vitamini dışında demir, çinko ve bakır mineralleri bakımından da oldukça zengindir. 100 gram midye (deniztarağı ya da tarak olarak da bilinir) günlük B12 vitamini ihtiyacının yaklaşık 16 katını içermektedir. Kabuklu deniz ürünleri, yüksek kolesterol içerdiğinden dikkatli tüketilmelidir.
Ciğer: Kuzu ciğeri en çok B12 içeren gıdalar arasında ilk sıralarda gelmektedir. 100 gram pişmiş kuzu ciğeri, günlük olarak önerilen B12’nin yaklaşık 13 katı B12 vitamini içermektedir. Kuzu ciğeri aynı zamanda demir, fosfor, bakır, çinko, B6 vitamini ve A vitamini bakımından da zengindir. Midye ve istiridye gibi yüksek kolesterol içeren kuzu ciğeri kalp ve damar sağlığını korumak adına az miktarlarda tüketilmelidir.
Balıklar: Genenllikle omega 3 için önerilen balıklar aynı zamanda yüksek miktarda B12 içermektedir. 100 gram uskumru günlük B12 ihtiyacının 3 katını, somon 3 katını, ton yaklaşık 2 katını, lüfer ise %100’ünü karşılar.
Yengeç ve Istakoz: 100 gram yengeç günlük B12 vitamini ihtiyacının yaklaşık 2 katını, 100 gram ıstakoz ise yaklaşık yarısını karşılar.
Sığır Eti: Protein, çinko, demir bakımından zengin olan sığır eti aynı zamanda yüksek miktarda B12 içerir. Sığır etinde bulunan B12 miktarı, etin hayvanın hangi bölgesinden elde edildiğine bağlı olarak farklılıklar gösterebilir. Ancak yaklaşık bir değer vermek gerekirse, 100 gram sığır eti günlük B12 vitamini ihtiyacının %60-%100 arasında bir oranı karşılar.
Kuzu Eti: Kuzu eti genel olarak B12 bakımından zengindir ancak en fazla B12 vitamini omuz bölgesinde bulunur. 100 gram kuzu pirzola ise günlük B12 ihtiyacının yaklaşık yarısını karşılar.
Peynir: Kalsiyum, protein, Riboflavin (B2 vitamini) içeren peynir çeşitleri, yüksek kolesterol oranları bir yana, B12 vitamini bakımından da zengindir. 100 gram beyaz peynir günlük B12 ihtiyacının %28’ini karşılar.
Yumurta: 100 gram yumurta günlük B12 vitamini ihtiyacının %33’ünü karşılar. Tabii, 100 gram yumurta yemek kolesterolü de önemli miktarda yükseltir. 1 adet yumurtanın sarısı ise günlük gereksinim %6’sını karşılamaya yeter. Bu rakamlar tavuk yumurtası için geçerli. Kaz ve ördek yumurtaları daha yüksek miktarlarda B12 vitamini içerir.
B12 İçeren Diğer Besinler
Parantez içinde belirtilen değerler, gıdanın 100 gramının günlük B12 vitamini ihtiyacının yüzde kaçını karşıladığını belirtmektedir.
Yağsız yoğurt (%10)
Tam yağlı yoğurt (%6)
Yağsız süt (%9)
Tam yağlı süt (%7)
Tavuk eti (%5)
Tofu (%39)
Önerilen Günlük B12 Tüketimi
0-6 ay: 400 nanogram
6-12 ay: 500 nanogram
1-3 yaş: 900 nanogram
4-8 yaş: 1.2 mikrogram
9-13 yaş erkekler: 1.8 mikrogram
14 yaş ve üzeri erkekler: 2.4 mikrogram
9-13 yaş kızlar: 1.8 mikrogram
14 yaş ve üzeri kızlar: 2.4 mikrogram
Hamile kadınlar: 2.6 mikrogram
Emziren kadınlar: 2.8 mikrogram
B12 Vitamini Neden Önemlidir?
Başlangıç olarak sürekli yorgunluk hali, konsantrasyon eksikliği, bellek zayıflığı, sinirlilik ve depresyonu sayabiliriz. Tüm bu sorunlar B12 vitamini bakımından yetersiz beslenme neticesinde görülebilir. Uzun süren B12 eksikliği ise kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere bazı diğer ciddi hastalıklara zemin hazırlayabilir.
