Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek adına Şafak Paveyin konuşma metni:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; size bu konuşmayı her şeyin yasak olduğu Genel Kuruldan yapıyorum.Ortalama yaşın 50'lerde olduğu bir mecliste, su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kuruldan yapıyorum.Yaşlı haklarının, hasta üyelerinin haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum.
Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan'da, Yemen'de, İran'da yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum.
Mecliste pantolon giymesi bir erkek vekil tarafından engellenmiş bir kadın vekil olarak yapıyorum.
Olmayan bacağı erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum ve artık, AKP'nin başı açık vitrin vekillerinin emanet oyları gerçek sahibelerine geri verme zamanlarının geldiklerini düşünüyorum.
AKP'yi iktidara taşımış asıl kadınlarının Meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum. Ayrıca, AKP'li kimi vekillerin başörtülü eşlerini saklamaya çalışıp utanmalarından kendim çok inciniyorum.
Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. Ama kaygım, türbanla kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir.
Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vadettiği şiddet geleceğinden korkarım.
Mecliste cemevi açmak için Diyanetten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum.
Kadın özgürlüklerinden asla korkmam.
Söylemek isterim ki özgür bir hayat çok zor kurulur ama çok kolay yıkılır. Tam da bu nedenle çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca Parkı'nın kuytularında sevgilisiyle öpüşen genç kıza özgürlüğünü Mustafa Kemal'e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatırlar.
Clinton 2007'de "Kadın değişirse gelecek de değişir." demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki geçenlerde bir konuşmasında kullandı.
Sosyal özgürlük alanlarımız geleceğimizden çalınarak birer birer imha ediliyor. 5 yaşında örtülen, 15 yaşında evlendirilen kızlarımızdan bahsediyorum. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hâli üstünden berbat bir şekilde değişiyor.
Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük. Mesela ülkemin neden kadın hakları konusunda dünyanın 120'ncisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerin üyesi bile olmayan Tayvan'ın seviyesine ulaşmamış olduğunu açıklamalarını bekliyorum. Artık türbanı bir insan hakları ihlalinden bir insan hakları kazanımına dönüştürmek onların sorumluluğundadır.
İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi geleceğimizi dinî rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülarizmdir. Lütfen hatırlayın, Orta Doğu'da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu.
Oldukça merak ettiğim bir ayrıntı var: İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazuyla yaşanması emredilmiyor mu? Buraya gelmeden önce türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullanmadıklarına rastladım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti ruhban okulu, azınlık okulları, cemevleri, bir inanç biçiminin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim. Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum ama şu hakareti bütün haberlerde duydum ve çok üzülerek: "Başımı açarak bir daha kirlenmeyeceğim." Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir?
Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş. Kibirden küfelik olmuşsanız size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız?
Bir taraf bir arada yaşamanın yolunu ararken öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa, bizi yok ettiğinizde gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız?
Biz Sivas'ta yakılan, Gezi'de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız ama her nasılsa kronik mağdur hep sizsiniz.
Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir, asıl korkutan da budur.
Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmeye mecbursunuz.
Bizden çatışma bekleyenler için altını çizmek istiyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz. Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini çok açıklıkla göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslim almasını, sadece bizim var olma mücadelemiz engelleyebilir. Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum. Saygılarımla.