Kalp Hastalıklarına Karşı Korur: Yeterli miktarda B12, B6 ve B9 vitamini almak kandaki protein seviyesini (homosistein) düşürerek kalp ve damar hastalıklarına yakalanma, kalp krizi ve felç riskini azaltır.
Yaşlanmanın Etkilerini Yavaşlatır: B12 vitamini ce folat (B9) DNA metabolizmasının korunması için önemlidir. Bu, bazı kanser türlerine koruma sağlar ve yaşlanmanın etkilerini yavaşlatır.
Bunamaya Karşı Korur: B12 eksikliği homosistein’in yükselmesine neden olur. Bu durum, organların nörotransmitterin (sinir taşıyıcısı) kullanımı üzerinde olumsuz etki yaratır. Bu alanda yapılan çalışmalar henüz yeterli düzeyde olmamasına karşın, uzun dönem süren B12 eksikliğinin Alzheimer ve bunama riskini arttırdığı, bilişsel kavrama yeteneğini zayıflattığı bilinmektedir.
Enerji ve Dayanıklılık Sağlar: B12 eksikliği halsizliğe, sürekli yorgunluğa yol açar. Günlük fiziksel ve zihinsel görevlerin yerine getirilmesi için yeterli miktarda B12 vitamini almak önemlidir.
Kimler B12 Eksikliği Riski Altındadır?
Gastrit Atrofik: 50 yaş üstü yetişkinlerin yaklaşık %30’unu (bazı kaynaklarda bu rakam %50’ye kadar çıkmaktadır) etkileyen “gastrit atrofik” gıdalar yoluyla alınan B12 vitamininin vücut tarafından emilmesini engellemektedir. Bu yaşlarda doktorunuza danışarak B12 vitamini takviyesi kullanabilirsiniz.
Pernisiyöz Anemisi Olan Kişiler: Yetişkinlerin yaklaşık %2’sinde görülen “pernisiyöz anemisi” sadece etkin B12 vitamini destekleri ile tedavi edilebilir.
Vejetaryenler: En iyi B12 kaynakları hayvansal gıdalar olduğu için et ve et ürünü tüketmeyenlerde B12 vitamini eksikliği daha sık görülmektedir.
Bazı İlaçlar: Gastrit ve peptik ülser tedavisinde kullanılan ilaçlar, bazı diyabet ilaçları, bazı antibiyotikler gıdalar yoluyla alınan B12’nin vücut tarafından emilimini olumsuz yönde etkileyebilir.
KANSERİN NEDENİ D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ Mİ? Araştırma bulguları şaşırtıcı:
22 Ocak 2016 Cuma 13:05
- Sıradan göğüs kanserlerinin %90'ı D vitamini eksikliğine bağlı olabilir.
- D vitamini üretimini sağlayan UVB ışınlarına fazla maruz kalma 15 kanser türüne yakalanma riskini azaltıyor.
- D vitamini desteği almak tüm kanserlere yakalanma riskini %77 düşürüyor.
- D vitamini en yüksek olanların kansere dayanma riskleri yarı yarıya fazla. D vitamini yüksek olanların %75'i kanser teşhisinden 5 yıl sonra hayatta oluyorlar. D vitamini düşük olanların yalnızca %30'u bu kadar uzun direnebiliyor.
Araştırmalar D vitamininin kanser hücrelerini tanıyıp hücum eden T hücrelerini aktive ederek bağışıklık sistemini güçlendirdiğini gösteriyor. Bir dizi hücresel olay var ve sonuçta bu vitamin tüm vücut için iyileştirici oluyor.
Astım ve artrit gibi kronik inflamasyon durumunuz veya osteoporoz riskiniz varsa ya da prostat veya göğüs kanseri riskinizi düşürmek istiyorsanız kanınızdaki D vitamini sağlıklı bir düzeyde olmalı.
Basit bir kan testiyle D vitamini eksikliği olup olmadığı belirlenebilir. Bu noktada tuzak "eksikliğin" ana akım tanımını kabul etmekte. Problem şu ki hepimizde eksiklik var. Herkesin eksik olduğu bir popülasyonda orta noktayı bulup normali o olarak tanımlamak doğru bir yaklaşım olmuyor."
Yukarıdaki yazı easyhealthoptions.com adlı sağlık konusunda ana akım görüşlerden farklı görüşlere yer veren bir sitede yer alıyordu. (1) Bu yazıyı Canan hocanın bu konudaki tavsiyelerini tekrarlayarak sonlandıralım. D vitamini düzeyimizi ölçtürerek 100ng/ml düzeyinde tutalım. Unutmayalım ki ülkemizde kış aylarında güneşin UVB ışınlarından yararlanarak D vitamini sentezlemeye imkân yok. (2) O nedenle yaz aylarında bilinçli güneşlenerek D vitamini sentezlesek bile kış aylarında takviye kullanmak gerekiyor. Canan hocamız çeşitli hastalıkların tedavisinde D vitamininden yararlanıyor ve D vitamini seviyesini 100'ün de üzerine çıkarıyor.
#E171(#titanyumdioksit) (TİO2). Masummuş gibi görünen, ülkemizde gıdalarda kullanımında sakınca görülmeyen ve bu yüzden limitleri sınırsız olarak beyan edilen nem tutucu ve renklendirici özelliği olan bir tür gıda katkı maddesi; #E171(#titanyumdioksit) (TİO2). Beyaz leblebide o yerken dudakları bembeyaz yapan; undan şekere, tuza, sakıza, dişmacunlarına, kozmetiklere, deterjanlara, eczacılık ürünleri, boya sanayi, plastik-kağıt endüstrileri vb. pekçok gıda ve gıda dışı maddelere kullanılan bu kimyasal üzerinde son yıllarda çok fazla araştırma yapılmaktadır. Nem tutucu özelliği endüstride çok ilgi uyandırmış ve ürün stabilizasyonu için aranılan bir kimyasal olduğunu orataya çıkartmıştır. Tam olarak nedir ve vücutta nasıl çalışır? Bir nanoparçacık yapıdaki TiO2'in özellikle DNA üzerinde yıkıcı etkileri ortaya çıkabilmektedir. Hayvanlar üzerindeki yapılan son çalışmalar hiç içaçıcı sonuçlanmamıştır. Yüksek dozlarda maruz kalınılması halinde (bu doz nedir ve kişiden kişiye değişebilmekte olup net olarak şudur demek kolay değildir; ama sürekli maruz kalındığında 1.5 senede kanser vakaları oluşabilmektedir) ciddi kanser riskleri ortaya çıkabilmektedir. Hücreden atımı mümkün olamayan ve vücutta serbestçe dolaşabilen bu nanoparçacıkların birikim oranları ve organlardaki bırakabileceği hasarlar tartışılmaktadır. Eskiden kimyasal tepkimelere girmediği düşünülmüş ve "zararsız" diye ilan edilmiş bu madde için yeni dünyada çalışmalar detaylandıkça olumsuz etkileri daha kolay anlaşılmaya başlanmıştır. Siz iyisi mi gıda ve gıda dışı tüketimlerinizde etiketleri kontrol ederek az maruz kalmaya çalışın.
British Journal of Radiology 2009 yılındaki bir sayısında yayınlanan makaleye göre biberiyede bulunan, yağda çözünen "carnosic" ve "canosol asitler" radyasyona karşı (özellikle gün içinde cep telefonları, bilgisayar, TV vb. hayatımızın heryerinde) çok önemli koruyucu, anti-mutajenik aktiviteye sahipmiş. Biberiyeden elde edilen rosmarinik asit, hem bir foto-koruyucu olarak hem de serbest radikalleri toplayıcı olarak ve vücudun kendi endojen savunma mekanizmalarını güçlendirici olarak hareket ediyor. Haftada en fazla 3-4 defa olmak üzere biberiye çayı içilebileceği savunuluyor. Gerçekten bir etkisi var mıdır yok mudur ama bu çayı içmenin abartılmadığı sürece zararlı olmayacağı kesindir. 1-2 yemek kaşığı ufalanmış taze biberiyeleri 1 fincan/kupa kaynamış suya atıp 15 dakika demleyip tüketebiliriz diye bir tarif bulunmaktadır. Çaya bir dilim limon da atılabilir.